Yeni bir yıl, yeni dilekler ve yepyeni yaşamlar. Asla bıkmadığım ve muhtemelen bıkamayacağım benim için masal gibi olan, yani içinde kötü karakterler de barındıran bu hikayenin yeni yıldaki ilk bölümü. Kocaman kocaman temenniler savurmadan, çok derinlere inmeden 2025'in dördüncü gününde sizlere Butimar'ın hem dik duran kadınları, hem de kendine ceza verebilecek adamlarıyla geldim.
Ve...
Umuyorum ki sizlerin de beğenilerinizi, yorumlarınızı eksik etmeyeceğiniz bir bölüm olacak.
Çok fazla uzatmadan sizleri bölümle baş başa bırakmak istiyorum. Keza bir şeylerin başladığını mı yoksa bittiğini mi düşüneceksiniz merak ediyorum. Hadi şu kapıyı aralayıp, neler olacak görelim...
İletişim ve daha fazla bölümlerden bilgi alabilmek adına, instagram; BiCeruVar
--------------------------------------------------------------------
Kaç kötü son lazımdı iyi bir başlangıç için? Kaç kez kendi canına meydan okumalıydı insan? Hepsi oturulup hesap edilse yine aklı almazdı eski Irmak Hale, yeni Didem’in. Güvende hissettiği kanatların altına yerleşene kadar kaç ömür tüketip, kaç kişi olmuştu o? Sureti kaç kana bulanmışta bugün olduğu kadar güçlü, yine bugün olduğu kadar korunaklı hissetmişti. Hayır. Hiçbiri şu an olduğu kadar korunaklı bir yerde hissetmesine sebep olamamıştı. Bu güveni olduğu hiçbir ülke, hiçbir hayal alemi veya silah sağlayamamıştı. Oysa hep elinde kendini savunacağı kesici, delici veya ateşli bir silah varken güvende hissettiğini sanmıştı. Onlar garddı. Bu güven. Onların her biri savunmaydı, bu ev. Seneler sonra gerçekten evindeydi. Bir mahkeme salonunda olması bunu değiştirmiyordu. Şu an görmek istediği ise önce Turan ve Deniz daha sonra annesiydi. Anne demek ne kadar uzaksa diline zihnine de o kadar garip geliyordu ama tanıştığından beri yapamadığı o şeyi şimdi yapmak istiyordu. Elif hanımın dizine yatıp saçını okşamasını, alelade bir muhabbet açıp onun konuşmasını dinlemeyi.
‘Didem hanım.’ Duyduğu tek ses dakikalar sonra Tümer’in sesi olduğunda sırtındaki kolların ikisi de çekilmedi fakat Dağhan sağ, Deha sol tarafında kaldı. Akmış makyajı, kızarmış gözlerini umursamadan baktı Tümer’e.
‘İmzalamanız gereken evraklar var.’ Diyerek az önce ellerini gizledikleri masanın üzerine kocaman mavi bir klasör bıraktı. Herhangi bir sayfayı açmadan parmaklarının ucunda kendine uzattığı kaleme baktı önce, ardından kaşlarını çatıp bu kadar evrak ne dercesine Dağhan’a döndü. Hafif bir tebessümle omuz silkmesinden sonra Deha’nın sırtındaki elini çekip kalemi aldı parmakları arasına. Bakışları duruşma salonunda gezdi usulca.
Sürekli davaların alındığı koca adliyede bir duruşma alanında bu kadar evrağı imzalaması makul gelmiyordu ancak kapıdan içeri giren Turan ve kucağındaki Deniz’le o kapıyı kapatıp kilidi çevirdiklerinde anladı ki bu salondan gerçekten de tek bir kimlikle çıkacaktı. Titrese de Deha’nın sırtındaki eliyle duraksayan bedenini yeniden bıraktı sandalyeye. Tümer’in kalın klasör kapağını açmasıyla neyi imzaladığına göz dahi atmadan oynattı kalemi bir kez. Sonra bir defa daha, bir daha, bir daha. Ta ki üst kısımda kurum ve kuruluş isimleri yazana kadar. Bakışları usulca gördüğü şirket ismiyle Dağhan’a ve Deha’ya döndü.
‘Her şey eşit fakat dersen ki ben kadınım, daha fazla pay hak ediyorum, en son sayfa istediğin pay oranı için tasarlanmış halde.’ Dağhan’ın açıklamasıyla başını usulca sağa sola salladı. Böyle bir şey istemiyordu. O şirketten pay falan istemiyordu. O şirketi onu daha önce yönetenin varlığıyla unutmak istiyordu.
‘Bunu istemiyorum.’ Dediğinde Dağhan alt dudağını dişleri arasında ezip az önce kalktığı koltuğa oturdu. Parmakları sıkıca masanın üzerindeki elini kavradığında gülümsemesini gösterdi.
‘Müsaade edin bize lütfen.’ Tek cümlesi salonda kalan dört bedeninin de çıkmasını sağladığında kapının kapandığını belirten sesle Dağhan kenardaki evrak çantasından sigara paketini çıkardı. Bir dalı Didem’in parmaklarına bıraktı, diğerini kendi dudaklarına astı. Didem’in gözleri şaşkınlıkla etrafta gezerken gülümseyerek başını salladı onay verircesine.
‘Ben karımı hep Butimar kuşuna benzettim içten içe. Bana göre hayatımdaki her kadın da bir Butimar’dı. Gösterişli tüyleri, narin bedenleri, göz alıcı fakat göze değmekten kaçındırdığı bir benliği vardır Butimar kuşunun.’ Dedikten sonra sigarasından derin bir nefes çekerken Didem’in yüzünü gölgeleyen saç tutamını kulağının arkasına sıkıştırdı.
‘Hep yükseklerdedir. Gözle seçilmeyecek, ne olduğu ayırt edilmeyecek kadar yükseklerde uçar Butimar. Onu yere indirebilecek sadece üç güç vardır, kar, müzik ve aşk. Bir insanın sahip olduğu kedere, hüzne ve umutsuzluğa sahiptir. Bana kalırsa kadındır Butimar. Kar ailesidir, müzik evladı, aşkı sevdiği. Bir kadını da sadece ama sadece bunlar durdurur. Ailesi, evladı ve sevdiği. Tatlı su içmez Butimar. Tuzlu deniz suyuna aşıktır. Senin Deniz’ine aşkın gibi dibine kadar gider fakat öleceğini bilse de ondan bir yudum su çalmaz, onu eksiltmez. Böyle anlatınca neresi benziyor dersin belki fakat çok ama çok sizi andırır. Canınız saydıklarınız için kendinizi yok saymanız benzer en çok. Bencillik bilmezsiniz. Bir kereden ne olur demezsiniz söz konusu sevdiğiniz insanlar olunca. Fakat ben senden bugün bir şey istiyorum Didem.’ Sigarasının son nefesini çekip dik bir şekilde masaya bıraktıktan sonra gözleriyle hala açık olan sayfaları işaret etti.
‘Hayatında bir kez bencil ol. Bu hayatın senden aldığı ne varsa dirhem kadar bırakma kimselerde. Hakkın olan ne ise hepsini avuçlarının arasına al.’ Derken kalemi tekrar bıraktı parmakları arasına, ‘Sadece bu kez Butimar olmaktan cay. O deniz senin, kana kana iç. Alman gereken her şeyi, nefesinden tut ki bir çöpe kadar hepsini al. Hepsine sarıl.’
‘Benim almam gereken sizdiniz. Aldım.’ Dediğinde az önce dolu olan gözleri gülümsemesiyle parlıyordu.
‘Biliyorum. O yüzden bir gün dedim. Al ve dön arkanı. Bundan sonra malla mülkle ne yapacağın senin bileceğin bir husus. Sat, yak, yık, yenisini yap, dağıt, sadece sen nasıl istiyorsan öyle davran. Eksik kalan tek yanın vardı Butimar olarak, ailen, o da var bu vakitten sonra. Eline alıp unutacağın şeylerin yanında bir ailen olduğunu asla aklından çıkarma.’ Dudaklarındaki tebessüme rağmen Didem tekrar sayfalara ve Dağhan’a baktı. Onun onay verircesine başını sallayıp gözleriyle kağıtları işaret etmesine gülümseyerek döndü. İstediği ne maldı, ne de mülk. Hayatı boyunca epey zorlu şekilde elde etmişti bunları zaten. Kendisi için de Deniz için de bir hayat kurup onu garanti altına alacak kadar birikimi vardı, üstelik kendi yönettiği şirketi de vardı. Bunların hiçbirini çalışıp çabalayıp kazanmamıştı belki fakat kendinden dökülen kan ve oğlunun gözyaşlarının diyetiydi. Yani her biri hakkıydı.
İmza attığı her sayfada yeni bir alan çıktı önüne, kimi arazi, kimi hisse, kimi yatırım onlarca farklı yer vardı. Fakat son sayfadan bir öncekinde yeniden durdu imzası. Bakışları isimlerde gezindi. Dağhan, Deha, Nida, Pamir ve Pera’da. Gizli hisselerinde, Dağhan’ın kendi kurduğu şirketin satırlarında.
‘Bu senin, sizin emeğiniz. Hakkım olmayan bir şey.’
‘Değil.’ Diyen Dağhan’a dalga geçer gibi tek kaşını kaldırıp gülümsedi.
‘Nasıl değil? Burada ailemden sen, Deha ve Pera dışında kimsenin adı yok.’
‘Hakkın var çünkü seneler önce yanımızda olsaydın nasıl ki burada Deha’nın adı varsa senin de adın yazılacaktı. O yüzden hakkın da var sözün de.’
‘Yeğenlerimin hakkı var burada. O yüzden olmaz.’ Diyerek ayak diretse de Dağhan sayfanın ortasındaki tutarın yazdığı kısma vurdu parmağını.
‘Elbet bir bedel ödeyeceksin.’
‘Milyon dolar eden şirketine birkaç yüz bin lira ile hissedar olmam bir bedel değil çerez parasıdır.’
‘Hissemizi ne kadara sana sattığımız sadece beni ve Deha’yı alakadar eder. Yeğenlerinin hakkı hem bende hem de Pera’da saklı zaten.’
‘Cesaret ve aptallık arasındaki ince çizgidesin.’
‘İmzala…’ Dağhan göz devirdiğinde Didem tekrar başını sağa sola sallasa da iç çeken adamın suratına boş bakışlar atmaktan da kaçınmadı, ‘Ne kadar cesur ve zeki bir abin olduğunu bilmiyorsun. Abinin sözünü dinle de imzala.’
‘Abimle ilk kavgamı şu an yaşamak istemem fakat bunu imzalamayacağım. Hatta…’ kalemi bırakmadan klasördeki açık dosyayı yerinden çıkardığında yırtmak için kavramıştı ki Dağhan anında çekip aldı.
‘Şeytan bazen abindir Didem.’
‘Mesele hisse değil…’ sesi fısıltılı da olsa kısılan gözleri Dağhan’a odaklıyken dudaklarının zevkle kıvrılmasını süzdü. Aklında bir şey vardı. Bunca zaman Dağhan Kalaycı’nın tilkilerini anlayamamıştı fakat şu an yanı başında oturan abisi Dağhan’ı anlamak, üstelik bu kadar yakınındayken dahi aşırı zordu.
