Hiç olmak ister misin? Kaybolmak ister misin? Yaşamak hariç her şeyi istersin, çünkü yaşamak istemezsin... Bu bir gerçekti, bu bir tezatlıktı.
Ölümün gerçekliği kadar soğuk bir şey var mıydı? Vardı, vatan. Vatanın soğukluğu, ölümün sıcaklığıyla çok tezattı.
"Vatan sağolsun." Sağ olsun muydu?
Kapı zili çaldığında içi sızlayan anne, kapıda komutan. Yanında iki üç asker ve onların arkasında iki sağlık çalışanı.
Tabii anne yüreğine düşen korla kendini yere atar. Baba dimdik durmaya çalışarak dolu gözlerinden yaşlar dökülmemesi için direnir. "Vatan sağolsun." Fısıltısı eve ateş düşürür, yüreğini parçalar.
Soğuk bir morg odasında son veda. Böyle vedalaşmak için mi doğurmuş tüm cefasını çekmişti o anne.
"Ne hale gelmiş yavrum." Son sözler, ve sonsuz gözyaşı. gençliğin nasıl geçti diyen olmaz,ateş düştüğü yeri yakarmış. Sen hiç ateşte yandın mı?
Bir pencere aralanır,
Bir bayrak dalgalanır,
Ve bir ana evladından
Bayrak inmesin diye ayrılır
Vatan sağolsun toprağı cennet koksun. O insan nice güzel bir insandır ki şehitlikle anılır. "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh." Karşımda iki asker, eli kolu bağlı başlarına geçirilmiş siyah bez torbaları.
"Komutanım." Dilim cevap vermek için dönmedi. "Zehra'ma onu çok sevdiğimi söyleyin olur mu? Biliyorum siz burdan kurtulmak için her şeyi yapacaksınız, kanımızı yerde bırakmazsınız." Elim kolum bağlı diz çöktüğüm yerde başımı dik tutmaya çalışıyordum, İçimdeki yangına rağmen.
"Anneme ağlamamasını söyler misiniz?" Diğer asker konuşmaya başladığında artık gözlerimden yaşlar dökülüyordu.
"Kesin sesinizi!" Ağızlarına bant yapıştırıldı. Elleri kolları sımsıkı bağlanmış, diz çöktüğü yerde yinede başlarını eğmeyip dik duruyorlardı.
Vatan sağolsun.
Zahir geldi. Elinde ki kılıcı bana doğru salladı. "İyi bak komutan, iyi bak! Buna rağmen vatan sağolsun diyebilecek misin ha?!" Kılıcın ucunu boynuma yasladığında tenimin yanarak acıdığını hissedebiliyordum.
"Ben seni uyarmıştım! Askerlerini inimden çek demiştim! Peşimi bırak demiştim!"
"İnine tüküreyim! Orospu ç-" yüzüme şiddetli bir tokat indirdi. "Sana bir şey yapmayacağım ama benimle uğraştığın için öyle bir pişman olacaksın ki! Anandan emdiğin süt burnundan gelecek!"
"Onlar öldüğünde,"başımı kaldırıp karşımda çaresizce duran askerlere baktım. "Şerefli bir şekilde şehit olarak anılacak ve tüm Türkiye Cumhuriyeti onlar için saygı duruşuna geçecek. Ya sen öldüğünde Zahir? Sen öldüğünde kimse senin öldüğünden haberi bile olmayacak. Cesedine bile merhamet edilmeyecek. İte köpeğe edilen muamele bile sana fazla, dua et de seni ben öldüreyim. Yoksa sana yapılacakları düşünemiyorum!"
"Aynen komutan aynen! Buradan sağ çıktığında görüşürüz." Elinde ki kılıcı askerin boynuna dayadı. "Hazır mısın?" Pislikmiş gibi gülümsedi. "Beni bir ömür unutamayacaksın komutan." Yutkunamadım. Her iki askerin gösterdiği dik başlılığı göstermiyordum. "Yapma Zahir! Gel teslim ol."
"Ben teslim olmam komutan, salak mı var karşında, teslim olursam başıma neler gelir bilmiyor muyum ben!"
"Eğer askerlerime zarar verirsen de başına pek iyi şeyler gelmeyecek Zahir!"
"Çok konuşuyorsun komutan çok!" Kılıcı kaldırdı. "Zahir seni kimse elimden alamaz! Yapma!" Kılıcı son hızla indirdiğinde nefesim kesildi. "Allahu Ekber!"
Görüntüyü görmek kalbimde bir sancının teklemesine neden olmuştu. Askerin başı yuvarlanıp dizlerimin önüne gelmişti.
Midem bulanıyordu. Saatlerce kusmak istiyordum. "Bunlar hep senin eserin! İyi izle komutan iyi izle!" Yutkunamadım. Askerin başı vücudundan ayrılmış önüme kadar gelmişti. Her taraf kan olmuştu. Askerin gözleri açık doğruca gözlerime bakıyordu. Mavi gözlerinde ki his yok olmuştu. Yüzünde tatlı bir tebessüm vardı. "Şehitler ölmez," fısıltım duyulamayacak alçak çıkmıştı. Kılıcını tekrar kaldırdı. Gözlerim kapandı. Ben bunu kaldıracak kadar güçlü değildim. Başıma keskin bir ağrı zuhur etmişti.
