85. Bölüm

Bölüm 82 - İlk Gün Gibi

Ceren Öztürk
biceruvar

Butimar bir hikayeden başka bir dünya benim için. Direniş, boyun eğmeyiş, aşkından ölüş, diriliş... Açıklanamayacak kelimelerin, kilitli anlamı tüm satırlar. Kemikleri kırarcasına olması istenen bir kucaklaşmanın hem boynu bükük hali hem vuslatı...

O yüzden de bugün günlerden Pera...

Merakıyla, dik başlılığıyla, burnunun dikine gitmesi, ancak çokta aşık olmasıyla o güzel kadın Pera. Kırık aynalara bakan, ayna birleşsin diye elini kesen, bir damla kanına sevdiği adamın kan kusturacağı kadın Pera... Çok sevilen, çok üzülen, herhangi bir omuz değil, tek bir omuza sığınan kadın o. Kalması şenlik, gidişi dikiş tutmaz yara... Sırf bu özelliklerinden bile canım Pera.

Sizlere de Dağhan gibi sevgisinden korkup kaçmayan, sevdiği kadının bir damla göz yaşına nice enkazlar yaşayan adamlar ve sevdiğinde dilinin zehri kaybetmemek için olan, başı dik, sizden vazgeçmeyen kadınlar rast gelsin...

 

 

 

--------------------------------------------------------------------------

Huzurlu bir sabaha karşı, henüz aydınlanmamış hava, ışığa teslim olmamış yıldızlar, iki kadeh, bir Fransız şarabı, bir de nar suyunun şişesi, büyüleyici olarak aklına not edebileceği kış bahçesi ambiyansı ve saatlerdir dibinde oturmasına bedenini sarmasına rağmen ağzını açmamış sevdiği adam. Ortalama üç saattir sadece şarap seçimi konusunda konuşmuştu Dağhan. Pera evi çok detaylı incelememişti ancak üç saattir kış bahçesinin her bir köşesine bakmıştı. Birçok bitki vardı, isimlerini tahmin edemeyeceği kadar çoklardı. Dağhan henüz bahçeye çıkmadan önce Meva’yı emzirdiği sırada odanın kapısına astığı elbiseyle çıkmıştı dışarı. Pera’da bunu çok sorgulamak istemden, daha doğrusu takılması gereken en son detay olduğu için önemsememişti. Elbiseyi giyip evin içinde bir süre Dağhan’ı aramış, daha sonra da kış bahçesinde sigara yaktığını fark ederek yanına ulaşmıştı. Şimdi ise buradalardı. Üç saattir. Normalde uzun gelebilecek bir zaman dilimiydi ama Pera bu dinginliği de seviyordu. Çıt çıkmayan evde önündeki açık tabletin ikiye bölünmüş ekranında olan Deva ve Meva’yı izlemeyi, derin nefesler almayı, uzun zamandır kullanmadığı sigarayı hala kullanmamayı, sabah rahatsız hissedeceği için fazla soluduğu nikotin kokusu yüzünden sütünü sağıp öyle Meva’yı emzireceğini bile bile sevmişti üstelik.

Gözleri tabletten tekrar etrafa döndü. Pervazsız pencerelerden sarkan ince ışıkları izledi, ismini anımsayamadığı bitkileri süzdü, ufak alanın tam ortasına yerleşmiş iki kişilik ahşap bahçe koltuğunun kumaşında parmak uçlarında elini dolaştırdı. Kenardaki pufun üzerinde katlanmış şekilde duran kırmızı battaniyeye göz attı. Hemen önlerinde üzerinde tabletin durduğu sehpayı inceledi. Onlarca mum yanan sehpayı.

Çok eskiyen bir evlilik değildi onlarınki fakat Dağhan’ın yanan onlarca mumdan çaba harcadığını anlıyordu. Bu derin konuşmayı, aynı ambiyansı ilk yemeklerinde de yaşamışlardı. Dağhan’ın üzerinde gördüğü takımdan sonra o kapıya astığı elbise de kendini hatırlatıvermişti. Henüz Deva yoktu, varlığından dahi haberi yoktu, Meva ise portakalda bir vitamin dahi değildi. Basının, ailesinin, şirkettekilerin ruhu bile duymazken üzerindeki elbiseyi Nida ve Elfe ile beraber seçmişlerdi. Dağhan bu takımıyla açmıştı kapıyı kendisine. Sakin bir yemek yemiş, kadehleri alıp oturma grubuna yerleşmişlerdi. Bu sehpa o sehpaydı. Tam ortada duran, üzerinde evraklar kadar mumları da taşıyan. Diğer ev ile yok olduğunu düşünmüştü ancak bugün, iki kızı ve sevdiği adamla olduğu ve yeni evlerinin burası olduğunu öğrendiğinde tam da karşısındaydı.

‘Neden ilk yemeğimizde giydiklerimizi giydik?’ sorusuyla beraber hareleri Dağhan’a dönerken işaret parmağı da sehpayı gösterdi, ‘Bu o sehpa mı?’

‘Bu ve o sehpa, vazo,’ diyerek koltuğun hemen dibindeki ufak köşe sehpasını işaret etti, ‘Çerçeve, fotoğraf, albümler…’ köşedekinin alt katında ve üzerinde olan Deha’yla fotoğrafını da gösterdikten sonra arkalarında kalan duvara çevirdi harelerini Dağhan, ‘Afitab sultanın evime yakıştırmadığı o tablo…’ gülüşü dudaklarının kıvrılmasını sağladığında Pera sırtı dönük çıplak kadını tekrar inceledi.

‘Peki neden?’

‘Seninle yeniden başlamayı seviyorum, ilk gün gibi. Göğsümde uyuduğun ilk gece gibi. Sana kendimi anlatmayı, senden seni dinlemeyi seviyorum.’

‘Üç saattir susmanı nasıl adlandırıyorsun?’

‘Ambiyansın seni biraz etkilemesini istemiş olabilirim. Bir de evden kovarsan şirketin mesai saatine yakın olsun diye çabalıyorum.’ Dudaklarından aldığı cevapla bir kıkırtı kaçtığında yüzüne dökülen saçlarını okşadı Dağhan parmak uçlarıyla.

‘Nida’nın isyan ettiği, şu şirkete kapanma olayım… Burasıyla alakalıydı. Gitmek isteyenler veya kalmak isteyeceklerle konuşmam gerekiyordu. Gözüm üzerinizdeydi fakat biliyorum ki uzun sürdü.’

‘Peki neden diğer evden çıktık ve buraya yerleşiyoruz? O evi seviyordum.’

‘Bende seviyordum.’ Başını onay verircesine salladığında bir sigara daha yaktı Dağhan.

‘O zaman orada yaşamaya devam edelim.’

‘Moloz yığınları arasında mı?’ sorusu kaşlarının çatılmasına neden olurken Dağhan’ın ucunu açtığı meseleyi anlatacağını biliyordu. Bu yüzden gözlerini dikti ve sustu. Sadece sustu. Sonunun nereye çıkacağını bilmediği o yeri dinlemek ve kendine mantıklı gelecek açıklamayı dinlemek istedi.

‘Evi patlattım. Daha doğrusu tüm siteyi.’

‘Ne?’ fısıltı gibi çıkan şaşkın sesiyle büyümüş gözleri hala Dağhan’da olsa da o sigarasından derince soluklanıp başını onay verir gibi salladı.

‘Meva’nın doğduğu gün. Sizi korunaksız bıraktım.’ Pera nereye varacağını bilmediği konuşmaya rağmen Dağhan’ın kolunun altından çoktan sıyrılıp yan dönerek oturdu. Nereye çıkacaktı bu muhabbetin sonu?

‘Başka bir yüzümü anlatacağım, hazır mısın?’ tereddütlüydü ama mantıklı ve makul şeyler duymak istiyordu. Sonunda ne çıkacağını bilmemesine rağmen başını onay verircesine salladığında Dağhan kendi kadehindeki şarabı, Pera’nın kadehindeki nar suyunu tazeleyip gülümsemeye çalıştı.

‘Mesleğimi bıraktıktan sonra bir dönem direndim babama. Yine kirli şeylerde elim kolum vardı ancak mümkün olduğunca itirazcı oldum. Zaten hukuk dışında da, yani yüksek lisans döneminde de işletme okumaya devam ediyordum. Fakat sert oynamam gerekiyordu. İçinde olmak istemesem de olacaktım ve açıkçası sana, kızlara gösterdiğim o iyi tarafım diğer dünyada işime yaramazdı. Giriyordum o çıkmaza, girmiştim bile. Fakat durduk yere birine zarar vermek akıl alır gelmiyordu. Fuat bey kan istiyordu, ben adalet terazisinde ağır basmayan kimseden kan akıtmak istemiyordum. Hukuk insanının zaten kan akıtması da saçmaydı ama diyorum ya kan istiyordu. Onun kurallarına, diktelerine göre yapmam şarttı. İstediğini sağlamazsam da yönünü Deha’ya çevirecekti, bunun da bilincindeydim.’ Sıkkınca nefesini bırakırken hafifçe omuz silkip gülümsemeye çabaladı.

‘İstediği kanı verdim. O kurallarına uygun sandı ama ben kendi kurallarıma göre yaptım. Kişi gözetmeksizin aileme dokunmaya çalışan ve ailemin güvenliğinde açık yaratanlardan canını yakacak o şeyleri alacaktım. Bu çoğu zaman insanların canı olur.’ Midesi bulanır gibi yüzünü buruşturduğunda Pera’nın kaşları çoktan çatılmıştı.

‘Bana öyle bakma.’

‘Nasıl bakıyorum?’ sakin ses tonuna rağmen nasıl kendisinden kendi midesi bulanıyorsa Pera’nın harelerindeki hayal kırıklığını da görebiliyordu.

‘Canavarmışım gibi.’ Dediğinde Pera’nın sakince başını sağa sola sallamasını seyretti.

‘Canavar olmadığını biliyorum, sadece, bunu senin ağzından duymak- bilmiyorum, kötü işte…’ dediğinde dudaklarına yasladığı kadehten bir yudum aldı Pera. Dağhan’ın üzerinde kan damlaları olan bir gömleği çıkardığını biliyordu, sinirini kontrol etmek için efor sarfettiğine şahit olmuştu ancak birinci ağızdan söylemesi, tahmin etmekten de hissetmekten de öteydi.

‘Benim canımı yakan tek şey ise anılarım Pera. Seninle ve çocuklarımla olan anılarım. Varlıkları o kadar güzel ki, Meva’nın doğduğu gün yaşadıklarımız, size yaşattıklarım kendime kin beslememe sebep oldu. Sizi koruyamadım. Korudum ama şahit olmanızı istemediğim bir şeyle karşılaştırdım. Dedim ya ben Fuat beyin olur olmadık o kanlı savaşlarından, kurallarından kaçmak istedim. Olduğum yerde herkesin canının yanacağı damarı bilirim, kendiminkini de biliyorum. O siteyi de bu yüzden yok ettim. Bir bedel ödemem gerekiyordu. En sevdiğim şeyle, sizinle olan anılarımla ödettim kendime.’

‘Bu iyi değil Dağhan.’ O olumsuz baş sallamasıyla karşılık verdi Pera. Dağhan’ı seviyordu. Onun ruhunun nasıl nazik ve nahif olduğunu biliyordu. Fakat bu herkesten önce Dağhan’a zararlıydı.

‘Biliyorum…’ umutsuz çıkan sesiyle kapkara harelerini sevdiği adamın elalarına dikti.

