6. Bölüm

-Beşinci Perde-

bal leydi
balleydii

Öncelikle hoş geldinizz, umarım her şey yolundadır.

Yazarken sık sık geriye dönüp yaptığınız yorumlardan kaynaklı kendimi geliştiriyorum, bu yüzden yorum yapan herkese benden bir kalp.

Bu bölüm normal bölümlerimizin iki katı uzunluğunda, kemerlerinizi bağlayın!

Umudunuzu kaybetmeyin, diyerek sizi bölümle baş başa bırakıyorum.

-BEŞİNCİ PERDE-

Majeste - Aşk Dediğin

“O da biliyordu ki bu bir vedaydı ve vedalar can yakardı.”

“Geldik.” Hakan’ın sesi ile odaklandığım yoldan ona döndüm. İstanbul ve Kocaeli birbirlerine çok yakın yerler olduğu için çok uzun bir yolculuk çektiğimiz söylenemezdi.

Güneş etkisini yavaş yavaş yitiriyordu. Öğleden sonraydı. Hakan’la geçirdiğimiz bir, iki gün göze az gibi gelebilirdi lakin ona alışmıştım.

Yeni hayatıma attığım ilk adımda bana çok yardımcı olmuştu. Bu yüzden onu asla unutmayacaktım. Hakan’a döndüğümde zaten bana baktığını fark etmiştim.

“Ben, ben her şey için çok teşekkür ederim.” Ne desem yaptıklarına olan minnettarlığımı tam olarak aktaramazdım.

Bazı duygular anlatılmazdı ya bu da öyle bir duyguydu. Hakan yutkundu, âdem elması hareketlenirken “Kendine iyi bak Ayza,” dedi.

O da biliyordu ki bu bir vedaydı ve vedalar can yakardı. Gülümsedim, gülüşümde acı bir tat vardı.

“Ne yapsam ne desem yeterli olmayacakmış gibi hissediyorum.” diye mırıldandım. Hakan’ın bal rengi gözleri gözlerime kitlenmişken “Olsun sen demesen de ben seni anlıyorum.” dedi. Beni duymasını bile beklemediğim için şaşırdığımı gizleyemedim.

Bu halime güldü.

“Belki başka bir zamanda tekrar karşılaşırız.” Kurduğum cümlenin ardından içimde bir şeylerin parçalandığını hissettim.

Arabadan indiğimde Hakan’ın da “Belki,” diye mırıldandığını duydum. Bana döndüğünde gözlerinin hafifçe dolduğunu gördüm.

O benim hayatımda bana iyi davranan ilk insanlardan biriydi bu yüzden benim duygulanmam normaldi ama onun gözlerinin olması kuşkuya düşmeme neden oldu.

Bir kere daha yutkundu ardından nemli dudakları aralandı “Sende çok tanıdık bir şeyler var.” Kaşlarım sorgularcasına çatıldı.

“Sanki seninle daha önce tanışmışız gibi… Tavırların, yüzün ve sen bana çok tanıdık geliyorsun. Her şeyinle.” İçten tavrı karşısında ne diyeceğimi bilemedim.

Onu ilk gördüğümde bende aynı şeyleri hissetmiştim. Bir ailenin sıcaklığı vardı onda. “Ben, ben bilmiyorum. Daha önce tanışmamız imkânsız çünkü o evden çıktığım günler sayılı ve kısıtlı günlerdi.”

Hakan’la bütün iletişimimi kesmek istemiyordum. Ona gerçekten değer vermeye başlamıştım ve bu aslında istediğim bir şey değildi.

“Sen bana telefon numaranı versen ben telefon aldığım ilk anda sana yazsam nasıl olur?” sunduğum fikir karşısında birkaç saniye düşündü ardından cebinden çıkardığı kalem ve arabadan bulduğu kâğıda numarasını yazdı.

Kâğıdı bana uzattığında yüzünde bir gülümseme vardı. Elime aldığım kâğıda iki üç saniye baktım. Yazısı bir erkekten beklenilenin aksine düzensiz ya da çirkin değildi. Çok güzel ve okunaklı bir yazısı vardı.

“O zaman, kendine iyi bak.” Kâğıdı cebime attım ardından yeni hayatıma ilk adımımı attım. Arkamdaki arabanın ben sokağı dönene kadar beklediğini ben sokağı dönünce gaza bastığını duymuştum. Bu nedensizce sevinmeme neden oldu.

- ♡ ♡ ♡-

Issız Kocaeli sokaklarından geçerken bundan sonra ne yapacağımı düşünüyordum. Şu zamana kadar olanlara her zaman olumlu bir gözle bakmıştım. Ama baktığım gibi olmayabilirdi de. Ya beni istemezlerse?

