83. Bölüm

Bölüm 80 - Sen ve Seninle Olanlar

Ceren Öztürk
biceruvar

 

 

Selamlar canım Butimar'larım, biricik kuşlarım. Yeni bir bölümle geldim. Biraz gözyaşı diyeceğim yalan olacak, benim için bayağı gözyaşı olan bölümlerden biriydi çünkü. Okuduktan sonra sizlerin de fikirlerini bu konuda merak ediyorum, çünkü sürekli iç çekerek yazdığım gerçeğini atlamayalım...

Herkesin hüznü kendine dediğim anda Irmak Hale ve Dağhan ikilisinin çektikleri dram boynumun kıldan ince olmasına neden oluyor. Tek başına büyümek zorunda kalmış kadınlar ve koca kalabalıkta yalnız kalmış adamlar o kadar çok var ki, yazdıkça daha iyi anlıyorum, daha çok görüyorum. Fakat fark ettiğim bir gerçekte böyle insanların kaçmak yerine savaşmaları... O yüzden ayrı bir yerdeler Dağhan ve Irmak Hale benim için. Sımsıkı sarılıp ben yanınızdayım diyeceğim, ağlarken hıçkırıklarımı tutamadığım, omuzları dik olunca kendi kendime gururla satırlara baktığım, güldüklerinde içimde kelebekler uçmasına sebebiyet veren çocuklarım onlar. Hep iyi olmasını istediğim reel hayattaki insanlar gibi hayali dünyamdaki süper güçleri sevgi olan güzelim kahramanlar. İyi ki varlar. Onlarla beraber bu ipin ucunu bırakmama farkında dahi olmadan engel olduğunuz siz de iyi ki varsınız...

2022'den beri iki yıldır devam eden bu kocaman serüvenin içinde 2024 sene sonu klasiği gibi Aralık ayı içerisinde Anıt Sayaç bilgisi bırakmadan atlamayacağım elbette. 2024 Ocak ayından 2024 Aralık ayına kadar aramızdan acı, ızdırap ve yaşam hakları ellerinden çalınmış halde ayrılan canım 422 hemcinsim... Yaşamalarına izin verilmeyen bu dünyaya rağmen ışıkların arasında olsunlar. Elbet bir sonu olacak bu hikayenin fakat ardınızdan, zor kullanılarak, şiddet görerek geçip gitmiş sadece sayı gibi görünen 422 hemcinsim ve daha nicesine yaşananlar tekrar etmesin diye ses çıkarmaktan onur duyuyorum. Ses çıkarmaya da devam edeceğim, gürültü zannedilse dahi. Şimdi bölüme geçelim...

Sizleri bölüm duyuruları ve paylaşımımızın daha da çoğalması adına instagrama beklediğim gerçeğini atlamayalım lütfen...

Instagram: BiCeruVar

 

 

---------------------------------------------------------------

Dünyanın hangi mevsimde sabit kalacağı asla belli değildi. Bölgeler arası süregelen mevsim değişiklikleri ise insan hayatındaki değişimler gibiydi. Bazen yaz, bazen kış, bazen sonbahar veya ilkbahar. Pera’ya kalırsa yaşadığı yerde mevsim kış dahi olsa Dağhan yanındaysa, çocukları iyiyse her mevsimi İzmir sıcağında gibi hissedebiliyordu. Fakat artık bir şekilde İstanbul’un hava şartlarına uyum sağlamak zorundaydılar.

Keza hala yaz havasında olan iki ufaklığa baktığında bunda başarılı olamadıklarının da bilincine varmıştı fakat yine de gülümsemesini büyüttü. Bir an önce üzerlerini değişmeleri gerekiyordu çünkü yaklaşık yirmi dakika sonra piste iniş yapmış olacaklardı. Meva’nın bu konuda daha az hareketli olacağını düşünerek önce onun üzerini değişmek adına girişimde bulunduğunda Dağhan’ın da Deva ile mücadelesine istem dışı kulak misafiri oluyordu.

‘Baba sıcak ama sıcak…’ zeytin çekirdeğinden hallice olmuştu, haliyle Brezilya’nın hava şartları o kadar kemiğine işlemişti ki hafif serin olan uçağı dahi hissetmeden altında kot şort, üzerinde beyaz askılı ile Dağhan’ın elindeki kazağa itiraz ediyordu.

‘Fındık İstanbul’da kar yağıyor, ne sıcağı?’ fındık mı gerçekten diye düşündü Pera. Çünkü kendisi gibi beyaz tenli olsa da kendinin tam aksine enteresandır bronzlaşabilen bir çörekotu görüyordu orada.

‘Ama ben üşümüyorum…’ derken u harfini uzatıp bir de boynunu bükmüştü Deva. Fakat Pera adı kadar iyi biliyordu Dağhan’ın bu numaraya düşmeyeceğini. İdmanlı bir adamdı. İdmanın en büyük ve sert halini Deva yaptırmıştı ona.

‘Şu an üşümemen normal fındık ama birazdan hava soğukluğu alnımızı karışlar.’ Diyen Dağhan’la beraber Deva önce kazağa ardından babasına, daha sonra annesine ve yeniden babasına bakarak kaş çattı.

‘Alnımıza kaş ne yapar?’ sorusuyla beraber Pera kendini tutamadan kahkahayı bastığında Dağhan’da gülüşünü gizlemek istercesine başını eğdi.

‘Kaş değil kızım karış. Bak bu bir karış.’ Baş ve serçe parmağını açarak aradaki mesafeyi gösterdiğinde Deva hala anlamamış halde bakıyordu, ‘Söylediğim mecazi bir cümle.’

‘Evet dokuz yaşındaki bir çocuğa mecaz ne demek tam da şu an açıklayalım.’ Pera’da umutsuzca başını salladığında Dağhan derin bir nefes alarak dudaklarını ıslattı. Deva an itibariyle en sakin zamanlarını yaşarken kazağı bir anda başından geçirdiğinde ufaklık sanki şok olmuş gibi mavi gözlerini gölgeleyen kirpiklerini kırpıştırmaya başlamıştı.

‘Mesela gibi bir şey. Şimdi Deva’m, beni dinler misin?’ dediğinde hala tuttuğu kazağın kolunu göstererek boynunu büktü Dağhan. Karşısında Deva var ise kavga etmek istemiyordu, hele ki onun moralinin bozulup ağlamasını asla fakat ufaklık resmen sendromdan sendroma koşuyordu. Olmazdı ki böyle. Zaten ne zaman modu düşüp gözleri dolsa sanki Pera’yı ağlatır gibi hissediyordu, o daha çok daraltıyordu Dağhan’ın içini.

‘Babacım…’ Deva hala tam olarak giymediği kazakla beraber kollarını Dağhan’ın boynuna sardığında derin bir nefes aldı adam. Yok bu ufaklık sadece ikna etmek adına hayatı seviyordu. Sadece ikna olsun diye Dağhan’la karşılaşmışlardı. Pera’dan da yardım istemiyordu böyle bir durumda. Çünkü baştan beri çocuklarla iletişim halinde oldukları durumlarda ikisinden birisi müdahale etmeyecekti, böyle anlaşmışlardı.

‘Babam…’ kollarını ufaklığın bedenine sarıp kucağına çektiğinde omzuna yaslanan başla beraber Dağhan iç çekti anında.

‘Lütfen… İstemiyorum giymek, sen bana çok sarılırsın üşümem ki.’ Ufaklığın çıplak kolları hala boynuna sarılıyken Dağhan çoktan pes etmişti bile.

‘Benim montum kabul mü?’

‘Bir tanesin sen!’ sorusu biter bitmez yanağına kocaman bir öpücük bırakan ufaklık bedeninden kopmuş az önce boynuna geçirdiği kazaktan kurtularak gülüşünü daha çok ortalığa saçmıştı. Kemer ikaz ışıklarıyla beraber Deva koltuğuna yerleştiğinde Dağhan kısa bir anlığına Pera’yla göz göze gelse de onun elimden bir şey gelmedi omuz silkmesiyle gülümsedi kadın. Dağhan’ın da zayıf noktası Deva’ydı işte. O ufak bücürük de bunu çok iyi kullanıyordu.

Kısa sürede piste inen uçakla beraber harekete geçtiklerinde sabahın ayazı da içlerine işler gibiydi. Dağhan kucağındaki Deva’yı montuna daha çok sarıp başına da onu kaybedecek şapkayı çektiğinde uçağın basamaklarını bir bir indi. Henüz bekleyen minibüse Pera yerleşmişken sırtında hissettiği ceketle bakışlarını arkasına çevirdiğinde Arjin’e başını hafifçe sallayıp teşekkür etmekten kaçınmadı.