‘Şimdi olmasının sebebi ne? Neden şimdi ödettin kendine bu bedeli?’ sorusuyla kararsızlığını iliklerine kadar hissetti Pera. Buna yanıt verip vermemek ona bağlıydı ancak her bir hücresinde Dağhan’ın ikilemde kaldığını hissedebiliyordu.

‘Fazla içli dışlı olmasa da Deva kendini kötü hissetmesin diye Marco’yla iletişimdeydim. Seni dahil etmemek için arada Deva’yla görüntülü konuşmasını da sağlıyordum. Tabi bu Deva isterse oluyordu. Marco aradığında değil. Son dönemlerde Deva pek sormadı, ancak Marco haftada en kötü bir kez nasıl olduğunu sorardı. Üç haftadır o da sormadı. Gerildim. Sessiz kalışını hazırlık gibi düşündüm.’ Tüm odağı Dağhan’dayken kaşları çatılmaya başladı. Aylardır ismi geçmiyordu Marco’nun, Deva ile iletişimi olduğunu bir kez bile hissetmemişti. Şimdi ise az önce can aldım diyen, sevdiği adam bunları anlatıyordu.

‘Araştırmalarını istedim Ceyhun’dan. Biz tatildeyken bilgi edinsinler, döndüğümüzde ona göre hareket edeyim istedim. Uçağa dönmek için binerken Ceyhun aradı. Planım henüz buraya geçmek değildi. O telefona kadar, vardı zamanı.’

‘Ceyhun ne dedi Dağhan?’

‘Marco, bir ay önce infaz edilmiş. Aileme yakın olduğu düşünülen birkaç kişiyle aynı şekilde.’ Duydukları dudaklarının şaşkınlıkla aralanmasını sağladığında beklediği bu değildi Pera’nın. Tıpkı Dağhan gibi tehlike oluşturduğunu düşünmüştü, öyledir diyerek tahmin yürütmüştü.

‘Nasıl aynı şekilde?’ sorusuyla Dağhan sehpadaki telefonunu alıp ekranı aydınlattıktan sonra bir fotoğraf açtı. Kırmızı bir kartın üzerine, siyah mürekkeple yazılmış cümle.

Önce sevdiğin ve sevmediğin tüm çevren, sonra sen…

Dağhan’a yazıldığı dahi net belli olmayan bir cümle. Neden bu kadar rahatsız etmişti, neden buraya gelmeye itmişti onu bilmiyordu Pera. Fakat bundan daha fazlası olduğunu tahmin edebiliyordu. Dağhan fotoğrafı kapatıp bir klasörün içindeki aynı görünen kart ve aynı olan yazı stiliyle dolu galeriyi açtığında bakışları da adamı buldu.

‘Aynı not, aynı cümle, farklı kişiler…’ Dağhan mırıldandığında tekrar telefona baktı Pera. Otuza yakın fotoğraf vardı. Hepsinde o benzer el yazısı, ‘Tanıdığım insanlar, hepsi. Benim bulabileceğim yerde, cenazeleriyle beraber.’

Nar suyundan mı yoksa duydukları yüzünden mi bilmese de midesi bulanıyordu Pera’nın. Bu iğrenç hali dinlerken midesi sanki alaşağı olmuş gibiydi. Buruşan yüzüyle derin bir nefes aldı, elindeki kadehi tepesine dikti fakat geçmedi. Kusmayacaktı. Bu öyle bir bulantı değildi fakat Dağhan bittiğini yeni fark ettiği sigarasını küllüğe bırakıp yenisini yaktığında soluklanma ihtiyacı hissetti.

‘Başkasının bulamayacağı ama senin bulacağın yerlerde mi bırakıyorlar cesetleri?’ söylerken dahi ağzında oluşan o buruk tadın nedeni nar suyu asla değildi.

‘Evet.’

‘Akıl oyunu gibi bir şeyse sen nasıl buluyorsun?’ sormak istedikleri bunlar değildi halbuki. Hatta bu şey hakkında konuşmak dahi istemiyordu ama yine de Dağhan’ın veya Ceyhun’un nasıl bulduğunu merak ediyordu.

‘Soğutuculu odalar, buzhaneler, derin dondurucular… Benim kullanma potansiyelim olan yerler.’ Dağhan’ın kullanma potansiyeli olan yerler ne demekti ki? Dağhan’ın soğuk hava depolarıyla ne işi olurdu? Zihni durmuş gibi hissediyordu.

‘Almak istediğim cevabı alana kadar insanları tutup, ölmelerine izin vermediğim yerler.’ Alnının ortasından bir kurşun girmiş gibi hissetmesi normal miydi Pera’nın? Onun sevdiği adam nazikti. Soğuk hava deposu falan kullanacak, üstelik bunu insanlar acı çekse de yaşasın diye yapacak biri değildi. Deva’ya sarılıyordu. Deva’ya sarılırken kollarını dahi sıkılaştırmıyordu canı acımasın diye. Meva’yı kucağına alıyordu ve tıraş olmadıysa sakalı zarar vermesin diye öpmüyordu.

‘İnsanlara işkence-‘

‘Yeter.’ Titreyen eliyle kadehi güçlükle sehpaya bırakıp ayağa kalktı. Daha fazlasını duyarsa bakamazdı yüzüne Dağhan’ın. İşin iç yüzünü öğrenmek falan istemiyordu. Doğum yaptığında uyuduğunu düşündüğü zaman yanından büyük bir özveriyle sıyrılıp sabahlara kadar sessizce çalışan Dağhan’ı istiyordu o. Sana ihtiyacım var dediğinde evde kim olursa olsun herkesi bırakıp kendine sarılan ve sessizce bahçeyi izleyen adamı istiyordu. Deva hayatlarına girdiğinde, hamileliğini öğrendiklerinde her gün içse de, alkolik olsa da bırakan ve bunu sadece acil bir durum olursa araba kullanamam diye düşünen o ince fikirli aşık olduğu kocasını istiyordu. Bunları dile getiren o adam olamazdı, yapan da Dağhan olamazdı.

Onun sevdiği adam kızına masal anlatır, geceleri biraz daha fazla dinlenebilsin diye kendinden ödün verir, bahçeye salıncak yapardı. Dağhan onun için çok iyi bir eş ve kızlarına mükemmel bir babaydı. Anlattığı insan olamazdı.

‘Yakın olan ama sevmediğim insanlar bitti Pera. O yüzden de buradayız. Sırada sevdiklerim var. Ve ben buna izin vermeyeceğim.’ Üşüdüğünü hissettiği ellerini birbirine geçirse de bedenindeki titremeden kaçamadı. Bakışları Dağhan’a dönmese de o da kendisi gibi ayağa kalktığında çarpışmıştı gözleri elalarla. Birbirine sımsıkı kenetlediği parmaklarının üzerindeki büyük avucunun sıcaklığını hissetti. Bakışlarını bir an çekmedi adamın gözlerinden. Diyecek tek kelime bulamıyordu. Boynuna atladığı, kırgın her yanını saran adamla anlattıklarını yapan nasıl aynı kişiydi bilmiyordu.

‘Ne düşünüyorsun?’ fısıltı gibi çıkan sesiyle kendine bakmaya devam etti ela hareler.

‘Düşünemiyorum Dağhan.’ Mırıldansa da yüzü allak bullak bir haldeydi, kafasının içi, ruhunun derinlikleri gibi.

‘Bir süre yüzümü görmek istemezsen yani kendini toparlamak istersen eğer, içimden gelmiyor ama gitmemi ister misin?’ ister miydi? Duyduklarını düşününce isterdi. Fakat hala o itirafın arasındaki adam gibi görmüyordu Dağhan’ı. Zihninde bir çatışma vardı. İki tane Dağhan. Biri acı çektiren, diğeri dokunmaya kıyamayan. Dokunmaya kıyamayan bildiği, tanıdığı, gördüğü adamdı, tıpkı karşısında kendine hem korkak hem de aşık bakan ela gözlerin sahibi gibi. Diğeri ise tanımadığı bir suret. Sanki hayali bir karakter gibiydi. Vardı ama aynı zamanda yoktu. Hem karşısında duruyordu hem de asla durmuyordu.

Kalmasını istiyordu fakat zihni birbirine girmiş ip yumağı gibiydi. İnanmadığı o hayali karakteri duysa da o kadar Dağhan’dan bağımsız gibi geliyordu ki neredeyse neden gitmeni isteyeyim diye soracak kıvamdaydı.

‘O Dağhan’ı istemiyorum. Bahsettiğin, senden uzak, tanımadığım, bilmediğim Dağhan’ı istemiyorum.’ Derken titreyen çenesiyle beraber sol gözünden bir sıcaklık süzüldü yanağına. Kendisi yapamadı ama Dağhan sildi. Kalbindeki adam gibi, nazikçe, incitmekten korkarcasına sildi. O zihnindeki karmaşıklıkla atılamadı fakat bildiği, tanıdık olan Dağhan sarıldı.

‘Hazmetmen zor olacak, çok zor olacak biliyorum.’ Saçlarının arasındaki dudaklarıyla mırıldandı Dağhan fakat mesele bu değildi Pera’ya göre. Kabullenmemişti ki hazmetsindi. O böyle düşüncelice sarılırken kabullenemezdi de. Güçlü kal diye kendine direndiği zamandaki gibi olmak istedi Pera. Direncini kırmamak adına kendine direndiği zamandaki haliyle. Gözündeki yaşı göstermek istemediği vakitlerdeki gibi bir Pera olmak istedi. Fakat olamazdı. Dağhan onun için duvar örülmesi gereken değil, duvarlarının ardında saklandığı, sığındığı kişiydi.

‘Dağhan.’ Pürüzlü çıkan sesiyle parmaklarını adamın göğsüne yasladığında koptu bedenleri birbirlerinden. Umduğu bu değildi fakat onun da söylemesi gereken şeyler vardı. İsyan edemiyor, kızamıyordu. Ne için kızacaktı ki zaten? Nasıl böyle bir şey yaparsın mı diyecekti? Üstü kapalı da olsa biliyordu. Sadece daha önce bu kadar kelimelere döküp detay vermemişti. Birilerinin tehdit oluşturmasına isyan mı edecekti? Kızını doğuracağı zaman o tehdidi görmüştü, şimdi neden isyan etsindi? Yapacak olsa hepsini zamanında yapardı zaten.

‘Pera, lütfen…’ diyerek başını sağa sola salladığında konuşacak olsa da adamın baş parmağı dudaklarının üzerine mühür gibi dokundu, yine nazik ama duymak istemez gibi, ‘İstediğin kadar gözünün önünden kaybolayım ama ne olur bana benden gittiğini söyleme.’ Hıçkırığı boğazını zorlasa da başını bu kez o olumsuzca salladı. Böyle olmamalıydı. Bu akşamı böyle planlamamıştı. Dağhan’la tartışacaktı, kavga edecekti bu akşam fakat şirkete tamamen dönmek için yapacaktı bunu. Bir adım geriye çekildiğinde az önce oturduğu yerdeki yastığa uzandı. İçindeki arapsaçına dönmüş düşüncelere rağmen eline değen şeyi tutup çekti. Bakışları tekrar Dağhan’a döndüğünde ise hala bir tepki beklediğini biliyordu. Bağırma da olsa, git dese de ufacık bir tepki istiyordu bilincindeydi. Engelleyemediği bir hıçkırık firar etti dudaklarından, diğer elini tutan avucu açtı, o ufacık şeyi parmaklarının arasına bıraktı.