Eğer bu olasılık gerçek olursa onları bir şekilde yanlarında kalmaya ikna etmem gerekiyordu. İstenmediğim yerde kalmaya meraklı değildim elbet lakin annem benim hayatımı zehretmek için ant içmişken buna mecburdum.

Ben yaşamayı seviyordum.
Ölmek istemiyorum.

Beni babamdan başka koruyabilecek kimse yoktu.

İnşallah bu işlerin sonunda bir gün, bir gün mutlu olabilirdim.

Tek isteğim mutlu olmaktı ve nedense bu benim imkansızım olacakmış gibi hissediyordum.

Evi nasıl bulacağım hakkında bir fikrim yoktu. Bütün şehri yürümem imkansızdı. Telefonumun interneti olmadığı için internetten de bakamazdım.

Sokaktaki insanların onları tanıma olasılığı aklıma düştüğünde başka bir çözüm yolu olmadığına kara verdim.

Biri bilmiyorsa diğeri bilmiyorsa illa bilen biri çıkardı. Saat öğleni biraz geçmişti. Sokaklarda fazla insan yoktu.

Olanların ise kıyafetleri temiz ve özenliydi. Onlara sormaktan çekiniyordum çünkü yüksek ihtimalle zengin kesimdelerdi ve niyetimi başka sanabilirlerdi.

Hakan’ın verdiği giysileri ona ne kadar ısrar etse de geri vermiştim. Şu anda üstümde paçavradan farksız okul kıyafetlerim vardı.

Bu insanların bana bakmasına ve de benim çekinmeme yol açıyordu. Daha fazla beklemek istemediğim için saygın görünen bir adamın yanına gittim.

“Merhaba bayım,” kibar konuşmamın ardından bakışları bana döndü. Kıyafetlerimi gördüğünde yüzünde bir değişim bekledim lakin o düz bir şekilde bakmaya devam etti. “Buyrunuz?” dedi kalın ve tok sesi ile.

Saçlarına aklar düşmüştü ama bu ona farklı bir tarz yaratmıştı. “Sizden bir şey rica edebilir miyim?” dediğimde gerginliğimin sesime de yansıdığından emindim.

Adam kolundaki “Ben pahalıyım!” diye bağıran saatine baktı ardından bana ayıracak vakit bulabilmiş olmalı ki “Ne olduğuna bağlı.” diyerek ucu açık bıraktı.

Cümlemi toparlamak için birkaç saniye bekledim. Yanımızdan geçen insanlar bana dik dik bakıyorlardı. Onları umursamamaya çalışırken “Benim acilen Soyluların evine gitmem gerekiyor. Bana oraya nasıl gidebileceğimi söyler misiniz?” diye sordum.

Sanırım başka bir şey dememi bekliyor olacak ki üzerimi görünce değişmeyen mimikleri sorum üzerine şaşkınlık emareleri meydana gelmişti. Bakışlarındaki sorgu gerilmeme neden oldu. Sanırım benim onlarla ne işim olduğunu düşünüyordu.

Hafifçe silkelendi ardından “Neden oraya gitmek istiyorsun?” diye sordu. Parmaklarımla oynamaya başlarken “Ben, bu nasıl söylenir bilmiyorum,” diye mırıldandım.

Bir anda bütün özgüvenimi kaybetmiştim. Yanaklarıma kan gittiğini hissederken devam ettim “Ben onların kızıyım.” Bir çırpıda söylediğim sözlerin ardından tepkisini görmek istediğim için eğdiğim başımı kaldırdım.

O birkaç saniye durduktan sonra şuh bir kahkaha attı. Gülmesinin bitmesini beklerken karşımdaki adam “Onların bir kızı yok.” dedi.

Güldüğü için sinirim bozulmuştu. Tamam olumlu bir tepki beklemiyordum ama gülmesi çok kabaydı. Kıstığım gözlerimle ona bakarken “Var bayım. Sadece on yedi yıldır kayıp.” sözcükler bu sefer önceki kadar kibar değildi. Keskin kelimelerim gülüşünü durdurdu.

Bana alayla bakarken sakin kalmak çok zordu. “Buna inanmamı mı bekliyorsun? Senin gibi yalancılarla uğraşacak kadar boş vaktim yok.” Ardından beni umursamadan tekrar konuşmama izin vermeden yürümeye devam etti.

Sinirle olduğum yerde tepinirken arkasından bağırdım. “Ayza!” Adımları durdu ardından bana döndü. Ne diyorsun sen, dercesine bakan gözlerinin üzerine “Adımı aklınızdan çıkarmayın bayım. İleride karşılaşacağız ve size bu sözlerinizi hatırlatacağım.”