‘Ne planladın?’ konuşmayacağını fark edip mırıldandığında Dağhan parmakları arasındaki dosyayı yeniden önüne bırakıp başını hafifçe omuzuna doğru düşürdü.
‘Kan, kaos, intikam.’ Üzerine basarcasına söylediği üç kelime daha çok kaşlarını çatmasına neden oldu Didem’in. Bir şirket hissesiyle bunların ne tür alakası vardı ayırt edemiyordu. Dahası tanıdığı Dağhan Kalaycı gibi bakıyordu adam. Aklında daima plan olan fakat kimsenin anlam veremeyeceği şekilde hareket eden. Tahmin edilmesi güç bir adamken şimdi kardeşi dahi çözemiyordu onu.
‘Şirketle ne alakası var bu üçlünün?’
‘Şirketle değildir alakası belki de. Hadi ama…’ diyerek ayağa kalktığında konuşmayı sonlandırdığını belli edercesine önce pencerelerden birini açtı ardından kapıyı.
‘Ağaç oldu insanlar, imzala da gidelim evimize.’ Diye devam ettiğinde bu kez açtığı kapıdan giren insanlara baktı. Gözleri en son Deha ile çarpıştığında o çocuksu gülümsemesinin yerinde yeller esiyordu. En dipte öyle bir ateş vardı ki bunu ancak Deha’yı iyi tanıyan ve uzun süre harelerine bakan birisi fark edebilirdi. Dudakları sağa doğru kavislenirken önündeki dosyayı gösterip başını onaylarcasına salladı Deha’da. Normal şartlarda eğer ki Irmak burada olsaydı, o kimlik ile otursaydı tüm detayları öğrenmeden imzasını atmazdı. Fakat Didem iki adama güvenmeyi her zaman seçecek bir kadındı. O yüzdendir ki daha fazla sorgulama ihtiyacı hissetmedi. Çıkardığı kağıtları tekrar klasöre takıp imzasını attı. En sonda kalan vekaletnameye de imzasını atıp mavi kalın kapağı örttü. Sandalyeden kalkıp Turan’a ilerlediğinde kollarına ilk çektiği oğlu olmuştu. Sımsıkı boynuna dolanan kollarla derin bir nefes alırken gözleri Turan’la çarpıştı. Saçlarının bittiği noktaya, alnına dudaklarını bastırıp geri çekilirken aslında sıkıca sarılmak istediğinin farkında olsa da bu sarılmanın Deniz’i sıkıştıracağından haberdar olduğunu biliyordu.
‘Dayısının aslanı.’ Diyerek Dağhan anında ufaklığı kollarına çektiğinde Didem aklından geçenleri gözüne bile bakmadan anlayan abisinin göz kırpmasına gülümsedi. Dağhan ve kucağındaki Deniz salondan çıkarken diğerleri de bir bir ilerleyemeye başladığında dibinde koca cüssesiyle duran Turan’ın beline sardı kollarını. Sırtını kaplayan güçlü kolların arasında derin bir nefes alırken Turan yine kemiklerini birbirine geçirmek istercesine sıkılaştırdı ellerini.
‘Tüm varoluşum değişti gibi hissediyorum.’ Tüm bedeninin güçlüce sarmalandığını hissederek mırıldandığında başını göğsüne yaslayıp kapattı gözlerini.
‘İyi anlamda mı kötü anlamda mı?’
‘Her ikisi de. Irmak Hale Tütüncü öldü. Bu bence iyiydi fakat arkasında ailesi olan Didem Kalaycı’nın neler yapabileceğini kestiremiyorum.’ Derken Turan’ın gülüşüyle hareket eden göğsüne karşın başını kaldırıp çenesini yasladı aynı noktaya. Gözlerinin içine dikkatle üstten bakan adamı süzüp iç çekti.
‘Kendinden korkmalısın. İsmin ne olursa olsun ben dahi senden korkuyorsam sende kendinden bir ufak çekin.’
‘Sen benden korkuyor musun?’ dudaklarında ufak bir tebessüm kendine yer edinirken Turan göz devirip derin bir nefes aldı.
‘İki gün önce beni bıçaklıyordun, hadım edecektin kızım, nasıl korkmayayım.’ Kaşları çatık olsa da kolları hala Didem’in bedenine sarılıyken koca bir kahkaha attı kadın.
‘Ayrıca her halta Deniz var dikkat et diyorsun, çocuk odasında uyuyor sende sike sürecek akıl yok Turan diye bas bas bağırıyorsun. Ben senin gibi ruh hastasının yanında kendimi güvende hisseder miyim sence?’ hala çatık olan kaşlarıyla ileride dayısının cübbesini ilgiyle inceleyen oğlunu işaret ettiğinde bedeninin el verdiğince omuzlarını silkeledi Didem.
‘Sana Didem Kalaycı olarak korkman gereken bir şey daha söyleyeyim mi?’ derken bedenini hafifçe gerilettiğinde yüzünde kıpırdamayan mimikleri sayesinde kaşları çatıldı Turan’ın.
‘Daha önce konsolosluk gibi bir devlet kurumundaydık, şimdi de adliyede terk edersen cümle alem siksin ki bir daha devlet dairesine adım atmam, sana da adım attırmam.’ Sesinin tonunu ayarlayamasa da kendince yapabildiği kadar düşük bir tınıda konuşmuştu Turan. Kapının önünden geçen üç beden şaşkınlıkla baksa da kısa sürede önlerine dönüp devam ettiklerinde Didem iç çekip ellerini Turan’ın göğsüne vurdu.
‘Turan…’ bu ses tonunu sevmemişti adam. Yüzü sıkıntıyla ekşirken bakışlarını Didem’den kaçırdı.
‘Abine şikayet ederim seni.’ Tehdidi kadının gülmesini sağlasa da bakışları hala Didem’den kaçarken göğsündeki avuçlar bir kez daha usulca vurdu.
‘Turan…’
‘Ne var Turan, Turan! İsmimi mi ezberliyorsun? Yara bandı çeker gibi söyle işte siktir olup gidiyorum diye.’ Büyüttüğü gözleri sonunda aşık olduğu mavilere döndü adamın. Bakışları, hafif tebessümü hiçte terk edecek gibi değildi. Oysa dün gerginlikten güzel bir çatışma yaşamışlardı. Sabah yataktan kalktığında ise Didem yanında değildi. Hatta o kadar ki kahvaltı masasına bile oturmamıştı. Çünkü neredeyse bir haftaya yakındır Turan’ın sperm kalitesi ve bunu kafaya takması hakkında çatışıyorlardı.
‘İkinci kez baba oluyorsun.’
‘Al işte ya!’ isyanıyla şaşkınlıkla kaşlarını havalandırdı Didem. Beklediği tepki bu değildi. Sevinç çığlığı falan atar diye düşünüyordu. En azından kendini burada böylece unutup koşarak adliyeyi de turlama ihtimalini baz almıştı fakat böyle isyan dolu bir yakarış asla beklemiyordu. Bakışları kendisi gibi Turan’a şaşkınlıkla bakan insanlarda dolaştıktan sonra yeniden döndü adama.
‘Sen niye her fırsatta beni terk ediyorsun kızım!’ anlamamıştı. Algıları kapanmış, ne dediğini duymuyordu bile.
‘Salak salak konuşma Turan!’ diyen baskın sesiyle adamın koluna sertçe vurdu, ‘İkinci kez baba oluyorsun diyorum sana.’ Bu kez çatık kaşları az önce Didem’in vurduğu sol kolunu buldu. Usulca birbirine geçmek istercesine olan kaşları düzelirken gözlerini kadının mavilerine dikti, sonra hafifçe aşağı çekti. Göğüslerine bakıyor gibi görünüyor olabilirdi fakat Turan orada görmese de karnına bakıyordu. Kolları anlık bir gafletle gevşediğinde iki yanına düştü.
‘Ne…’ fısıltı gibi olan sesi eğer ki dudaklarını oynatmasa Didem’in dikkatini çekmezdi. Ne dediğini anlayan halinin saflığı ve şaşkınlığına baktı kadın. Yıllar önce yapmadığı, yaşayamadığı, asla hayal dahi edemediği adamın tepkilerini süzdü. Turan olduğu yerde durmaya devam etse de sarsakça iki adım gerilediğinde zorlukla tutundu duvara.
‘Bahsettiğin Deniz değil, değil mi?’ diyerek şaşkınlıkla uzaktan onları izleyen üç bedeni işaret ettiğinde Didem dudaklarını sımsıkı birbirine bastırıp başını gülerek sağa sola salladı.
‘Değil, Deniz’in kardeşi olacak.’ Turan aldığı cevapla sırtını yarı duvar yarı kapıya yaslarken parmakları yakasında dolaştı. Bakışları hala bir Didem’de bir de ayakta ne olduğunu anlamaya çalışan üç bedende gezinirken nefes alma çabasına girişti. Karşısında dağ gibi olan, sarıldığında kolları arasında kendini kaybeden adama gülümsemeye devam etti Didem. Fakat saniyeler sonra o beden çuval misali kayıp yere düşerken gözleri şaşkınlıkla büyümüş refleksif bir atakla tutmaya çalışmıştı.
Şaka yapıyor olmalıydı kesinlikle. Koca adam baba olduğunun haberini alıp burada bayılamazdı. Bu Turan’dan en son bekleyeceği tepki dahi değildi. Saçma bir çığlık attığında kendilerine ulaşan iki adam anında Deniz’i önüne bırakıp Turan’ın tepesine dikildiler.
‘Turan. Turan koçum.’ Dağhan adamı hafifçe tokatlarken sesini duyurmaya çalışsa da Didem burun kemerini parmakları arasına sıkıştırıp gülmeye başladı. Bu adamla hiçbir anı normal olmayacaktı. Kesinlikle olmayacaktı.
‘Oha ama Turan ya.’ İsyan dolu sesiyle mırıldandığında Turan’a tokat atma görevini bu kez Deha devir aldığında Dağhan’ın elaları çöktüğü zeminden kendini buldu.
‘Ne oldu da bayıldı bu herif?’
‘Anladığından emin değilim ama hamile olduğumu öğrendi.’ Dağhan sanki her gün aynı cümleyi duyar gibi başını onay verircesine sallayıp Turan’a döndüğünde anlık bir hızla yeniden kendine baktı.
‘Hamile misin!?’ başını adama onay verircesine salladığında Dağhan’ın bakışları bir kendisine bir Turan’a dönse de hala adamı tokatlayan Deha’nın koluna hafifçe vurdu.
‘Kulaklar dayıcım.’ Diyerek Deniz’in kulaklarını kapatmasını sağladığında sonunda kendine dönen kardeşine gülümseyerek baktı.
‘Siktir et ayılır nasılsa, heyecandan bayılmış yaşasın kafasını.’
‘Neyin heyecanı? Ben bunu ablamı isterken yaşar diye düşünmüştüm hep, kadın ismini soy ismini değişti diye nasıl bayılır bir adam heyecandan.’