O dakikaya kadar gözlerinin derinliklerine bakan adamın hareleri bu kez avcuna döndü. Dikdörtgen, ufak, beyaz ama ortasında iki tane kırmızı çizgi olan, daha önce böyle şey yaşatamadığı şeyi buldu gözleri.

‘Hamile misin?’ hala fısıltılıydı Dağhan ancak gözleri gözlerine dönmemişti. Yüzündeki şaşkınlık bire bir okunuyordu, zaten kendisi de şaşkındı. İkisinin de beklemediği bir durumdu. Özellikle Meva’dan sonra bu kadar erken, az önce duydukları neticesinde asla ihtimal vermiyorlardı.

‘Dağhan, yapamam.’ Dediğinde sonunda tekrar kendine döndü adam.

‘Bu anlattıklarının ortasında, böyle bir tehlikenin içinde, tedirginlik, kaos, yapamam, anlıyor musun?’ dakikalar önceye kadar aklında böyle bir şey yoktu Pera’nın fakat anlattıkları… Bu gece Pera için normalde basitti. Dağhan’la ortak bir karara varmadan ev değiştirmelerini tartışacaktı, belki biraz kavga edeceklerdi, sonra Dağhan ona burasının çocuklar için daha rahat bir alan olduğundan bahsedecekti, insanlardan uzak, havası temiz diyerek aklına girecekti belki ve Pera kabul edecekti. Sonra bu gebelik testini ummadığı anda verecekti Dağhan’a. Hiç beklemezken, belki dekorasyon hakkında konuşurken bir anda. Hormonları şaha kalkacaktı ve şimdi olduğu nedenden değil ama yine gözleri dolacaktı. Sarılacaklardı, ağlayacaklardı fakat bu nedenlerden değil, mutluluktan. Böyle plan yapmıştı.

‘Pera, güzelim, sizi koruyacağımı biliyorsun, biliyorsun değil mi? Hemen verme bu kararı, konuşalım, biraz zaman ver, sakinleşmek için. Senin de böyle bir şeye için el vermez, bak kürtaj olmaz. Seni tanıyorum, seni biliyorum, vicdanın rahat bırakmaz. Baksana.’ Diyerek şarap kadehini eline aldı anında Dağhan, ‘Bak, şarap içmedin sen bildiğin için. Şimdi öğrendiklerinden sonra böyle düşünmen normal fakat aldırmayı düşüneceğin bir bebek, bir can için dahi şarap içmedin.’

‘Bu şeyler, bütün bunları şarapla bir tutamazsın Dağhan.’ Eski tonunu kazanan sesiyle konuştuğunda dudaklarında da şaşkın bir tebessüm vardı. Evet, duyduklarına kadar aklından böyle bir şey geçmemişti. Fakat işin özünde çok sağlıklı bir kadın da değildi Pera. Birileri Dağhan’ı tehdit etmişti. Tehdit ettiği o insanlar Dağhan gibi kendilerini koruyabileceklerini düşünen insanlardı fakat katledilmişlerdi. Dağhan sevmese de o insanlar öldürülmüştü. Az önce kendi söylememiş miydi? Sıra sevdiklerimde dememiş miydi? O ceset olanların her biri de koruyabileceklerini düşünmüştü. Peki ya şimdi o insanlardan ne farkları vardı kendilerinin? Bu ev mi koruyacaktı? Kaç gün? Kaç hafta?

‘Birkaç gün önce sen değil miydin kendi ölümüne beni hazırlamaya çalışan? Şimdi koruyacağım mı diyorsun?’ sesi daha bariton çıkarken çatılan kaşlarıyla baktı yüzüne. Cevap vermiyordu, tepki de yoktu. Sadece gözlerine bakıyordu Dağhan. O kadar. Harelerinde okuduğu, bildiği, tanıdığı adamın izleri vardı ancak koruyacağım diyen ve kana susamış Dağhan’la tanışmamıştı. Aşık olduğu adama güvenebilirdi, peki ya tanımadığına? Ona sahiden güvenebilir miydi?

‘Pera, sevgilim… İlk kez tehdit almıyorum.’

‘Cesedine kırmızı bir kart iliştirilmiş kimse de ilk kez tehdit edilmiyordu!’ yükselen sesiyle parmakları Dağhan’ın gömleğini kavradı. Gömleğe rağmen avuç içine tırnakları batıyordu ama karşısında hala durgun olan adama anlam veremiyordu işte.

‘İki kızımız var bizim! Duyduklarımdan sonra onlara bir şey olacak mı diye düşünüyorum! Ve sen gelmiş kürtaj olmaz diyorsun! Hangi dünyaya doğuracağımı bilmediğim bir çocuğu doğurmamı istiyorsun!’ gözlerinden ateşler çıksa ancak böyle bakabilirdi Pera. Çevresinde fırtına kopsa ancak bu kadar tepki verebilirdi. Anlamaya çalıştığı hiçbir şeyi hala ayırt edip sindirememişti fakat Dağhan’ın sakinliği canına tak ettiği bir noktadaydı.

‘Seni de, çocuklarımı da korurum. Sadece iyi olmanı istiyorum, geriye kalanları halledeceğim.’

‘En son sen Dağhan! Bu tehdit kime aitse en son senin canını istiyor! Bizi korumak için ilk önce sen mi öleceksin!’ göğsüne hala tuttuğu gömleğe rağmen vurduğunda sizi koruyacağım cümlesini duymak istemiyordu artık. Bu raddeye nasıl geldiğini bilemezdi, ölçemezdi fakat ateşten bir gömleği ancak bu kadar hızlı kuşanırdı bir insan.

‘İlk kez canıma da cananıma da saldırmıyorlar!’ duyduğu yüksek sesle hala aralık olan dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı. Kaşları artık sinirden değil, ne dediğini anlamak istercesine çatılmışken sorgulayan bakışları da Dağhan’ın gözlerindeydi.

‘Seninle kaç kez tehdit edildiğim hakkında bilgin var mı! Kaç kez seninle sınamaya çalıştılar beni biliyor musun!’ hala gömleği tutan parmakları gevşediğinde Dağhan hışımla arkasını dönüp kış bahçesinin kapısını örttü. Geri dönerek sehpanın üzerindeki tableti aldığında yüzüne doğru çevirip kızlara bakmasını sağladı.

‘Bizim ilk aile fotoğrafımızı ne zaman elimde tuttum biliyor musun! Hastaneden çıktığımız gün! Bilmediğim bir numara senin, pusetteki Meva’nın, kucağımdaki Deva’nın ve benim fotoğrafımızı telefonuma gönderdi! Ama ölmedim! Çünkü beni sizinle sınayamazlar! Bunu yapacak cehennemin dibindeki babam dahi olsa daha önce yapmadığımı yapar öldürürüm! Nasıl biri olduğumu duymak, o iğrenç yaratığın aşık olduğun adamla bağlantısını kuramamak seni çıldırttı mı Pera?!’ hala gözünün önündeki tableti yeniden salladı Dağhan, ‘Bak! Bir bu ekrana bak, bir de aynaya!’ diyerek yanlarında kalan dekoratif aynayı işaret ettiğinde gözleri aynadan çarpıştı Dağhan’la ama durmadı adam. Bir adım arkasına geçti ve ekranı yine aynadan görebileceği şekilde çevirdi.

‘Kana bulandım. İsteyerek veya istemeyerek, fark etmez. Şu görüntüde olan herkes, doğmamış dahi olsa, sırf bu görüntü hiç bozulmasın diye tehdit oluşturan herkesi kendi kanında boğarım. Ben korumayı sakınmak olarak öğrenmedim.’

‘Duyacağınız laftan, sözden sakınırım fakat tırnağınıza değmeye çalışana yapacaklarımı hayal bile edemezsin. Benim korumam, gerekirse onlara kendi kanlarını içirmek. Bana kızacak mısın? Peki… Yüzümü görmek istemeyecek misin? Eyvallah. Evden mı kovacaksın? Yap gitsin. Ben her durum ve şartta sizi koruyacağım zaten ama unutma. Şuan kalbini acıtıyor, seni üzüyor olsam da hayatım boyunca sadece bundan pişman olacağım, yine de bu aileyi eninde sonunda bir araya getireceğim.’

‘Benim tanıdığım adam değilsin şuan.’ Pera başını sağa sola sallarken Dağhan tableti koltuğa bırakıp omuzuna dudaklarını bastı.

‘Biliyorum, tanıdığın da sevdiğin de biri değil bunları söyleyen fakat sana aşığım. Biri bana herhangi bir şey yapacaksa bu sadece sen olabilirsin. Korkuyorsun farkındayım.’ Başını onay verircesine salladı Pera. Sessiz kalmak istiyordu. Söylediği gibi kalbi acımıştı. Dağhan’ın o yüzünü açıkça dile döküyor olması, böyle hırsla gözlerinin parlaması canını yakmıştı.

‘Kızgınsın bana.’ Tekrar salladı başını Pera.

‘Küseceksin.’ İç çekerek bu kez kırık bir gülümsemeyle mırıldandı Dağhan fakat Pera bir tepki vermedi.

‘Hayatımdaki her şey size ait, siz ise bana. Ne olursa olsun, kılınıza dokunmalarına, ailemi parçalamalarına izin vermeyeceğim Pera. Tek ricam kürtaj meselesini bir süre çıkar aklından. Kız, bağır, küs fakat bize biraz zaman tanı. Seni kendinle kalmak isteyeceğini ve bir süre sonra sarılmak isteyeceğini bilecek kadar tanıyorum. Evden çıkacağım, bunu sakın çekip gitmek olarak tanımlama, daha sonra tek bir mesajınla burada olacağımı bil. Sen hazır olduğunda.’ Tekrar omuzuna bastırdığı dudaklarla adım atacak gibi olsa da aynadaki gözleri yeniden çarpıştı.

‘Güvendesiniz, bende güvende olacağım.’ Kolunu okşayan parmakları teninden koparken kış bahçesinden çıkan Dağhan’la derin bir nefes aldı. Aynada öylece tek başına kalmış yansımasını süzdü. Güçlüydü o, Dağhan’ı tanımdan önce tek başına, onu tanıdıktan sonra onunla güçlüydü. Başı dik iki tane kız çocuğu büyütürken de güçlüydü, öyle de kalacaktı.

Hayatı boyunca şahitlik ettiği şeyleri düşündü Pera. İtilmiş kadınları, kırılmış kanatlarını, susturulmaya çalışılanları, içi mahşer dışı rüzgarsızları. Hayatına dahil olan onlarca kadını anımsadı. Annesi vardı. Derya hanım hayatı boyunca gördüğü en despot kadındı, sert ve tavizsizdi. Onun Alain olmasa dahi öyle güçlü duracağını biliyordu. Mizacı öyleydi, kendini yetiştirmesi, direnmesi o kadar sağlamdı.

Elfe’yi düşündü. Dostunu… Birini sevmişti, hayal kurmuştu, sonra hayallerini tepesine yıkmıştı Emre. O yıkıntıların arasında bir kadeh şarap içmişti Elfe ve omuzlarını dik tutmaya çalışmıştı. Çalışmıştı, çabalamıştı, tamamen dik tutamamıştı biliyordu. Biliyordu çünkü geceleri ilk önce küçük hıçkırıklar ardından ayaklarını sürükleyerek yanına gelip kıvrılan Elfe’yi biliyordu. Gece acı çeken, gündüz yüzü hep gülen, dimdik bir kadındı.