‘Sadece inat ettiğin için baban hastalanabilir Deva, farkındasın değil mi?’ Pera puseti koltuğa sabitleyip koca şişme montun içinde kaybolan kızına baktığında onun gözlerini anında Dağhan’a çevirdiğinin farkındaydı.

‘Üşüdün mü?’ dudağını sarkıtıp yüzünü düşürürken mavi boncuktan hallice bakışları da direkt olarak Dağhan’ın elalarına odaklıydı.

‘Üşümedim babacım. Hasta olmam muhtemelen ama sende inat etme olur mu?’ o masumane hale kim olsa kıyamazdı ki Dağhan’da kıyamamıştı. Deva’nın yüzüne dökülen saçlarını okşayıp geriye çektiğinde derin bir nefes aldı anında.

‘Etmem ama ben inat için yapmadım ki. Özür dilerim anne.’ Pera’nın kaşları anında havalanırken kızının aslında bu çabasının ve direnişinin nedenini de merak etmişti.

‘Neden yaptın peki?’

‘Ben babamın kokusunu çok özlüyorum. İşe gidecek ya, montu benimle kalsın diye yaptım.’ Pera’nın gözleri Dağhan’a dönerken onun nefesinin ciğerine takılı kaldığını anlamıştı. Gözleri öyle bir keşke ile Deva’dan kaçmıştı ki oturup elli kez düşünse bu bakışlara rastlayacağını düşünmezdi.

‘İşten gelecek ama.’ Diyen Pera ile Deva anında omuz silkerken Dağhan derin bir nefes daha alarak kaçırdığı bakışlarını Pera’ya çevirdi.

‘Davayı hallettikten sonra Fransa’ya mı gitsek?’

‘Saçmalama Dağhan.’ Dalga geçerek gülmeye başladı Pera, bu cidden dalga geçilecek bir durum olurdu fakat adamın yüzünde böylesine bir ciddiyet olmasaydı. Başını şaşkınlıkla sağa sola sallasa da Dağhan’ın gayet ciddi olduğunu aracın ön kısmıyla bağlantıyı kesen ekranı anında indirip bakışlarını Arjin’e çevirmesiyle anladı.

‘Şirkette işler ne alemde?’

‘Sıkıntı yok abi, görüşmelerini de, gereken evrakları da online hallettin zaten.’

‘Diğer konuda?’

‘Sıfır güvenlik açığı.’

‘Üç gün sonra Fransa için dördümüz adına işlemleri hallet.’ Dediğinde sanki çok doğal bir durumdan bahseder gibi Arjin başını sallayıp onay vermişti anında. Aradaki ekranı tekrar yukarı çeken Dağhan’la Pera ciddi misin bakışlarına devam ettiğinde çoktan sitenin içine girmiş, hatta evin önüne park eden araçla gülümsemişti adam. Ciddiydi, olabileceği en sağlam şekilde ciddiyetini koruyordu hatta. Kapı açıldığında önce pusetti ki Meva’yı Arjin’e vermiş ardından Pera’nın inmesini beklemiş ve son olarak Deva’yı kucağına aldığı gibi kendi de inmişti. Evin açık kapısından içeri daldığında oturma gruplarına yönelerek ufaklığı koltuğa bırakıp derin bir nefes aldı dizlerinin üzerine çökerken. Pera ve Meva yukarıdaydı, az önce merdivenlerden inip dışarı çıkan Arjin’de bu durumu destekliyordu. Fakat Dağhan hazırlanıp çıkmadan önce Deva’yla ufak bir anlaşma sağlamalıydı.

‘Seninle bir anlaşma yapalım olur mu?’ dediğinde Deva hala içinden çıkmadığı montla başını salladı anında, ‘Hafta sonları sen, annen, kardeşin ve ben hep beraber gezelim. Fakat hafta içleri sende derslerine çok güzel çalış. Özlem meselesine gelirsek, bunu içinde tutma bir daha olur mu? Ne zaman özlersen bunu bana söylemen yeterli. Bazen çalışmaktan farkına dahi varamıyorum ama sana da, annene ve kardeşine de hep sarılmak istiyorum Deva. Sizin kokunuz benim cennetim fındığım…’

‘Sana bir şey itiraf edeyim mi baba?’ tebessüm eden yüzüyle mırıldandığında Dağhan başını onay verircesine sallamıştı ki ufaklık boncuk gözlerini utançla kaçırıp montun içinde kalan parmaklarıyla uğraşma çabasına girdi, ‘Sen bazen işten çok geç geliyorsun ya, ben uyuyor oluyorum.’ Bakışları tekrar Dağhan’ı bulduğunda onun yeniden başını sallamasıyla iç çekip tekrar harelerini kaçırdı, ‘Aslında uyumuyorum, sen üzerimi örtüp saçımı sevince mutlu oluyorum çünkü. Bekliyorum seni.’

‘Daha erken gelmeye çalışacağım, söz. Ben uyuturum seni.’ Boynuna dolaşan kollarla beraber Dağhan derince soluklandığında kızının başına dudaklarını bastırdı.

‘Bugün ufak bir işim var, üzerimi değiştirip gidip onu halledeyim. Sende Deniz ablana yardım et, yemek için, ananen ve dedeni çağıralım, güzel bir yemek yiyelim. Olur mu?’

‘Olur baba.’ Boynundan ayrılan ince kollarla gülümseyerek ayaklandığında Deva içinde kaybolduğu monttan kurtulup koşar adımlarla mutfağa yönelmişti. Dağhan ise başta montu alacak olsa da vazgeçip adımlarını merdivenlere yönlendirdi. Onca kıyafetin içinde bir montun Deva’da kalması dert edinceği bir durum değildi. Hatta tek montu dahi olsa Deva’nın söylediklerinden sonra üzerinde bir gömlekle buz gibi havaya çıkardı, gocunazdı bundan. Fakat hepsi bir kenarda kalacak olursa Nida’ya gerçek bir teşekkür borçluydu. Belki de Nida gelip ortalığı ayağe kaldırmasa ailesine nasıl bir özlem yaşattığını çok geç fark edecek hatta fark etmeyecekti.

Basamakları çıktıktan sonra odanın kapısını araladığında zerre huzursuzluk çıkarmayan Meva’nın bilmem kaçıncı uykusuna daldığını görerek tişörtünü giyen Pera’ya yaklaştı.

‘Gerçekten Fransa’ya gitmeyeceğiz değil mi? Deva sürekli alışamaz buna. Okula gitmesi gerek.’

‘Anlaştık onunla az önce. Hafta içi derslerine çalışacak, hafta sonu tatil yapacağız dördümüz.’ Yanına yaklaştığı kadının belini sarıp kendine çektiğinde dudaklarının üzerini sertçe kapatıp geri çekildi, ‘Ben şu soy davasına geçeceğim. Uzun sürer, oradan şirkete uğrarım. Akşam Alain ve Derya hanımı yemeğe davet edelim.’

‘Yorulmaz mısın sen be adam.’

‘İşin ucunda sen varsan asla.’ Gülerek konuştuğu sırada Pera’da gülümseyip yanağına derin bir öpücük bıraktı. Birisi Pera’ya hayatındaki hangi anı kayıt almak istediğini sorsa kadın kesinlikle Dağhan’ın kızlarla geçirdiği zamanlar derdi. Dağhan’a dair kendinde de çok güzel hatıralar vardı fakat Deva ve Meva ile olanlar Pera’ya çok daha başka geliyordu. Dağhan’ın onlarla ufak bir çocuğa dönüşmesini, zarar vereceğim korkusuyla olabildiğince naifleşen tavırlarını, birileri bir şey konuşurken dinlemese dahi Deva konuşmaya başladığında uğraştığı her detayı kenara bırakıp dikkatle onun anlattıklarını dinlemesini izlemek hoşuna gidiyordu. Bütün bunların yanında Dağhan’ın gözlerinde arada sırada rastladığı bir ifade vardı, o ifade ise canından can alıyordu adeta. Çünkü Dağhan bazen çok uzaklara kızlara bakarak dalıyor ve gözleriyle yüzlerce kez özür diliyordu. Pera bunu anlatıp açıklayamazdı. Sevgi ve merhametle bakan Dağhan’ın bir anda hüzüne boğulan elalarını kelimelere dökemezdi.

