İçimden gelen bir bölümdü, yani sadece onların mutluluğunu da görmek istediğim için yazıyorum, diğer bölümlerle ve kitabın konusunu dahil etmiyorum. Sadece kısa bir anı gibi düşünebilirsiniz.
Okumalarınız için teşekkür ederim.
Instagram hesabından açtığım bir gurubum var. Gelip sohbetlerimize dahil olursanız çok mutlu olurum.
https://ig.me/j/AbZZ8onSiHFIgbIe/
Bu bağlantıyı kopyalayıp yapıştırabilirsiniz. Teşekkür ederim tekrardan. İyi okumalar 🫠
"düşünsene, bir sabah uyanıyorsun ve, her şey geçmişi unutturacak kadar çok güzel olduğunu fark ediyorsun." Gözlerimizin birleşmesiyle parlaması aynı anda olmuştu. Dudaklarımda yarım bir gülüş, vardı. Onun parmakları saçlarımda gezinirken nefeslerimiz tenlerimizi yalayıp geçiyordu. "Öyle mi dersin, Miran." Diye sordum söylediği sözün ardından. "Evet, hayatı güzelleştirmek de bizim elimizdedir. Biliyorsun, senin yanındayken güzelleşmeyecek hiçbir şey tanımıyorum."
Miran’ın sesi, içimde yankılanan bir ezgi gibi yumuşakça dolaştı kulaklarımda. O an, dünyanın bütün kaosu dışarıda kalmıştı; sanki evrenin kalp atışı sadece bizim için yavaşlamıştı.
Başımı hafifçe eğdim, saçlarım omzuma döküldü, ama o, her teli ayrı bir kıymetmişçesine nazikçe topladı. Parmak uçlarıyla dokunduğu her yer, güneşin öptüğü toprak gibi ısınıyordu.
“Senin yanındayken,” dedim kısık bir sesle, “geçmiş bile utanıyor acıtmaya… Çünkü sen, yaralarımı değil, içimde filizlenmeye çalışan umudu görüyorsun.”
Gülümsedi. O gülüş, içimdeki bütün korkuları susturuyordu.
“Çünkü,” dedi gözlerime bakarak, “seninle hayal kurmak, gerçeği yaşamaktan daha güzel…”
Ve sonra dudakları, bir dua gibi dokundu alnıma. Dünya durdu. İçimdeki fırtına sustu. Ve ben o an, ilk kez bir ömrün böylece başlayabileceğine inandım.
Gözlerimi hafifçe araladım. Güneş, Dubai’nin altın kumlarını yakarken odanın içine yumuşacık süzülüyordu. Perdelerin arasından dans eden ışık, yüzümde uyanmaya hazır bir tebessüm gibi süzülüyordu. Miran hâlâ yanımda, uykuyla uyanıklık arasında bir yerdeydi.
Yavaşça doğruldum, saçlarımı geriye attım ve gözlerinde hâlâ rüya parlayan o adama dönüp neşeyle gülümsedim.
“Biz buraya sadece uyumaya gelmedik herhalde.” dedim, sesimdeki kahkahayla odayı çınlatarak. “Hadi, denize girelim, Miran!”
Miran gözlerini araladı, yüzünde hâlâ uykunun huzuru vardı. Hafifçe gerindi, sonra yavaşça oturdu yatakta. Gözlerimin içine bakarken dudaklarının kenarındaki o haylaz gülümseme belirdi.
“Ben bu tatilin yüzde seksenini yatakta geçireceğimizi sanıyordum…” dedi, dudaklarını dudağıma yaklaştırarak. “Hem, deniz sabit bir yer. Kaçmıyor ki…”
Bir kahkaha daha patlattım, onun bu tembel sevimliliğine karşı koymak ne mümkündü? Ama kalkmamda kararlıydım.
Elini tuttum, ayağa kalkarken onu da çekiştirdim.
“Biraz hızlı ol lütfen, bu kadar uyuşuk olma!”
O ise gülerek, bir anda belimden kavradı ve yatağın içine tekrar çekti.