Nida ilişti zihninin kuytu köşelerinden gözlerinin önüne. Kabullenmeyen kız çocuğu halleri, burnunu havaya dikmesi, çok sert ve güçlü görünürken aslında nasıl özgüveninin zedelendiğini gördüğü zamanları düşledi. Aşık Nida’yı düşündü. Devrim’e içten içe deli divane olan ama dışında dal çıtırtısı duyulmayan kalbini… İsyanını, inadını, baş kaldırısını, güçlü durma çabasını, bir de dostsuz kalma çabasını. Sonra elinde şişeyle kapıda beklemesini. Nida’yı sözde tanıyanlar onun bir apartman dairesinin kapısında elinde alkol şişeleriyle yere oturup içeceğini hayal edemezdi fakat Pera görmüştü. Birileri onu görecek tedirginliği yaşamadan acısını çeken Nida’nın nasıl güçlü olduğuna şahit olmuştu.

Afitab hanımı aklına getirdi. Kızını korumadı diye evliliğini bitiren Afitab hanım. Korkarken kendine nasıl kol kanat gerdiğini düşündü. Hamile olduğunu söylerken gözlerine sen geride dur, Dağhan’ı parçalasınlar der gibi bakan o kadını. Torunlarını ince kurallarla yetiştiren, kızına güçlü durmadığı için kızsa da arkasında olduğunu hissettiren, yedi cihan bir araya gelse yine de korkacakları Afitab sultan.

Elif hanım çok uzak bir yerden çıkıp geldi o yansımaya. Aklının almadığı bir evliliği yürütmüştü. Sonra, bir anda anlamıştı Pera onu. Bir bebek battaniyesinden... Belki de görüp görebileceği en dirayetli kadındı Elif hanım. Evladı için yıllarını bedel olarak ödemişti. Cehennemin içinde bir başına kalacağını bilse de kızı için durmuştu. Teni çürümüş, umutları yok olmuş, umudu tükenme raddesine gelmişti fakat bir an vazgeçmemişti kızından. Onu bulana kadar çelik gibi olmuş sinirleri, bulur bulmaz tuz buz oluvermişti. Öyle sağlamdı ki ne cehennemden kaçmıştı, ne gözyaşını sakınmıştı.

Irmak çıktı geldi o tehlikeli gülüşüyle. O tehlikeli tebessüm evrildi, dönüştü, içine döndü Didem oldu. Bunca tehdit arasında sır yaptığı oğluna şefkati vardı. Kendi elleriyle defalarca bıçakladığı sevdası vardı. Kaçıp saklandığı sevdası vardı. Ayakta nasıl duracağını bilmediğinde canavara dönüşen o kadın oğlunun gözlerine bakarken, sözlerini dinlerken ufacık bir çocuk oluyordu. Yalnızdı ancak hayat onu bir başına değil çok başına yapmıştı. Sinsileşmiş ama sinmemişti. Bıçak gibi körelmiş ama kalbi paslanmamıştı. Yıkılırken dahi yıkılacağı yeri kendi seçmişti. Sonunda kanayan dizini emanet edebileceklere onca acı üzerine rastlamış ve teslim olmuştu. Fakat hala dikti, güçlüydü, yıkılmazdı.

Deniz yansıdı mutfak kapısından. Orada yoktu ancak aynanın hemen yanındaki pencereden mutfağın karanlık kapısında var gibiydi. Bir an saygısını bozmamıştı Deniz. Evin çalışanı değil, kızı gibi olmuştu. Dağhan anlatmıştı ama birkaç kez de Deniz dile dökmüştü nasıl uzatılan eli bilip sevip saydığını. Mobing görürken Dağhan’ın onun için kurtarıcı olduğunu. Yine de ne zaman bahsi açılsa Dağhan hep kendi başardı demişti. Haklıydı adam. Deniz kendi başarmıştı. Bilmediği yemeği yapmayı öğrenip emeğinin hakkını almıştı. Anlamadığı iş için bilmem diyerek geri çekilmemiş, aramış, taramış, her taşın altını kaldırıp öğrenmeye çalışmıştı.

Liya’yı getirdi aklına. Henüz yeni tanıdığı kadın aynaya dönmemek için bakışlarını çevirdiği tabletin ekranındaydı. Huzursuz bir kıpırdanma yaşayan Meva’nın sırtını masum bir tebessümle okşuyordu. Çocuk bakmaktan anlamıyordu belki ama masumdu. Henüz bugün sabah konuşabilme fırsatı bulmuştu onunla. Hayatını ancak dinleyebilmişti adam akıllı. Paramparça olan ailesinin ardından sağlam kalabilmenin bir adama bağlanmak olduğunu düşünen kadınların hatasına düşmüştü. Hataydı çünkü doğru adamı seçememişti ve yanlış olduğunu anlayınca kurtulamamıştı. O gün o sahilde karşılaşana kadar da boyun eğmişti. Liya’nın söylediği kadarıyla tam bir teslimiyet değildi bu. Defalarca kaçmaya çabalamıştı, sayısız kez sığınacak bir yer aramıştı fakat bulamamıştı. Başta kendine sığınak ve liman gibi gelen o ilişki zaman içerisinde finansal özgürlüğüne kilit vurmuştu. Elinde olanı alan bir adamla yaşamıştı. Alamayınca da şiddet gösteren… En sonunda kaçışları bir anlam kazanmış ama rastlantılarda yok olmak üzereyken kendileriyle karşılaşmıştı. Masum bir güzelliği, sinmiş bir direnci vardı. Ama vardı Liya. Gülünce insanı ısıtan bir tebessümle vardı.

Daha fazla durmak istemedi aynanın karşısında da, burada da… Adımları kapıya yöneldiği sırada iç çekti derince. Koridora girecekken kapının önündeki karartıya baktı. Üç basamaktan inilen alanda oturan Dağhan. Sırtı kendine dönük olsa da, fark etmese de oradaydı. Muhtemelen çok güvendiklerine dahi güvenip bırakıp gidememişti. Bir adım daha atıp duvara yaslanarak zemine oturdu. Bakışları hala Dağhan’ın omuzlarındaydı. Dudaklarından bir hıçkırık kaçtığında durdurmak için sımsıkı birbirine bastı.

Bütün o kadınlardan sonra kendi geldi aklına. Güçlü, güçsüz, direnen, isyan eden, çabalayan, hayatta kalan onca kadından sonra Pera diyebildi. Aşık Pera. Saçını okşarken canı acır diye eli titreyen Dağhan’ı seven Pera. Güvende hissettiği yer ilk önce kendiyken, ikinci olarak eşi olan Pera. Dağhan’ın tüm varım yoğum sensin dediği Pera.

Neler görmüştü… Hayata atıldığı günden bu zamana kadar ne çok insan tanımıştı. Kadın olmasını zayıflık zannedenlerle yüzleşmişti. Elinin hamuru diyenlere rastlamıştı. Yapamazsın demişlerdi yüzüne, yapmıştı. Korkak zannetmişlerdi, dişlerini göstermişti. Kızıyla sınanmıştı, tırnaklarını çıkarmıştı. Hatalar yapmış ama yeniden başlamıştı. Kalbinden kaçmıştı, kalbinin karşısına dikilip kalmıştı. Sevmişti, sevilmişti. Kızmıştı, çok kızmıştı hatta fakat tüm kızgınlıklarına kendi çare olmuştu. Şimdi birileri çıkıyordu ortaya, ailesini tehdit unsuru haline getiriyordu. Getiremezlerdi. Pera topuklu ayakkabıları üzerinde savaşmış kadındı.

Dağhan olmasa diye düşündü… İçini yaktı bu düşünce, kalbini parçalayıp, midesine bıçaklar sapladı. Fakat biliyordu. Olmasa da dik dururdu. Olsa daha da iyi olurdu. Olacaktı. Zihnindeki o kangren eden düşünce susmayacak ve Dağhan’ın söylediği cümleleri tekrar edecekti. Kana bulandım. diyecekti zihni Dağhan’ın sesinden. Benim korumam, gerekirse onlara kendi kanılarını içirmek. diyerek düşüncelerinden vuracaktı onu. Aklı susmasa da, ona oyun oynasa da dik duracaktı Pera. Hayatı boyunca üzerine gelen, canını yakan ne kadar şey varsa onlara yaptığını yapacaktı. Direnecekti.

Yerden destek alıp ayağa kalktıktan sonra gözlerini sımsıkı kapatıp derince soluklandı. Göğsündeki o batma geçmiyordu fakat tahmin dahi etmediği o doğruları bir nikah masasında evet derken kabul ettiğini biliyordu. Kana bulansa da, pislik içinde olsa da, vahşetle oyun oynasa da sevdiği adamı biliyordu. Bu sadece kalbiyle alakalı değildi. Şuan tartamadığı o düşüncelerin içinde dahi Dağhan’ın haksızlığa mahal vermeden kan dolu havuza gireceğinden emin olmakla ilgiliydi. Önüne gelene değil, zarar vermeye çalışana doğrulttuğu okları bilecek kadar tanımasındandı. Sırf kızının kalbini kırmamak, çocukluğunun katili olmamak için Marco’nun tırnağına dahi zarar vermemesinden biliyordu. Kendine acı çektirmiş, yıllarca kaçırmış o adama karşı bile kendini tutmuştu, sadece Deva için. Aklından nasıl silerdi bu gece olan itirafları ve şeffaflığı bilmese de onun bildiği Dağhan’da tam olarak böyle bir adamdı.

Sakin adımlarla yaklaştı kapıya. Bu acıyı bir süre unutamazdı, düşünüp dururdu ama Dağhan’ın yeri o basamak değildi. Usulca kulpa basıp araladıktan sonra hala sırtı dönük adamın sadece başı harekete geçti. Ela gözleri kendini bulduğunda kemirdiği dudağını serbest bırakıp başıyla içeriyi işaret etti. Daha sonrası ise tepkisizlikti. Aralık bıraktığı kapıyla koridora döndü tekrar, basamakları çıktı, incelemediği ancak odaların yerine baktığı için bildiği yatak odasına girdi. Üzerindeki elbiseyi çıkarıp askıda olan birkaç parçanın arasındaki geceliği alıp giydi. Yatağa girdikten sonra bacaklarını karnına çekerek yüzünü dışarı döndü.

Uyumadı ama yerinden de kıpırdamadı. Sessiz olmaya özen gösteren adımları duydu dönmedi. Kıyafet seslerinin ardından yatağın sol tarafı çöktü, yastığa dağılmış siyah saçlarının okşandığını hissetti fakat tepkisiz kaldı. Ne Dağhan yorganın altına girip gözünü kapattı, ne de Pera yorganın altından çıkıp göğsüne sığınarak uykuya daldı. İkisi de gün doğana kadar oldukları yerde kaldılar. Sessizce ama bir arada.

Eline aldığı montla evden çıktıktan sonra ilerlemeye başladı Pera. Durgunluğunun birileri farkında mıydı bilmiyordu ama Dağhan kahvaltı masasında garip bakışlar atan Deva’nın kendinde olan odağını dağıtmıştı. Adımları sonunu bilmediği ama ağaçların yoğunlukta olduğu tarafa yönelirken yaptığı saçlarını montun içinden çıkardı. Üç saat sonra yalıya geçeceklerdi. Dağhan erteleme teklifini sunmuştu ama gerek yok demişti. Gerek yoktu, bunca zaman sabırla beklemiş Turan ve Didem’i daha fazla bekletmeye içi el vermezdi.

‘Yenge!’ kulağına değen seslenmeyle etrafa bakındığında arkasından büyük adımlarla gelen Ceyhun duraksamasını sağladı.