‘Bu da Turan gibi geç anlıyor.’ Diyerek sıkkınca nefesini bırakan Didem’le Dağhan gülerek göz kırptı kardeşine.
‘Dayı oluyoruz, ikinci kez.’
‘Valla mı?’ Deha herkese oranla daha da parlayan gözlerle kendine dönerken Didem başını salladığında Turan’ın tuttuğu kolunu bir anda bırakıp ayağa kalktı. Kolları aradaki Deniz’e dikkat ederek Didem’in beline dolaştığında anında kadını havaya kaldırdı.
‘Ablam be! Ablaların gülü ya!’
‘Deha midem bulanacak!’ Didem hala havada olan ayaklarıyla kahkaha atsa da adamın hiç bırakası yoktu anlaşılan.
‘Bulansın! İstersen tepemden aşağı kus! Zerre umurumda değil! Şuan arabama kussan sesim çıkmaz!’ Didem’le Deha’da kahkaha attığında sonunda Dağhan ayağa kalkıp adamın durmasını sağladı. Koca adliyede herkes onların bu anlamsız gibi görünen kahkahasına baksa da umursamıyorlardı.
‘Yeter lan, sıkma kadını.’ Diyerek yere indirmesini sağladığında göz göze geldiği kadını kendine çekti Dağhan.
‘Gittin mi doktora falan? İyi mi sağlığınız? Bir sıkıntı yok değil mi?’ tek elini Didem’in yanağına yaslarken mavi boncuk gibi bakan hareleri kendine döndü.
‘Gitmedim daha test yaptım sadece. Rahat bırakmadı ki gideyim.’ Diyerek yerde hala baygın olan Turan’ı işaret ettiğinde Dağhan gülse de sıkıca sardı kadını. Elbet Turan ayılır bir yaygara koparırdı. O yüzden şuan henüz ilgi zehirlenmesi yaşamayan kız kardeşine sarılmak en makulüydü.
‘Annem söylediğinde tepki verememiştim, şimdi babamın yanına bayılsam çok mu göze çarpar?’ Deniz’in sorusu ve gözlerini kısarak tepesindeki üç bedeni incelemesiyle Deha ufaklığı anında kollarına çekti.
‘Biz gidip sağlıksız yiyecekler alalım mı bayılmak yerine?’ Deha’nın önerisi daha cazip gelmiş olacak ki Deniz başını anında onay verircesine salladığında oldukları salondan çıkmışlardı. Dağhan bir kez daha Didem’e sarılıp saçlarının arasına ufak bir öpücük bıraktığında kadını bırakıp Turan’ın dibine çöktü. Bu bayılmanın uzun sürmeyeceğini biliyordu fakat kendine geldiğinde heyecanı ve ayaklarının yere basmaması epey sürecekti. Daha birkaç gün önce dertlere kalan adamdı Turan. Deniz elbette onlara yeterdi, evlat evlattı fakat adamın yaşayamadığı o kadar heyecan vardı ki o yüzden bu tepkisini çok görmüyordu. Çünkü Meva’nın haberini aldığında eğer Pera’nın sağlık durumu ve o bayılan hali gözünün önünde olmasa kendisi de pat diye olduğu yere yığılırdı.
On dakikadır kendine getirmeye çalıştığı adam için artık çevreden destekte geldiğinde az önce dosyalara imza attıkları masaya oturup çocuk gibi ayaklarını sallayan Didem’e gülümseyip avucuna döktüğü kolonyayı bir kez daha Turan’ın burnuna yaklaştırdı. Çok şükür ki kendine gelemeye başladığında ilk gördüğü de Dağhan oldu Turan’ın.
‘Abi…’
‘Turan, şu cüsseyle bayılmak ne demek oğlum ya.’ Adamın uzattığı elini yakalayıp dikleşmesini sağladığında onun yüzünü buruşturmasını izledi. Koca adamdı, bir ordu insanı yumruğuyla devirirdi ama bütün görünüşünün yanında ufak bir çocuk gibiydi Turan. Bayıldığı anlar çok nadirdi fakat hiç biri de bir cümle yüzünden olmamıştı.
‘Abi bir şeyler olmuş.’ Diyerek etrafı kolaçan etmeye başladığında Dağhan gülerek kaşlarını havalandırmış.
‘Ne tür şeyler olmuş?’ dese de Turan’ın gözleri sonunda odağını bulup masada hala ayaklarını sallayan Didem’le çakıştığında kaşlarını şaşkınlıkla havalandırsa da dudakları büyük bir gülümsemeyle kıvrıldı.
‘Hamileymiş…’ işaret parmağı Didem’i gösterdiğinde Dağhan iç çekerek başını onay verircesine salladı.
‘Hayırlı olsun.’
‘Abi…’ sesindeki o izleri bilirdi Dağhan. Kendine dönen gözleriyle boyun bükmesini, ağlamak istediğini, aldığı soluğun ciğerlerine sığmayışını bilirdi. Bu abi demesi yalvarırcasınaydı. Bana bunun gerçek olduğunu kanıtla der gibi bir abi serzenişiydi. Turan’ın parmakları dudaklarını örterken bıraktığı titrek nefesiyle engel olduğu kapıyı yakalayıp örttü Dağhan.
‘Nefesim içime sığmıyor abi…’ görüntüsünün ardında kalan ufak çocuğa uzandı Dağhan. Omuzuna çektiği koca bir cüsse değildi. Oğluydu. Kendi zamanında doğmuş, saçlarını okşamayı unuttukları oğlu. Sert, ters, asabi, dik kafalı oğlu…
‘Evleneceğim adamın abime aşık olmasından şüpheleneceğim yerde miyim şuan?’ Didem’in sesiyle Turan iç çekip henüz Dağhan’ın omuzundan ayrılmadan temizledi elinin tersiyle yüzünü. Gülerek adamdan ayrıldığında ise oturduğu zeminden kalkıp yaklaştı Didem’e. Sessizce duruşma salonundan çıkan Dağhan’la beraber kollarını kadına doladı.
‘O yüzden mi küs gibi yapıyordun sabahları, miden bulanıyordu, kahvaltıya ondan mı gelmiyordun?’
‘Yoo… Küstüm sana.’ Çenesini kadının omuzuna yerleştirdiğinde gülerek inmesine yardımcı oldu ayrılmadan.
‘Yalan söylüyorsun.’
‘Belki birazcık.’ Daha da sıkılaştırdı kollarını fakat bu kez sıkıştırmadı Didem’i.
‘Deniz’i kucağına niye aldın ki, ağır o. Daha önce söyleseydin bana keşke. Dünde kendini temizliğe vurdun zaten. Ben temizlerdim.’ Hala omuzundaki yaslı çenesiyle konuşmaya devam eden Turan’ın sesindeki mızırdanmanın farkındaydı. Açığa daha fazla çıkarmak istemese de duygusal bir zehirlenme yaşadı kesindi.
‘Ağır falan değil oğlum.’
‘Ben taşırım bundan sonra. Seni de taşırım. Temizlik, yemek falan da yaparım. Sen ayaklarını uzatıp dinleneceksin artık. Kendini yormak yok.’ Mızırdanması devam ederken Didem kıkırdadığında çenesini kadının omuzundan çekerek baktı o boğulduğu deniz gözlere.
‘Ben bunu hiç beklemiyordum.’ Derken başını da sağa sola salladı Turan. Hala inanamıyordu. İlk başta ne söylediğini duymuştu fakat o kadar inanamamıştı ki, o kadar imkansız diye işlenmişti ki aklına ihtimal vermeyip çok farklı çalıştırmıştı kafasını.
‘Ulan sen saçma salak ne bulsan ağlıyorsun, bu yüzden miydi?’ sorusu çatık kaşları altında olsa da Didem’i alakadar eden ve tek kaşını havalandıran sadece ulan kelimesiydi.
‘Ulan ne be! Öküz!’ adamın koluna bir darbe indirip diklendiğinde Turan yarım bir gülümsemeyle baktı yüzüne. Muhtemelen olan biten hiçbir eylem ve durum keyfini kaçıramazdı adamın. ‘Ayrıca salak saçma şeylere ağlamıyorum ben!’
‘Süt şişesini yere düşürdün ve bir süt beni nasıl yarı yolda bırakır ya diyerek kırk beş dakika ağladın. O an davanın stresi diye düşünmüştüm ama…’ bu kez bedenleri arasına boşluk bırakırken elinin biri Didem’in dümdüz karnında gezindi, ‘Ufaklığın marifeti olduğunu şimdi kavrayabiliyorum.’
‘O süt şişesinin yere düşmeye hakkı yoktu çünkü sıkıca tuttum Turan.’
‘Bundan sonra seni yarı yolda bırakmayacak ve kendinde düşme hakkı bulmayacak süt şişesi alacağım Didem.’
‘İyi olur.’ Çenesini dikleştirip güldüğünde Turan’da tebessüm ederek kapattı dudaklarının üzerini. Hayatı boyunca Deniz’in hamileliğinde, doğumunda onu yalnız bıraktığını hissedecekti. Fakat şimdi bir şeyleri düzeltmek için fırsatı vardı. En başından, sonuna kadar bir dakika dahi kaçırmadan sevdiği kadına destek olabilirdi. Bazı günler çok bedbaht olabilirdi fakat her bir gece ufaklıkla kendi ilgilenir yine de sesi çıkmazdı. Bin parçaya bölünür, binini farklı yerden toplardı ancak ihtiyaç duyduğu her anda Didem’in yanında olurdu. Bir zamanlar evet dediremediği kadına evet dedirtir karısı yapardı. Ömrü boyunca hem solunda hem hemen yanında taşırdı gıkını çıkarmazdı. Yenge dediği Pera’nın defalarca sırtının, ayaklarının ağrısından şikayet ettiğini duymuştu, Didem’i bilirdi, o şikayet etmezdi fakat edecek olsa dahi henüz ağzını açmadan sırtına da ayaklarına da masaj yapardı. Aklından geçirmeden önce Turan onun yerine bazı şeyleri düşünebilirdi. Biliyordu ki sıkıştırırsa kafasına bir vazo, çerçeve, en kötü terlik yerdi ama sıkmadan da yapardı bunları. En azından herhangi bir televizyon programına, reklamına veya belgesele siniri bozulursa sarılırdı. Süt şişesini değiştirir, bundan sonra da haddi olmadan düşecek hiçbir şey almazdı eve. Yeter ki Deniz’e hamileyken veya onu doğururken olan hiçbir kötü anını hatırlamasın, huzurla dünyaya baksındı.
Açılan ve anında kapanan kapıyla beraber nefesleri birbirinden koptuğunda dudaklarında ufak bir tebessümle ilerlediler. Kapıyı açıp önünde elinin biriyle gözünü kapatmış Deha’yı bulduklarında Didem derin bir nefes alıp konuşmak için dudaklarını aralamıştı ki Deha fırsat bırakmadı.
‘Yaptınız çocuğu, tamam inandık biz, kamuya açık alanda böyle şeyler yapmasanız mı?’