“Ama önce,” dedi kısık bir sesle, “biraz daha deniz tadında öpüşmeliyiz bence…”
Yüreğim, onun dokunuşuyla yeniden yaz ayına döndü. Dışarıda okyanus vardı belki, ama içimde, Miran’la her şey zaten deniz kadar sonsuzdu.
Gülüşlerini ardımda bırakıp banyoya doğru yürüdüm. Aynadaki yansımama bakarken içimden geçen his, yeni bir hayata uyanmanın huzuruydu sanki. Suyun tuzunu henüz tenimde hissetmemiş olsam da, deniz çoktan içimdeydi. Bugün, dalgaların bizi sarhoş edeceği o gün olmalıydı.
Mayo çantamdan mavi, sırtı açık ve ince askılı olanı çıkardım. Kumaşı avuçlarımda yumuşacık kayarken, aklımda tek bir şey vardı: güneşi içime çekmek, ve Miran’ın gözlerinde yeniden parlamak.
Hazırlandım. Saçlarımı gevşek bir topuzla topladım, birkaç tutam omzuma dökülmesine izin vererek. Hafif, uçuşan beyaz bir pareo geçirdim üstüme. Ayağıma terliklerimi geçirip banyodan çıktım.
Miran, yatağın ucunda oturmuş, dirseğini dizine dayamış beni izliyordu. Gözleri bir yukarı, bir aşağı kayıyor, dudaklarının kenarında hafif bir kıskanmışlık çizgisi beliriyordu.
“Bir şey mi var?” dedim, yanına gelip hafifçe başımı eğerek.
“Yok,” dedi ama sesi onu ele veriyordu. “Sadece… Dubai’nin bütün sahiline keskin nişancıları yerleştireceğim, gözü sana değenin gözünden vuracağım, haberin olsun.”
Güldüm, yanına çömeldim. “saçmalama sevgilim! Burada ki herkes böyle, neden sadece bana baksınlar ki?”
Elini yüzüme götürdü. “Senin bu halin, bakılmayacak, kıskanılmayacak gibi değil ki…”
Tam o anda karnım hafifçe guruldadı. Gülümsememizi bölen bu komik gerçek, ikimizi de kahkahaya boğdu. Miran ayağa kalktı, elini bana uzattı.
“Hadi,” dedi, “önce seni doyuralım. Aç bir deniz, dalgalı olur.” kendisi siyah bir şort ve tişört giyince zaten hazır oldu. Ardından odadan çıkıp,
Asansörle lobiye indik. Otelin içindeki zarafet, her adımda kendini hissettiriyordu. Dubai sabahının güneşi, camlardan içeri sızıyor, yerlerdeki mermer desenler bile parlar gibi duruyordu.
Kahvaltı salonuna girdiğimizde ortalığı nar, hurma, bal ve mis gibi ekmek kokusu sarmıştı. Açık büfe, bir tablo gibiydi sanki. Altın tepsilerde sıralanmış sıcak poğaçalar, incecik dilimlenmiş peynirler, zeytinlerin bile üzerine zeytinyağı damlatılmıştı.
Deniz kenarına bakan masalardan birine oturduk. Garson gülümseyerek iki kişilik özel kahvaltı hazırlamaya başladı. Miran, menemen isteyip bir bardak çay söyledi. Ben ise zeytinli omlet, çilekli kruvasan ve taze sıkılmış portakal suyuyla güne başlamak istedim.
Masamıza gelen her tabak, bir şiir dizesi gibi önümüzde duruyordu. Miran çatalını uzatırken durdu. “daha kapalı bir mayon yok muydu acaba, güzel ve çekici sevgilim. Herkes sana bakıyor da, katil mi olayım illa.”
Gülümsedim. “zaten değil misin?" Dedim kısık bir sesle öne doğru eğilirken, gözleri tabii ki de tenimde dolaştığı için sertçe yutkundu. "Daha iyi ya, deneyimli bir şekilde öldürürüm. Acı ve haz dolu." Gözlerimi devirdim. Geri çekilirken çatalımı elime aldım. "Kıskanacaksan odaya kilitleseydin o zaman, ne diye getirdin buraya?"