Bakışları giyinme odasından çıkan adamın gözleriyle çarpıştığında derin bir nefes alarak havalandırdı kaşlarını. Dağhan hapisteyken Deha’nın anlattıklarını hatırlıyordu da o zaman onun bahsettiği mesleğine aşık adamı şu an karşısında görüyordu. Her durumda kendine özenen bir adam olmuştu fakat bu sabah öyle genel hazırlanışlarından değildi. Bu sabah parfümünün kokusu tüm odaya savruluyor, jilet gibi tabirine uyan takımına özenle taranmış saçları eşlik ediyordu. Dudaklarındaki gergin bir tebessüm vardı ve o tebessümle beşikte uyuyan Meva’ya yaklaşsa da kızını kucağına almıyordu. Bu takım elbisesi kirlenecek, kırışacak diye değil de parfüm rahatsız edecek diyeydi. Pera bunu tahmin edecek kadar tanıyordu Dağhan’ı.

‘Evet güzelim, baban baban gibi kokmuyor.’ Diyerek parmağının dışıyla Meva’nın buruşturduğu yüzünü okşadığında iç çekmekten de kaçınmamıştı.

‘Uçaktan indiğimizde Irmak’ın mesajı düştü.’ Mırıldanıp gözlerini kızından sevdiği kadına çevirdi Dağhan. Pera devam etmesi adına başını onaylarcasına sallarken yatağa yaklaşıp alel usul oturmuştu ki omuz silkti, ‘Benden beklemediğim bir şey rica etti.’ Diyerek devam ettiğinde kadının kaşları merakla havalandı bu kez.

‘Ne rica etti peki?’

‘Deniz’le konuşmamı istemiş. Irmak sadece soyadını değiştirmeyecek.’ Pera’nın büyüyen gözlerine bakışlarını çevirdiğinde dudaklarında da ufak bir gülümseme vardı Dağhan’ın, ‘Adının da değişmesi için başvuruda bulunmuş. Deniz’e nasıl anlatacağını bilememiş, açıklarken yanında olmamı, daha doğrusu benim açıklayıp onun bizim yanımızda olmasını rica etmiş. Dava sonucu netleşir netleşmez.’ Başını kendi kendine sallasa da bir çıkmazda olduğunu görebiliyordu Pera. Çocuk aklıyla ortada gülüp eğlenen Deniz’e bunu nasıl açıklayabileceğinin içinden çıkamamıştı belli ki. Alt dudağını dişleri arasında ezerken derin bir nefes aldığında beklentiyle dolu bakışları da tamamen Pera’ya odaklandı.

‘Sende benim yanımda olur musun? Bir çocuğa annesinin kimliğinin tamamen değiştiğini nasıl açıklarım bilmiyorum. Neden ismi, soyadı değişiyor, aslında annesi kim, neden çok sonradan bir yerlerden çıkıp hayatına daldık açıklayamazsam diye korkuyorum.’

‘Deniz çok zeki bir çocuk Dağhan.’

‘Zeki elbette ama çocuk. Şimdiye kadar sustu fakat bütün bunlar sorgulaması için bir kapı açacak ve ben deli gibi korkuyorum.’ Diyerek iç çektiğinde Pera’nın bakışları ilk önce Meva’ya döndü. Bir süre izlediğinde derin bir nefes alarak Dağhan’a bakıp başını onaylarcasına salladı. Irmak ile Deniz’in arasında o kadar güzel bir iletişim vardı ki aslında kadının bu durumu oğluna olabilecek en güzel şekilde açıklayacağını biliyordu. Fakat Irmak’ı bir o kadar da iyi tanıyordu ki Deniz’e onun yaşının kaldırabileceği kadar anlattığı detaylarla üzerine ağırlık çökecek, duygusallaşacaktı ve bu tek başına artık mücadele etmek istemediği bir durumdu.

‘Ne zaman yapmamız gerekiyorsa yanındayım.’ Dedi tekrar başını sallayarak. Bedenini saran kollarla beraber başını Dağhan’ın göğsüne yasladığında sıkılaşan kollarla o da ellerini sıkılaştırdı. Saçlarının arasından kokusunu çalan Dağhan derin bir öpücük bıraktığında bedenleri birbirinden ayrılmıştı ki giyinme odasına girip saniyeler içinde kıyafet kılıfıyla tekrar çıkmasını izledi. Dağhan ise kapının üzerine kılıfı açıp fermuarı çekerek derince soluklandı. Yıllar sonra omuzlarında olacak o ağırlığa baktı. Bir suçlu olarak Deva için göreve geri dönmesi adına çevirdiği bütün dolapların karşısında durdu. Deva için bu cübbeyi giymesine gerek dahi kalmamıştı. Fakat şimdi kızı haricinde başka bir kız çocuğunun çalınan hayatı için üzerinde ağırlığını taşıyacaktı.

‘Yıllar oldu.’ Fısıltısı kendi kulağına zor ulaşsa da Pera’nın yanına ulaşan bedenini hissederek bir kez daha iç çekti, ‘Bu cübbeyi sırtımdan en son çıkardığımda etik anlayışıma ve ahlaksal bakış açıma uygun bir adam olmadığım içindi. Hala etik kurallara saygılı ve ahlaklı bir yerde değilim fakat olması gereken bir dava için yapıyorum.’ Parmakları cübbenin sırt tarafına tam ensesine altın rengi işlemeyle yazılmış Av. Dağhan KALAYCI yazısında usulca dolaştı.

‘Çoğu mahkeme salonunda Adalet Mülkün Temelidir yazar. Tutuklandığımda, herkes çabalarken o salonda ilk o yazı dikkatimi çekmişti. Biliyor musun herkes Mustafa Kemal Atatürk’e ait olduğunu düşünür sözün fakat aslında Hz. Ömer’in sözüdür.’ Bakışları parmaklarının gezindiği bordo yakada dolaşırken gözleri de usulca Pera’nın katran kara bakışlarını buldu. Kaşları havalanmış, ilgiyle ve daha çok anlatmasını ister gibi bakan Pera’yı süzerek gülümseyip tekrar hala kılıfın içinde olan cübbeye döndü.

‘Tek tip cübbeler avukatların yasalar önünde eşit olduğunu simgeler. Yeşil kısım hukuk davalarını…’ derken yeşil kumaşta dolaşan parmakları tekrar bordo yakaya ulaştı, ‘Kırmızı kısmı ceza davasını…’ derin bir nefes alarak kılıftan çıkararak tekrar kapıya astığında dudaklarını ıslattı, ‘Kamu hizmetinde oldukları için cepleri, avukatlar bağımsız olduğu için ise düğmeleri yoktur.’ Dudakları tebessümle kıvrılırken siyah kumaşı avucunun içine aldı, ‘Tüm renkler siyahın içinde erirler bu yüzden de siyah yasaların otoritesini, adalete hizmet eden mesleğin ağırlığını temsil eder. Siyahtır adalet. Katran kara bir siyah…’ askıdaki cübbeyi çıkardığında parmaklarının ucundaki altın sarısı yaldızlı işlemeyi okşadı, ‘Sarı işlemeler ise idarenin temsilidir.’ Dudaklarındaki gülümseme bozulmadan bir adım çekilip aynadaki yansımasına baktı. Üzerindeki ütülenmiş takım elbisesini yıllar sonra bir cübbe kaplayacaktı. Kaçtığı mesleği, ideali parmakları arasında dururken buna cesareti var mı emin dahi değildi. Çünkü Dağhan artık kendine göre adalet sağlayan bir adamdı. Bu cübbedeki siyah kendi otoritesini, kendi adaletini temsil ediyordu. Hukuk veya ceza değil, tüm davaları kendine göre sonuç veriyordu fakat biliyordu ki cübbe olmadan, onun ağırlığını tekrar omuzlarını almadan kız kardeşi için adalet sağlayamazdı. Buna rağmen bir kumaş öyle korkutuyor ve sindiriyordu ki dakikalarca aynadaki yansımada ve o yansımadan görünen elindeki cübbede dolaştı bakışları. Pera’nın uzun parmakları cübbenin üzerindeki eline değdi, Dağhan bekledi. Cübbe usulca parmaklarından, teninden sıyrıldı, Dağhan yine bekledi.

‘Devam et anlatmaya.’ Pera’nın fısıltılı sesiyle onun da aynada olan yansımasından kara gözlerine baktı. Onun adaleti Pera’nın siyah gözlerindeydi.