‘Bir gün olur da sevgilinle gelirsen karşıma seni rezil edeceğim.’ Diyen Didem boşta olan elini Deha’nın omuzuna attığında adam elini gözlerinden kurtarıp kaş çattı.
‘Bir gün olmaz ama hadi olursa sevgilim onun saygınlığına yakışır şekilde sosyal alanlarda dudaklarına yapışmayacağım ablacım.’
‘Ablanı öpmem ona saygısızlık mı lan!’ Turan arkadan uzattığı elle Deha’nın kafasına hafifçe vurduğunda adam gözlerini anında onun üzerine dikti.
‘Karın değilse, evet, saygısızlık.’
‘Abime söylerim alır ayağının altına.’
‘Söylesene Turan abi. Hadi gidelim ve kız kardeşini duruşma salonunda yerken erkek kardeşin kapıyı açtı ve şimdi saygısız olduğumu dile getiriyor de. Ne olur bunu söyle ve biraz hayatımıza renk gelsin.’ Meydan okur gibi olsa da aslında Deha’nın tamamen bomboş bir şekilde Turan’la uğraştığının farkındalardı. Öyle olmasa dahi Deha her olan durumu abisine yetiştirmezdi. Yetiştirecek olsa bundan aylar önce beline bacaklarını dolamış, dudaklarını parçalamak ister gibi Didem’i öptüğü sırada eve girdiğinde koşarak giderdi Dağhan’a. O görüntü üzerine Deha sadece çığlık atmış, şaşkınlıkla ona yönelen korumalara bir şey yok diyerek hepsini dağıtmış ve yaklaşık iki hafta boyunca ne zaman Turan veya Didem’le karşı karşıya kalacak olsa kaçmıştı. Bunun dışında Deha defalarca bu tür sahnelerle burun buruna kalmıştı hatta ablası daha önce normal şortlu bir pijamanın üzerine giydiği saten sabahlıkla kapıyı açtığında, Yine mi ya! Diyerek isyan edip yine bir süre onlara göre ortadan kaybolmuştu.
Biliyordu ki Turan bu tür meseleler veya Didem’in onun ablası olması değildi Deha’yı rahatsız eden, sadece mutlu iki insan görmek garibine gidiyordu. Çünkü abisi bu konuda ketumdu. Turan sürekli dibinde olsa dahi bilirdi ki Dağhan Pera’ya doğru adım atsa gözleri farklı bakar, gülümsemesi değişirdi ancak insanların gözü önünde ona sarıldığı, öptüğü nadir anlar vardı. Evde aşk dolu anne babası hiç olmamıştı. Hatta o kadar ki Deha’nın bir kadına nasıl davranılacağından haberi olmadığını, hatta bir ilişki nasıl yürür bilmediğini öne sürebilirdi Turan. Kendi de bu konuda çok bilgili bir adam değildi fakat aşık bir adamdı. İşte işler o noktada karışıyordu. Eğer ki hayatında bugün aşık olmadan sadece bazı duygular beslediği bir kadın olsaydı ne yapacağını, nasıl davranması gerektiğini Turan’da bilemezdi. Ancak aşk tamamen kalbinden ve beyninden bir süzgeç varmış gibi geçip, diline, gözlerine, temasına dökülüyordu. Ona doğru yolu gösteren önündeki örnekler değil, kokusunu aldığında aklının başından gittiği eski Irmak Hale Tütüncü, yeni Didem Kalaycı’ya olan sevdasıydı.
İlerledikleri koridordan sonra Dağhan ve Didem’in beraber geldikleri araç yerine VİP bir minibüse yerleştiler. Bütün yol boyunca da sessizliklerini korudular. Deha arada göz devirerek Turan ve ablasına baktı. Bu saatten sonra en doğrusu Turan’a abi falan değil enişte demek olacaktı, onu düşündü. Dağhan sanki rahat bırakmak, heyecanlarını tam olarak yaşamaları adına dışarı çevirdiği gözlerini nadiren sorduğu sorulara yanıt vermek için Deniz’e yöneltti. Bir kez dahi kız kardeşine ve kardeş yerine koyduğu adama dönmedi. Turan gözlerini Deniz’in üzerinden bir an ayırmadı. Arada kendine dönüp bakarken tebessüm eden oğluna gülümsedi, arada da onun dayısıyla olan sohbetine içsel olarak eşlik etti. Didem ise tüm bu sakinlik arasında iki gündür stresten uyumadığı uykuya bıraktı bedenini. Sanki bir arabada değil gibi Turan’ın omuzuna yasladığı, daha doğrusu ağırlaşan bedeniyle düşen başıyla derin ve sakin soluklarını bıraktı.
‘Dayı…’ Deniz’in sesiyle Dağhan’ın gözleri tekrar akıp giden trafikten koparken ufaklığın göğsüne yasladığı başına dudaklarını bastırdı.
‘Söyle dayım.’
‘Kardeşim olacağını Deva’ya hemen söyleyebilir miyim? Annem aramızda şimdilik sır dedi ama babam öğrendiyse sır değil artık öyle değil mi?’ yaslandığı göğüsten başını kaldırmadan sadece gözlerini hareket ettirdiğinde Dağhan gülerek başını salladı.
‘Bence de artık sır değil.’ Deniz aldığı cevaptan memnun halde geçtikleri hareleriyle aynı renkteki denize çevirdi bakışlarını. Dağhan göz ucuyla arabaya bindikleri dakikadan beri bakmadığı iki bedene sonunda baktığında kolunu kardeşine emniyet kemeri gibi kullanan Turan’a gülümsedi.
‘Ne zaman gelip isteyeceksin?’ sorusu Deniz’le konuşmalarına oranla daha yüksek bir tonda çıkarken Turan gülümseyerek baktı Dağhan’a. İkisi de biliyordu ki buna hem gerek yoktu, hem de vardı. Bu kez eksik yanları olmayacaktı. Bu kez bunu yapmadık diyemeyeceklerdi.
‘Müsaidiz dediğiniz ilk anda abi.’
‘Yarın akşam, yalıda ağırlamak isteriz seni.’
‘Başım üzerine.’ Derken başını sallayan Turan’ın gözleri Deha’yı bulduğunda onun hafif omuz silkmesi müsaadem var ama gönlüm yok der gibiydi. Bu ilişkinin taşları yeniden atılırken belli ki ablasına aşık bir erkek kardeş rolü üstlenerek Turan’a çok çektirecekti Deha. Öyle ki alttan alta kendini çok sevse de uyuz olmuş bakışlarını şimdi dahi görebiliyordu.
Yavaşlayan araba sitenin içine girdikten kısa bir süre sonra evin önünde durduğunda önce Dağhan ve Deha indi. Normalde burada, olduğu noktada kız kardeşi de yanında duracaktı fakat plan değişmişti. Araç yola devam ederken Dağhan bakışlarını uzun uzun evin dış cephesinde gezdirdi. Onun için o güzel hayatın başladığı yerdi burası. Bu ev Pera’ydı. Onun gülüşü, ona sarılışı, evet dediği gecesi, koynunda o varken uyandığı sabahları. Yüzü ne vakit Pera’yı düşünse hep olduğu gibi duru bir tebessümle aydınlandı.
‘Başlıyor muyuz abi?’ yanından gelen Deha’nın sesiyle bir kez daha süzdü evini, yuvasını, kızlarının baba ocağını. Bazen bazı anılardan vazgeçmek gerekiyordu. Bazen gücün kendi yok ettiğin anılarında saklı kalıyordu. Tekrar baktı gözden kaybolan aracın gittiği yola ve evine.
Üç adım gerileyen ayaklarıyla Deha’da hizasına geldi, çevredeki adamlarda onlara eşlik etti. Az önce olan o masum ve duru tebessümü silindi. Solunda beliren Yuri’nin uzattığı ufak kumandayı aldı parmakları arasına. Çevirdi çevirdi, bir kez daha çevirdi kumandayı. Kendisi ile aynı hizada olan yüzlerce adamda dolaştırdı gözlerini. Dudaklarında şeytani bir tebessüm kendini gösterdi, gözlerini anılarına dikti. Tek bir an daha düşünme ihtiyacı duymadan parmakları arasında tuttuğu kumandanın üzerindeki kenarları mavi bir ışıkla parlayan tek tuşa bastı.
Koca göğü alevler sarmaladı, dumanlar kucakladı. Önce kendi evinden başlayıp sitenin içindeki elli evin sırasıyla patlamasını göz kırpmadan izledi. Canı için canını öne koyacak yüzlerce adamın birçoğu başını eğdi patlamadan sıçrayanlardan korunmak için, birkaçı gözlerini kıstı sadece fakat hiçbiri yere çökmedi. Dağhan ise milim oynamadı olduğu yerden. Cebinden sigarasını çıkarıp bir tane ateşleyerek derin bir nefes çekti alevler arasında kalan evine bakmayı sürdürerek. Aynı saniyelerde İstanbul’un dört bir yanında patlamalar oldu. Dağhan’ın adının da soyadının da değmediği boş binalardan alevler yükseldi, camlar patladı yeryüzüne döküldü.
‘Haber verin. Dağhan Kalaycı’nın canına bırakın acısı, lafı değse kendine acıması yok. Didem Kalaycı bu saatten sonra göz bebeklerimden biridir.’ Çevresindeki dimdik duran yüzlerce adam yürüdü sitenin çıkışına. Bir bir hepsi çıktı alevler arasındaki evlerin ortasından. Sona kendisi kaldı, bir de eline silah aldığı günden beri yanında olan Yuri.
‘Meselenin kız kardeşin olduğuna emin miyiz? Bu göz dağı sadece onun için mi?’ aralarına beş adım mesafe girmiş Deha’dan sonra konuştu Yuri gözleri hala alevler yükselen evdeyken.
‘İstanbul’u oynatan her bir patlama Didem Kalaycı şerefine. Bu sitenin yok oluşu ise karımın varlığına Yuri.’
‘Çünkü Pera Alarie Kalaycı’nın hamile iken ateş hattında kalmasından kendini sorumlu tutuyorsun.’
‘Karımın olduğu hiçbir ortamda güvenlik açığı olamaz. Bu açık benim yüzümdense eğer bedelini anılarımla öderim.’
‘Senin canını yakacak nadir şeylerden biri çünkü.’ Sigarasını dudaklarına götürüp başını sallayarak Yuri’ye onay verdiğinde derin bir nefes daha çekti zehirden.
‘Sikimsonik bir manyaksın karına aşık oldun olalı.’ Öyle böyle der gibi başını salladı Dağhan.
‘Viski bulsana bana.’
‘Patlattın bütün evleri amına koyayım, nereden bulacağım ben sana viskiyi!? Daha önce dile getirsene taleplerini!’
‘Dile getirmeden bilirdin bazı şeyleri, ne o, yaşlandın mı?’ diyerek başını diğer omuzuna doğru düşürdü Dağhan. Bakışları hala alevlerdeydi, o ateş evi çevrelerken elalarına çarpıyordu. Meva’sının doğduğu günden beri kendini affetmemişti. Pera’ya olanları yaşattığı için kendine karşı bir savaşı başlamıştı. Ve beklediği gün gelmişti. Hem kendine, hem ailesine zarar vermek isteyenler için büyük bir şov düzenlemişti. Festival ateşi yoktu fakat İstanbul’a ateşten bir gömlek giydirmişti. Biten sigarasını hemen önüne atıp ayağının ucuyla ezdikten sonra yenisini yaktı.