Beni yine ciddiye almadı. Ona sırtımı döndüm ve yürümeye devam ettim. Birkaç kişiye daha sordum ama hiçbiri bana yardım etmeye yanaşmamıştı. Hatta artık beni gören yolunu değiştiriyordu.

İnsanlık gerçekten de bitmişti.

O sırada kadrajıma giren polis arabası ile yutkundum. Annem polislere ihbar etmiş olabilir miydi?

Kaçmayı düşünsem bile yaralı halde fazla koşamayacağımı bildiğim için ve bunun suç olduğunu bildiğim için aklımdan geçenin tersi olarak polislerin olduğu yere doğru yürüdüm.

Otuzlu yaşlarının başında olduğunu düşündüğüm polis bana bakarken “Hanımefendi mahalleyi rahatsız ettiğiniz gerekçesi ile bizimle karakola kadar gelmeniz gerekmekte.” dedi.

Dudaklarım aralandı ancak diyecek bir şey bulamadığım için geri kapandı. Annem ile herhangi bir ilgisi olmadığı için sevinmiştim ama bana yapılan…

Çığlıklara sessiz kalmanın da ötesindeydi. Bu çığlık atanları cezalandırmaktı.

Polislere zorluk çıkartmak istemediğim için bir şey demeden onlarla arabalarının olduğu yere kadar yürümüştüm.

Polislerin bazen bana kaçamak bakışlarla baktıklarını görüyordum. Bir şey demedim, muhtemelen bu kadar genç bir kızın nasıl bu kadar kötü bir hale geldiğiydi.

Belki de bu kadar sessiz bir kızın nasıl insanlara rahatsızlık verdiğini düşünüyorlardı. Ben aileme kavuşma umudu ile yanarken insanlığa olan umudumu yitiriyordum.

Yol boyunca polis telsizinden gelen sesler dışında herhangi bir ses ya da konuşma geçmedi. İçimdeki karmaşanın arasında kaybolmuştum.

Biri koluma dokunduğunda dalgınlıkla irkilmiş ve geri çekilmiştim. Koluma dokunan bir polisti. “Geldik. Seslendim ama duymadın, korkacağını düşünmemiştim. Pardon,” başımı cama çevirdiğinde gördüğüm karakol ile gerçekten geldiğimizin farkına varmıştım.

Arabadan inerken “Sorun değil. Alışkanlık,” diye mırıldandım. Sona doğru sesim kısıldığı için beni duymamıştı.

Karakol binasının içerisine girdiğimde karşılaştığım kalabalık adımlarımın yavaşlamasına neden oldu. Okul dışında ilk defa bu kadar insanı yan yana görmüştüm.

Yanaklarıma kan giderken bana dönen polisle adımlarımı hızlandırdım.

Ben bir yerde oturup sıradan bir polise ifade vereceğimi düşünürken beni komiserin odasının önüne kadar götürmüşlerdi.

Normal olan bu muydu?

Sanmıyorum. Daha önce bir sürü kez buralara gelmiştim.

Şüphe içimde ölümcül bir hastalık gibi filizlenirken yapacak herhangi bir şeyim olmadığı için kapıyı tıklattım.

İçeriden gelen tok ve gür “Gel!” sesini duyunca kapıyı araladım. İçeriye girer girmez karşıma bir çift kahve göz çıkmıştı.

Beni buraya getiren iki polis birer adım arkamda dururken koyu kahve hareler bütün bedenimi süzdü. Bu gerilmeme neden olsa da bir şey diyemedim.

Bakışları rahatsız edici ya da kötü niyetli değildi. Her bir zerremi incelerken kaşları biraz daha çatılıyordu. “Sorun ne?” diye sordu arkamdaki polislere.

Polis boğazını temizledi ardından benimle konuştuğu yumuşak sesinin aksine sert bir sesle “Efendim mahalle halkını rahatsız etmiş. Mahalleli de hanımefendiden şikayetçi olmuş.”

Komiser birkaç saniye kendine düşünme payı verdi ardından “Siz çıkabilirsiniz.” dedi arkamdaki iki polise. İkisi saniyesinde odayı terk ederken komiser ile baş başa kaldığım için gerginliğim biraz daha artmıştı.

Benim gerildiğimi fark etmişti. Eliyle önündeki sandalyeyi işaret etti “Geç otur bakalım.” Dediğini yaparak hemen önündeki sandalyeye oturdum.

Eliyle üzerimi gösterirken “Bu halin nedir?” diye sordu. Kıyafetlerimden bahsettiği an parmaklarımla oynamaya başladım.