"Aç gözlerini aç!" İtin bir yüzümü tutup zorla göz kapaklarımı açmaya çalışıyorken yerimde çabalamaya çalışıyordum. "İzle komutan izle!"
"Bunu yanına bırakmayacağım orospu çocuğu!" Başımı askere çevirerek sert bir şekilde tuttu. "Tekbir!"
"Allahu Ekber!"
"Yapma! Yapma ulan yapma! Seni de itlerini de kendi ellerimle öldüreceğim şerefsiz köpek!" Kılıcı indirmesiyle yüzüme kan damlaları sıçramıştı. "Hayır! Hayır! Hayır!" Gözlerimin önü kararıyordu. "Bırakın lan beni! Bırakın lan!" Kılıcı, başı bedenlerinden ayrılmış iki askerin ortasına fırlattı. Midem bulanıyordu. "Biraz burada kal da aklın başına gelsin."
"Seni geberteceğim lan! Öldüreceğim seni! Duydun mu beni!" Diğer itlerini de alıp yanımızdan uzaklaştılar. "Her bir uzvunu köpeklere yem edeceğim lan! Orospu çocuğu!"
Hıçkırığım susmama engel olurken ağlamaya başladım. "Özür dilerim! Özür dilerim sizden özür dilerim." Dizlerimin üstünde sürünerek askerin cansız bedenlerinin yanına geldim.
"Siz bunu hak etmediniz, benim yüzümden oldu benim yüzümden oldu!" Alnımı yere düşen bedene yaslayıp hıçkıra hıçkıra ağlıyordum.
"Vatan sağolsun." Her şeye rağmen vatan sağ olsun. "Vatan sağolsun!" Sesimi ite köpeğe duyurmaya çalışarak bağırdım. "En azından benim uğruna canımı feda edebileceğim bir vatanım var!" Hıçkırıklarımın arasında gördüğüm cesetler birer kahraman yiğitlerin bedenleriydi.
"İnsan büyür Beşikte
Mezarda Yatmak için
Kahramanlar Can verir, Yurdu yaşatmak için." Başımın ağrısı gittikçe artıyordu. "Göğsü iman dolu şehitlerin ruhları şad olsun bin can feda bu bayrağa yeter ki vatan sağolsun!"
Vatan sağolsun.
Vatan sağolsun.
Vatan sağolsun.
Şehit uzman çavuş Müslüm ak,
Şehit piyade uzman çavuş Ahmet Delen,
"Kanınızı yerde bırakırsam kendi kafama sıkarım! Sizi doğuran, vatan aşkı ile yetiştiren anne ve babanıza and olsun ki sizin kanınızı yerde bırakmayacağım." Zahir gelmişti. Saçlarımı tutup çektiğinde acıyla inledim. "Senin kurtuluşun bu kadar kolay olmayacak komutan!" Yüzüme yumruk yememle yere düşmüştüm. Karnıma tekme attığında içimden yukarı doğru yükselen acı bir his uyanmıştı.
Sayısız tekme, tokat ve yumruktan sonra gözlerimin artık kapandığını hissedebiliyordum. Tekrar saçımdan tuttuğunda yüzünü yüzüme yakınlaştırdı. "Hâlâ vatan sağolsun diyor musun!" Kalan son gücümle yüzüne tükürdüm. "Seni kendi ellerimle-" nefesim konuşmamı bitirmeme yetmedi. Saçımı hızla bıraktığında başım yere sert bir şekilde çarptı. "Acıyorum sana komutan, acıyorum."
Kapanan gözlerime rağmen gülümsedim. "Kim kime acıyor göstereceğim sana."
Karanlık.
Sesler kesildi, vücudum acıyla yanıyordu. Son kez etrafıma baktım. Gördüğüm görüntü, kaldırabileceğim türden değildi. Ama mecburdum, metanetli olmak zorundaydım.
- Kar tanem, ellerimin arasından eriyip giden tanem. Sana çok üzülüyorum. Ne çocukluğunu yaşadın, ne de gençliğini. Hep bir şeyler için mücadele etmek zorunda kaldın. Hiçbir şey gönlünce olmadı. Umarım yaptığın her şey, dönüp baktığında çektiğin acılara değer.
- bir şeyi seçebilseydim, unutmayı seçerdim. Beni üzen her şeyi ve herkesi... Değmeyecek, dönüp baktığımda koca bir hayal kırıklığından başka bir şey görmeyeceğim, bunu biliyorum. Hissedebiliyorum. İnsanın içine doğan ya sonu olur , ya son. Benim içime doğan ise vakitsiz bir son. Ölüm bile bizi kurtarmaya yetmeyecek. Düşün ki öyle bir son.