‘Mesleğin ilk zamanlarında öğrendiğim daha doğrusu öğüt aldığım bir meslektaşım vardı. Benden yaş olarak epey büyük, bileği de dili de güçlü bir kadındı. Semiramis hanım. Yanında ilk mecburi stajımı yaptığım güçlü bir avukattı. O zaman bana dedi ki üzerine giydiğin kıyafet senin kim olduğunu belirler, cübbe seni dış etkenlerden ayırır bu yüzden tüm kararlarını aklın ve vicdanınla ver, dış etkilerin seni ikilemde bırakmasına izin verme. Senin bu meslekte hayatın boyunca bu cübbe sayesinde cebinde, düğmen de olmayacak. Tüccar olup cep doldurmaya kalkma o yüzden. Bil ki hiçbir rüşvet olmayan cebine girmez ve başını eğme, asla ama asla birinin karşısında iliklenecek düğmeye gerek duymayacaksın. Senin tek itaatin yasalara karşı olsun.’ Başını o zaman akıl hocası olarak zihnine kazıdığı Semiramis hanımı anlar gibi salladı, ‘Çok insan çıkacak karşına, çok insan seni yıldırmaya, devirmeye, kabullendirmeye çalışacak ama bak yakaları dik bunun demişti üzerime ilk kez giydiğim cübbenin yakasını gösterirken. Çünkü tüm baskı ve müdahalelere karşın dik duralım diye dikti bu yakalar. Gömlek giymeye alışkın ben ilk zamanlar kolları yüzünden rahatsız olmuştum. Sırf akademik özgürlüğünü unutma diye geniş cübbenin kolları, hep öğren, hep özgürlüğünden emin ol, bir de bu üzerindeki cinsiyetsiz, sen sen ol üzerinde cübbe olanlar arasında ayrımcılık yapma demişti.’ Pera’nın parmakları cübbenin yakasına ulaştığında gülümsemesi büyüse de havalandırdı. Giymesi adına başını onay verircesine salladığında Dağhan’ın sert yutkunuşu Adem elmasının hareket etmesine neden oldu.

‘Avukat sözcüğü eski Roma’ya kadar uzanır aslında mesela. Roma’da Advo Catus yani üstün, ayrıcalıklı, güzel konuşan anlamı taşır. Tarihler boyunca en tartışmalı mesleklerden biridir.’ Anlattıkları değişkenlik gösterse de derin bir nefes alıp kolunun birini Pera’nın tuttuğu cübbeden geçirdi. O an yıllar öncesine döndü. Üniversiteden yeni mezun olmuş, yıllar boyunca istedikleriyle doğru orantıda ilerlemeyen hayatında ilk defa amacına ulaşmış adamın hazzıyla parlayan gözlerini anımsadı. Gururla havalandırdığı çenesi ve dik duran omuzlarını, kararlı bakışlarını, heyecanla titreyen ellerini…

O an yeni yetme bir avukat olan, baroya henüz kaydı yapılmış Avukat Dağhan Kalaycı’yı anımsadı. Kendiyle gurur duyan karısı omuzlarına cübbeyi bırakırken bir kez daha haz duyarak hatırladı. Pera’nın ince uzun parmakları omuzlarını usulca kavrarken gözlerini sımsıkı kapattı. Yıllar önce bu mesleği, tüm emeğini, heyecanını sadece bir gecede yerle yeksan etmişti. Yıllar önce şimdi arkasında, ellerini omuzlarına yerleştirmiş kadın, karısı için tüm ideallerinin üzerini bir kalemde çizmişti. Asıl sebep asla Pera değildi fakat onun hayatına bu denli yaklaştığını fark ettiği babası olacak o herif son kalan umut kırıntılarını da Dağhan’ın avuçları arasından almıştı.

Ela gözleri tekrar aralanırken dudaklarını diliyle ıslatıp gülümsemeye çabaladı. O hayalini kurduğu görüntü şimdi tam olarak aynadaki yansımasındayken bir anı dahi kaçırmak istemedi. Belki sürekliliği olmayacaktı fakat bir davaya gidiyordu, iki evladı evinde, çatısının altında güvendeydi, canını yok sayacak kadar sevdiği karısı ise hemen ardındaydı.

‘Son bir kez dosyaya bakayım ben sonra çıkarım.’ Dediğinde Pera başını onay verircesine salladığında iç çekerek döndü kadına yüzünü. Pera’nın yüzünü avuçlarının arasına alıp dudaklarına ufak bir buse bıraktığında gülümseyişiyle samimice kıvrıldı dudakları.

‘Çıkarken haber ver.’ Diyen Pera’yla bu kez kendi başını salladığında üzerindeki cübbeyi çıkarmadan önce odadan çıktı sonra merdivenleri tırmandı. Çıktığı çatı katından sonra kendisini masanın ardındaki koltuğa bıraktığında kenardaki bilgisayar çantasının gözünden defteri aldı parmakları arasına. Usulca dışında dolaştı parmakları, ardından sayfalarını çevirdi ve istediği yere gelince duraksadı. Geçmişte kalıp canını yakan fakat bir o kadar da bugünkü Dağhan olmasını sağlayan sayfaya bomboş gözlerle baktı.

Kıskaç Pera…

Kıskaç bakıldığında yengeçte, akrepte olur fakat ben insanda olanına rastladım. Üstelik etlerini nasıl koparır şahit oldum. Sağımda duran o dilsiz uşaktaki cübbe bugün hayatımın başladığı ve bittiği yer. Birazdan kalkıp onu siyah bir kılıfa yerleştireceğim ve biliyorum ki hayatımın sonuna kadar çıkarmayacağım. Bir sana aşkla bağlı olduğumu itiraf ettim kendime, bir de mesleğime. Sana hiç ulaşamadım, mesleğimden ise kopardı o kıskaçlar beni.

Bugün son davamı gördüm, son dosyamı kapattım, son kez adliyenin koridorlarında nefes aldım. Bir daha adliye koridoruna gireceksem eğer ya ellerim kelepçeli olarak olacak ya da yüzümde büyük bir gülümsemeyle Fuat beyin tutuklanmasını kutlayarak. Fakat her iki durumda da bu Dağhan bana çok uzak kalacak. Senin yüzünden diyerek sırtına asla ağır bir yük yüklemeyeceğim çünkü bu benim tercihimdi. Bundan bir hafta önce, henüz dört saat önce biten davanın dosyalarına bakarken karşımda belirdi Fuat bey. İnsanın çocuğundan isteyemeyeceği bir talebi vardı. Onun için karısını öldürmüş, çocuğuna eziyet etmiş bir adamı serbest bıraktırmamı, savunmamı istedi. Hayatım boyunca benzerine şahit olduğum gibi bir canavarın özgürlüğünü istedi benden.

O dosyalara bakmadan bir saat önce gördüğüm sendin belki beni güçlü kılan ama direnebilecek gibi hissettim. Gözlerimde ne gördü, yüzümde nasıl bir mimik vardı bilmiyorum, kontrol dahi etmedim fakat kahkaha attım. Uzun zamandır gülmediğim kadar katıla katıla kahkaha attım. Belki de bu gülüşüm onda bir şeyler uyandırdı, belki de ben seni gördüğüm için parlayan gözlerle bakıyordum ona. İkinci seçenek daha yüksek bir ihtimal çünkü seni ne zaman görsem ve o vakit Yuri ile denk gelsem, gözlerinde aptal bir ışıltı var, der bana. Belki de o ışıltıyı fark etti Fuat bey. Birisi var dedi. Bana aşkın nasıl bir güçsüzlük olduğunu anlatan insan kıstığı gözleriyle, nefret dolu bakışlarıyla kalbimden geçeni diline döktü.

Gülüşümü kesmedim. Kessem anlardı. Mimiklerimi o dakika kontrol edebildim, değiştirsem fark eder ve kendini onaylardı. Fakat, bulurum, dedi. Biliyorum ki çabalasa bulurdu çünkü Fuat Kalaycı’nın elinden uçan kuş dahi kurtulmazdı. İki tercih hakkı sundu bana. Hayatı boyunca zaten hep iki tercih hakkı sundu fakat bu daha katlanılmaz ve kabullenilemezdi. Ancak seni henüz bilmediğinden emin olduğum için içimi rahatlatan iki seçenekti bu. O gün ya o leş herifi o parmaklıkların ardından çıkaracağımı ya da bu mesleği bırakacağımı söyledi.

Yapamazdım Pera. O kadar karaktersiz bir herifi savunup kendi içimde gururumun üzerinde tepinemezdim. Bir kadının canının, bir çocuğun umutlarının katilini savunup onu bertaraf edemezdim. Bir kez daha kendi avuçlarımdaki umut kırıntılarımdan vazgeçtim ama gururumla, onurumla, haysiyetimle yaşamayı tercih ettim. Son davamın kararı açıklanırken bir put gibiydim. Fakat şimdi sağımda duran cübbeyi nasıl kılıfa kaldırırım bilmiyorum.