O an göz göze geldik. Çatalı elinden bıraktı, sadece elimi tuttu. "Tamam, özür dilerim ama benim damarlarımda da gavat kanı değil, kıskançlık akıyor. Seni Kıskanmak suç mu?"
"Özür dileme, keyfimize bakalım lütfen." Sadece başını salladı. Elimi öperken gülümsedim ama o gülümserken bile çatık kaşlıydı. Sessizlikte geçen birkaç saniye, dünyanın bütün gürültüsünden daha derindi. Kahvaltı o an sadece bir fondu. Gerçek tat, onun bakışlarında gizliydi.
Kahvaltı, tatlı bir düş gibi geride kalmıştı. Kahkahalar, bal tadında sohbetler, göz göze içilen kahveler… Hepsi, o sabaha dair hafızaya kazınan en güzel detaylar olmuştu. Şimdi ise sıra, günün en berrak anına, denize inmeye gelmişti.
Geniş ahşap basamaklardan sahile doğru inerken, sıcak kum ayaklarımın altında huzurla dağılırken içimde bir neşe dalgası kabarıyordu. Güneş, denizi pırıl pırıl parlatmış, ufuk çizgisi neredeyse görünmeyecek kadar ışıkla yıkanmıştı.
Pareomu belimden çözüp usulca çıkardım. Hafif bir rüzgâr, tenime dokundu. Saçlarım omzumdan savruldu. Ardından terliklerimi de çıkardım ve çıplak ayakla, denizin kıyısına doğru yürümeye başladım.
Miran arkamdan geliyordu. Sessiz adımlarına rağmen sesini duydum — hafif bir sitem, kıskançlıkla süslenmiş şımarık bir tonla mırıldandı:
“Bari onu indirmeseydin…”
Gülümsedim ama cevap vermedim. Su ayak bileklerime ulaştığında, hafifçe ürperdim. Gökyüzü maviydi, denizse neredeyse saydam.
Biraz daha yürüdüm, dalgaların içimdeki telaşı yatıştırmasına izin verdim. Sonra arkamı döndüm.
Miran hâlâ kıyıda duruyordu, gözleri üzerimdeydi. Gülümseyerek elimi ona doğru uzattım, avucumun içi suyla ıslanmış ama sımsıcaktı.
“Ne duruyorsun orada?” dedim, sesim rüzgâra karışarak ona ulaştı. “Gelsene, beni yanlız mı bırakacaksın?.”
O an gözleri parladı. Kıskançlıkla karışık o sevgi dolu bakışlarını kaçırmadan, tişörtünü yavaşça çıkardı, ardından adımlarını hızlandırarak bana doğru gelmeye başladı.
Dalgalar hafifçe kabarıyordu, ama en çok içimizdeki o aşk büyüyordu. Su artık dizlerimize ulaştığında, Miran yanıma geldi, elimi tuttu ve “Seninle denize bile kıskanarak giriyorum,” dedi fısıltıyla.
Ben ise onun avuçlarında güven bulmuş bir yolcu gibi, başımı omzuna yasladım. “Kıskan ama bırakma,” dedim. “Çünkü bu deniz, ancak seninle sonsuz olur Miran.”
“İyi ki geldik buraya,” dedim. Ardından,
“İyi ki varsın…” diye fısıldadım.
Ve dudaklarımız, güneşin parıltısında, hafifçe birbirine dokundu. Kısa, ama içimizi sonsuza dek mühürleyecek kadar anlamlı bir öpüşmeydi bu. Kalp atışlarımız, suya dalga dalga yayıldı.
Sonra bir kahkaha bıraktım dudaklarımdan, anın ağırlığını hafifletircesine:
“Hadi ama yüzmeye geldik!” dedim ve elini bırakıp aniden suya daldım.
İkimiz de hızlıca kulaç atmaya başladık. Su, gülüşlerimizi taşıyordu. Bazen birbirimize su sıçrattık, bazen bir dalga aramıza girince göz gözü görmedi. Ama ne olursa olsun, gözlerimiz her buluştuğunda içimizde kıpırdayan tek şey aynıydı: aşk.
Bir ara Miran yanıma geldi, yanağıma usulca dokundu.
“Yüzme bahaneydi… Asıl amacım sana dokunmaktı.”