Polise olanları anlatamazdım. Daha önce defalarca kez zaten bunu denemiştim ve hepsi hayal kırıklığı ile sonuçlanmıştı.

Sesim titremesin diye yutkundum ardından “Benim halim de bir şey yok. Sizde isterseniz asıl konuya geçebilir miyiz?” diye sordum.

Kaçamak cevabıma karşın yavaşça kafasını salladı. “Buralarda seni hiç görmedim. Misafirimiz misin yoksa yeni mi geldin?” diye sordu.

Beni konuşturarak tedirginliğimi azaltmaya çalıştığını saniyesinde anlamıştım. Bu yüzümde istemsizce bir gülümsemeye neden oldu.

“İzin verirlerse yeni gelmiş olacağım.” derken bana yapılan bu hareketin beni incittiğini belli etmiştim. Karşımdaki adam gözlerini kıstı “Sen gelmeden önce dosyana baktım.” Kaşlarım havalandı.

Benim için bu kadar hızlı dosya mı açmışlardı?

Tepki vermeyeceğimi anladığında devam etti “Ayhan Bey’in evine girmek istemişsin. Sebebi nedir? Herkese benzer soruları sormuşsun. Aşağılamak değil amacım ama senin gibi biri…” devam etmesine izin vermedim.

Sözünü kesecek kadar sinirlenmiş ve dolmuştum. Sinirim alay dolu tavrımla harmanlanırken “Fakir birinin onlarla ne işi var diyorsunuz kısacası.” dedim.

Verecek bir cevabı olmadığı için başını salladı. Bir komiserle böyle konuşmamam gerekiyordu lakin şu beş gündür başıma gelenler artık dayanamayacağım noktaya gelmişti.

“Ben onların kızıyım.” Net tavrım karşısında yüzünde kocaman bir afallama oluştu. “Tımarhaneden mi kaçtın?” diye sorarken evet demem onların kızı olmamdan daha yüksek olasılıkmış gibi davranıyordu.

Sorusunu görmezden geldim. “Ben Ayza. Sizin isminiz neydi?” Birkaç saniye ciddi miyim diye bana baktı. Ardından “Yusuf,” dedi.

Oturduğum yerden kalktım ve masasına doğru eğildim. “Yusuf Komiser. Ben on yedi yıl boyunca ailesinden alıkonulmuş bir kızım. Buradaki herkes sanki bundan ben suçluymuşum gibi bana yardım edeceklerine bana zorluk çıkarıyorlar.” Kelimeler dudaklarımdan çıkarken çok net ve keskindi.

Karşımdaki adamın dudakları iki yana kıvrılırken sandalyesinden kalktı. “Sen gerçekten osun.” dedi. Anlamadığımı belli edercesine ona bakarken o bana elini uzattı.

“Ben Yusuf Soylu. Sende kuzenim Ayza olmalısın.” Dumura uğramış ifademe bakarken gülümsemesi genişledi.

“Elimi tutmayacak mısın?” dediğinde şaşkınlığımı bir yana bırakmaya çalıştım. Karşımda, karşımda kuzenim vardı.

Hızla elini sıktım. Kendi sandalyesi yerine karşıma oturdu.

Bu şu an aynı mertebedeyiz demekti.

“Ne yani siz biliyor muydunuz?” diye sordum şaşkınlıkla. Her şeyi beklerdim ama böyle bir şey gerçekten benim için beklenmedik bir sürpriz olmuştu.

Kafasını salladı. “Elbette biliyorum.” Aksini düşünemiyormuş gibi söylemişti bunu. “Senin doğumunda bile vardım ben küçük.”

Eklemesi ile dolan gözlerimden yaş akmasın diye sımsıkı kapattım. Bir süre sonra geri açarken “Kaçırıldığında arkandan az ağlamadık güzelim.” Onun da yüzünde buruk bir gülümseme vardı.

“İki polis konuşurken duydum. Bir gün biz seni bulamasak bile senin bizi bulacağından emindim. Kalan her şey emin olmak içindi.”

Heyecanlı olduğu belliydi. Yüzünde içten bir tebessüm vardı.

“Beni onların yanına götürür müsün?” diye sordum. Sorarken ki masumluğumun üzerine bana buruk bir şekilde baktı.

“Sen bizi nasıl buldun?” ses tonundaki merakı gidermek için nemli dudaklarımı araladım. “Beş gün önce babamın ölüm yıl dönümüydü.” Sorgularcasına bana baktığını görünce.

“Yani yıllarca babam sandığım adamın ölüm yıl dönümüydü. Mezarına gittim, orada annemi mezarın başında konuşurken gördüm. Babamın Ayhan Soylu diye biri olduğundan bahsediyordu. Bende elimden gelen imkanlarla buraya kadar geldim.” Uzun açıklamamın ardından üst üste hızlı soluklar almaya başladım.