*
Helikopter sesleri ve silah seslerine açılan gözlerim sıkılan kurşunlara tekrar kapanıyordu. Açlık, susuzluk ve yorgunluk bedenimi öyle bitap bir hale getirmişti ki kendimden geçmiş gibiydim. Ayağa kalkmaya çalıştım. Günlerce işkencelere maruz kalan bedenim çabama yenik düşüp kalkamamıştı. Ayağımda ki yaradan usul usul akan kana baktım. Neden kanadığını bile hatırlamıyordum. Sol kolumda şiddetli bir acı ve ağrı vardı, sanırsam kırılmıştı. Tekrar ayağa kalkmaya çalıştım, yaramın acısına rağmen dik durmayı başarmıştım. Kuruyan dudaklarımı iki damla su ile ıslatmak istedim ama etrafımda suya dair hiçbir şey yoktu. Odayı sadece güneşin ışığı aydınlatıyordu. Kapıya ulaşıp dışarı çıkmaya çalıştım. Yoğun bir çatışma vardı. Bizimkiler gelmişti. Sevinemedim. Beş asker şehit etmiştim, nerede kalmışlardı ki? Neden daha önce gelmemişlerdi.
Lisayı gördüm. Buraya doğru koşuyordu. Havlaya havlaya yanıma ulaştı. Eğitimli özel bir köpekti. Elim başını buldu. Üst üste havlıyordu. Sanırsam halime acıdığı için havlıyordu.
"Kızım," dediğimde hemen arkasından diğer arkadaşı Dogo geldi. İkisi de bana doğru havlıyorlardı. "Burada! Yüzbaşı burada!" Bu Asaf komutanın sesiydi. Daha fazla ayakta duramadım duvara yaslanıp kendimi yere bıraktım. Soluğum gittikçe daralıyordu. Gözlerim odanın en köşesinde duran bedenlere kaydı. Gözlerim doldu. İşkence olsun diye şehit ettikleri canların naaşlarını kaldırmayıp gözüme gözüme sokmaya çalışıp beni aynı odada tutmuşlardı.
"Deniz, iyi misin? Bana bak Deniz. Buradayım, bana bak." Gözlerim kehribarın en açık rengi olan sarı harelere kaydı. "Nerede kaldınız? Onlar bu şekilde öldürülmeden önce neden gelmediniz!" Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Göz yaşlarımı silip beni kucağına aldı. "Tamam bitti her şey, bak kurtuldun. Kurtardık seni." Odadan çıkıp beni sarsmaya korkar bir şekilde tutarak bulunduğumuz yerden uzaklaştırdı. "Evlenecekti, Ahmet evlenecekti, sevdiği vardı. Şimdi ne olacak? Kadın acı çekecek. Nasıl söyleceksiniz şehit oldu diye? Nasıl dayanacak kadın buna?" Beni sert bir taşın üzerine oturttuğunda kenarda bulunan suyun kapağını açtı ve dudaklarıma dayadı. "Düşünme bunu, şimdilik hiçbir şey düşünme olur mu? İyi değilsin. Çok zayıflamışsın." Bir an durup acır bir şekilde beni süzdü. "Ne yapmışlar sana böyle." Kana kana içtiğim suyun ardından matarayı dudaklarımdan çekti. Gözlerim onun arkasındaki ite kaydı. Elleri ayakları arkadan bağlanmış ağzına bant yapıştırılmıştı. "Zahir." Dedim, dünyanın en iğrenç ismini söyler gibi. Korkuyla etrafına bakıyordu. Yalnız kalmıştı. Diğer itleri hepsi ölmüştü. Askerlerin ona doğru tuttuğu silahlara korkuyla bakıyordu. Dogo yanıma geldi. Elimi yalarken başını tutup gözlerime bakmasını sağladım. Parmağımla Zahir'i işaret ettiğimde havladı. Hemen arkasında Lisa da geldiğinde hiç düşünmeden "Saldır." Komutu vermiştim. İkisi de bunu bekliyormuş gibi koşarak Zahir'in üzerine atlamıştı.
"Hayır!" Köpekler durmadı. "Ne yaptın Deniz, o herif bize lazımdı."
"Artık değil." Dedim. Askerler geri çekilirken hepsi arkasına dönmüş görüntüyü görmemek için gözlerini kapatmıştı. Ben ise bu görüntünün her bir detayını unutmamak için kafamın içine kazıyordum. Acıyla inliyordu. O inledikçe ben rahatlıyordum. Şimdi vatan sağolsun diyebilirdim. Şehitlerimin kanını yerde bırakmayacaktım. Bırakmadım.
Helikopterler yoğun bir ses çıkararak çalışmaya başladığında Asaf komutan beni tekrar kucağına aldı ve hızlı adımlarla taşlı yolları geçerek helikoptere yetiştirdi. Zorlukla bindiğinde beni koltuğa bıraktı.
Kimsenin gelmesini beklemeden helikopterin çalışması için işaret verdi ve havalamaya başladığımızda kapıyı kapattı. Derin bir sessizliğe bürünmüştük. Üzerinde ki yeleği çıkarıp silahıyla birlikte kenara bıraktı. Askeri eldivenlerini de çıkardığında tamamıyla bana dönmüştü. "Ayağın kanıyor." Bıçak yardımıyla üzerimde ki kumaşı kesip yarayı açık hale getirdi. Kenarda duran acil yardım çantasını açıp içinden gazlı bezi aldı ve üzerine biraz etil alkol dökerek yaramı temizlemeye başladı. Yaramın yanmasıyla acıyla kasılıp inledim.
"Sakin ol, geçecek şimdi, sakin ol."
"Çok acıyor." Çantadan bir tane bez çıkarıp ağzıma itti. "Isır şunu, acın hafifler." Tekrar yaraya bastırdığı bezle dayanamayıp çığlık attım. "Kurşun yarası değil, bıçak gibi bir şey. Dikiş atmam lazım. Hastaneye kadar çok kan kaybedersin. Bağlasam bile kangren olursun."