‘Didem hanımın yanına gideceksen onların ev bu tarafta.’ Diyen Ceyhun sonunda yanına ulaşıp gittiğinin tam tersi yönü işaret edince gülümsemeye çalışıp başını sağa sola salladı.

‘Yürüyeceğim biraz.’

‘Müsaaden varsa eşlik edeyim.’

‘Eşlik mi etmek istiyorsun yoksa korumak mı?’ sorusuyla Ceyhun’un kaşları anlamaz gibi havalandı fakat kısa sürede söylediğini ayırt ederek o da gülümsemeye çalıştı.

‘Eşlik etmek, gerçekten.’ Başını onay verircesine sallayıp tekrar ilerlemeye başladığında geçtiği her evdeki hareketliliğe baktı. Kiminin içi boş gözüküyordu ama bazılarında telaş vardı, bazılarında da günlük ev hali.

‘Abim anlatmış sanırım.’

‘Anlattı. Var mı senin de dökmek istediğin taşlar.’

‘Taş yok ama anlat dersen illa ki anlatılacak bir şey bulunur.’ Güzel teklifti. En azından aklında dönüp duran o gerçekleri bir nebze susturabilir veya sesini kısabilirdi.

‘Anlat o zaman.’

‘O vakit sen yürüyüşünü ağırdan al hemen geliyorum ben yenge.’ Kaşlarını havalandırsa da Ceyhun koşar adımlarla ileriye yöneldiğinde dediğini dinledi. Zaten sakindi yürüyüşü ama daha çok ağırdan aldı. İlerledikçe evlerin araları açıldı, daha seyrekleşti. En sonundakine ulaşmak üzereyken elinde termos ve iki bardakla evden çıkan Ceyhun’a baktığında yanına ulaşmıştı ki parmağıyla sol çaprazı gösterdi.

‘Buranın en iyi manzarasına götürüyorum seni ama aramızda kalırsa sevinirim.’ Diyerek ağaçların arasına daldığında Pera gülümseyerek salladı başını. Ceyhun’un şimdiye kadar tutumu hep geri planda kalmaktı ama hiç de aşırı resmi olmamıştı. Şimdi birden gelince yanına haliyle Dağhan yönlendirdi sanmıştı.

Sessizliklerini koruyarak ilerledikleri on dakikada ufak bir çit aşmışlar ve Ceyhun bu kez büyük bir kayaya yönlenmişti. Hala irili ufaklı ağaç ve çalıların arasında olduklarından manzarayı göremiyordu ancak o görüş alanı genişlediğinde kaşları şaşkınlıkla havalandı. Kapalı havaya eşlik eden sis uçurum gibi duran yerin hemen önünde bulutlardan bir yol gibiydi. Ardında kalan yeşilin arasında hapis olmuştu gri. Öyle ki birbirlerini incitmeden kucaklamış fakat aynı zamanda gölgelerine saklamışlardı. Yüzüne çarpan serin hava temizdi. Buraya geldiklerinde havanın temiz olduğunu hissetmişti ama rüzgarla ciğerlerine dolan temizlik daha farklıydı.

‘Kar kokusu var.’ Diyerek derince soluklandığı nefesini bıraktığında Ceyhun’un kendine dönmeden önce nefeslendiğini fark etti.

‘Var, çokta sürmez yağması.’

‘Alıyorsun o kokuyu değil mi?’ merakla mırıldandığında Ceyhun elindeki kupanın birini uzatıp tek kaşını havalandırdı.

‘Alamayan var mı ki?’

‘Bazen oluyor.’ Dediğinde adamın kendi bardağını da kayanın üzerine bırakıp termosu açmasını izledi. İki bardağa da dumanı tüten sarı suyu doldurduğunda Pera’nın hareleri bir fincanlarda bir Ceyhun’da gezindi.

‘Ne bu?’

‘Papatya çayı.’

‘Bitki çaylarına da inanıyorsun…’ bu kez tek kaşı havalanan Pera’ydı.

‘Prozac, celexa, paxil gibi ilaçlarla kullanılınca bitki çayları da inandırıcı olabiliyor.’ Termosu kapatıp kenara bırakarak bardağını aldıktan sonra kayaya oturduğunda Pera’da yanına çıkıp yerleşti.

‘Psikolojik ilaç kullanacak kadar gergin misin ki? Ben seni hiç öyle görmedim.’

‘Sürekli kullandığım için görmedin yenge.’

‘Neden peki?’ bakışlarını sisin hala hakim olduğu alana çevirirken Ceyhun iç çekmişti.

‘Geçmiş, pişmanlıklar, hatalar ama en çok başkalarının hataları…’

‘Bu gidişle ben de başlarım herhalde.’

‘Tavsiye etmem. Tabi doktor tavsiyesi değil elbette.’ Yarım gülüşü olsa da hakkında sadece sakin ve aklı başında bir adam olduğunu bildiği Ceyhun’u merak etti Pera. Çevrelerinde olan insanların bir şekilde sinir problemi olduğunu düşünürdü belki ama Ceyhun’u o sınıfa dahil edemezdi. Ummadık taşın baş yardığını da şimdi öğrenmişti.

‘Anlat bakalım.’

‘Özel bir istek parça var mı?’ sorusuna başını sağa sola sallayıp karşılık verince Ceyhun’da bir süre çevreyi inceledi.

‘Abimle sekiz sene önce yollarımız kesişti. Buradaki çoğu insanın bir tanışma hikayesi vardır elbette ama bizim tartışma hikayemiz var. Pek akıllı uslu bir adam değildim, değilim yani. Fazla kötü bir günün gecesinde meyhanede sırt sırta oturuyorduk. Açıkçası is kokuyordum ama önemseyecek kafada değildim. Önüme de o mekan geldi, girdim içeri işte.’

‘İs mi kokuyordun, niye ki?’

‘Ailemin evini yakmıştım.’

‘Sen de bunun üzerine meyhaneye mi gittin?’

‘Böyle söyleyince angutluk gibi geliyor tabi. Annemle babam ayrılardı benim. Küçükken boşanmışlar, ikisi de farklı insanlarla evlenmiş, babamdan bir kız kardeşim vardı. Bende göçebe gibiydim. Bir gece babamla tartışmıştık. Detaya girmiyorum, fazla canını sıkmayayım o konuda. Kız kardeşim tartışmalardan sonra eşyalarımı toplayıp gittiğimi bilirdi, benden üç yaş küçüktü, tam bir ergen, gitme diye geldi yanıma. Babam duymasın diye de ışık açmamış, mum yakmış. Yere bıraktı, ben sinirliydim, fark etmedim. Nevresim tutuşmuş, görünce elimi tuttu ama anlamadım, zorladı gitmedim yine anlamadım, koşup gitti odadan, saniyeler içinde perdelere sıçradı, yangının öyle sessizce çıkabilme ihtimali aklıma gelmezdi. Saniyeler içinde oldu hepsi. O evde sadece kız kardeşimi severdim. Fark edince koştum, aradım taradım bulamadım. Aklıma babamlar geldi, odalarının önüne gittim kapıyı açmak istedim kilitliydi. Zorladım, açamadım, bağırdım, uyandıramadım. Sonra kitaplığın altına saklanma ihtimali geldi kardeşimin. Buldum, orada ağlarken buldum, nasıl sığıyordu bilmiyorum ama sığıyordu oraya. Çıkardım dışarı, mahalle ayağa kalktı, yine nasıl bilmem babam ve eşi de çıktı evden. İtfaiye, falan derken yangının benim odamdan çıktığı tespit edildi. O geceden sonra babamla bir daha görüşmedik. On altı yaşındaydım.’

‘Buraya kadar çekilebilirdi her şey. Babam suç duyurusunda bulundu, canına kast etmişim. Islahevi, topluma kazandırma çalışmaları, sayısız dava, arada benim haşarılıklarım yüzünden cezaevi derken dört sene sonra özgürdüm. Bunlar olurken kız kardeşimle görüştüm, babama anlatmış olanı ama umursamamış o. Sonra abimle tanıştığım gecenin sabahında bilmediğim bir numara aradı. Cezaevinden çıkalı bir hafta olmuştu. Kız kardeşim. Yanına geleyim dedi ama sesi bir garipti. Fısıltıyla konuşuyordu. Ne oldu dedim. On yedi yaşında, küçücük, çocuk daha, otuz yaşında bir adamla evlendireceklermiş. Çocuk gelin meselesini hep filmlerde zannederdim ben.’ Derince iç çektiğinde başını sağa sola salladı Ceyhun. Pera ise nefes dahi almaz gibi dinliyordu.

‘Akşam geleceğim dedim eve kilitlerler beni gelme ben geleyim dedi. Sen ses çıkarma, izin al mahalleden bir kız arkadaşına gideceğini söyle alayım seni mahallenin başından dedim. Tamam dedi, saati söyledim. Benim kız kardeşim karanlıktan korkardı, o yüzden de ezan okunmadan demiştim. Hava kararmasın, gözünün önünü görsün. O evden çıksın. Gözüm döndü yenge. Allah var planlamadım. Cinnet gerçekten var ya. Erketeye yattım. Babam olacak it eve girdi, gördüm. Gözüme bahçedeki benzin çarptı. Mesaj attım kız kardeşime, camiye gir, bekle dedim. Yaktım o evi. Allah belamı versin ama yaktım. Arkamı dönüp gidecektim cam sesi duydum. İçerideydi. Kapıyı gösterdim, çıkamadı. Odasına kilitlemişler. Demir parmaklık var, camı kırdım ama çıkaramadım. Gözümün önünde-‘ başını sağa sola sallarken Pera artık bardağı dahi tutamadığını fark ederek kenara bıraktı.

‘Nefes alamıyordu git dedi. Git ben sana kızıp küsmedim, bir daha üzerine kalmasın, hakkımı helal etmem, git dedi. Gidemedim ama zehirlenip bayılınca kaçtım. Bilmiyordum. Bilsem ki o içeride, babam sokak ortasında dövecek olsa kapıya dayanırdım. Onu görene kadar biraz sızlamaz mı insanın vicdanı? Sızlamadı.’

‘Sonra kendimde değilim, girmişim o meyhaneye. İçtim. Kardeşimin bakışlarını unutana kadar, hatırlamayana kadar içtim. Abim de Yuri’yle beraber oradaymış. Başka iki masa tartışma çıkardı. Geberesim var, öyle var ki dahil oldum. Ensemden bir el tuttu çekti. Sıyırdı oradan beni. Dışarı çıkardı, yüzünü görmedim. Okkalı bir yapıştırdı bana. Zaten burnumun ucunu görmüyorum, feleğim şaştı. Ama ölesim var hala. O tokat yetmedi. Kalkıp üzerine gittim, ben alkol kullanmam pek, bünyem de çok sağlam değildir. Bilincimi kaybedene kadar o vurdu, ben kalkıp üzerine gittim. Gözümü açtım, bir odadayım. Temiz bir yer, kolumda serum, zaman kavramım yok. Abim girdi içeri. Niye ağzınla içmiyorsun diye başladı nasihate, o gün bugün nutuk dinlerim.’ Dudaklarında ufak bir tebessüm asılıyken Pera dolan gözlerini gizlemek için başını çevirdi.

‘Üzül diye anlatmadım. Aranız nasıl, olan biteni ne kadar biliyorsun haberim yok. Ama bak, bugün o mahalleden birini getirsem cani der bana. Analığın, baban kötüydü hadi kardeşine kıydın der. Ben caniyim kabul ettim ama niyete bak, kadere bak.’ Ceyhun’un dudaklarındaki ufak tebessüm dahi ateş gibi düşüyordu ortaya. Pera her zaman planı olan bir kadındı fakat şimdi vereceği tepkiyi dahi planlayamıyordu. İçinde kısılıp kalınmış bir geçmiş vardı, Ceyhun’un geçmişi. Dört tarafı ateşle çevrili hayatı o kadar ağır gelmişti ki Pera’ya nefesini havaya savururken içi titredi.