Hala dibinde duran, bir adım uzaklaşmayan Yuri sonunda omuzlarını düşürüp nefesini sıkıntılıca bırakarak harekete geçtiğinde ayağının dibindeki sırt çantasını açıp çıkardığı su şişesini Dağhan’ın göğsüne vurdu. O hastanede olduğu gibi plastik değildi şişe, bu kez camdı. İçinde de votka değil viski vardı. Yarım ağız gülerek kapağı açıp tepesine diktiğinde içtiği her yudum boğazından midesine kadar yakarak geçti. Şişeyi açık kapağıyla Yuri’ye verdiğinde onun da tepesine dikmesini izledi göz ucuyla ama bir yandan da sigarasından nefeslendi.
‘Pera ne tepki verdi?’ derken asfalt zemine usulca çöküp oturdu. Sanki karşısında manzara var gibi hali tavrı rahattı. Yuri’de yanına oturduğunda tekrar uzatılan şişeyi parmakları arasına aldı.
‘Senin dava neticesinde sürprizin olduğunu söyledim. Tabi bilmiyor mal bir herif olduğunu çok sorgulamadı. Beni de sorgulamamış, senin ağzına sıçacak olabilir. Orasından emin değilim.’ Elini hafifçe havada salladığında Dağhan gülerek başıyla onayladı onu.
‘İstediğin gibi sadece anısı olan eşyaları aldık evlerden. Senin evden de anısı olanları, bir de isteğin üzerine çalışma odandaki o meşhur defteri ve kalem yığınını. Hayır senin de aklını sikeyim talimat verdin, al dedin ne diye kilitledin çekmeceyi? Bir masa yaptırmışsın özel kuvvetler açamaz, götümden ter aktı alana kadar.’
‘Çok küfür ediyorsun Yuri, umarım kızlarımın yanında da yapmıyorsundur bunu.’
‘Karın ve kızlarının yanında siktiğim çenemi tutamam diye konuşmuyorum Dağhan.’ Yuri’nin isyankar haline rağmen başını sallayıp hala parmakları arasındaki şişeyi tepesine dikti ve yeniden Yuri’ye verdi.
‘İlk alkolü seninle almıştım hatırlıyor musun?’
‘Hatırlıyorum, her seferinde de aklıma bin bir küfür ediyorum.’
‘Niye Fuat beyin tarafında olmayı tercih etmedin?’
‘Kazananın yanında olmayı seviyorum da ondan, sana aşkımdan değil yani.’
‘O sıralarda kaybedendim.’
‘Sen kaybedecek kadar aptal bir adam asla değilsin Dağhan. Dünya alem beni siksin ki sen bir şekilde götünü de kurtarırsın, itibarını da. Standart zeka düzeyinde bir herif gibi oynuyorsun, herkes bunu yer, her bir insan kanar bu tavrına ama ben değil. İlk tanıdığımda da farkındaydım bunun şimdi de.’
‘Beni gözünde büyütme Yuri.’
‘Dünyada ismi gizli tutulması kabul gören sayılı zenginlerin arasındasın. Bugün çevrende bende dahil kimseye ihtiyacın yok. Tek bir cümlenle istediğin ne ise ayaklarına kadar getirebilirsin. Ama sen herkesi çevrende bir amaç uğruna tutuyorsun. Koyduğumun ülkesinde herkesin biçilmiş rolleri var senin için. O gün Nida kendisi dahi bilmeden senin yönlendirmenle gelip ateş kustu sana. Çocukluk arkadaşın senin yazdığın sahneyi haberi dahi olmadan oynadı. Tehlikeli bir adamsın. Ve işin en boktan yanı bu tehlike kafanın içinde. Herhalde tahmin etmediğin tek zaman nalları dikeceğin gün.’ Başını sitemkarca sağa sola sallayan Yuri şişeyi bir kez daha tepesine diktiğinde ayağa kalkıp Dağhan’a uzattı. Adam alıp usulca kendine bakarken göz göze geldiğinde ise tek kaşını havalandırıp süzdü yüzünü.
‘Onu da biliyorum. Henüz vakti var.’
‘Neyin vakti var?’ afallamış ifadesine tekrar bakıp aldığı şişeyi tepesine dikti Dağhan. Son yuduma kadar içtiğinde ayağa kalkıp cam şişeği hala alevler arasındaki eve doğru fırlattı.
‘Nalları dikmemin.’ Gülerek göz kırpıp konuştuğunda şaşkınlıkla dudakları aralanan adama gülerek arkasını döndü. Yıllarca bir canavarı tanımak onun aksine evlatlarını ve karısını seven diğer canavarlar göz önüne alınınca işine yaramıştı.
Düşmanını bilirdi Dağhan. Düşmanı kadar dostunu da bilirdi. Onun canını ondan başkası yakamazdı çünkü en kötüsüyle büyümüştü. Sevgisiz bir herif vardı evinde çocukken. Duygusuz, düşüncesiz, empati yoksunu bir yarım akıllı. Fuat Kalaycı ona düşmanın en vicdansız olanını gösterip, öğretmişti. Kendi kanından bir şeytan büyütmüş, ona bütün açıklarını vermişti. Babasına dair tek şaşkınlığı o gün bekliyor olsa dahi kendine silah doğrultmasıydı. Çünkü elindeki kukladan bir yerden sonra cayacağını bilse bile bu kadar atik bir şekilde ummamıştı. O anı gördükten sonra ise anlamıştı. Acımak, yoktu. Kendine dahi üzülemezdi. Sevdikleri için üzüldüğünü de kimse bilemezdi.
Yavaş adımları sitenin çıkışına kadar ritmini kaybetmedi. Aynı sakinlikte, durgunlukta usul usul adımladı evlendiğinden beri karargahı olan siteyi. Her ihtimale karşın biriktirdiği planlarını doldurup boşalttı kafasındaki bardaklara. Aynı evde yaşayamıyor, sürekli taşınıyor oluşunu herkesin bir takıntı olduğunu düşündüğünü biliyordu. Fakat hayır. Hepsi Dağhan’ın hayatının basamaklarıydı. Her zaman yüzlerce planı olan bir adam olarak onlarca karargahı vardı onun, kimsenin haberdar olmadığı mabedi vardı. Bugün nasıl ki sevdiği kadın ve iki kızı mabediyse o yaşam alanları da öyleydi. Ancak artık tek bir fark vardı. Bu defa keskin çizgileri olan, açığa mahal verilmemiş, şeytanın aklına gelmeyecek düzenle tasarlanmış ve bir daha değiştirmeyeceği karargahına gidecekti. Yuvasına…
Sitenin duvarlarının dışına çekilmiş arabasına yerleşti. Elindeki kartı konsoldaki yerine yerleştirip çalıştırdı arabasını. Kısa bir dönüş alıp koyuldu yola. Pera’sının şaşkınlıkla etrafa bakınacağını, neler olduğunu anlamaya çalışacağını tahmin ediyordu. Deva’nın bu değişimden başta hoşlanmayacağını, Meva’nın muhtemelen birkaç gece huzursuz uykular uyuyacağını tahmin ettiği gibi. Bu kez hasarsız bir dünyaya adım atacaktı, en ufak bir çizgi olmadan başlayacaktı, bu yüzden de atlatacağını biliyordu. Ailesi yeni hayatlarına alışacaktı, çevresi de öyle. Birçok şey için borçlu olduğu insanlar vardı, hepsine bir bir bedelini ödeyecek veya ödetecekti. Hiçbirinin layığı bu kadar düşük değildi gözünden ancak hepsinin kabul edeceği kadarını tartıp biçmişti.
Yıllarca kendiyle sürüklenmiş dostuyla başlamıştı önce anlaşmasına. Devrim Ege Şehzade onun hayatı boyunca sevdasını ilk öğrenen insanlardan olmuştu. Derdini de kederini de bilirdi. Pera’ya yaklaşımını da sadece bu yüzden garipsememiş, garipser gibi yapmıştı. Bu yüzden de ilk el sıkıştığı insan o olmuştu. Bundan sonraki hayatlarını Güney Amerika’da devam ettireceklerdi. Şirketin bir kolu orada olacak, Devrim sır gibi kalacak, yine arada gözükecekti ortalıkta ancak hayatını dolu dolu Nida’ya ayırarak geçirecekti. Çünkü Nida’yı tanırdı. İyi bir baba olan Süreyya beyle büyümüştü, sevgi dolu bir anneyle yetişmişti. Aile olmak anne özlemi çeken bir kadına çok yakışırdı. Bu zamana kadar Devrim ve onun işleri yüzünden dizginlediği hayatının iplerini bırakacaktı. Eğer bir çocuğu olacaksa yıllar önce Dağhan’a sarhoşken bir kez dile getirdiği gibi ona evinin kapısının önünde bisiklet sürmeyi öğretecekti. Kendi boşluğa düştüğünde desteğini esirgemeyen Nida’nın buna hakkı vardı. Dostunun bunu yapıp hayallerine kavuşmasını canı gönülden istiyordu.
Sonra Pamir yerine Elfe’yi aldı o anlaşma masasına. Çünkü adı kadar emindi ki Pamir’in en kötü zamanında yanında olduğu için ona duyduğu minnet hep yanı başında durmasına sebebiyet verecekti. Bu konuda en doğru kararı Elfe’nin vereceğini biliyordu. Çekinmedi Dağhan o masada. Sanki dostu yıllardır Pamir değil de Elfe’ymiş gibi sordu. Kendi kararına bağlı olsa eğer onları da bir an burada tutmazdı fakat Elfe zannettiğinin aksine çok daha cesur davranmıştı. Hatta kendisini işaret ederek, iki üç tane dengesizden korkup yaşamımı bırakacak olsam Pera’yı ilk anda senden alırdım Dağhan benimle aptal gibi konuşma, demişti. Bu cevap beklenmedikti ona göre ancak bir süre düşünmesi adına zorlayacak olduğunda, ben düşünemem, düşünmem gereken düğünüm falan var, sen güvenli bir hayat sağlamak adına bizi de o ekibe dahil edip düşünmeye başla, diyerek çantasını aldığı gibi odasından çıkmıştı. Uzun uzun kapanan kapıya şaşkınca bakmıştı Dağhan fakat bu yanıtın değişmeyeceğinden bir kez daha konuyu açmayan Elfe’den anlamıştı.
Daha sonra ise Deha’yı aldı karşısına. Baktı kardeşine sadece. Hayatı boyunca o evin içinde o kadar çok Deha’yla göz göze geldiler ve sessiz bir anlaşma sağladılar ki soru sormadı Dağhan. Deha da sözleriyle cevap vermedi. Sadece baktılar birbirlerine on dakika boyunca ve on dakikanın sonunda Deha gözlerini usulca kapatıp açarak kendine güvendiğini gösterir bir tebessümle kalktı karşısındaki sandalyeden.