Başımı sağa sola acıyla salladım. "Yapmam lazım, dayan. Yara çok derin."
"Dayanamam Asaf! Bırak kalsın!"
"Ölürsün Deniz, merak etme çok kez yapmışlığım var. olabildiğince canını yakmamaya çalışacağım."
"Yapma..." Elimi tuttu. "Dayanabilirsin. Lütfen dayan, bana güven." Tekrar bez parçasını alıp ağzıma itti. "Var gücünle bunu ısır tamam mı, hemen bitecek, merak etme." Islak gözlerimle yapmaması için resmen yalvarıyordum. Hızla çantadan gerekli malzemeleri çıkardığında gözlerime son kez baktı. "Hemen geçecek. Dayan olur mu?"
Başka çarem yoktu. Başımı salladım. Ellerim yanlarda duran demirlere tutundu. Bacağımı kucağına yerleştirdiğinde önce tentürdiyotu iyice tenime yaydı. İğneyi tenime yakınlaştırdığında ister istemez korkuyla ayağımı çektim. "Korkma, bana güven. Lütfen Deniz, çekme ayağını, kıpırdama." Acıyla başımı sallayıp gözlerimi yumdum.
Soğuk iğneyi tenimde hissetmemle büyük bir acıyla çığlık attım. Dişlerimin arasında ki bez parçası başka bir şey olsaydı muhtemelen şuan parçalanmış ya da kırılmıştı. İğne her tenime girip çıktığında daha da fazla acıya maruz kalıyordum. Başımda yoğun bir ağrı vardı. Kolumda ki ağrı da gittikçe artıyordu ve artık bedenim benim iradem dışında çok daha fazla acı çekiyordu.
Bedenim sanki bir ateş topunun içine girmiş alev alev yanıyordu. Her yerim başka bir acıyla kıvranıyordu. Asaf durdu. Alnımda ki terleri silip su uzattı. Acım o kadar yoğundu ki su içmek bile azap vericiydi. "Bitti, saracağım yaranı şimdi. İyisin bir şey yok, iyisin." Suyu içemeyeceğimi anladığında geri çekilip yarım kalan işini tamamlamaya başladı.
Bayık gözlerim, tamamen kapanmaya hazır hale gelmişti. Sargıyı bitirdiğinde yanıma oturdu ve başımı kendine çekti. "İyisin, geçti. Bitti." Yüzümde ki yaraları temizlemeye başladı.
"Teşekkür ederim." Dediğimde sesim adeta bir fısıltı gibi çıkmıştı. "Etme, teşekkür etme. Sırası değil şuan."
"Üşüyorum." Dediğimde hemen koltuğun altından örtü benzeri bir şey çıkarıp üzerime örttü. "Az kaldı. Hastaneye varmamıza az kaldı, dayan." Beni kucağına doğru çektiğinde karşı gelemedim. Zaten nasıl gelecektim ki? Elinin sıcaklığını yüzümde hissedebiliyordum. Gözlerim kapandı.
Kafamdaki sesler sustu. Sanki dünya durdu. Acım dindi, nefesim ağırlaştı.
İçimde bir yangın vardı. Bu yangını söndürecek ne bir damla su vardı, ne de o damla suyu, ateş sönsün diye getirecek biri vardı. Her zamanki gibi her derdimi tek başıma üstleniyordum.
Teşekkür ederim hayat.
Teşekkür ediyorum.
______
Günümüz.
Miran karşımda oturmuş, başını ellerinin arasına alıp düşünüyordu. "ne düşünüyorsun?" Dediğimde başını kaldırıp yorgunca gözlerime baktı. "Az önce olanları." Olduğum yerden kalkıp yanına geçtiğimde elini tutmuştum. "Lal için iyi olman lazım, biliyorsun değil mi?" Geçirdiği sinir krizi sonrası doktorların gözetimi altında uyutulup odasına kaldırılmıştı. Başını salladı ama gözlerinde ki endişeyi görebiliyordum. "Sen?" Bakışlarında tek bir duygu yoktu. Ondan dolayı soracağı soruyu kestirememiştim. "Nasıl bu kadar tepkisiz kalabildin? Nasıl hiç etkilenmedin."
Aklıma düşen anıları silmeye çalıştım. Önüme düşen saçımı kulağımın arkasına aldığımda iki elimi de tutup kendisine bakmamı sağladı. "Konuş benimle, sen nasıl bu kadar tepkisiz kaldın?" Merak mı ediyordu ya da duymak istediği başka bir şey mi vardı?
"Eski de olsa askerim ben Miran. Dağlarda geçti ömrüm. En ağır eğitimlere maruz kaldım. Sence ben böyle bir olayda paniklersem askerliğime ters düşmez mi?" Gözlerini kaçırdı. Ellerimi bırakıp ayağa kalktı. "Ne yaşadığını bilmiyorum, haklısın. Öyle kolay değil asker olmak. Ama..." Gözlerime döndüğünde anlam veremediğim bir duyguyla karşılaşmıştım. "Yine de..."