‘Şimdi pek abimle muhatap olmam. Çağırırsa kaçarım. Bir iş verecek olsa mesaj atar ama gel bir derse eğer topuklarım. Seneler geçti, hala nasihat, hala nutuk.’ Hafif omuz silkmesiyle avuçlarının arasındaki bardağı dudaklarına yasladı Ceyhun. O gece o meyhaneye girmese, kavgaya dahil olmaya çabalamasa, Dağhan’dan dayak yemese, o nutukları olmasa, hem dövüp hem anlamaya çalışmasa yaşamazdı Ceyhun. O gün aradığı eceldi, son bir soluktu. Fakat hayat bu ya karşısına çıkacağı ne tahmin edebilmiş, ne de engelleyebilmişti. Ölmek için attığı her adımda yeniden yaşaması için bir kader yolu çizilmişti onun için. Hala arada isterdi ölmeyi. O gece veya ondan bir önceki gece, bütün bunlar olup bittikten sonra veya daha adı yokken dahi bir vakitte. Olmamıştı, olmuyordu. Yaşamayı kabullenene kadar o odada kendiyle oturmuş, günlerce ağzına koymadığı tek lokmaya rağmen sandalyesini çekip kaşık kaşık çorba içiren adam için direniyordu ölüme. Yoksa çekilmezdi. Her gece aynı kabus, her gün aynı lanet katlanılacak iş değildi.

‘Gözünde nasıl biri?’ Pera’nın sorusuyla dalgın bakışları usulca çekildi manzaradan. Kimi sorduğundan emin olmak istercesine kadına baktığında onun dimdik karşıda olan yüzüyle tekrar döndü önüne.

‘Normal insan işte.’ Aklına gelen ilk cümleyle cevap verdiğinde az önce kendinde olan bakışlar bu kez Pera’nın gözlerindeydi.

‘Senin gözünde nasıl dedim.’

‘Benim tanıdığım adamı sana anlatmam kifayetsiz. Benim baktığım yerden göremezsin yenge. Anlatırım fakat körün odasında lamba yakmak gibi olur.’ Emin misin der gibi kaşlarını havalandırıp göz ucuyla baktı Ceyhun. Birine ki keza bu birisi eşiydi, Dağhan’ı anlatacağını söyleseler çok gülerdi fakat Pera başını onay verircesine salladı.

‘Tehlikelidir. Ama bahsi geçen gibi silahla, kanla, vicdansızlıkla ilgili bir tehlike değil bu. Aklı, duyguları tehlikelidir. Sen hayatına ilk girdiğin sıralarda mesela imkansız gibi gelmişti. Annesine, Deha’ya nasıl düşkün olduğunu bilirim ama aşk, o duygu benim için başlarda üzerine oturmadı. İğreti durdu, inanamadım. Çünkü öyle gizli saklı duygularını yaşamaz. Yüksekte yaşar, uçta. Ya vardır, ya yok. Nefreti, sevgisi, vicdanı, vicdansızlığı, hepsi doruk noktalarda. Anlıyorsun değil mi demek istediğimi?’ bakışları kararsızlık ve biraz da yanlış bir şey söyleyip söylemediğini kontrol etmek için Pera’ya döndü. Kadının ciğerlerini patlatmak ister gibi soluklanmasıyla başını sallayıp onay vermesi aynı anda oldu.

‘Gizli saklı sevdi seni. Bu imkansızdı bana göre mesela. Bağıra çağıra hislerini söyleyebilecek biriyken, sadece seninle yaşamasına akıl sır erdiremedim. Sonra anladım. Tam hatırlamıyorum vaktini ama bir iş hakkında konuştuk. Çevredeki birkaç insan dağıldı. Hep o nutuk atar ya benim atasım geldi. Sevmiyorsan daha fazla bağlama kendine dedim bir anda. Bir süzüşü var…’ elinde olmadan güldüğünde sanki Dağhan’ı taklit eder gibi topraktan göğe kadar gözlerini gezdirdi kaşlarını çatarken, ‘Anlamazsan suçlarsın, dedi. İçim içimi yiyor, hem nasihate geçemeden önümü kesti, hem sevmiyorum demedi ama seviyorum da demedi diye. Sen bu kadar dert etmemişsindir kendine bak.’ Saatler sonra Pera gerçekten içinden gelerek güldüğünde Ceyhun omuz silkti anında.

‘Gizli saklının adı ne zaman sevmek oldu diye damarına bastım biraz. Yani bu cümlemi uzun bir şekilde dile döktüm. Saçını savurduğunda, bakışı gözüne düştüğünde herkes ben gibi mi görüyor dersen bir gün anlarsın beni, sus otur aşağı dedi. O an anladım ki uçtaydı, tehlike yoktu. Bildiğim, tanıdığım adamdı. Öyle uçtaydı ki seni onun gözüyle biri görür diye aklı çıkıyordu.’

‘Kafatasını açsan beyninin nasıl işlediğini kırk cerrah getirsen çözemezler. Ama o uçta yaşadığı duyguları var ya, ufak çocuk yapar abimi. Hata üzerine hata. Toparlar, çaktırmaz ama ben o bakışlarını iyi biliyorum. Bir ismi var, de ile başlıyordu, böyle boşluğa kilitlenip kalır. Dere mi akarsu mu…’

‘Derealizasyon?’ Pera kaşlarını havalandırdığında Ceyhun dudak büktü anında.

‘O sanırım. Dediğimizi duymaz, kendi konuşmaz, yok gibi ama bedenen orada o an. Maksimum yirmi saniye sürer, döner aramıza yeniden, hepimizi olması gerekeni yapmaya dağıtır. Kafası fazla çalıştığından o dere meselesine giriyor bence.’ Son cümlesi tekrar Pera’nın gülmesini sağladığında ilk evden çıktığı kadar kötü olmadığının farkındaydı.

‘Senin var mı eşin, pardon kız arkadaşın?’

‘Niye pardon yenge, ben evlenmiş olamaz mıyım?’

‘Olabilir misin?’ Pera tek kaşını kaldırsa da Ceyhun’un teessüf eder gibi bakan haliyle dikkat kesildi adama.

‘Olamam bence de.’ Anında mimikleri değiştiğinde başını da sağa sola salladı adam umutsuzca.

‘Yok kız arkadaşım. Öyle bir isteğim de yok.’

‘İsteğin neden yokmuş?’

‘Çünkü neden olsun.’ Diyerek oturduğu kayanın üzerinden kalktığında Pera gülümseyerek başını sağa sola salladı. Ceyhun’un daha önce bu kadar muhabbeti iyi olduğunu bilseydi eğer arada laf atardı. O genel olarak Turan’la zıtlaşmaya alışmıştı ama hakkını teslim etmesi gereken Ceyhun’da vardı artık. Adamın termosunu aldığını fark ederek kendisi de oturduğu yerden indiğinde bardağı alıp ilerlemeye başladı.

Aklı doluydu Pera’nın ama bu doluluğun arasında başka şeyler dinlemek iyi gelmişti. Üstelik Ceyhun ondan bir tepki veya cevap beklememişti. İyi misin dememiş, derdin mi var diye sormamıştı. Bazen böylesi daha iyi olabiliyordu. İçindeki izleri yok sayıp bir başkasını dinlemek en iyisi oluyordu hatta.

Geldikleri adımlardan daha yavaş döndüler eve. Giderken olduğu kadar karmaşa yoktu etrafta, araç sayısı da gözle seçilebilecek kadar azalmıştı. İki basamağı çıkıp içeri girer girmez salonda göğsüne bastırdığı Meva’yla ileri geri yürüyen Dağhan’a baktı. Takım elbisesini giymiş, tıraşını olmuştu. Dağhan’ın hareleri kendine dönerken adımları da yavaşladığında bir süre daha izledi ikisini. Seviyordu bu görüntüyü. Baktığı zaman içinin titremesine sebebiyet veren adamı baba olarak izlemek hoşuna gidiyordu.

‘Herkes geçti yalıya sanırım?’

‘Annemler ve Didem geçti.’ Dağhan’ın sesindeki hüznün de, dinginliğin de farkındaydı. Farkındaydı ancak sindirmesi gerekenler hala boğazına takılıyken, duygularını tamamen öğütmeden bir şey yokmuş gibi yapmak istemiyordu.

‘Üzerimi değişeyim, çıkalım biz de.’

‘Acele etme, geç kalacağımız bir durum yok.’ Başını onay verircesine sallayıp koridora yöneldi. Basamakları gerçekten de sakin adımlarla tırmandı. Deva’nın sesini duyduğunda bakışları odasına doğru döndüğünde Deniz’e ardı ardına sıraladığı güzel olup olmadığına dair soruları dudaklarının usulca kıvrılmasına neden oldu. Kızı kesinlikle kan bağı olmasa da can bağı olan teyzesine, Elfe’ye benziyordu.

Ev mi değişmiş, mühim değildi Deva’ya göre. Hatta başka ülkeye taşınacaklarını söylese emindi ki kıyafetleri hakkında uzun soluklu bir diyalog yaşarlardı. Fakat durumlara karşı tepkisi böyleyken daha güzeldi. Her şeyin ötesinde önceliği kendiydi Deva’nın. Bu bencillik değildi, aksine sevdiği, değer verdiği insanlara dikkat ederdi ancak dünya yıkılsa hoşuna giden, kendini mutlu eden o şeyi yapması büyük bir nimetti. Fakat Marco’yu özlediğinde ve artık onun olmadığını öğrendiğinde de bu moda aşkı kurtaracak mıydı kızını emin değildi.

Dönüp dolaşıp geldiği nokta düşüncelerinde dahi aynı kapıya çıkarken yatak odasına girdi. Asılı siyah diz kapağındaki kalem elbiseye uzanıp üzerindekilerden kurtularak giydikten sonra rujunu tazeledi, saçlarını havalandırdı, gelmiş tek tük ayakkabılardan siyah topuklusunu giydi. Siyah kaşe kabanı da dolaptan alıp odayı terk etti. Göğsünün ortasındaki o rahatsız hissiyata rağmen basamaklara yöneldiğinde kendine yaklaşan kızı dağıtmıştı kasvetini. Üzerindeki kırmızı elbisesi, örülmüş saçları, parlayan gözleriyle kurtarıcı o ufak bedene baktı.

‘Nasıl olmuş anne? Deniz abla montumu giymemi söylüyor ama onu giyersem kıyafetim görünmez.’ Kendi ekseninde bir turu tamamlayıp duraksadığında arkasından gelen Deniz’i de işaret etmişti ki Pera usulca eğilip yakaladığı ufak elin üzerine dudaklarını bastırdı.

‘Çok güzelsin ama Deniz ablan haklı. Hem babaannenlere gideceğiz, evde tekrar çıkarırsın montu.’

‘O zaman tüylü olanı giyeyim.’ Geldiği yöne tekrar koştuğunda Pera bakışlarını şaşkınca Deniz’e çevirdi.

‘Tüylü montu mu var?’