İçimde bir yerler kanıyor, dağlanıyor, parçalanıyor, yanıyor veya yıkılıyor. Bunu iliklerime kadar hissediyorum çünkü ilk kez nefes alırken güçlük çekiyorum ama yaptığımdan gurur duyuyorum.

Aklımda gerçekleşmesi ütopik olan bir eylem vardı bir hafta önceye kadar. Bir gün üzerime yapıştı diye düşünülen takımlarımın birini giyecektim, ufacık bir çizgi olmadan ütülenmiş olacaktı pantolonum, gömleğim, ceketim. Hayatım boyunca her taktığımda boğazımı sıkan fakat cübbeyle giydiğimde daha onurlu hissettiren kravatımı bağlayacaktım. Aynadan kendime bakacaktım. Hemen bir adım ardımda sen olacaktın. Odaya bir sabah güneşinin vurduğu vakitlerde gözlerinin karası siyah elmas gibi parlayacak, dudaklarındaki tebessüm canıma can olacaktı. Ne kadar kendinden emin ve hırslı bir adamla olduğunu düşünecektin, ne kadar adil bir adam olduğumu gözlerin dile getirecekti.

Hayatımda bir kez olsun şimdi cansız gibi asılı olan cübbeyi sen giymeme yardımcı olurken görmek istemiştim. Bugün o umudumda alındı elimden. Bugünden sonra bırak cübbeyi, seni bir ihtimal yanımda görecek olsam dahi adil bir adam olduğumu gözlerinin dile getiremeyeceğini anladım. Çünkü bugün o adliyenin koridorunda bırakıp çıktığım Dağhan Kalaycı artık yanıma uğramayacak. En çok bunun beni yıkmasına alışamam sanırım. Adam akıllı kurduğum bir hayal daha parçalanıp yerlere dağılırken bana kalanın sadece iyi bir adam olmam olmasını umut ediyorum fakat biliyorum, o da olmayacak. İyi bir adam olma şansım yine yok edilecek, sana nefes kadar yakınken bir adım daha uzaklaşmam gerekecek.

Şimdi sağ tarafımda o can attığım cübbe var, sol tarafımda bir silah. Sağıma bakarken içimdeki kırgınlıklar organlarıma batsa da yüzüm gülüyor, soluma bakarken midem bulanıyor. Tam karşımda olan fotoğrafın iki tarafa bakmaktan da kaçınmam gerektiğini söylüyor. Yerim, yönüm, pusulam şaşkın. Yerli yerinde bir dağınıklığa ev sahipliği yapıyor içim. Asla ulaşamayacağım bir hayale daha tutunmak istiyorum, sana… Sana tutunmak seni yıkmakla eş değerken onu da yapamıyorum işte. Sadece biliyorum ki tükeniyorum. Olduğum ben, asla olmak istemediğim bir bana dönüşüyor. Ellerimdeki görünmez kan daha şimdiden gözümde canlanıyor. Affetmezsin, ben olsam bende kendimi affetmem ama böyle bir cani olmaktan kaçar yanım yok. O yüzden tek isteğim beni bir gün affedebilmen ümidi. Affetmen değil de bunun ümidi bile yeter şimdiki olduğum çukurda. Karanlık tarafa nasıl adım atılır bilmiyorum fakat sadece seni izlerken aydınlık yüzüm. Diğer vakitlerde tüm bedenim balçıkla kaplı. Zifiri bir siyahım…

Kızma, Pera… Kızma, zift dolu kalbimdeki tek parlak yan. Kızma bana. Bu siyahı ben seçmedim ama bu siyahın kendisi ben olacağım.

Olduğum, olacağım ve azaplar çektireceğim benden korkma…

Sana gelen Dağhan’dan korkma…

Hani Sabahattin Ali demiş ya; Bir ümidim yok. Bu sondu. Artık hiçbir şeyin değişmesine imkan yok, lüzum da yok. Son ümidim sensin Pera. Beni bu dünyaya bağlayan ve lüzumlu olan son şey sensin…

Fakat sana söz, savaşmak zorunda olduğun evin, kendinden ödünler vererek kalacağın bir yer olmayacağım.

Sana geldiğim ve senden gidemediğim için affet…

İSTANBUL

OCAK 2019

Satırlarda, her kelimede gezindi gözleri. O gün hayalini bile yaktığı anı dakikalar önce yaşamıştı Dağhan. Hayatında yok olup gittiğini düşündüğü yaşanmamış bir anı az önce gerçek olmuştu. Pera’nın gözlerine kış mevsimine rağmen sabah güneşi vurmuş, bakışları aynadan kendinde değmiş, içi sıcacık olmuş, omuzundaki parmakların o desteğini hissetmişti. Uzun uzun sayfalara dökemeyeceğini bilse de defterin en arkasında kalan boş sayfayı açtı. Pera daha düzenli görsün, sırf gönlüne değil gözüne de hoş gelsin diye aynı kalemden üç kutu almıştı. O kalemlerden birisi daha çantanın içine düşmüştü belli ki fakat cebindeki ufak anahtarı çıkarıp masanın ikinci çekmecesini açarak birini daha çekti arasından. Kenardaki bloknot kağıtlarına ufak bir karalama yapıp nasıl yazdığından emin olduktan sonra iç çekti.

Yıllar çoğalttı beni sayende güzel karım,

Çoğu yılların eksilttiğini zanneder fakat senin olduğun her anda çoğaldım ben. İçimdeki insanlık, merhamet, sevinç, empati, bütün iyi huylarım sen varsın diye katlanarak arttı. Tıpkı bugün saat sabahın onunu çeyrek geçerken hayallerimden birinin daha gerçekleşip beni hayata bağlayışı gibi yaşama sevincim çoğaldı.

Bundan seneler önce hayalini kurduğum bir an yaşandı ve benim içimde bir bayram coşkusu yer aldı. Klasik hiçbir bayrama benzemiyordu bu, daha canlı, insan dolu ve huzurluydu. İçimdeki her çocuk kahkaha atıyor, her yorgun ruh ışıldayarak bakıyordu. Sırf bu yüzden bile sen benim çoğalmamı sağladın. Bir aynadaki yansımamın sırtına ilk kez, ‘Başardın Dağhan…’ diyerek vurmak istedim destek verircesine. Birazdan kalkıp yanına gideceğim, yıllar sonra bulup acısını dinleyip anladığım kız kardeşime bana bunu yaşatma fırsatı verdiği için sıkı sıkı sarılacağım. O omuzlarıma alamayacağımı düşündüğüm cübbe belki uzun süre sonra son kez giyişime şahitlik etti fakat bana unutamayacağım bir anı bıraktın. Ben herhalde ölsem o aynada gördüğüm Dağhan’ı ve sırılsıklam aşık olduğum senin derin siyah bakışlarının parlamasını unutamam.

Beni iyi bir adam yaptığın için sana minnetim hiç bitmeyecek güzelim.

Beni böyle destekleyip yorgunluklarıma sarıldığın için hayatım boyunca ve sonrasında sana tutkun bir adam olacağım.

Bugün omuzumdaki elinin desteğini aldığım her nefeste hatırlayıp vatanımın nasıl da bir gülüş, bir bakış, bir nefes sen olduğunu anımsayacağım.

İyi ki varsın Pera.

İyi ki yıllar önce affet diyerek sana gelmek adına ilk adımı atmaktan çekinmemişim.

İyi ki çok vakitler önce sana tutulup, yıllarca sana tutkun kalmışım.

İyi ki tüm iyikilerim sen ve seninle olanlar olmuş…

KASIM 2023

İSTANBUL

Kalemi arasına bıraktığı defteri kapatıp az önce kilidini açtığı çekmeceye yerleştirerek tekrar kilitledi Dağhan. Aldığı derin soluk tüm ağırlığın usulca bir toz bulutu gibi dağılmasını sağlarken anahtarı tekrar cebine yerleştirip ayağa kalktığında kenardaki dosyayı da sıkıca kavradı. Adımları zemini usulca ezerken önce basamakları indi ardından yatak odasının kapısını sessiz olmaya özen göstererek açtı. Pera’nın bakışları beşikteki kızlarından kendine dönerken gülümsemişti ki kadın anında ayağa kalkıp yanına ulaştı. Sessiz bir anlaşma sağlamışlar gibi parmaklarının arasına kenetlenen parmaklarla tek kelime etmeden indiler basamakları. Kapının önüne ulaştıklarında ise cübbesini çıkarıp dosyayı tuttuğu koluna astıktan sonra tek kolunu Pera’nın beline sardı.