"Ne yine de Miran? Açık konuş benimle." Avuç içleriyle yüzünü sıvazladı ve derin bir nefes vererek arkasını döndü. "Ne dediğimi bilmiyorum ben, kusura bakma. Gördüklerim ağır geldi. Kafam allak bullak olmuş durumda." Salonun sonuna doğru ilerlediğinde arkasına dahi dönmeden merdivenlere yöneldi.
Bir şeylerden şüphe duymuş gibiydi. Ayağa kalkıp ardından gittim. Odasının kapısı açıkken içeriye daldığımda üzeri çıplak bir şekilde görmüştüm. Üzerinde ki gömleği indirip yatağa fırlatmıştı. Benim geldiğimi fark etmişti ama aldırmadan kemerini açıp pantolonundan sıyırdı. Neyse ki altı hâlâ giyinikti. "Söylemek istediğin bir şey var, neden kaçıyorsun benden?" Ellerini beline koyup arkasına döndü ve pencereye yönelerek dışarıya bakmaya başladı.
"Miran? Trip mi atıyorsun bana bu hengamenin ortasında?"
"Sana trip falan atmıyorum." Sesi yüksek çıkmıyordu fakat çok sertti. Bana döndüğünde üzerime doğru gelmeye başladı. "Bir aydan fazla oldu birbirimizi tanıyalı öyle değil mi?" Başımı salladığımda tam önümde durmuştu. "Hakkında tek bir şey bilmiyorum Deniz." Gözlerim çıplak bedeninde gezdi. Güzel kaslı bir vücuda sahipti, her genç kızın hayalinde ki kadar güzeldi. "En sevdiğin renk ne mesela?" Sorduğu soruya kaşlarım havalandı. Benim sevdiğim bir renk yoktu ki. Her rengin kendine has bir güzelliği vardı. Daha önce kendi kendime bile sormadığım soruyu bana soruyordu. Ben hangi rengi sevdiğimi bilemeyecek kadar kendimden yoksundum. Dudaklarım büküldüğünde onunla dalga geçtiğimi sanarak güldü ve yanımdan arkasını dönerek uzaklaştı. "Hangi rengi seviyorsun diyorum Deniz, bu dünyada o kadar klasik bir soru ki, bunu bile cevaplayamıyorsun bana!" Sinirle bana döndü. "Yeşil de, ne bileyim, siyah de pembe de ama susma Deniz, susma. Senin hakkında bir şey öğreneceğim diye ağzının içine bakıyorum resmen ama sende tık yok."
Yatağın üzerine oturduğumda konuşmasını bitirmesini bekledim. "Ben sana geldikçe sen benden uzaklaşıyorsun, istemiyorsan söyle Deniz," anlamamıştım. "Neyi istemiyorsam?"
"Beni istemiyorsan söyle, seni zorla yanımda tutmuyorum. İstemediğin bir şey varsa söyle. Ayrılmak istiyorsan ne bileyim duygularımdan emin değilim zaman istiyorum desen bile razıyım ben, yeter ki konuş. Düşünceni, içinden geçeni bilmek istiyorum. Sustuğun her an kendimi yanında fazlalıkmış gibi görüyorum!" İsyan mı ediyordu, hayır. Düşüncelerini açığa vuruyordu. Benim yapamadığımı yapıyordu.
"Ben..." Ne diyeceğimi bilememiştim. Gözlerimi kırpıştırdım. Bakışlarım ellerime indiğinde söyleyecek çok şeyin ama söyleyebilecek dilimin olmadığını fark ettim. "Susma!" Bağırmasıyla başımı kaldırıp gözlerine baktım. "Ne dememi istiyorsun anlamıyorum." Yanıma gelerek dizlerinin üzerine çöktü ve parmağını kalbimin olduğu tarafa bastırdı. "Burada ne geçiyorsa onu söylemeni istiyorum." Bu sefer parmağını şakağıma bastırdı. "Düşüncelerini söylemeni istiyorum. Seni tanımak istiyorum Deniz. Sevdiğim kadının kim olduğunu bilmek istiyorum." Gözlerinde derin bir duygu vardı. İlk defa beni gerçekten tanımak isteyen biri vardı. Sevinmeli miydim?
"Kaldıramazsın." Dediğimde göz bebeklerinin büyüdüğüne şahit olmuştum. "Beni tanımak sadece sende ki duyguları öldürmeye yarar, tanımasaydım dersin. Keşke tanımasaydım dersin ve ben o zaman ölmek isterim. Böyle kalalım. Ben sadece seninle anı yaşamak istiyorum. Senin yanında geçmişi unutuyorum. Bana iyi geliyorsun, kendini benden uzaklaştırma. Ben ilk defa birine güvenmek istiyorum. Lütfen beni yarı yolda bırakma." Ne diyeceğini bilemeyerek sessiz kaldı. Parmaklarım sakalını bulduğunda gözlerini yumdu ve başını dizlerime yasladı. "Ben daha önce kimseye içimi dökmedim, dökemedim. Bilmiyorum yani... Soran da olmadı zaten. Sen şimdi böyle söyleyince ister istemez susmak zorunda kalıyorum. Anla beni. Ya da anlamaya çalış. Suskunluğumu maruz gör, gözlerimden anla beni. Sana dokunuşumdan, seslenişimden anla. Yapma sevgili , kazıma yaramı. Zaten zar zor kabuk tuttu. Bir de sen kanatma beni." Titrek bir nefes verdim. Başını salladı ve yüzüme bile bakmadan ayağa kalkıp odasında bulunan banyoya girdi.