Yusuf “Üstün nasıl bu hale geldi?” diye sorduğundaysa “Annemle aram pek iyi değildi.” diyerek ucunu açık bıraktım.

“E, kuzen sana onlardan bahsedeyim mi?” diye sorduğunda beni bu kadar çabuk kabul etmesi gülümsememe neden oldu. “Hayır, hepsini kendim tanımak istiyorum.” dediğimde gözlerimdeki hevesi gördü.

Sertçe yutkunurken “Ayza,” dedi. Önemli bir şey söyleyecek olmalı ki sesi eski ciddiyetine dönmüştü. “Onlar zor zamanlardan geçtiler. Sana çok sert tepki gösterecekler. Seni kabul etmeleri kolay olmayacak, senden sabırlı olmanı istiyorum. Buraya kadar gelebildiysen onlara biraz zamanda tanımalısın.” dediğinde aklıma bile almak istemediğim o ihtimalin gerçekliği yüzüme çarptı.

Beni sevmiyorlardı.

Zaten sevselerdi on yedi yıl boyunca beni bulurlardı.

“Kaç kardeşiz?” diye sordum. İnternetteki bilgilerin doğruluğu tartışılırdı. Yusuf birkaç saniye düşündü ardından “Bir tane kardeşin, bir tane ikizin ve dört tane abin var.” dediğinde ona dehşetle baktım.

“Ne dedin sen?” bağırdığım için sesim tiz çıkmıştı bu da onun yüzünü buruşturmasına neden oldu.

Sekiz erkekle bir evde kalacaktım.

Bu delilikti.

Onlar senin ailen, diye geçirdim içimden. Lakin başka bir ses “Bunca zaman sana acı çektiren de kendi kanından değil miydi?” diyerek düşüncelerimin karışmasına yol açtı.

Yusuf abi dehşetle baktığımı görünce güldü “Kolay gelsin şimdiden kuzen. İstersen benim arkadaşlar seni eve kadar bırakırlar.” gülmemek için kendini kastığı belliydi.

Söyledikleri üzerine heyecanlanmadan edemedim. O an aklıma başka bir şey geldi “Olur. Benim karakolluk olduğumu söylemesen olur mu?” sorumun üzerine birkaç saniye duraksadı ardından kafasını salladı.

“Sen bilirsin küçük hanım.” dedi ardından ayağa kalktı. O kalkınca bende ardından ayağa kalktım. İlerlemek yerine bana dönünce bir an şaşırsam da yüz ifademi sabit tuttum.

İçimdeki küçük kız şu an ağlıyordu.

Cevap vermeyince hayır diyeceğimi sandı

“Sana sarılabilir miyim?” diye sorduğunda nefesim kesildi. Kuzenim beni kabul etmişti

Ben artık kimsesiz değildim.

“O-olur,” dedim ürkekçe, bana sarıldığında ise bir an ne yapacağımı bilemedim. Birinin kolları arasında olmak bana o kadar yabancıydı ki… Yıllar sonra ilk defa biri bana sarılıyordu.

Kollarımı ona dolayamadım, sarılmasına karşılık veremedim. O kadar şaşırmıştım ki nefesim bile kesilmişti. Ardından derin bir nefes aldım, güven veren kokusu içime işlerken sağ gözümden bir yaş süzüldü.

Benden ayrıldığında gözümden akan yaşı görmemesi için yüzümü gizledim zaten o da anın büyüsüne kapıldığı için beni fark etmemişti.

Devamında kolunu bana uzatmıştı “Koluma girmeni istersem fazla mı olur?” bir an düşündüm. Temas fazla hoşlandığım bir şey değildi ama nedense ona temas ettiğimde kendimi kötü hissetmiyordum. Aksine içim huzur doluyordu.

Normalde hayır derdim ama o an kollarının arası o kadar güvenli gelmişti ki “Sorun olmaz.” dedikten sonra iki saniye ayrılmanın bile bir hasrete sebep olduğu koluna girdim.

Bu tavrım dudaklarında ukala bir gülüşe neden olsa da bir şey demedi. Odasından çıktığımızda beni buraya kadar getiren iki polisin kapının önünde durduğunu fark ettim.

Polisler biz odadan çıkınca dik bir konuma varıp yanımdaki adamın dudaklarının arasından çıkacak bir kelimeye bakar olmuşlardı.

Bizi kol kola gördüklerinde yüzlerinde anlık bir afallama olmuştu lakin bunu o kadar iyi saklamışlardı ki bir an kendimden emin olamamıştım.