‘Irmak’a, pardon, pardon…’ Pera anında ellerini havalandırdıktan sonra büyük bir gülümsemeyle parmaklarını göğsüne yerleştirdi, ‘Didem Kalaycı’ya söyle yeni hayatını büyük bir girls night ile kutlayacağız bu gecenin sonrasında.’ Diyerek devam ettiğinde Dağhan kaşlarını havalandırdı anında.

‘Sadece kız kıza mı yani? Hem avukatını, hem abisini bu kutlamaya dahil etmeyecek misiniz?’ karşısındaki gülen gözlere bakınca düşünüyordu da Dağhan dahil olmasa da olurdu. Eğer Pera kız kıza bir geceyle kutlamak istiyorsa kutlasındı. O da kırar dizini büyük bir zevkle evinde çocuklarına bakardı.

‘Ben hem avukatını hem de abisini ayrı bir kutlamayla ağırlayacağım.’ Destek aldığı göğüsle parmak uçlarında yükselip dudaklarının üzerini kapattı Pera. Uzun ve derin bir öpücükten sonra bedenini çekip göz kırparak araladı kapıyı.

‘Başarılar sevgilim.’

‘Seninle olan her an başarı güzelim.’ Diyerek kaşlarını havalandırıp indirdiğinde çıktı evden. Kapının önünde hazır bekleyen arabaya ilerlediğinde Irmak’ın herkesten tek isteğinin bu davaya şahit olmaları dışında bir katılım sağlamamalarıydı. O koca salonda davanın başından sonuna kadar üç kişi olmasını istemişti. Birisi asla savunmayacağı halde sözde karşı tarafın avukatı olacak Tümer, diğeri Irmak’ın avukatı Dağhan ve son olarak artık Didem Kalaycı olacak Irmak. Çıktığı basamaklardan sonra arabasının sürücü koltuğuna yerleşmeden hemen önce kolundaki cübbeyi arkaya asıp dosyayı da koltuğa bıraktı. Gözleri ilerideki evin önünde dikilen Irmak’ı ve yanında gerginlikten bir hal olmuş duran Turan’ı bulduğunda iç cebindeki sigarasından bir dal ateşleyip harekete geçirdi arabayı. Biraz ilerleyip aracı durdurduğunda kalakalan Irmak’a rağmen Turan hafifçe eğilip arabanın camından kendine göz attı.

‘Abi.’

‘Turan.’ Onun gibi kaşlarını havalandırıp gülerek sigarasından bir nefes çektiğinde Turan kapıyı açıp Irmak’ın yerleşmesini bekledi. Kadının parmaklarına azap çektirmesi dikkatini çekse de bakışları tekrar Turan’a döndüğünde o da eklemleri arasına sıkıştırdığı sigarasından derin bir nefes çekerek göz kırpmıştı.

‘Yanılmıyorsam ben senden Irmak Hale Tütüncü’yü değil Didem Kalaycı’yı isteyeceğim değil mi?’ dediğinde Dağhan’ın gözleri araç saatine dönmüş ardından yeniden Turan’a bakmıştı.

‘Şuan Irmak Hale Tütüncü’yü fakat dört saat sonra Didem Kalaycı’yı. Sakın karıştırayım deme daha kadının ismini bilmiyorsun diye vermem.’

‘Ben zaten Didem Kalaycı ile evlenmek istiyorum, o yüzden hiç aklın kalmasın karıştırmam. İyi davalar.’ Dediğinde Dağhan gülerek başını sallamıştı ki Turan kapıyı kapatıp geriye çekildiğinde sigarasından bir nefes daha çekerek yola koyuldu. Irmak’ın gerginlikle uğraştığı emniyet kemerini titreyen elleri yüzünden takamadığını fark edip klipsin geçmesini sağladığında yumruk yaptığı parmaklarını da avucunun içine aldı.

‘Sakiniz…’

‘Asla değilim.’ Dedi sanki inat eder gibi. Yıllar sonra tanışmış, çocukluğunu görememişti fakat Irmak şu dakika ufak bir kız çocuğu gibiydi. Omuzlarının dik duruşuna rağmen mavi gözleri korkuyla titriyordu.

‘Abin yanında o yüzden sakinsin. Abin her durum ve şartta hemen yanı başında.’ Avucunun içindeki yumruğu okşadığında Irmak derin bir nefes almayı denedi.

‘Ben daha önce yanımda tanıdığım biriyle mahkemeye girmedim hiç.’ Diyen Irmak’ın bakışları yolda olsa da Dağhan göz ucuyla süzdü halini başını sallayarak, ‘Korkuyorum, salonda elimi tutabilir misin? Şey yani, garip olur mu? Güç almam gerek.’ Mırıldanması sessiz bir yakarışa dönüşürken Dağhan hala avucunda olan yumruğu daha sıkı tuttu.

‘Sen anayasaya dahi aykırı bir kadınsın, ne demek tutabilir misin? Anayasaya aykırı bir kadının abisi nasıl yaparsa öyle yapacağım. Elbette tutacağım elini.’ O ana kadar bakışları bir türlü yoldan kopmayan Irmak usulca döndü Dağhan’a. Dudaklarındaki ufak ve gergin tebessüm fazla açıklamacıydı. Sırf Dağhan’ın, abisinin desteğini almış ufak bir kız çocuğunun ne kadar cesur olacağını, aslında bir kadının kırılgan olduğu anda nereden güç aldığını, isterse durum ve şart ne olursa olsun dimdik kalacağını açıklar haldeydi.

Uzayan ve sessiz devam eden tüm yol boyunca bırakmadı Dağhan tuttuğu yumruğu. Avucunun içinde Irmak’ın kalbi var gibi usul usul baş parmağıyla okşadı. Kendini her hissettirişinde Irmak’ın nefeslerinin düzene girdiğini fark etti, onunla beraber ferahladı. Park ettiği arabadan indikten dakikalar sonra da sırtını sardı tek koluyla. Çıktıkları basamaklarda, yürüdükleri koridorda bir an çekmedi bedenini. Tümer’in elindeki dosyaya burun kıvıran halinde dolaştı bakışları fakat yine kopmadı Irmak’tan.

‘Resmen kaybetmem için dava verdiniz, şaka gibisin yine.’ Diyerek isyan eden haline gülümsedi. Adliyenin koridorunda seslenilen isimlerle beraber ise Irmak’ın daralan nefesini fark edip duraksadı. Önce Tümer girdi salona ardından tüm nefes darlığına rağmen cesur görünen kolunun altındaki kardeşi harekete geçti fakat durdurdu Dağhan. Elindeki dosyayı Irmak’a verip cübbesini giydikten sonra omuzlarının biraz altından yakaladı elleriyle Irmak’ı. O kadar telaşlıydı ki ardından gizlice sıyrılıp duruşma salona giren Deha’yı dahi fark edemedi.

‘Çiçekler neden ekilir?’ sorusuyla kadının şaşkın bakışları gözlerini kolaçan etse de dudak büküp omuz silkmesi çok sürmedi.

‘Çünkü bizim şimdi yapacağımızı yaparlar. Çiçek açmaları için onları gömerler. İçeri gireceğiz, kaç saat süreceği hiç mühim değil, bir çukur açacağız ve Irmak Hale Tütüncü’yü oraya gömeceğiz. Sonra dallarından Didem Kalaycı’nın çıkmasını izleyeceğiz. Bugünden sonra her gün Didem’i sulayacağız, yeşertip, onunla konuşacağız. Irmak Hale acıları ile toprağın derinliklerinde kalacak fakat Didem güneşe dönecek yüzünü. Anlaştık mı?’ dediğinde dolan gözleriyle başını onaylarcasına sallayan Irmak’ın alnına dudaklarını bastırdı Dağhan.

‘Bu salondan kararı alıp çıktığımız andan itibaren sen artık yediveren gülü olacaksın Didem. Senin bundan sonraki yılların yedi aydan ibaret, gerisini anayasa maddelerince bile kabul edemeyeceğim. Sana üç aylık kış dahi yok artık. Hadi bakalım.’ Gülümseyerek başıyla içeriyi işaret ettiğinde bir kez daha nefeslendi Irmak. Gözlerini sıkıca kapatıp derin bir soluk daha alarak açtığında kendinden ummadığı bir hevesle girdi içeri. Bakışları boş olmasını umduğu salonda ilk önce Deha’yla çarpıştı. Kaşları çatılacak gibi olsa da yüzündeki iplemez gülüşe elinde olmadan dolu hareleriyle tebessüm etti. Bu kapıdan girdiği kadından çok daha farklı birisi olarak çıkma umuduyla adımladı zemini. Tamamen temizlenmiş, kim olduğunu benimsemiş halde, arkasında artık avukatı değil abisi olan Dağhan Kalaycı’yla çıkma ümidiyle.