‘Didem hanım almış. Bugün getirdi siz Meva’yı doyururken, kahvaltıya dahi giyecekti de zor ikna ettim.’ Dudaklarındaki tebessüm yerini koruduğunda odasından tekrar koşarak çıkan kızına baktı. Didem’in zevkine bakacak olursa Deva halasına da benziyordu. Üzerindeki bembeyaz kürk gibi görünen o montu nereden bulduğunu bilemezdi ama kızının tam bir süslü göründüğünü es geçmeyecekti. Deva’nın kendinden onay bekleyen bakışlarını fark ederek başını sallayıp onay verdiğinde indiler basamakları.

Gözleri tekrar Dağhan’la çarpıştığında onun iç çekerek gülümsediğini fark etti. Ne zaman görse uzun uzun bakardı adam biliyordu ama hazırlanıp bir yere gitmek için harekete geçtiklerinde iç çekerdi. Aklına Ceyhun’un söylediği geldi. Saçını savurduğunda, bakışı gözüne düştüğünde herkes ben gibi mi görüyor dersen bir gün anlarsın beni. Dağhan bunu söylemişti ama düşünüyordu da kendisi hiç düşünmemişti. Çünkü bilirdi, Dağhan kendine baktığı gibi bakmazdı kimseye, kendisine güldüğü gibi gülmezdi. Başkasına karşı genelde gergin bir surete bürünürdü. O onun Dağhan’ıydı. Elalarıyla ilk kez anlamlıca baktığında düşeceği sevdadan korktuğu adamdı. Nefesi nefesiyle çarpıştığında başka bir dünyaya sıyrıldığı adamdı. Saçlarının her teline parmak uçları değdiğinde gözlerindeki o derin aşkı görürdü. Gözünü açtığı Dağhan değildi belki ama gözünü kararttığı Dağhan’dı.

Güçlüktü sindirmek. Zaman alır, aldığı gibi çalardı. Her bakışı başka bir sevdaydı oysa Dağhan’a karşı ama içinde çözemedikleri de faili meçhul bir cinayet gibiydi. Dört bir yanı kuşatılmış zihni arapsaçı olmaya ramak kalmıştı. Ondandır ki ne tepki verecek bilmiyordu. Tepki verse doğru mu olur, yanlış mı bir haberdi. Kendine yaklaşmaya başlayan bedenle dudaklarını ıslatıp sertçe yutkundu. Ruhuyla savaştığı adamdı o. Yapma diyen Pera’ya baş kaldırmasına sebepti.

‘Rüya gibisin…’ yanından geçip gitmeden önce duraksayan adımlarıyla mırıldandı adam. Sesi fısıltı gibiydi ama Pera’ya göre bağırır gibi söylemişti bunu. Liya’nın uzattığı pusete usulca Meva’yı yatırdıktan sonra teslim alarak boştaki eliyle kapıyı işaret etti. İlerlediklerinde Dağhan kapıyı aralayınca bakışları tekrar adamın gözlerini buldu.

‘Teşekkür ederim.’ Bu kez kendi fısıldadı. Dağhan’ın dudaklarındaki o fark edilmesi güç tebessüm kendini gösterdiğinde dışarı adım atmıştı.

‘İltifat değildi, gerçekleri söylüyorum.’ Yanına ulaşıp konuşmaya devam etse de iç çekti Pera. Öyle bir iç çekti ki, tüm yıkımını, yeniden ayağa kaldırmak ister gibi. Bu uzaklığa kendi alışkın değildi. Dağhan’la böyle bir uzaklığı yan yana iken bir kere görmüştü, onda da tartışmış ve sevişmişlerdi. Arabaya binen Deva’nın ardından kendi de oturup Dağhan’ın koltuğu sabitleyip yanına yerleşmesini bekledi.

Meva’nın uykusu sayesinde dinginliği, Deva’nın arada birçok güzel olduğunu gördüğü Didem hakkında yorum yapmasıyla süren yolculuklarıyla gelmişlerdi yalıya. Ortam pek kalabalık sayılmazdı. Didem mutfak ve salon arasında koşturuyordu. Turan’ın gelmesine daha zaman olduğunu bildiği için yapılacak bir şey olup olmadığını sorsa da Elif hanım Deva’yla Deha’nın, Meva’yla Nida’nın ilgilendiğini, bu kalabalıkta keyfine bakmasını söyleyip kovmuştu. Daha doğrusu elli kez git dinlen demiş Dağhan’ın önceki odasına elinde bir bardak kahveyle yollamıştı. Kahveden içememişti ama Dağhan’ın bilmediği o dünyasına epey göz atmıştı. Buradaki odasında dahi öncelikleri kitaplardı. Tam ortada duran yatağı güneş ışığı falan hesaplanılarak yerleştirilmemişti ancak büyük çalışma masası, içinde dosya ve kitaplar barındıran kitaplığı tüm gün ışığına sarılır haldeydi. Üstelik dışarıda kar yağmaya başlasa ve kasvetli bir hava olsa dahi görebiliyordu bunu Pera.

İçemediği kahvesinin soğumasına rağmen çalışma masasının ucundan alıp pencereye yaklaştı. Burada büyümüştü. Tüm o duyup öğrendikleri, acı veren geçmişi bu evde can bulmuştu. Daha önce hiç bu yönüyle bakmadığı eve bakıyordu da acıyı içine sünger gibi çekmişti. Dağhan fotoğrafları severdi mesela ama odada fotoğraf yoktu. İş konusunda ne kadar diktatör olsa da rahatına düşkün bir adamdı ancak bu odada rahat bir alan yoktu. Arkası dönük olsa da kapının açılma sesini duymasına rağmen gelene bakmadı.

‘Biricik…’ Elfe’nin tınısı boğuk ve acı dolu odayı kaplarken gülümseye çabalayıp göz ucuyla döndü. Fakat dosttu ya işte, anlamıştı bir terslik olduğunu. Kaşları havalanırken kapıyı ardından örtüp yanına yaklaştı.

‘Karadeniz’de tatsız olaylar mı yaşandı?’ dediğinde başını sağa sola salladı Pera. Konuşası vardı ama ne diyeceğinden emin değildi. Elfe’yi bilirdi, bu konuyu konuşalım ve bir kez daha açma derse itiraz etmez, saklar ve sakınırdı. Fakat cümlelere dökülecek neydi tam olarak işte o tam muammaydı. Sadece o his göğsünün ortasındaydı, batıyordu, rahatsız ediyordu.

‘Ne oldu gemilere söyle bakalım.’ Diyerek onun da eline tutuşturulmuş kahve fincanından bir yudum almasını izledi. Bakışları avucunun içindeki bardağa kaydı Elfe’nin. Kendi kupasında tüten dumanla, kendi halinde seyreden fincanı süzdü bir süre. Henüz cevap almadan Pera’nın parmakları arasındakini alıp ilerleyerek köşede kalan saksının içine döktü. Kendi kupasındaki kahvenin yarısını o boş olan kupaya doldurup tekrar Pera’nın parmakları arasına bıraktığında elinde olmadan tebessüm etti.

‘Kaptanların kahvelerinin soğuk olmasını sevmem.’

‘Dağhan bildiğim, daha doğrusu tahmin ettiğim şeyleri açıkça dile getirdi.’ Dediğinde kaşlarını havalandırdı Elfe.

‘Çapkınlık kisvesi altında karaktersizlik mi yapmış diyeceğim ama Dağhan’lık bir davranış değil. Ne dile getirdi?’

‘Olduğu kişiyi işte.’

‘Çakma Polat Alemdar oluşunu mu?’ başını sallayıp onay verirken Elfe harelerini etrafta gezdirip tekrar Pera’ya baktı, ‘Ve?’

‘Benim bildiğim Dağhan’la, anlattığı kişi o kadar farklı ki…’

‘Yani…’ diyerek ısrarla bakmaya devam etti Elfe. Anlamıyordu. Tam olarak bir noktada konumlandıramamıştı bu muhabbeti ve Pera’nın problemini.

‘Göğsümün ortasına bir şey batıyor.’

‘Peki Dağhan sana senin bildiğin gibi mi davranıyor yoksa o farklı olan kişi gibi mi?’

‘Bildiğim gibi. Nazik… Anlayışlı… Sıcak… Şefkatli…’

‘Hala aşık olduğun o adam olarak yani…’ başını onay verircesine sallarken iç çekti Pera. Öyleydi. Dün gece olan o bağıran hali dahi bildiği Dağhan’dı. Anlattığı kişi o değildi ama kış bahçesinin kapısını örtüp kızlarına o yüksek ses gitmesin diye çabalayan Dağhan aynı nahiflikteydi.

‘Biricik… Bu çakma Polat Alemdar meselesine ilk başta sıcak bakmadım sende biliyorsun. Fakat Dağhan tanıdığımız Dağhan. Son kez nefes alıyor olsa sevdiklerim iyi mi diye başını kaldırıp bakacak, hayatının en zor gününü geçirse kızlarının yanına gidince hissettirmeyecek, herkes ona koşarken o sana sığınacak, öyle bir etrafa bakarken gözü ilk seni bulacak adam. Bazen bazı şeyleri bilmemek daha kolay kabul ediyorum. Ancak sana karşı gizli saklı olsaydı, işte o zaman Dağhan olmazdı. Sana neden anlattı?’

‘Tüm gerçekleri istedim.’

‘İstedin ve istediğini verdi. Bu bile tanıdığın Dağhan olduğunu kanıtlıyor. Şuan birini öldürsen, Dağhan’dan saklar mısın, yoksa ilk ona mı koşarsın?’

‘İlk ona koşarım.’

‘O da ilk sana koştu, tek farkla sen duymak istediğinde konuştu.’

‘Peki bu saçma his ne?’

‘Konduramıyorsun. Senin için detaylıca bilmesen de bildiğin gerçeklere rağmen Dağhan bir annenin evladı, senin sevgilin, kızlarının babası ve sağlam bir liderdi, sadece bu kadardı. Detayları yakıştıramıyorsun. Pamir’e bak.’ Gözleri anlamazca Elfe’de gezinse de devam etti kadın, ‘Dağhan’ın yakın arkadaşı. Birbirinden farklı iki kişi ama hayatı boyunca güveneceği, inanacağı, arkasında duracağı tek dostlarının Dağhan ve Nida olduğunu söylüyor. Birisi Dağhan kadar tehlikeli bir adamla evli, diğer Dağhan’ın ta kendisi. Dağhan’a baktığında en zor anında yanında olan dostunu görüyor. Bu bile bir şey anlatmaz mı?’

‘Tatilde bahçedeki böceği ezmemek için çaba sarf edip dışarı attı Elfe. Nasıl kondurup, yakıştırayım? Zaten bu harap ediyor beni.’

‘Öğrendiklerini yerleştirmek zorunda değilsin. At sağa sola. Dağhan günahı olmayan bir böceğe dahi nazik davranan adam. Senin sevdiğin haliyle. Aklın karışık değil, kalbin ağrımıyor senin. Bunlar olsa bugün burada olmazdın. Sevdiğin adama sarılmak için bunlarla önüne set kurmuşsun. O set yakıyor canını.’

‘Hiç istememeliydim değil mi anlatmasını?’

‘Aksine, iyi ki istedin. İstemeseydin sen olmazdın. Benim tanıdığım Pera onu rahatsız dahi etse her halta burnunu sokar ve yeter ki öğrenmek istesin. Anlatılmasa da öğrenir.’ Elfe’nin yorumuna yorgun bir tebessümle karşılık verdi. Dostunun haklı olduğunu biliyordu. Son dönemde daha durgun bir kadın haline gelmiş olsa da yeter ki öğrenmek istesin, öğrenirdi o. Zaten Dağhan’ı da anlattı diye suçlamıyordu. Sadece kabullenme aşaması vardı ve işin kötü yanı dostu bilmese de anlık durumundaki hormonları pek dengeli bir tutum sergilemesine izin vermiyordu.