Yanımdaki adam az önce bana sarılan kişi değilmiş gibi sert ve ciddi bir hale bürünmüştü. Karşısında duran iki tane polise üstten bakışlar atarken “Hanımefendiyi Soyluların evine götürün.” yüzümde heyecanın verdiği bir tebessüm oluştu.

Sonunda onlarla yüz yüze gelebilecektim. Murat abi kolumdan çıktığında ona döndüm. Bana samimi bir şekilde gülümsedi ardından “En kısa zamanda yanında olacağım minik. O zamana kadar idare et olur mu?” diye sorduğunda beni nasıl bir manzaranın karşılayacağını bilmesem de az çok tahmin ediyordum o yüzden kafamı salladım.

Murat abi geri odasına girdiğinde iki polis ile baş başa kalmıştık. İkisi de aynı anda yürümeye başladığında peşlerine takıldım.

Karakoldan çıkmamız ve araba yolculuğumuzun bitmesi sandığımdan daha hızlı geçmişti. Yol boyunca iki polisinde meraklı bakışları arasında kalmış olsam bile ikisi de tek kelime etmemişti ve bende açıklama yapmak istememiştim.

Araba durduğunda beni buraya kadar getirdikleri polislere içten bir şekilde “Teşekkür ederim,” dedim. İkisi de bana aynı anda gülümserken “Vazifemiz.” dediler.

Arabadan indiğim saniye araba gaza basmış ve tozlu yolda kaybolmuştu. Heyecandan titreyen ellerime hâkim olmaya çalışırken bir yandan nerede olduğuma bakıyordum.

Etrafa baktığımda şu an gelmiş olduğum sokağın önünden geçtiğimi anımsadım. Öylece geçip gittiğim sokaklardan birinde aradığımı bulmam biraz sinirimi bozsa da artık yapabileceğim bir şey kalmamıştı.

Düzensiz nefeslerim soğuk havada birbirlerine karışırken ne yapacağımdan ya da ne söyleyeceğimden emin değildim.

Buraya gelene kadar kendimden emindim ama bütün özgüvenim şu an karşısında olduğum iki ya da üç katlı binanın karşısında tükenmişti.

İçeriden gelen bağırma sesleri ile kapıya doğru yaklaştım. Kapının ardını göremesem bile bu kadar yakınlaşmam kapının önünde duran iki korumayı rahatsız etmiş olmalıydı ki yerlerinde rahatsızca hareket ettiklerini gördüm.

Kapının ardında beni ne beklediğini bilmiyordum lakin sesler gittikçe artmıştı. Kapıdan giremiyorsam bacadan girerdim.

Evin duvarlarını takip ederken korumaların göremeyeceği bir yere geldiğimde duraksadım. Kafamı kaldırdığımda gördüğüm manzara yutkunmama neden oldu.

Yaklaşık beş metrelik bir duvarla bakışıyordum. Neredeyse hiç çıkıntısı olmayan bu duvarın tek iyi yanı üzerindeki sarmaşıklardı.

Sertçe yutkunduğumda “Bunu yapabilirsin Ayza,” diyerek kendime moral vermekten çekinmedim. Çok gergindim. Az kalmıştı ve pes etmekten korkuyordum.

Ağrıyan uzuvlarıma her hareket ettiğimde açıldığını düşündüğüm onca yaraya rağmen duvarı tırmanmaya başladım.

Elim kayacak gibi oldu onları görme hayali ile daha sıkı tutundum duvara. Nihayetinde duvarın en üstüne vardığımda alnımdan boncuk boncuk ter akıyordu.

Başımı hafifçe eğdiğimde onu gördüm. İnternette bolca fotoğrafını gördüğüm, yıllarca hasreti ile yandığım o adam karşımdaydı. “Baba,” diye fısıldadım.

Sanki ona seslensem benden korkup kaçacakmış gibi hissettim o yüzden sadece fısıldadım. Fısıltım soğuk ayazda kaybolup giderken karşımdaki adama bakıyordum.

Ardından bakışlarımı çevresinde gezdirdiğimde elindeki silahı görmem ile korku sardı çevremi. Silahı doğrulttuğu yere döndüğümde yaşlı bir adam gördüm.

Kuş bakışı baktığım için biraz garip hissetsem de önemsememeye çalışarak adama odaklandım. Elinde bir silah vardı ve o da silahını babama yöneltmişti.

Kaybetme korkusu içimi yakarken buna seyirci kalamazdım. Ne yapabileceğimi düşünürken korkudan kafayı yemekten korktum.

Hem babamın hem de karşısında duran adamın etrafında koruma olduklarını düşündüğüm birileri vardı. Aklıma neredeyse suyu çıkmış olan telefonum geldiğinde ondan bir umut aradım.