Davanın her dakikasında kucağında olan elleri Dağhan tarafından esir alınmıştı. Bir an bırakılmamış, ortaya sunulan her evrakta gerilen bedeni hissedilmiş ve elinin üzerinin okşanmasıyla rahatlamaya çalışmıştı. Bir an kötü bir karar çıkacağını zaten düşünmemişti fakat öne sürülen bütün dosyalar neticesinde yaşadığı her kötü zaman zihnine düşmüştü. Tek başına savaş verdiği yıllar, insanların tacizleri, acıdan kıvranışı, bir başına verdiği her mücadele gözlerinin önünde cirit attı. Karar davasına kadar yaptığı tek şey DNA örneği vermek olmuştu fakat şimdi burada, koca salonda olan haliyle yorgun hissediyordu. Sanki senelerce sürmüş bir davanın her celsesine katılmış, her birinde umutsuzluğa düşmüş gibi…

Bakışları umursamazca sözde savunma yapan Tümer’de gezindi. Abisinin yakın dostu ve meslektaşı olan adam o kadar telaşsız ve sıkılmıştı ki bir süre sonra sözde karşı taraf için savunma yapacağına kendi için yapmaya başlamıştı. Zaten kanıtların ortada olduğundan, DNA sonuçlarının durumu netleştirdiğinden ve soy bağı konusunda bir engel teşkil olmadığından bahsetmişti. Arada Dağhan’ın sunduğu ismini dahi aklında tutmadığı, hatta dinlemediği yasal evraklar söz konusu olmuştu.

Davanın son anlarında aklında o kadar şey vardı ki bir ara sıralanan birkaç kalem mevki işitmişti Dağhan’dan fakat o da çekmedi dikkatini. Daha sonra Tümer ona onay vermişti fakat neyi onayladığını da bilmedi.

Öylece geçip giden zamana ve geçmişine baktı.

Henüz ufacık bir kız çocuğuyken fakat epeyce isyankarken kimsenin dokunmasına müsaade etmediği saçlarını kısacık kesen yurt çalışanını hatırladı. O zaman ağlardı Irmak ve kucağına dökülen her tutama ağlamıştı.

Daha sonra ortaokulda ailesi olmadığı için dalga geçen ve ilk kez omuzlarını zorlukla da olsa dikleştirdiği beş bedeni anımsadı. Ağlamamayı öğrendiği fakat yalnız kaldığı ilk anda gözyaşlarını serbest bıraktığı anlardı. Güçlü kalması gerektiğini öğrendiği ilk zamanlardı…

Kendine saldırmaya çalışan yurt çalışanını, onu nasıl öldürdüğünü gözleri önüne serdi zihni. Kan kokusu doldu genzine, midesi bulandı, üstünü başını elinde olmadan düzeltmeye çalıştı burada dahi fakat Dağhan anlamış gibi parmaklarının birbirine geçmesini sağladı, engelledi.

Sonra kafede ona saldıranı hatırladı. Yine bulandı midesi, yine kan kokusu aldı fakat bu kez elini tutan eli o sıkıca kavradı, üzerini düzeltme ihtiyacı duymadı.

Turan’la tanıştığı zamanı anımsadı. Onun gözlerine nasıl baktığını, sımsıkı sarıldığında birbirine geçer gibi hissettiği kemiklerini. Dudakları dümdüz bir çizgi iken yukarı doğru kavislendi. Turan’ın nöbetlerini hatırladı. Kara kışta kalmış gibi titreyen bedenine rağmen ateş gibi yanan tenini, yeniden dümdüz gergin bir çizgi oldu dudakları. Sorguladığı haftaları anımsadı, kendini nasıl kandırılmış hissettiğini, hayatı boyunca sevdiği tek adamın nasıl yalan söylediğini düşündüğü anları aklına getirdi. Konsolosluk belirdi gözlerinin önünde. O koridorda kalbini bırakıp sırtını döndüğü adamı ve elinin gittiği karnını düşündü. Nasıl da yalnız fakat bir o kadar güçlü hissetmişti kendini.

Canı ile tehdit eden eski kocasını hatırladı. Ettiği lanetleri. İçten içe olan küfürlerini. Her darbede içsel olarak yok oluşunu ve bir felaket olarak doğuşunu.

Bir hastane odasına girdi, o ana kadar koca dünyada tek başına kalışı sanki yerle bir oldu. Kollarında oğlu varken yeniden gülümsedi. Deniz’i tuzlu kokusuyla ferahlattı içini. Dört yanı çiçek açtı tıpkı dudaklarındaki tebessüm gibi.

Zaman geçti, günler koşarak ilerledi ve kimse bilmese de üçüncü kez katil oldu Irmak Hale Tütüncü. Bir silah patladı gecenin karanlık koynunda ve Irmak aynı kişi olamayacağını yeniden anladı. Tek başına değildi artık o yüzden ufacık bir kundağı göğsüne bastı, koştu, koştu, koştu… Nefes almayı unuttu, ağlamayı unuttu, birileriyle empati yapmayı unuttu, insanlara acımayı unuttu, sadece Deniz’i ile ona gülümsemeyi aklında tuttu.

Yıllar sonra ülkesine adım attı. Kendine bir kumpas gibi gelen şehir, İstanbul, henüz ilk adımında, yaptığı ilk kilometrede bir ateş hattıyla karşıladı onu. İstanbul kollarını koca bir ormanın derinliklerinde açtı. Silah tutan eli karnında, gözlerinde saf bir cesaret ve korkusuzluk olan, şimdi sağ tarafında oturan adamla karşılaştı. O adamın kolunu omuzuna atıp yerden kaldırırken gözlerindeki cesaretin de korkusuzluğunda yerine şaşkınlığı buyur ettiğini gördü.

Fakat düşürmedi omuzlarını. Çoğu şaşırırdı güçlü bir kadına, o adam da şaşırmıştı bu yüzden zırhını çıkarmadı üzerinden ve silahını düşürmedi elinden.

Zar zor nefes alıyordu fakat metrelerce yürüdü o adamla. Adam akıllı araba geçmeyen, kuş uçmaz kervan geçmez bir yola çıkardı onu, çevresinde onları garipsercesine izleyen onlarca adam varken o bir bakışa takılı kaldı. O bakış omuzundaki ağır yükü aldı ama gardını da yıktı Irmak’ın.

Hayal sandı, aklını kaybettiğini, kendini bilinmez bir çıkmaza soktuğunu düşündü. Sırf bu yüzden oğlundan, Deniz’inden kaçtı. Her şeyi yapardı fakat oğluna zarar veremezdi. Aklı fikri dolup taştı Turan’la. Kendine itiraz edip, isyan çıkardı. İçindeki kalelerin surlarına dayandı, kapılarını alaşağı etti. Yine dik tuttu omuzlarını asla düşürmedi. Şimdi elini sıkıca tutan adamı da, aynı kandan olduğu kardeşini de esir aldı. Kader bu ya içi el vermedi. Dağhan ve Deha Kalaycı kardeşleri öldürmeyi o gece canı da istemedi vicdanı da. En büyük düşmanı hep kendiydi o zamana kadar fakat işin ucundaki Turan sayesinde yeni üç düşmanı vardı.

Aklı, Dağhan Kalaycı ve Deha Kalaycı.

Bir çukuru eşeledi, yıllarca en dibi görmeye çabaladı, gerçeklerden kaçıp kendi yalanlarına sığındı fakat yine düşmedi omuzları ve başı.

Çok vakitler sonra bir masada buldu kendini. Defalarca gelip ayağa kaldırdığı mekanda Irmak Hale Tütüncü’yü kendi elleriyle öldüreceğinden, öldürmek isteyeceğinden haberdar olmadığı bir masaydı. Dört sandalye olan, karşısında kendi için isimleri belirli kimliği belirsiz bir kadın iki adam olan o masa.

Kadın gözlerine baktı. Tüm gerçekliğiyle ve hayatında Turan ve Deniz’den sonra ilk kez birisinden kötü enerji almadı. O kadın Pera’ydı. İlk günden beri başının dik, gözlerinin korkusuz olmasına gururla baktığı hemcinsi kendinden emin ama daha şefkatli baktı kendisine.

Ela gözlerini üzerine diken, elinde bir fotoğraf karesi tutan, yıllar önce kara bir ormandan omuz omuza çıktığı adam tek cümle kurdu kendince, ben senin abinim dedi. O adam en başından beri neden ölüme terk etmediğini veya neden öldürmek istemediğini düşündüğü Dağhan Kalaycı’ydı. Tüm camlar patladı o an. Omuzları hayatında ilk kez düşecek gibi oldu fakat düşmedi.