Turan’ı aldı karşısına. Yutkundular. Dağhan tıpkı Deha’da olduğu gibi sessiz kaldı, Turan’da öyle. Sadece yutkundular ve önlerindeki birer kadeh rakının bitmesini beklediler. Turan o vaktin geldiğini anladı, Dağhan karşısındaki adamın kovsa da gitmeyeceğini.
Arjin ve Deniz’le beraber bahçeye çıktı. İkisine de gülümseyerek baktı. Başka bir hayat sürdü önlerine. Bir dosyanın içinde hayatları boyunca onların standartlarını aşağı düşürmeyecek şekilde idare edecek finansmanı sağladı, kocaman ve korunaklı bir ev sundu Bali’de. Çünkü biliyordu, Deniz sıcak havayı severdi, Arjin ise kimsesizliğinde kör sokaklarda yeterince üşümüştü, daha fazlasına tahammülü yoktu. İkisi de bir an dosyaya gözlerini çevirmedi sadece kendi yüzüne baktılar. En kısa süren görüşmesi oldu bu Dağhan’ın. Arjin ve Deniz bir kere bakmadıkları dosyayı tutup yüz üstü çevirdiler, neredeyse yanında olduklarını söyleyip karşılık dahi beklemeden yanından el ele ayrıldılar.
Ceyhun’u çağırdı odasına. Onlarca seçenek sundu. Dinledi Ceyhun. Bir güvenlik şirketinin üzerine açılmasının, herhangi bir ülkede sosyal destek vakfı kurulup başkanı olmasının, bir çocuk yurdu yönetmesinin, hiçbir işle ilgilenmeden gezmesinin, sahil kasabasına yerleşmesinin veya buna benzer şeylerin tekliflerini ağzını açmadan dinledi. Her bir detayda başını sallayıp onay verdi. Dağhan’ın her kelimesinde çok garipmiş gibi kaşlarını havalandırıp dikkat kesildi. Bir saat süren Dağhan’ın tabiri caizse yaptığı sunumun bir anını kaçırmadı. Fakat sonunda sağ cebinden asla ayrılmayan zippo çakmağı çıkarıp ateşledi. O ateşte bir sigara yakıp tam ortalarındaki sehpaya bıraktı, parmağı usulca hala yanan alevin üzerinde gezindi, başını sağ omuzuna düşürüp gözlerini Dağhan’a dikti Ceyhun. Değersizliğin acısını unutamazsın abi. Atılan taşa itirazım yok, şeytan bu taşlanır, o yüzden bana bir daha bu kadar mesai harcama, diyerek bastığı parmağıyla sönen çakmağı yeniden aldı eline ve sağ cebine yerleştirerek odadan çıktı.
Kalan yüzlerce adamıyla tek tek konuştu. Hepsine olağan hayat standartlarının devamını fakat tehlikesiz olanını sundu. İçlerinden birisi dahi kabul etmedi. Araştırmayacağını, takip etmeyeceğini söyledi, yine kabul etmediler. Bir bir hepsinin gözünün içine baktı, tek tek hepsinin bakışlarından hayatlarını dinledi. Fakat birisi de uzanıp o teklifleri bağrına basmadı. Oysa hepsi biliyordu. Dağhan biraz kafası kırık adamdı, arada delirirdi, düşmanını canından bezdirirdi fakat ağzından bir söz çıkıyorsa sonuna kadar arkasında dururdu. Yani bu teklifler bir oyun veya deneme değildi. Dağhan insanları zaten böyle test etmezdi. Yine de oldukları yeri net bir şekilde belirttiler.
Aylar sürdü bu durum. Aylarca çevresinde kim var kim yoksa konuştu. Hayatını temizlediği insanlarda oldu, uzaklaşıp bir başka hayata yelken açanlarda oldu. Fakat yılmadı, aylarca nefes almadan çalıştığı düşünülen o şirkette bir bir konuştu. Kimsenin hayatına tek başına karar vermedi. Bugün yanında dizili yüzlerce adam olacakları bilerek kaldı orada. Hepsi hazırlıklıydı, hepsi farkındaydı ve hepsi kabul etmişti. Konuşmadığı tek kişi Yuri oldu. Ona da yeltendi fakat ofise girer girmez Dağhan ortaya mavi dosyayı bıraktığında henüz kapatmadığı kapıdan geldiği hızla çıkarken, siktir git Dağhan, cevabını almıştı.
Fark etmese de Pera dahi oturdu karşısına. Bir masada değillerdi, bir ofiste de değillerdi. Leblon’da, yağmurlu bir gece vakti, yatağın tam ortasında sarıldı çıplak bedenine kadının. O an her şeyi yok edip ismini yeryüzünden silmeyi düşündüğü anlardı. Gerekirse kendini yok ederdi, sırf bu yüzden sessizce dinledi Pera’nın suskunluğunu. Dudaklarından dökülmüş olan, seni benden alamayacaklar, cümlesi zihnine aktı sessiz gecede.
Henüz zamanı değil dedi kendi kendine, çünkü henüz onu Pera’sından ve kızlarından kimse alamazdı. Bunun kararını karısı vermişti ve karısının sözü Dağhan için kuraldı. Zamanı olanın bir tank güvenliğinde olan evde yaşamaları gerektiğinin, artık o gizli kutunun göz korkutacak bir şatafatla ortalığa saçılması gerektiğinin kararını verdi o gece.
Her ihtimale karşın bir vedayı dillendirdi sayfaya fakat omuzlarını yeniden dikleştirdi. Leblon’daki o yağmurlu gecede kızlarını saatlerce izledi, saçlarını okşadı, onlar için umut dolu bir gelecek hayal etti. Pera’nın yanına uzandı, gün aydınlanana, yağmur durulana kadar yüzünün her bir detayını inceledi. Tenine dokundu, kokusunu ciğerlerine doldurdu, bunu defalarca yaptı.
İstanbul’a adım atması için bineceği uçağın merdivenlerindeyken tek bir telefon görüşmesi yaptı. O görüşme İstanbul’u yaktı. Boğazın sularının söndüremeyeceği, kimsenin fark edemeyeceği alevler sardı dört bir yanı. Dağhan bunun üzerine bir şişe viskiyi aşkına en yakın şahit olan Yuri’yle paylaşıp bir paket sigara bitirdi. İstanbul’un yangınına en büyük tepkisi bu oldu. Bir de anılarını nasıl da kendi eliyle yaktığının acısı kaldı içinde. Fakat o acıya yenilmedi, aksine gülümsedi ve hak ettin Dağhan dedi.
Yaklaştığı yüksek duvarların tam ortasındaki büyük demir kapı açılırken ilerletti arabayı ve durduğu alana arabadan inmeden göz attı çevreye. Ortada duran tümüyle camdan duvarları var olan yarı yuvarlak tasarlanmış eve göz gezdirdi. Sonra o eve bağlanan yine duvarları cam köprülere, köprülerin bağlandığı ortadaki eve oranla biraz daha ufak sayılabilecek diğer evlere baktı. Senelerini verdiği projesini gururla inceledi. Sadece proje aşaması değil, inşaat aşaması da uzun yıllar almıştı.
Tamamen bitene kadar kimse buranın bir yaşam alanı olduğunu düşünmemişti. Şehirden kilometrelerce uzakta, derin bir orman koynunda, alabildiğine düz bir arazide olan yapı herkesin aklına sadece otel fikrini düşürmüştü. Fakat burası totalde 55 tane ev barındıran karargahtı. Biri Pera’sı ve kendinindi, geriye kalanlar ise hep olağan düzenindeydi. O bir evle elli dört tane yapı bağlantılıydı, bir o kadar da bağlantısız. Köprü sistemine rağmen ailesinin yaşadığı eve kimse izinsiz ulaşamazdı, keza aynı şekilde diğerleri de birbirine kafasına göre gidemezdi.
Tümüyle cam olan duvarlar özel bir sistemle donatılmıştı ve evin içi istendiği zaman bomboş görünebiliyordu dışarıdan. Kimin nerede yaşadığı ise sadece dışarıya açılan kapılardan belli oluyordu. Çünkü her birinin üzerinde bire bir yüzler ve isimler vardı. Sisteme tanımlanmış kayıtlar eve girerken okutulmuş parmak izlerinden sonra otomatik olarak aktarılmıştı.
Usulca arabasından inerken derin bir nefes aldığında gözlerini etraftaki korumalarda gezdirdi. Hepsi mum gibi duruyordu fakat bu evin yapım aşamalarını az veya çok bir şekilde bildikleri için gözlerindeki rahatlığın farkındaydı Dağhan. İstediği gibiydi. Ortamda gergin bir koku yoktu. Her an atak halinde değillerdi insanlar. Arabanın kapısını itip adımlarını tam ortada kalan eve yönlendirdi. Kenardaki dijital ekrana parmağını okuttuğunda kızılötesi ışığın açılıp göz taraması yapmasını bekledi. Epey uğraşmış, zamanını da, birikimini de almıştı burası fakat en çok para döktüğü gerçekçi olması gerekirse bu dijital güvenlik ağıydı.
‘Hoş geldiniz Dağhan bey. Ben güncel güvenlik kontrol ağınız ve akıllı ev asistanınız Aria. İçeride misafirleriniz bay ve bayan Alarie var. Pera hanım, Deva hanım misafirlerinizle beraber salondalar. Meva hanım ise odasında uyuyor. Canlı görüntü talebiniz var mı?’
‘Hiçbir görüntü karımın sorularından kaçmamı sağlayamaz Aria. Kapıyı açabilirsin.’
‘İyi akşamlar ve iyi dinlenmeler Dağhan bey.’ Elektronik sesin susmasıyla kapının kilit sistemini duyduğunda derin bir nefes alarak açılmasını izledi. Çok kez denemişti sistemi. Sırf kendisi değil, Ceyhun ve Yuri Aria’nın sınırlarını da zorlamışlardı. Gözlerine çarpan her eksiği not alıp ekledikçe eklemişler, bütün güvenlik açıklarını kapatıp bir de herhangi bir çökmeye karşı server tabanı sağlamlaştırmışlardı. Açılan kapıdan içeri adım attığında bakışları geniş salonu bulurken kaşları çatık kendine dönen Pera’yla çarpıştı hareleri. Annesinin ve babasının yanında yükselmezdi biliyordu ancak o kara bakışlar kendini bugün öyle veya böyle ilk boş anında yakacaktı.
‘Hoş geldin…’ diyerek kendine yaklaşan kadınla beraber gülümsemesini genişlettiğinde anında belini sardı tek koluyla. Pera’nın dudakları yanağına derin bir öpücük bırakırken derin bir nefes aldı.
‘Sana kapıyı da mı bu Aria denilen şey açacak artık.’ Teessüf eder gibi bakan gözlerine baktığında kendi de Pera’nın yanağına derin bir buse bıraktı. Fırça atması gereken onlarca konu varken Pera’nın ilk tercihi Aria olmuştu. Fakat bu Dağhan’ı rahatsız etmemişti. Aksine eğer Pera kendisi açmak istiyorsa kapıyı evin içindeki bu sistemi iptal edebilirdi. Sadece akıllı ev asistanı olarak yaşamına devam ederdi Aria ve kapıyı gülümseyen yüzüyle her zaman Pera açardı.