Uygulamalar arasında göz gezdirirken internetim ve hattım olmadığı için yapabileceğim şeyler çok kısıtlıydı. O sırada gözüm bir uygulamaya takıldı.

Neden indirdiğimi bile hatırlamadığım uygulamayı açarken yüzümde bir gülümseme oluşmuştu. Telefonun sesini sonuna kadar açtıktan sonra girdiğim uygulamadaki sesleri kurcalamaya başladım.

Korna sesi, bebek ağlaması, ambulans sireni…

Ve sonunda. Polis sireni.

İki saniyeden fazla düşünmeden tuşa bastığımda bütün bahçeyi siren sesleri doldurmaya başladı. Adamlar polis geldiğini düşünürse kaçarlardı, değil mi?

Tahmin ettiğim oldu, herkes şaşkınlıkla birbirlerine bakmaya başladılar. Bende o sırada sığıntı gibi durduğum duvar tepesinden evin birinci katındaki balkonuna inmiş olacakları izliyordum.

Başımı eğmiş onlara bakarken biri kafasını kaldırsa göz göze gelirdik. Herkes silahlarını indirirken babamın karşısındaki adam ağır bir küfür savurup “Polisi kim aradı lan?” diye sordu. Devamında korumaları alıp ayrılması bir olmuştu.

Babamın omuzları adamlar gider gitmez aşağıya doğru gevşerken bir yandan bende nefesimi verdim. Birkaç saniye sonra da sesi kapatmıştım.

Onları daha net görebilmek için eğildiğimde aralarında konuştuklarını görmüştüm. Tam altımdalardı ve biraz daha çabalarsam onları duyabilirdim.

Balkondan hafifçe sarkarken bir anda babamın gülümsediğini görünce dikkatim dağıldı. Elim kaydığında yere düşeceğim için gözlerimi kapatmıştım.

Korku vücudumu sararken iki sokak aşağıdaki insanların bile duyabileceği kadar tiz bir çığlık attığımı düşünüyordum.

Bütün bakışların üzerime döndüğünü hissettiğim anla yere düşeceğimi hissettiğim an birdi. Lakin bir anda kendimi bir çift kolun arasında bulduğumda gözlerimi şaşkınlıkla araladım.

Beni tutmuştu. Karşımdaki kim bilmiyordum ama beni havada yakalamıştı.

Tahmin ettiğim gibi herkesin bana baktığını fark ettiğimde sertçe yutkundum. Onlarla nasıl tanışacağımı çok düşünmüştüm ama kesinlikle böyle bir şeyi hayal etmemiştim.

Kucağında olduğum adama odaklanmıştım. Bana bakarken gözlerindeki şaşkınlık emarelerinin nedenini merak ederken ona hayran dolu bakışlar atıyordum.

O çok yakışıklıydı.

Bakışlarımı fark edince güldü ardından “Yerin rahat mı?” diye sordu. Ne dediğini anlamadığımı belli eden bakışlar atarken o güldü ve “Rahat olmalı hala kalkmadığına göre.” dedi. Ukala tavrı sinirimi bozarken dediğini anladığım anda utançtan kıpkırmızı oldum.

“Tuttun beni,” dedim dediklerini es geçerek. Nedense dilim lal olmuştu. Kucağından indiğimde yanıt verdi “Tuttum seni,”. Kalbim boğazımda atıyordu.

Ellerimle birlikte bedenimde titremeye başladığında ayakta durmakta bile zorlanıyordum.

Karşımdaki adamlara döndüm. Az önce konuştuğum dışında hepsi bana şaşkınlıkla bakıyordu. Niye bu kadar şaşırdıklarını anlamadığım için dudaklarımı büzerken hepsine tek tek baktım.

Bakışlarım en son onda sabitlendi. Karşımda ailem vardı, karşımda babam vardı. Bana geç kalan bir aile…

Ayakta daha fazla duramadım, düşeceğimi anlamış gibi az önce beni tutan çocuk tekrar tutmuştu. Dudaklarımdan kuru hıçkırıklar dökülürken sol yanağımdan bir yaş aktı.

Karşımda bana çatık kaşları ile balan adam benim babamdı.

Kafamı kim olduğunu bilmediğim delikanlıya yaslarken kıkırdadım. Babamdı ya karşımdaki kişi. Sonunda mutlu olacaktım.

“Sonunda, sonunda, sonunda…” diyerek art arda mırıldandım.

“Deli galiba. Hey kız iyi misin?” Diğerlerine göre daha küçük duran çocuğun bana sorduğu soru ile toparlanmaya çalıştım.