İkinci adam yüzüne baktı. Öyle bir baktı ki sanki bilmeden içini okudu. Titredi Irmak. Birinin onu okuyabilmesi tüm hücrelerini irkiltti. Meydan okudu o adama, bağırdı, çağırdı, belki de sırf okudu diye darma duman etmek istedi. Yine de parçalamak istemediği nadir adamlardan biri oldu Deha Kalaycı.

Ve çok sonra anladı ki konu istemeyen canı, bağıran vicdanı değil, kanıydı. Omuzları onların kim olduğunu öğrendiği anda çoktan düşmüş, maskeleri dört bir yana dağılmıştı.

Irmak, Irmak Hale Kalaycı oluşundan bir mezarlığa girip buz gibi mermere ateş ederken vazgeçti. Aylar önce onu göğsüne bastıran adam başını tutan eliyle elini tutuyordu. Bu kez dik durması mecburiyetten değil, Dağhan ve gelme demesine rağmen buraya kadar gelen Deha’nın sırtına verdikleri destektendi.

Hayatı boyunca yalnız hisseden kadın artık yalnız değildi. Tüm yalnızlığına rağmen başı dik, gözleri kararlı, zihni bir şeytan olan kadın Irmak Hale Tütüncü gömüldü toprağa bir karar cümlesiyle. Yerine başı daha dik, gözleri kendinden emin, aklı zehir, ailesine düştüğü zaman bir an düşünmeden koşup ağlayan, dışarıya canavar olan bir kadın, Didem Kalaycı doğdu.

Titreyen dizleriyle ayakta durmaya çalışan bedeni bir göğse çekildi. Başı bir omuz buldu. Ellerinin arasında ezilen gömleği abisinin sırtında bir kalkan gibi duran cübbe gizledi, sımsıkı sarıldı kendini tutan Dağhan’a. Sırtındaki ellerin gücünü kuşandı, ailesini kucakladı. Didem Kalaycı olarak ilk önce tek abisinin, Dağhan Kalaycı’nın samimi ve güven verici abi kokusunu doldurdu ciğerlerine. Sonra bir kol daha sardı bedenini. Tir tir titreyen vücudu duraksadı, bir kolu abisinden çekildi ve görünüşte koca bir adam olsa da saçlarını karıştırabileceğini bildiği küçük erkek kardeşinin şımarıklığına, ablalığının şefkatine sarıldı tek koluyla.

Aile nedir bir tek oğlu ve Turan’da gören Irmak öldü. Doğan Didem ise kocaman, geniş bir aileye sarıldı. Kendi ailesine. Kol kanat olan, kol kanat olacağı iki kardeşine… Hayatında ilk kez ortaokuldan beri yapmadığı o şeyi yaptı. İnsanlara aldırış etmeden hıçkıra hıçkıra ağladı. Mahkeme salonunun duvarlarına çarptı hıçkırığı ama durmadı. Dağhan’ın göğsüne gömülü yüzüyle, Deha’nın saçları arasına dalmış dudaklarıyla ağladı. Yer yer iç çekti fakat hayatı boyunca ağlamadığı kadar ağladı.

Bölüm : 17.12.2024 23:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Ceren Öztürk / BUTİMAR / Bölüm 80 - Sen ve Seninle Olanlar
Ceren Öztürk
BUTİMAR

1.3k Okunma

294 Oy

0 Takip
86
Bölümlü Kitap
TanıtımGüzel YarınlaraBölüm 1 - Şarap Seçimi Nasıldı?Bölüm 2 - Yabancı O TatlımBölüm 3 - Çuval Giysen Yakışır Diye Çuval Giymen GerekmezBölüm 4 - Her Şey Cebimdeki CüzdandaydıBölüm 5 - SansürsüzBölüm 6 - Şiddet?Bölüm 7 - Dikkat Et De Isırmasın KardeşimBölüm 8 - Oku DağhanBölüm 9 - İnsanın Şansı Bazen İmtihanıdırBölüm 10 - Herkes Sadece Kendi Yangınından Sağ ÇıkarBölüm 11 - İnsanlar Hep KonuşurBölüm 12 - Bu Düzen Düzenli Değil De O YüzdenBölüm 13 - Çok Ziyan Etti Beni DeryaBölüm 14 - UnutacağızBölüm 15 - Değecekse YanalımBölüm 16 - Garip Hissediyorum En BaştaBölüm 17 - Emniyetle Mi Konuşuyor O?Bölüm 18 - Becerebileceksen MemnuniyetleBölüm 19 - Doğrular Her Gün DeğişiyorBölüm 20 -Daha Önce Yaktın Sen BeniBölüm 21 - Benden Her Fırsatta KaçıyorsunBölüm 22 - Sen Benim SarhoşluğumsunBölüm 23 - Biz KadınlarBölüm 24 - Bu Saatlerde İçimin Cenazesi Kaldırılıyor GeneldeBölüm 25 - The Devil Wears PradaBölüm 26 - Uyan Pera!Bölüm 27 - Gökyüzüne Dokunamayan Gökkuşağı Mı Olur?Bölüm 28 - Her Zerrem Sen Olmuş...Bölüm 29 - Sen Bir KaossunBölüm 30 - Utanırdım KendimdenBölüm 31 - Yaratık Mı Diyorsun Sen Bana?Bölüm 32 - Kaybetti İzimiziBölüm 33 - Herkesin Mafyası Kendine TatlımBölüm 34 - Böyle BekleyememBölüm 35 - Demek Yaramıza Deva Olmaya GeldinBölüm 36 - Prenses, Kraldan Bir Söz AldıBölüm 37 - Oysa Ben En Çok Sana GerçeğimBölüm 38 - Dedi Kurtlar Vadisi ÇakmasıBölüm 39 - Ben Onun Tek Arkadaşı Olmak İstemiyorumBölüm 40 - Görüşürüz Deva'nın BabasıBölüm 41 - Hayatta Yapabildiğim Tek Doğru Pera'yı SevmekBölüm 42 - Tehdit Etmeye Mi Çalışıyorsun?Bölüm 43 - Haddi Olmasa Da YüreğimBölüm 44 - Sana Rastlamak Güneşe Dokunmak Kadar YakıcıydıBölüm 45 -Kaçarak Evlenmek İçin Geç Mi Kaldık?Bölüm 46 - Her Biri On Kaplan GücündeBölüm 47 - Elli Kez Falan Vurdular SeniBölüm 48 - Aşk Tamam Yaş EksikBölüm 49 - Evlenme Teklifi Mi Ediyor O?Bölüm 50 - İnsan Kayarken Nasıl Konuşabilir?Bölüm 51 - Narkotik Değil, Organize ŞubeBölüm 52 - Hangi Kot Pantolon?Bölüm 53 - Nakit Taşımazdı YanındaBölüm 54 - Beş Ocakta Ne Oldu?Bölüm 55 - Yasın Beş EvresiBölüm 56 - İnkar, Öfke, Pazarlık, Depresyon, KabullenmeBölüm 57 - Senin Dağına Kim Kar Oldu?Bölüm 58 - On Tane DikişçikBölüm 59 - Ölmeyi BeceremediğimdenBölüm 60 - Kör Bir Sokak GibiBölüm 61 - Hayırlı Olsun GülümBölüm 62 - Dakika Bir Gol BirBölüm 63 - Sen, Benim Yüreğimin EvisinBölüm 64 - Kediler Dokuz Canlı Olmaz Mı?Bölüm 65 - Çin Seddi YıkılırBölüm 66 - Alıç, Aklını AlıçBölüm 67 - Çünkü Efkardan Kendimi YaktımBölüm 68 - Ulan IrmakBölüm 69 - Senden GGDK Talep EdiyorumBölüm 70 - Benim Hep Bir Planım VardırBölüm 71 - İlk Sürüm, Son Sürüm, Yeni SürümBölüm 72 -Sen Fazlalık DeğildinBölüm 73 - Olağan Düzeni Yıkıp, Yerine Seni KoydumBölüm 74 - Erkek Kardeş TerörüBölüm 75 - O Dağ Eksik OlmasınBir Yılın Daha Başı - D.K.Bölüm 76 - Hayat Bana İstediğini YapsınBölüm 77 - Bir Bardak IrmakBölüm 78 - Você é Minha AlmaBölüm 79 - Son İhtimalBölüm 80 - Sen ve Seninle OlanlarBölüm 81 - Bedelini Anılarımla ÖderimBölüm 82 - İlk Gün GibiBölüm 83 - Ruhun Hala Emanetim
Hikayeyi Paylaş
Loading...