Gülerek onu ittirdim. “Suda bile fırsatçısın yani?”
“Ben hep fırsatını kollarım.”
İkimiz de yeniden kahkahalarla suya gömüldük. Güneş, tenimizde altın gibi parlıyor, Dubai sabahı, kalbimize unutulmaz bir anı daha yazıyordu.
Bir süre daha suyla oynadık, birbirimize çocuksu şakalar yaptık. Kimi zaman saçımı suyun altından çekiştirdi, kimi zaman ben gizlice arkasından yaklaşıp sırtına sarıldım. Her dokunuş bir gülüşe, her gülüş bir ömre değerdi.
Yorulmaya başladığımızda, kıyıya doğru yüzdük. Sahil yumuşacık bir kucak gibi karşıladı bizi. Ayaklarımız kumu hisseder hissetmez birbirimize baktık; gözlerimiz “yetmedi” der gibiydi ama bedenimiz güneşin sıcak kollarına bırakmak istiyordu artık kendini.
Beyaz hasır şezlonglara uzandık. Ben pareomu omzuma alıp saçlarımı sıkarken Miran gözlerini üstümden bir an bile ayırmadı. Gözlerinde hâlâ o tanıdık parıltı, o içten kıskançlık… Ama yumuşacık bir sevgiyle örülmüş, bana ait bir parıltıydı bu.
“Biliyor musun,” dedi, elini bana uzatırken, “hayat senin tenin gibi… sıcacık ve sonsuz.”
Gülümsedim. “Sen de dalgalar gibisin… bazen çarpsan da bana, her seferinde huzurla geri çekiliyorsun.”
Elimi tuttu. Gözlerini kapatıp başını bana doğru yasladı. Güneş, tenimizi usulca öperken, avuçlarımız birbirine kenetlendi. Rüzgâr saçlarımızla oynuyor, deniz hâlâ şarkısını söylüyordu.
Bir martı çığlığı yankılandı gökyüzünde. Miran hafifçe doğrulup yanağıma dokundu.
“Birlikte her yer cennet…” dedi.
Ben ise başımı onun göğsüne yasladım. “Ve her an sonsuzluk,” diye fısıldadım.
Kalbimiz aynı ritimde atıyor, gökyüzü ikimize mavi bir battaniye gibi seriliyordu.
Gözlerim kapanmak üzereydi ki, Miran'ın yanındaki şezlongda bir titreşim sesi duyuldu.
Telefonu çaldı. Ekranda "Alaz & Bejna" yazıyordu.
Miran hafif doğrulup ekrana baktı.
“Görüntülü arıyorlar,” dedi, kaşlarını kaldırıp gülümsedi.
“Cevapla hadi!” dedim heyecanla. kumlarında uzanmış, saçlarım hâlâ ıslaktı ama içim, tanıdık seslere karışacak diye kıpır kıpırdı.
Ekranda önce Alaz belirdi, sonra yanında Bejna’nın neşeli yüzü. İkisi de kalın kıyafetler içindeydi, arkalarında büyük bir pencerenin ardında karla kaplı bembeyaz sokaklar görünüyordu.
“Orası yanıyor, burası donuyor!” dedi Alaz gülerek.
“Deniz!” diye seslendi Bejna, el sallayarak. “Ay ne güzel yanmışsın, gözlerim kamaştı! Merhaba abiciğimm!” diye Miran’a da takıldı.
Miran gülerek başını salladı. “Rusya soğuk ama siz iyisiniz, belli. Ne bu hal?”
Bejna heyecanla anlatmaya başladı:
“Taşındık artık resmen! Moskova’ya yerleştik. Hani şu yazılım akademisi vardı ya, başvurmuştum geçen yıl. Kabul aldım! Burslu hem de. Alaz da rus tüccarları ile anlaştı. İşleri yoluna koyup birlikte geldik. Şimdilik küçük ama çok tatlı bir dairemiz var.”
Alaz da söze girdi:
“rusya, Amerika, Türkiye arası silah sevkiyatı, bilirsin işte...”