‘Meva ile ilgilendiğin bir ana denk gelirse diye açık bıraktık, eğer beni karşılamak istiyorsan bu konuda sesini kesebilirim.’
‘Açıklama istiyorum… Bir an önce.’
‘Baş başa kaldığımız ilk anda.’ Diyerek bakışlarını salonda Deva’yla ilgilenen Derya Hanım ve Alain’de gezdirdikten sonra dudaklarından kaçamak bir öpücük alıp içeri yönlendirdi kadını. Yemek masası hazırdı, herkes sakin görünüyordu fakat bir o kadar da sorgulayıcı.
‘İs kokman normal mi?’ Pera’nın kıstığı gözleriyle fısıltısını duysa da kaçmak adına Alain’in uzattığı elini sıktı.
‘Hoş geldiniz.’
‘Öyle umuyorum…’ Alain’de tıpkı kızı gibi açıklama istiyordu anlaşılan o ki. Elbette ikisiyle de konuşmuştu ancak böyle bir ortamla karşılaşacaklarını düşünmemişlerdi. Başını aldığı karşılıkla usulca salladığında Derya hanıma da başıyla selam vermişti ki üzerine atlamak için hamle yapan Deva’yı yakaladı. Tek dizinin üzerine çöküp tuttuğu ellerine ufak birer öpücük bıraktıktan sonra gülümsemesi genişledi.
‘Üzerimi değiştikten sonra o en sevdiğim kucaklaşmayı yaşayabilir miyiz fındık?’
‘En büyüğünden.’ Kız hızlıca başını sallayıp az önceki kitabının başına döndüğünde Dağhan tekrar ayağa kalktı. Ne kadar kaçmaya çalışırsa çalışsın eninde sonunda yakalanacağını bilerek kendisiyle beraber Pera’yı koridora yönlendirdiğinde kadının hala sessiz olmasına şaşırıyordu doğrusu. Şimdiye kadar yüz tane falan soru dizmeliydi ardı ardına. Hatta çoktan koridorun ortasında kendini durdurup sadece bakarak açıklama yapması için tehdit etmeli, en kötü sıkkınca nefesini bırakmalıydı. Fakat yapmadı Pera. Sıkkın nefes, yüzlerce soru, tehditkar bakış hiçbiri ama hiçbiri yoktu ortada. Basamakları çıktıklarında da bu sessizlik devam etti fakat odaya girdiklerinde Dağhan üzerindeki parçalardan kurtulmaya başladı saniye beklediği soru gelmişti.
‘Taşınacağımız zaman fikrimi alman gerekmiyor mu?’ bakışları sıkıntıyla beşiğinde uyuyan kızına döndüğünde iç çekerek gömleğinden de kurtuldu.
‘İstediğin gibi kızıp bağırabilirsin, sonuna kadar hak vereceğim güzelim ama bunu biraz ertelesek?’
‘Bahane bulman için mi diyeceğim fakat dip dibe olduğumuz onca günde bahane bulup anlatmadıysan herhalde çaba harcamazsın.’ Kaçırdığı elaları sonunda Pera’nın katran karası harelerine döndü. O bakışlarda kendini haklı görmediğini seyredebiliyordu, bu konuda epey alınmış olduğunu da, hatta kırıldığını da. Haklıydı. Alınmakta, kırılmakta ve belki de küsmekte. Fakat o uçağın basamaklarında telefonla konuştuğunda zaten duvarları yıkacağının kararını da vermişti.
‘Her şeyi tüm şeffaflığıyla anlatmak için. Bu gece. Annen ve babanı yolcu ettikten sonra uykun gelip sen konuşmayı bitirmek isteyene kadar tüm olanları anlatıp, sorularına tüm dürüstlüğümle cevap vereceğim.’
‘Şimdiye kadar da bana dürüst olduğunu düşünüyordum.’
‘Bildiğin şeylerin detaylarını hiç anlatmadım. Bahsi geçen dürüstlük detaylar. Pera…’ duşa yönelmeden önce adımlarını yaklaştırıp karşısına dikildiğinde kadının yüzünü avuçları arasına aldı. Siyah bir elmas gibi parlayan harelerine göz gezdirdi uzunca bir süre. Bu bakışı tanıyordu. Deva’yla tanıştıktan sonra kim olduğunu öğrendiğinde de bu kadar hırçın bakmıştı. Aynı sert duvarlar o zaman da vardı bakışlarında. Aslında boyla hırçın olmasını seviyordu.
Kendisinin usul izlemesine rağmen aralarında olan santimlik mesafeyi de en aza indirgedi Pera. Parmakları Dağhan’ın tenine temas ederken nefesi adamın dudaklarına çarpıyordu.
‘Tek bir cevabından dahi tatmin olmazsam Dağhan, seni kendi evinden kovarım.’ Kaşları anladın mı dercesine havalandığında alt dudağını ısırarak başını salladı. Şeytanla anlaşma sağlamak, Pera’nın karşısında direncini korumaktan daha kolay olurdu. Karısından korktuğu gerçeğini gizleyemezdi o. Tamam sevdasını, gönlünü herkese gizler, Pera’ya gösterirdi fakat herkesin kendinden korktuğu o deli damarına Pera bir kez şahit olsa dahi umursamazdı biliyordu. O kafayı yemiş halini karşısına çıkarsa kadın yine kafa tutar, yine kazanırdı.
‘Duşa girecek zamanım var mı? En azından evinden kovarsan duş almış olayım diyorum.’ Bu kez kadın başını sallayarak onay verdiğinde hala avuçları arasında olan yüzü tekrar inceleyip alnına dudaklarını basarak banyoya yöneldi.
Evden atılır mıydı, atılmaz mıydı bilmiyordu. Pera’da bunu yapacak gücün olduğunun bilincindeydi fakat karşısındaki kadın onun karısıydı. Bu yüzden tüm dürüstlüğümle demişti. Okuyordu onu Pera. Çoğu erkek gibi aptallaşıp anlamaz diyerek baştan savma iş yapamazdı. Onun kadını ruhunu, aklını, bakışını anlardı. İliğinden, kemiğine kadar hissederdi. Zaten çoğu erkeğin bu yüzden kaybettiğini iyi bilirdi. Kadınlar hisleri fazlasıyla kuvvetli fakat aklına düşeni konduramadıkları için kanmayı seçen varlıklardı. Bu yüzden anne deniliyordu onlara. Dağhan sözlü iletişim kurabildiği için Deva’nın sıkıntısını, problemini anlayıp çözebiliyordu ancak Meva konusunda tam bir fiyaskoydu. Pera ise ağladığında karnı mı açıktı, huzursuz mu, korktu mu, bir ihtiyacı mı var biliyordu. Annelik sevdiği kadının omuzlarına ağır bir yük gibi yükleyeceği sıfat değildi ancak kabul etmesi gerekirse o sıfatın karşılığını çok iyi veriyordu Pera.
Aldığı duştan sonra üzerini giyinip aşağı indiğinde hareleri ilk olarak Pera’nın kucağındaki kızına takılı kaldı. Düşündüğü kadar huzursuz değildi. Dahası sanırım bu huyu da Pera’ya çekmişti. Olduğu yere hızlıca adapte olabiliyordu Meva. Bakışları bu kez Deva’yı bulduğunda kendine dönen ve parlayan o okyanus bakışların güldüğünü gördü.
‘Fındık.’ Diyerek tek dizinin üzerine çöktüğünde ise her seferinde huzurlu hissettirdiği o şeyi yaptı Deva. Elindeki hikaye kitabını kenara fırlattı, gözlerinde olan gülümseme dudaklarına yansıdı, tek bir kelimeye daha ihtiyaç duymadan kendine koştu. Dağhan’ın hissetmediği ama kendi kızlarına hissettirmeye ant içtiği güvenli olarak tabir etmeleri gereken yere kollarına sindi. Sıkıca kavradığı zayıf bedenle beraber ayağa kalktığında incecik kollar hala boynuna sarılıydı.
‘Sevdin mi yeni evimizi?’ sorusuyla boynundaki kollar gevşediğinde sonunda yine göz göze gelebilmişti Deva’yla.
‘Filmlerdeki gibi burası, çok sevdim. Ceyhun abi bütün evleri gezdirdi bana. Herkes burada olacakmış.’ Anlatırken çocuksu heyecanıyla büyüttüğü gözlerine güldü Dağhan.
‘Odanı sevdin mi peki?’ sorusuyla Deva ikilemde kalsa da kafasına taktığı veya rahatsız olduğu her ne ise bir şekilde dile getireceğini biliyordu Dağhan.
‘Biraz fazla pembe gibi.’
‘Sen pembeyi severdin ama?’
‘Seviyorum ama biraz büyüdüm. Artık siyahı da seviyorum.’
‘Siyah.’ Kaşları şaşkınlıkla havalansa da Deva anında başını sallarken gülümsemeye çabaladı.
‘Siyah senin hayatında yer edinmesin diye neleri feda ederim bir bilsen…’ fısıldar gibi olsa da Deva hala net bir tepki beklediği için kızın yanağına derin bir öpücük bıraktı.
‘Ben pek siyah sevmiyorum, başka bir renkte anlaşsak? Mesela mor?’
‘Masa hazır.’ Deniz’in sesiyle bakışları kış bahçesi gibi ayrılmış yemek odasına döndüğünde diğerinin kendilerini izlediğini fark ederek o tarafı işaret etti.
‘Mor da pembe gibi. Turuncu olur mu?!’
‘Çok güzel olur fındığım. O zaman seninle ilk fırsatta odanı turuncu yapıyoruz.’
‘Biz mi yapacağız!’ Deva’nın gözleri yine şaşkınlıkla büyüdüğünde sandalyesine yerleştirip saçlarının arasına bir buse bıraktı. Kendi de sandalyesine oturduğunda başını onaylarcasına sallamıştı.
‘İkimiz de görev ve sorumluluklarımızı yerine iyi şekilde getirirsek biz yapacağız.’ Çorbalar servis edildiğinde bakışları yeniden Pera ve Meva’yı buldu. Liya, Meva’yı kadının kucağından aldığında ise sonunda hareleri Alain ve Derya hanımı bulabilmişti.
‘Açıklama bekliyorsunuz benden haliyle…’ diyerek üç kaşık aldığı çorbasından geri çekildiğinde Alain’in herhalde der gibi olan hali gözünden kaçmıyordu.
‘Bu tesisin yapımına yıllar önce başladım. Son dönemlerde, daha doğrusunu söylemek gerekirse hayatınıza dahil olduğumdan beri neler yaşandığını biliyorsunuz. Açığını isterseniz ailemin güvenliğini sağlamak ilk amacım. Sizin elbette benim ve Pera’nın yaşayacağı eve müdahale etmeyeceğinizi biliyorum.’ Alain ve Derya hanım başlarını onay verircesine sallarken Dağhan derin bir nefes alıp Deniz’in değiştirdiği tabağıyla alt dudağını dişleriyle ezdi.