Ardından öylece baka kaldım. Kendi içimde verdiğim savaş yetmiyormuş gibi, bir de onunla olan savaşım başlamıştı. Gitmek istiyordum, kaçmak istiyordum. Bana dar gelen şu dünyada yok olmak istiyordum.
Banyodan su sesi gelmeye başlamıştı.
Ne yapacağımı bilemeyerek ayağa kalkıp onun odasını terk ettim ve bir üst katta olan Lal'in odasına geldim. Kapıyı çaldım fakat ses gelmedi. Kulpu çevirip az bir görüş alanıyla Lal'e baktım. Yatağında uzanıyordu. Gözleri donuk ve hissiz bakıyordu. İçeri geçip kapıyı kapattım ve yanına ulaşıp yatağın hemen kenarına oturdum.
Sarı saçları yatağa dağılmış adeta beni sevgiyle okşa diyordu. Onu çok seven bir abisi vardı yanında, saçlarını da okşuyordur şimdi. Her ne kadar bir tarafı yarım olsa da Miran onu doldurmaya yetiyordu.
Ya ben?
Keşke benimde bir abim olsaydı, belki de yaslanacak bir omuz oldurdu bana.
Hayır.
Ben tam anlamıyla eksik kalmıştım. Yaslanacak bir omuzu geçtim, derdimi dinleyecek bir arkadaşım bile yoktu. Olsun, annemin canı sağolsun. Elbet birgün bu da geçerdi.
"Lal." Dediğimde cevap vermesini bekledim ama zaten lal olan kadın tamamen sessizliğe çekilmişti. "Gördüklerin çok acımasızcaydı. İçine atma, konuşmak ister misin?" Gözleri gözlerime döndüğünde soğuk bir okyanusla karşılaşmış gibiydim, çok derin bakıyordu.
"Olmayan dilimle sana derdimi anlatamam." İnce uzun parmakları, beyaz teni ve bakımlı tırnakları vardı. Hayran kaldım.
"Sen yeter ki anlat, ben sana söz olurum. Dil olurum." Yattığı yerden hafif doğruldu.
Onun derdini anlatmasını istiyordum, kendi derdimi içime atmama rağmen o konuşsun istiyordum. Belki laf lafı açar da bende içimdekileri dışarı atardım, umuduyla.
"Abim nerede?" Bana güvenmiyordu, ondan dolayı anlatmak istemiyor gibiydi. Haklıydı. Ben de olsam hemen güvenmezdim zaten.
"Yalnız kalmak istiyorum." Usulca başımı sallayıp ayağa kalktım. Nazikçe kovulmuştum olsun, onu anlıyordum. Odadan çıktığımda kapıyı çektim ve bana dar gelmeye başlayan evden ayrılmak için merdivenlere yöneldim. İlk kat merdivenleri bitirip ikinci kata yönelecektim ki Miran elinde havlusuyla karşıma çıkmıştı. Son basamaktaki merdivende durdum. Altına sadece siyah bir eşofman takımı giymişti ve üstü çıplaktı. Bileğimden tuttuğunda aynı zamanda baş parmağı nabzımın olduğu yeri okşamaya başlamıştı.
"Bebeğim." Dediğinde, sesinde ki yumuşaklık içime işlemişti. "Özür dilerim. Gereksiz bir tepki verd-"
"Önemli değil," dediğimde iyice yakınıma sokulup üstten üstten bana bakmaya başladı. Elinde ki havluyu omzuna atıp, yüzünü yüzüme yakınlaştırdı. "Senden bir şey isteyebilir miyim?" Tek kaşım havalansa da itiraz etmeden başımı olumlu anlamda salladım. Diğer elimi de tuttuğunda alnıma kısa bir öpücük bırakmıştı konuşmadan önce. "Beraber uyuyabilir miyiz?" İster istemez yutkundum. Bir eli elimden ayrılıp saçlarıma ulaştığında yüzüme düşen telleri kulağımın arkasına itti. "Kokun. Annemin kokusuna o kadar çok benziyor ki, beni kokundan mahrum bırakma." Gözlerime en derine bakar gibi bakıyordu. "Hayatıma girdiğinden kendimi bir nebzede olsa anneme kavuşmuş gibi hissediyorum." Anne bu kadar güzel bir şey miydi?
"İstemezsen anlarım, darılmam sana. Ama sen benim için artık öylesine bir Deniz değilsin." Dudaklarını yanağımın dibinde hissettiğimde tüylerim diken diken olmuştu. "Boğulup boğulup ölmek istediğim bir Deniz'sin." Heyecan ve stres aynı anda bedenime hüküm ederken kalbim ciddi anlamda hızlanmıştı. Gözlerime yalvarırcasına bakarken, hayır diyemedim. "Olur." Annesi yerine koyuyordu beni. Ben annesinin yerine geçebilecek biri miydim? Beklemediğim bir anda beni kucağına aldı. Ellerim boynuna ulaştığında bir zafer kazanmış gibi gülümsedi. Odasına girdiğinde kapıyı ardından ayağıyla itti. Beni yatağa bıraktığında anlamadığım bir ürperti içimi sarmıştı. Havluyu gelişi güzel fırlatıp üzerine sıfır kollu bir tişört giydi. Ayakkabılarımı indirdim ama içim hiç rahat değildi. Her an bir şey olacakmış gibi huzursuzdum. Yatağa geldi. Yanıma oturdu ama uzanmadı. "İyi değilsin." Demesiyle başımı hayır anlamında salladım. "İyiyim, sadece biraz heyecanlıyım. İlk defa biri ile aynı yatakta bulunuyorum. Yanlış anlama beni." Uzun süre sonra ilk defa...