Hepimiz güldük. Kalplerimizin mesafeyle eksilmeyeceğini bilmek o kadar güzeldi ki…
“Siz ne yapıyorsunuz??” diye sordu Bejna merakla. “çifte kumruların tatilini bölmedik inşallah!”
Miran kıkırdayarak cevapladı:
“sizin hangi aramanız müsait ve ya bizi ayırmayan bir tonda ki? Ne zaman sarılsak iki çift laf etsek hemen arıyorsunuz."
“Ne romantik,” dedi Alaz alaycı bir sesle, ardından ekledi: “Sanki kendisi öyle yapmıyor, oğlum, ne zaman sevgilime sarılsam pat diye arıyorsun lan sen, konuşacak bir şey yoksa bile telefon açık kalsın diyorsun, manyak herif!”
“Abi!” dedim utançla, “Arada denk gelmeler olabilir ama asla bilerek aramıyor, valla bak!”
Kahkahalar, dört yanımıza yayıldı. Gözlerimizde hem özlem, hem de sıcak bir bağ… Ekranda dostluk, aile ve yeni hayatların ışığı parlıyordu.
“Size Rusya’dan bir kart atacağım,” dedi Bejna. “Üzerinde ‘Aşk, sınır tanımaz’ yazacak.”
Miran bana baktı. “Bu sözü çerçeveletelim,” dedi.
Bağlantı yavaşça koptu. Ekran karardı ama içimiz aydınlandı. Sanki kalbimizin dört bir köşesi sevgiyle örülmüştü.
Akşam güneşi, gökyüzünü pembeyle turuncu arasında bir masala boyarken, ikimiz de odanın kapısından içeri süzüldük. Sessizlik, sadece kalp atışlarımızın fısıltısıyla bozuluyordu. Sahilin kumlarını hâlâ tenimizde hissederken, içimizde başka bir dalga kabarıyordu, daha derin, daha sıcak, daha bize ait.
Miran’ın parmakları sırtımda dolaşırken, nefesi boynuma düştü. Bir çift göz, sanki tüm dünyanın susmasını istiyordu.
“Bazen kelimeler yetmez,” dedi usulca.
Ben yalnızca başımı eğip gözlerine baktım. Sözcüklerin eridiği yerde ten, bakış, dokunuş konuşur ya… işte biz o dili konuşuyorduk.
Perdeler aralandı, ay ışığı duvara ince bir gümüş çizgi çekti. Ben onun göğsüne yaslandım, kalbini dinledim. Ritmi, benim adımı fısıldar gibiydi.
Aramızda zaman kavramı yoktu artık. Saatler sanki onun parmak uçlarında eriyor, bedenimin kıvrımlarında yankılanıyordu. Gülüşüm, dudaklarının arasına karıştı.
Yorganın altında bir mevsim değişti sonra…
Bir ilkbahar, tenimizin arasında açtı.
Birlikte yaşadığımız o derin yakınlık, ruhlarımızı örten sonsuz bir güven gibiydi. Tenin tenden çok daha fazlası olduğu o anlarda, gözlerimizle konuşuyor, ellerimizle şarkılar yazıyorduk birbirimize.
Miran’ın nefesi saçlarımda gezindiğinde, ben artık hiçbir şeyden korkmuyordum. O an, birinin dünyasında merkez olmak, kendini hiçbir kelimeye ihtiyaç duymadan anlatmak gibiydi.
Gece boyu birbirimizin kalbinde dolaştık. Bazen sessizlikle, bazen kıkırdayarak. Yalnızca bizdik.
Ve sabah…
Güneş parmak uçlarıyla odamızın camını tıklattığında, ben Miran’ın koynuna daha da sokuldum.
“Odamız, dünyadan daha güzel,” dedim mırıldanarak.
Miran başını kaldırmadan yanıtladı:
“Çünkü içinde sen
varsın.”
Yastığın kenarına düşen saçlarımı geriye itti, ardından alnıma hafifçe bir öpücük kondurdu.
“Seninle her şey anlamlı,” dedi, gözleri sabahın içine doğarken. “Ve gecemiz… sadece bir başlangıçtı.”
...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
5.82k Okunma |
369 Oy |
0 Takip |
32 Bölümlü Kitap |