‘Bunun hadsizlik olacağını biliyorum. Yani, damadınız olarak size sunacağım teklifle kızabilirsiniz de elbette. Fakat olayı şöyle açıklayayım, burası kapsamlı bir yer. Ailem, sevdiğim insanlar dediğim gibi güvende olsun istedim. Tercih elbette sizlerin ancak kabul ederseniz sizin de burada bir eviniz var. Durumu lütfen yanlış anlamayın. Sizin bileğinizle sahip olmadığınız herhangi bir şeyi kabul etmeyeceğinizi biliyorum. Hele ki benden asla, farkındayım bunun.’ Derya hanım şaşkınca Pera’ya dönse de Alain öyle der gibi başını sallıyordu.
‘Damadımın malında elbette hayat sürmeyeceğim Dağhan.’
‘Kızınızın olsa peki?’ sorusuyla az önce Derya hanımın Pera’ya olan bakışları şaşkınca kendine dönmüştü. Pera’nın ise akşam çekeceği sorguya epey soru biriktirmeye başladığını biliyordu.
‘Anlamadım.’
‘Şöyle ki, bu tesis yerdeki taşından, göğe uzanan ağacına kadar Pera’nın mülkiyetinde. Tesis sonundaki konutlarla ilişiği olmayan ev hariç. Yani benim adımın geçtiği sadece yapay zeka ev asistanı ve kapıdaki yer. İçimizin rahat etmesi, güvenliğiniz, torunlarınızın kalabalık bir ailede büyümesi için bu teklifimizi kabul ederseniz seviniriz.’ Alain’in gözleri hala masada olan Deva’ya döndüğünde Dağhan harelerini Pera’nın siyah elmaslarına çevirdi. Mimik olmayan yüzünden dahi görüyordu neden sorusunu.
‘Bizim bunu düşünmemiz gerek.’ Diyen Alain’le beraber başını anlayışla salladığında harelerini tekrar tabağına çevirdi. Tartışma çıkabilecek bir konu da böyle açıklanmıştı, yanıtı yoktu belki ama teklifini sunmuştu. Alain işin iç yüzünü öğrenmek adına kendiyle bire bir konuşacaktı biliyordu, ona da yeterince net cevapları vardı zaten.
Biten yemeğin ardından oturma gruplarına geçtiklerinde Pera uzunca inceledi oturanları. Dağhan’ın dibinden ayrılmayan kızını, annesinin ve babasının masadaki teklife gergin olan ama yine de Dağhan’da art niyet görmedikleri için huzurlu hallerini inceledi.
‘Fındık, pijamalarını giy hadi bakalım. Geliyorum ben.’ Dağhan kızını kollarının altından tutup zemine bastırdığında normalde itiraz edecek olsa da önce Alain’e ardından Derya hanıma sarılmış, son olarak da kendi yanağına derin bir öpücük bırakıp koridora yönelmişti.
‘Ufak bir sözüm var, geliyorum birazdan.’ Dağhan’da hemen ardından ayağa kalkarken gidişini inceledi adamın. Verdiği sözleri tutardı, Deva’ya verdiği bir söz varsa eğer işini gücünü yarım bırakır yine yapardı. İyi bir sevgiliydi Dağhan. İyi bir baba, iyi bir abi, iyi bir evlattı. Tanıdığı günden beri inceydi zihni ve kalbi. Kimseyi kırma gibi derdi yoktu ancak o kadar köşeliydi ki bazen çarpardı insan sivri yerlerine. Fakat güzel severdi. Derin, anlaşılır ve bir o kadar anlaşılmaz bir gönül bağı kurardı. Masadaki teklife normalde hadsizlik diyerek kıyametler koparacak babasıyla dahi derin bir gönül bağı vardı.
‘Sen ne diyorsun bu duruma kızım?’ diyen Alain’le beraber koridordaki bakışlarını babasına çevirdi.
‘Kararınıza saygı duyarım elbette baba. Dağhan sadece bir arada ve güvende olmak istiyor.’
‘Sen ne diyorsun dedim. Dağhan’ın isteklerini ona sorarım ben. Kıymetlimizsin sen bizim. Burada mutlu musun, huzurlu musun?’ dudakları son iki soruyla kıvrıldığında tebessümü tüm yüzüne dağıldı. Annesi biraz daha dili sivri olduğu için bu tür konularda konuşmazdı, konuşursa tartışırlardı fakat babası, onun hep sırdaşıydı. Çoğu genç kadının annesiyle paylaşacaklarını Pera babasıyla paylaşmıştı. Annesi dinlemez diye değil, o da dinlerdi, anlardı ancak koruma güdüsü sivriltirdi. Doğrusu burada olmak, bir anda gelmek huzursuz etmişti Pera’yı. Fakat bir anda ortaya çıktığı ve haberi olmadığı içindi huzursuzluğu. Mutluluk ise Dağhan’dı. Güveni kırılmış her yanı yapıştırıp, çiçeklerle süsleyen sevdiği adamdı. Ve burasının açıklama istese bile boşuna ortaya çıktığını düşünmüyordu.
‘Sizin de burada olmanızı isterim. Sizinle hep mutlu ve huzurluydum. Annem ve babam olarak güvenli, sağlam, kendim olabileceğim bir hayat verdiniz bana. Ailemsiniz. Ve ben o içinde büyüdüğüm korunaklı aileden sonra bir aile kurdum. İkiniz kadar güven veren, mutlu, huzurlu, sağlam ve kendim olabildiğim bir aile. Anlıyorsun değil mi ne demek istediğimi?’ bakışları babasından usulca annesine döndüğünde onun dudaklarındaki ufak tebessümle sızlayan burnunun direğini hissetti. Dolacağını hissettiği gözleriyle iç çekip derin bir nefes aldığında toparlanması gerektiğini biliyordu. Çünkü bu hüzün değildi. Söyledikleri o kadar içtendi ki, ailesinin bunu hüzün olarak algılaması taraftarı asla değildi.
Sessizlikleri içinde geçen on dakikadan sonra yaklaşan ayak sesleriyle koridordaki Dağhan’ı buldu hareleri. Adam usulca kenardaki cam dolaba ilerleyip iki kadeh ve bir şişe viski alarak bahçeye açılan kapıyı aralamıştı.
‘Konuşalım mı biraz?’ diyerek babasına baktığında onun itirazsız ayağa kalkmasıyla çıktılar dışarı. Babası ve sevdiği adamın bu kadar kafa kafaya verip konuşacağını düşünemezdi Pera. Genelde Alain’in damadına karşı daha sert bir tutumu olacağını düşünürdü. Ki zaten henüz Dağhan hayatına girmeden sık sık babası kim olursa olsun sevmeyeceğim seni benim evimden alanı dediği için aklına yazılmış kural gibiydi.
‘Seni böyle hayal edemezdim hiç.’ Dalıp giden gözleri annesinin sesiyle kapıdan çekildiğinde gülüşü büyüdü.
‘Nasıl hayal ederdin Derya sultan.’ Diyerek kenardaki çay fincanını alıp kadının yanına geçmek için ayağa kalktı.
‘Sert bir kabuğun vardı hep. Benim gibi. Tavizsiz, kuralcı…’ diyerek Derya hanım gülüp koltuğun sırtına kolunu yaslamış kızının elini okşadı.
‘Ama sende beni ve babamı sevdin.’
‘Sevdim, canımdan çok hem de. Yine de bunu artı söylemem bir şey ifade etmez fakat Dağhan’la çok sevsen de yürümeyeceğini düşündüm.’
‘Neden?’ kaşları şaşkınlıkla havalandığında Derya hanım gülümsemesini genişletti.
‘İkiniz de çetin cevizsiniz o yüzden. Çok restleşir, huzursuz olursunuz zannettim. Hep beraber senin evinde yemek yediğimiz akşamı hatırlıyor musun?’ Pera başını onay verircesine salladığında Derya hanım derince iç çekti.
‘Evlilik konusunu açtığımda Pamir boğuluyordu az kalsın.’ İkisi de kahkahalarını tutamazken Derya hanım yeniden iç çekti, ‘Dağhan’ın bakışları ise direkt seni buldu.’
‘Aramızda o anda bir şey yoktu anne.’
‘Dile dökülmemiş olması yok anlamına gelmez güzel kızım. Dağhan’la ilk yüz yüze geldiğimizde de, o yemekte de gönlü sendeydi. Dağhan için en büyük tedirginliğim de buydu zaten. Düzensiz bir aile, evlat olması gerekirken kardeşine baba olmaya çalışan bir adam, sevmeyi biliyor ama türlerini karıştırır diye korktum açıkçası. Dağhan annesine dahi baba olmaya çabalayan bir adamdı. Mecburen farklı roller üstlenmişti. Sen aile kavramında herkesin yerini bilen bir kadındın. Bizim yerimize bir rol üstlenmek zorunda değildin. Dağhan’ın baba karakteri o kadar baskındı ki tanıdık geldiği için sevdiğini zannettim. Tek bir şey atladım, o karıştırsa da senin baba ve sevgiliyi ayırabileceğin ayrıntısı.’
‘Peki şimdi ne düşünüyorsun?’
‘Aileler ile çatışmasında o üstlendiği rol işine yaradı Dağhan’ın açıkçası. Fakat Deva hayatımıza dahil olduğunda senin Dağhan’ın halini hareketini değil, merhametini, yüreğini sevdiğini gördüm. Şimdi geriye çekilip bakınca bilmediğimiz o kadar şey ortaya çıktıktan sonra anlıyorum ki kaybettiğini düşündüğün onca umuda rağmen sen zaten kızına babasını, kendine yüreği sağlam bir sevgiliyi bulduğun için sevmişsin Dağhan’ı. Neden sevdim diye sormamak adına kendin için en iyisini bulmuşsun. İnsan evlendikten sonra neden sevdim ki diye sorarsa, üzerine bir de cevap için çaba harcarsa çok harap olur.’ Derya hanımın cümleleriyle Pera gözlerini tekrar yanında kalan bahçeye çevirdi. Orada öylece oturan arada dudakları keyifle kıvrılıp gülümseyen, bazen birbirlerine hak verircesine baş sallayan babasına ve sevdiği adama baktı.
Bir kadın için ailesi ne kadar doğruysa veya güvenlerini ne kadar fazla hissediyorsa aile kurmaları da o kadar güvenilir oluyordu. Çünkü kendisini el üzerinde tutan, onu dinleyip anlayabilen, annesiyle iletişimi kuvvetli bir babadan sonra daha azını kabullenemezdi kız çocukları. Hata elbette yapardı ancak dönülmez yollar olmazdı. Pera için de en güven verici taraf buydu. Nasıl bir sevgili istemediğini, nelere iltimas göstereceğini, nereden sonra artık sabrı kalmayacağını biliyordu. Herkes değişirdi, her ilişki evrimleşirdi ancak bu başka bir durumdu. Dağhan’a duyduğu sevgi ve onun gösterdiği sevgi durum diye adlandırılmayacak kadar derindi.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
1.3k Okunma |
294 Oy |
0 Takip |
86 Bölümlü Kitap |