Parmakları ile saçlarımı dağıtıp hayran hayran izledi. "İlkin olmak gurur verici." Burukça gülümsedim. Başımı yastığa yasladığımda, bunu bekliyormuş gibi kendisi de uzandı. Gözlerinde ki duyguyu seçebiliyordum. İlk defa bana bakarken gözlerinin içi gülen biri vardı.
Ağlamak istedim. Bütün yaşadıklarıma, çektiğim acılara oturup saatlerce ağlamak istedim.
Bir insanı sevmek bu kadar zor muydu? Nefret dolu bakışlar atmaktan daha mı zordu?
Boğazıma oturan yumruyu gideremedim.
Seni affetmeyeceğim anne,
Seni affetmeyeceğim baba.
Miran kolunu uzattığında başımı kaldırıp göğsüne yasladım. Eli sırtımda yerini bulduğunda diğer eliyle saçlarımı okşamaya başladı.
Kulağımın altında hızlı ritimlerle atan kalbi dinlemek hoşuma gitmişti. "Kalbin çok hızlı atıyor, özel bir sebebi var mı?" Başımı kaldırıp gözlerine baktığımda bana tebessüm etti.
"Sen... Özel sebebi sensin. Senden âlâ daha güzel bir sebep mi var."
"Yok mu?"
"Yok, bebeğim."
"Bebeğin miyim?"
"Sadece bebeğim değil, her şeyimsin."
"İlk görüşte aşka inanma sebebimsin." Gözlerinde bir ışıltı belirdi. "İlk görüşte aşka gelme sebebimsin." Utanarak gözlerimi kaçırdım. Kafamı yastığa koyarak arkamı döndüm. Güldüğünü işitiyordum. "Utandım deme bana sakın." Saçlarımı yüzüme çekerek ısınan yanaklarımı kapatma ihtiyacı duydum. Kahkahası büyüdü. Kolunu karnıma sararak beni kendine çekti ve saçlarıma içimi titretecek bir öpücük bıraktı. "Bak bana, çek şu saçlarını yüzünden."
Saçlarımın hepsini toplayıp yüzüme yapıştırdım. Birden açıkta kalan ensemde parmağını gezdirdi. "Dövmen." Dediğinde sesli bir şekilde yutkunup saçlarımı yüzümden çektim.
"Ensende dövme mi var?" Suç üstü yakalanmışım gibi hissederken sırt üstü döndüm ve yüz yüze geldik. "Böyle bir dövmeyi ilk defa görüyorum." Dediğinde sesindeki tını şaşkınlığını ele veriyordu. "Öyle küçük bir dövme, kendi tasarımım. Ondan daha önce görmemiş olabilirsin."
"Tekrar bakabilir miyim?" Sorusu beni germişti, ama bunda bir sakınca olmadığını belirterek ensemden saçlarımı çekip dövmeyi açığa çıkardım.
"Bu yazının anlamı ne?" Ortadan ikiye kırılmış bir kılıç, ve ortasında küçük bir yazı vardı.
"Teyh, Osmanlıca bir kelime." Dediğimde saçlarımı bırakarak tekrar ona döndüm. "Kılıç ölümü ifade ediyor, yazı ise hayranlık duymayı." Kaşları çatıldı. "Anlamı ölüme hayranlık duymak." Yutkunarak yerinden doğrulup oturur vaziyete geldiğinde bende doğrulma ihtiyacı duydum.
Neden böyle anlamı olan bir dövmeyi yapma ihtiyacı duyarsın ki?"
"Hoşuma gitti." Dediğimde yavaş yavaş sinirlendiğini görebiliyordum. "Ölüm nasıl hoşuna gidebilir Deniz? Anlamıyorum, sana ölümü düşündürecek ne yaşadın bu kadar anlamıyorum." Yaşadıklarımı küçümser bir ses tonu kullanıyordu. Kırk yerimden bıçaklandım. Konuşamadıkça yerin dibine saplandım. Gözlerim doldu. Benim yaşadıklarım bu kadar küçük şeyler değildi.
"Susmandan nefret ediyorum." Dişlerini sıkarak yataktan kalktı ve komodinin üstünde bulunan paketten sigara çıkarıp yaktı. Odasında bulunan başka bir kapıya yöneldiğinde terasa çıktığını gördüm. Ayaklanıp sigara paketinden başka bir dal alıp yaktım ve arkasından terasa çıktım. Korkuluğa yaslanmış bana sırtını dönmüştü. Sedire oturdum. Sigaramdan bir duman çekip, bıraktım.