Bakışları Elfe’den tekrar yalının bahçesine döndüğünde, usul usul gelmeye başlayan araçlarla derin bir nefes aldı.

‘Hadi inelim, geliyorlar.’ Diyerek elindeki sıcak kahveden bir yudum alıp yöneldi kapıya. Tabi onunla beraber Elfe’de koluna girerek eşlik etti.

‘Sence Dağhan kız kardeşini verecek mi? Yeni buldu sonuçta, bence henüz soyismini almışken Turan’ın soyismine geçmesine müsaade etmez.’ Odadan çıkıp koridorda ilerledikleri sırada konuştuğunda Pera gülüşünü tutamadı.

‘Deva bir nebze çaresi olabilir. Fakat biliyorsun, Deva bu, daha çok damarına basabilir.’ Basamakları bitirdikleri sırada bakışları kucağına Deva’yı almış Dağhan’la çarpıştı. Kızının tüm süslü püslü haliyle ona bir şeyler anlatması ve Dağhan’ın da anlatılan bu şey çok önemsenmeyecek dahi olsa pür dikkat dinlediği hallerine gülümsemeden edemedi.

‘Yenge, bu fıstık benden sıkıldı sanırım.’ Deha’da kucağındaki Meva ile aralarına dahil olduğunda son basamağı da inmişti ki kızına uzattığı kollarına rağmen Dağhan’ın bakışları ilk önce yüzünde ardından karnında gezindi.

‘Bana ver Deha, yengen gece ilgilenmekten uyku uyuyamadı.’

‘Abi-‘ diyerek Deva’yı söyleyecek olsa da Dağhan usulca başını salladığında boş olan koluna yerleştirip başını omuzuna yaslamasını sağlamıştı bile. Ki Pera’da biliyordu, Dağhan ikisine de yeterdi, o huysuzlanan ufaklığı da bir güzel omuzunda uyuturdu. Ağır dahi sayılmayacak kızını ise hamileliğini düşünerek kendi kucağına istemişti.

‘Geldi!’ hızlı topuk sesleriyle beraber koridordan koşup gelen Didem birbirlerine bakan ikiliye göz gezdirse de anlamaz haliyle havalandırdı tek kaşını.

‘Ne bu heyecan. Daha birkaç saat önce aynı evdeydin herifle.’ Dağhan cümlelerini toparlayamamış olsa da Deha müdahale ettiğinde Didem göz devirip kapının kulpuna uzandı fakat yine küçük kardeşinin engeline takılmıştı.

'Açmasana! Sanki yollarını gözlüyoruz, çalsınlar biraz kapıyı.'

'Gözlemiyor muyuz?' Elfe'nin sorusuyla Deha oldukları kapı ağzını incelese de usulca omuz silkti.

‘Bunu bilmedikleri sürece gözlüyor sayılmayız. Ayrıca belki çalıp çalıp sıkılıp gidecek, niye fırsatı kaçırayım?’ dediği sırada kapıya vurulma sesi geldiğinde Didem tekrar kulpa basmaya çalışsa da Deha bir kez daha engel oldu.

‘Deha!’

‘Sen abimin yanına geç. İlk dakikadan iş gördürüp ablama kapısını açtıramam.’

‘Ya sabır…’ Didem göz deviriyor olsa da Dağhan sonunda odaklandığı kardeşine gülmekten geri kalmıyordu. Kendi yapacağı Deha’nın tavır ve hareketlerinin yanında onda bir edemezdi. O yüzden zorlamak istiyorsa, zorlasındı. Sonunda Elif hanım ve Afitab sultanda koridora ulaşınca Deha kapıyı aralasa da tamamen açmadı.

‘Doğum günü kutluyoruz biz, kız isteme için yanlış eve geldiniz.’ Kurduğu cümleyle anında kafasına ufak bir tokat yedi Didem tarafından.

‘Salak!’ mırıldanıp kapıyı da tamamen açmasını sağladığında öndeki Turan ve ardından gelenlerle Pera dudaklarını ısırdı. Turan’ın kendinden rica ettiğini biliyordu Pera. Bugün karşısındaki kişinin daha doğrusu erkek tarafının babası olacağını da biliyordu. Ki Turan kendine ilk sorduğunda Alain’in bu teklifi kaçırmayacağından emindi ancak adamı Dağhan ve Deha açıkçası beklemiyorlardı. Şaşkınlıkla iki adamda onu süzerken Alain Dağhan ve Deha’nın omuzlarına elini yerleştirip usulca sıktı.

‘Her erkek bir gün bu acıyı çekecek.’ Diyerek salona ilerlediğinde Pera birbirine sımsıkı bastırdığı dudaklarıyla baktı adamların şaşkına düşmüş hallerine.

‘Acı çekmem için baban kız kardeşimi mi isteyecek?’ herkes salona ilerlerken Dağhan anında yanında soluğunu aldığında Pera usulca kaldırıp indirdi omuzlarını. Alain kız babasıydı. Kızının arkasında olan, seçimlerine güvenen ancak iş onu birine emanet etmeye gelince de için için canı yanan o adamdı. Şimdi ise devranın döndüğü vakitti. Bu kez için için yanan Dağhan olacaktı Alain’e göre.

Yerleştikleri koltuklarla beraber Dağhan derin bir nefes alarak önce Deva’yı yanına bıraktı. Üzerindeki gömlek dahi bedenini sıkıştırırken bakışları Turan’a kaydığında bıyık altından gülen haliyle sabır dilenerek döndü tekrar. Karşısında kayınbabası ve kaynanası otururken hiçte kendi için verimli bir isteme töreni olmayacaktı anlaşılan. Zaten aklına tükürsündü. Alan almıştı birbirini işte. Bu yaşa gelmiş, bir çocukları olan iki insana niye isteme diye tutturduğuna anlam verememek istese de biliyordu, Didem içindi. Eksik kalan her yanı tam olsun diye. Bir yerden daha yarım kalmasın, parçalanmasın, güler yüzle anımsasın bu günü diyeydi hepsi.

Bölüm : 01.02.2025 00:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Ceren Öztürk / BUTİMAR / Bölüm 82 - İlk Gün Gibi
Ceren Öztürk
BUTİMAR

1.3k Okunma

294 Oy

0 Takip
86
Bölümlü Kitap
TanıtımGüzel YarınlaraBölüm 1 - Şarap Seçimi Nasıldı?Bölüm 2 - Yabancı O TatlımBölüm 3 - Çuval Giysen Yakışır Diye Çuval Giymen GerekmezBölüm 4 - Her Şey Cebimdeki CüzdandaydıBölüm 5 - SansürsüzBölüm 6 - Şiddet?Bölüm 7 - Dikkat Et De Isırmasın KardeşimBölüm 8 - Oku DağhanBölüm 9 - İnsanın Şansı Bazen İmtihanıdırBölüm 10 - Herkes Sadece Kendi Yangınından Sağ ÇıkarBölüm 11 - İnsanlar Hep KonuşurBölüm 12 - Bu Düzen Düzenli Değil De O YüzdenBölüm 13 - Çok Ziyan Etti Beni DeryaBölüm 14 - UnutacağızBölüm 15 - Değecekse YanalımBölüm 16 - Garip Hissediyorum En BaştaBölüm 17 - Emniyetle Mi Konuşuyor O?Bölüm 18 - Becerebileceksen MemnuniyetleBölüm 19 - Doğrular Her Gün DeğişiyorBölüm 20 -Daha Önce Yaktın Sen BeniBölüm 21 - Benden Her Fırsatta KaçıyorsunBölüm 22 - Sen Benim SarhoşluğumsunBölüm 23 - Biz KadınlarBölüm 24 - Bu Saatlerde İçimin Cenazesi Kaldırılıyor GeneldeBölüm 25 - The Devil Wears PradaBölüm 26 - Uyan Pera!Bölüm 27 - Gökyüzüne Dokunamayan Gökkuşağı Mı Olur?Bölüm 28 - Her Zerrem Sen Olmuş...Bölüm 29 - Sen Bir KaossunBölüm 30 - Utanırdım KendimdenBölüm 31 - Yaratık Mı Diyorsun Sen Bana?Bölüm 32 - Kaybetti İzimiziBölüm 33 - Herkesin Mafyası Kendine TatlımBölüm 34 - Böyle BekleyememBölüm 35 - Demek Yaramıza Deva Olmaya GeldinBölüm 36 - Prenses, Kraldan Bir Söz AldıBölüm 37 - Oysa Ben En Çok Sana GerçeğimBölüm 38 - Dedi Kurtlar Vadisi ÇakmasıBölüm 39 - Ben Onun Tek Arkadaşı Olmak İstemiyorumBölüm 40 - Görüşürüz Deva'nın BabasıBölüm 41 - Hayatta Yapabildiğim Tek Doğru Pera'yı SevmekBölüm 42 - Tehdit Etmeye Mi Çalışıyorsun?Bölüm 43 - Haddi Olmasa Da YüreğimBölüm 44 - Sana Rastlamak Güneşe Dokunmak Kadar YakıcıydıBölüm 45 -Kaçarak Evlenmek İçin Geç Mi Kaldık?Bölüm 46 - Her Biri On Kaplan GücündeBölüm 47 - Elli Kez Falan Vurdular SeniBölüm 48 - Aşk Tamam Yaş EksikBölüm 49 - Evlenme Teklifi Mi Ediyor O?Bölüm 50 - İnsan Kayarken Nasıl Konuşabilir?Bölüm 51 - Narkotik Değil, Organize ŞubeBölüm 52 - Hangi Kot Pantolon?Bölüm 53 - Nakit Taşımazdı YanındaBölüm 54 - Beş Ocakta Ne Oldu?Bölüm 55 - Yasın Beş EvresiBölüm 56 - İnkar, Öfke, Pazarlık, Depresyon, KabullenmeBölüm 57 - Senin Dağına Kim Kar Oldu?Bölüm 58 - On Tane DikişçikBölüm 59 - Ölmeyi BeceremediğimdenBölüm 60 - Kör Bir Sokak GibiBölüm 61 - Hayırlı Olsun GülümBölüm 62 - Dakika Bir Gol BirBölüm 63 - Sen, Benim Yüreğimin EvisinBölüm 64 - Kediler Dokuz Canlı Olmaz Mı?Bölüm 65 - Çin Seddi YıkılırBölüm 66 - Alıç, Aklını AlıçBölüm 67 - Çünkü Efkardan Kendimi YaktımBölüm 68 - Ulan IrmakBölüm 69 - Senden GGDK Talep EdiyorumBölüm 70 - Benim Hep Bir Planım VardırBölüm 71 - İlk Sürüm, Son Sürüm, Yeni SürümBölüm 72 -Sen Fazlalık DeğildinBölüm 73 - Olağan Düzeni Yıkıp, Yerine Seni KoydumBölüm 74 - Erkek Kardeş TerörüBölüm 75 - O Dağ Eksik OlmasınBir Yılın Daha Başı - D.K.Bölüm 76 - Hayat Bana İstediğini YapsınBölüm 77 - Bir Bardak IrmakBölüm 78 - Você é Minha AlmaBölüm 79 - Son İhtimalBölüm 80 - Sen ve Seninle OlanlarBölüm 81 - Bedelini Anılarımla ÖderimBölüm 82 - İlk Gün GibiBölüm 83 - Ruhun Hala Emanetim
Hikayeyi Paylaş
Loading...