"Babamı küçükken kaybettim." Dediğimde gözlerim yerdeki desenlerde geziyordu. "Nedenini bilmiyorum, daha dört yaşındaydım. Annem kalp krizi dedi. İyi bir adamdı, ya da ben o kadarını hatırlıyorum." Bana döndü ama başımı kaldırıp bakmadım. "Çok geçmedi, ya iki ya da üç gün sonra annem eve bir adam getirdi." Gözlerimde ki yaşlar akmaya hazırdı, direndim.
Derin bir nefes aldım. "Zaten annem de pek annelik yapmasını bilmezdi, her gün aç kalırdım." Hafifçe gülümsedim. "Yani aslında aç kalmak bir çocuk için dünyanın sonu gibi bir şeydir, en azından benim için öyleydi." Yavaş adımlarla yanıma gelip elimi tuttu. "Anlatmak zorunda değilsin." Başımı salladım. "Zorundayım." Yanıma oturdu. "Her gün dayak yerdim o adamdan. Annem karışmazdı, hatta o da üstüne şiddet uygulardı." Gözümden düşen bir damla yaşı her zaman olduğu gibi kendim silmiştim. Rahmetli babamın arkadaşı İlhan amca ve eşi Gülsüm teyze gelip giderlerdi. Onların da hiç çocuğu olmamıştı, benim için aradaki bağı koparmamışlardı yani." Derin bir nefes aldım ve gözlerinin içine döndüm. Burukça gülümsedim. Sigarası elinden düştü, başını sağa sola salladığında, "deme," dedi.
"O adamın yaptıklarını anlattım Gülsüm teyzeye, elin kadını inandı da annem inanmamıştı bana. Çok zoruma gitti o gün." Gözlerinde ki his kayboldu. "Yapma..."
"Ben bir şey yapmadım ki, ne geldiyse başıma annemin yüzünden geldi. Yedi yaşımda artık her şeyin farkında bir çocuktum. " Sigaramdan derin bir nefes aldım. "Mutfaktan bir bıçak aldım, odama gidip yatağın altına girdim. Bıçağı yastığın altına koymuştum. Sona yaklaştığımı biliyordum yani artık bir şeyler değişmeliydi. Ya o adamı öldürecektim ya da kendimi." Yumruklarını sıkmaktan elleri sararmıştı, duymayı hazmedemediği şeyleri ben yaşamıştım.
"Yine geldi odama o gece,"
"Siktir!"ayağa kalkıp hercai çiçeklerinin olduğu saksıları bir hışımla yere fırlattı. "Ne diyorsun sen Deniz!" Sesinde ki duygu bana çok da yabancı değildi. Duymaktan korkuyordu.
"Üstüme geldiğinde bıçağı çıkarıp kalbine sapladım. Ve ne oldu biliyor musun?" Yumruk yaptığı elini ısırmaya başladı. "Annem güzellik uykusundan nihayet uyanıp odama geldi. Hemde benim yanıma değil kocasının yanına... Ben yedi yaşımda kalp spazmı geçirdim. Bu dünyada bir ilkti belki de bilmiyorum, bilmek de istemem zaten." Korkuyla gözlerime bakıyordu, korkutan neydi ki onu.
"Ondan sonra yetimhanede kaldım iki aya yakın. Sonra İlhan amca beni evlatlık aldı, okuttu ama işte bir yanım hep eksik kaldı. Gülsüm teyze öyle şefkatli bir anne ki, gerçekten bir annem olmasını istesem onu seçerdim." Çoktan bitmiş olan sigaramı onun sigarasının yanına fırlatıp ayağa kalktım. "Duyduklarını hazmedemeyeceksin, ama ben bunları yaşadım. Beni tanımak istemeyeceksin. Buna pişman olduğunu şimdiden görebiliyorum." Arkamı dönüp çıkacakken kolumu tuttu. Dudakları aralandı ama tekrar sustu. Söylemek istediği bir şey vardı. Dili varmıyordu ki söylemeye. "O herif, sana." Soruyu tam olarak soramasa da anlamıştım. Kolumu elinden çekip burukça gülümsedim. Gözümden bir damla yaş daha düştü. Onun dili sormaya varmadı. Benim dilim de cevaplamaya. Arkamı dönüp önce terastan sonra da odasından ayrıldım. Bir şeylerin kırldığını duyabiliyordum. Bağırışını duyuyordum. Bahçe kapısını açıp çıktığımda Mert'le göz göze geldik. Endişeyle bakarken daha fazla kalmak istemediğim için ona da arkamı dönüp gittim.
Arabam yanımda değildi, bunun için yürümeyi tercih ederek evden tamamen ayrıldım. Ormanlık yolda giderken içimde kopan fırtınaların artık dışıma da zarar verdiğini fark ettim.
Omzumda ki yük bir nebze de olsa hafiflemişti. İlk defa derdimi birine anlatmanın hafifliği vardı üstümde. Benim yaşadıklarım küçük şeyler değildi, bu sadece küçüklüğümün dört yılıydı, peki ya ömrümün diğer yarısı?
Ne hissetiğimi dahi bilmediğim evredeydim artık.
Yol bitmeyecek kadar uzundu, ve bu yolu yürüyemeyecek kadar yorgundum.
Şimdi sen söyle, insan ölüme hayranlık duymasında ne yapsın?
Ölümden tatlı ne vardı? Yaşamdan acı...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
5.82k Okunma |
369 Oy |
0 Takip |
32 Bölümlü Kitap |