Gülsem bile ben cidden iyi değildim. Gerçek anlamda çökmüştüm. Onlar beni deli sanmasın diye gülüşümü durdurdum.

Kucağında olduğum çocuk bana manidar bir bakış attığında yani kızarmıştım. “Tuttun beni,” dedim kucağından inerken. Sert ve soğuk sesiyle yanıtladı. “Tuttum seni,”

Babama döndüğümde gülümsedim “Merhaba,” derin bir nefes çektim ardından yıllardır içimde biriken söylemeye hasret kaldığım sözcük dudaklarımdan döküldü “Baba…” O bana sorgularcasına baktı.

“Baba mı?” sert ve tok bir sesi vardı. Gülümsedim, gülümsememdeki buruklukta takıldı gözleri “Kızınızı unutmuş olamazsınız.”

Karşımdaki adam bahsettiğim şeyi anlayınca kaşlarını çattı ardından geri düzeltti. O cevap vermeden bizi izleyen başla biri hızla yanıma geldi.

Kolumu tuttuğunda canım yansa da sesimi çıkarmadım “Ne demek istiyorsun?” diye sorduğunda sesi o kadar keskindi ki derimi kestiğini hayal ettim.

Geri adım atmadım, eğdiğim başımı kaldırdım “Ben Ayza Nil Bülbül, diğer bir değişle Soylu. Ben yıllar önce sizden alıkonan o küçük kızım. Ben senin kızınım Ayhan Bey.”

Arkamdan birinin “Oha!” diye bağırması kulaklarımı doldururken kolumu tutan el daha fazla baskı uygulamaya başlamıştı.

Biri onu kendine çekerken diğer elimle kolumu sıvazladım. Babamdan bir yanıt beklerken o sonunda dudaklarını araladı “Bana baba deme. Benim bir kızım yok.” Dudaklarından dökülen her kelime bir hançer oldu ve yüreğime saplandı.

Gözlerimi yumdum, gözyaşlarım içimde birikti ardından “Ne demek kızınız yok?” diye sordum. Az önceki umutlarım ve hevesimin katiline bakarken dik durmaya zorladım kendimi.

Karşımdaki adam ağır yaralı kaldığım savaşta beni mağlup etmek istercesine devam etti “Öldü.” Tek bir kelime kabuk bağlayan bütün yaralarımın kanamasına neden oldu.

“Benim kızım doğduğu gün öldü.” Gülümsedim. Yenilginin acı tadı bulaşmıştı. Sol gözümden bir yaş süzüldü.

“Ama ben yaşıyorum.” sesim gür çıksın istesem de mırıltıdan öteye geçemedim. Başım şiddetle dönerken bir yandan kulaklarım çınlıyordu.

Düşeceğimi anladığımda bir çabaya girmedim “Beni sevsen olmaz mı?” sorum boşlukta yankıladı. Bedenim yere savrulurken bu sefer beni kimse tutmamıştı.

 

11 Yıl Önce

Tarihler On Üç Kasım’ı gösteriyordu. O gün Ayza’nın altı yaşına girdiği gündü. Küçük kız, altı yaşına basmanın heyecanını taşıyordu. Annesi işteydi ve babasıyla evde yalnız kalmıştı. O gün Ayza odasında kalma cezası almıştı.

Okulda bir arkadaşının ona iftira atması sonucu annesi ona çok kızmıştı. Oysa Ayza’nın tek istediği şey oyun oynamaktı. Ana sınıfına giden bir çocuk için eğlenmek normal bir şey olmalıydı ama kızın hayatında normal denilebilecek hiçbir şey yoktu.

Doğum günü olduğunu biliyordu küçük kız. Annesinin doğum gününü kutlamayacağını zaten anlamıştı. Ancak babası, geçen seneden bu yana kızıyla birlikte doğum günlerini bir pastayla da olsa kutlamıştı. Küçük Ayza babasının bu sefer de ona bir sürpriz yapmasını umuyordu. İçindeki heyecan ve mutluluğun yanında hissettiği burukluğu inkar edemezdi.

Saatlerce odasında dört duvar arasında sıkışmış olan Ayza, zamanla sıkıldı. İçindeki heyecan ve beklenti onu harekete geçirdi. "Belki de babam yine bir sürpriz hazırlıyordur," diye düşünüyordu.

Hala umutluydu.

Merdivenlerden inip babasının yanına gitmeye karar verdi. Her ne kadar babası annesi gibi son bir yıldır ilgisiz ve uzak davranıyor gibi görünse de küçük kız babasının onu hala sevdiğini düşünüyordu.

Hangi baba evladını sevmezdi ki?

Ayaklarını sessizce yere koyarak, kapıyı açtı. Merdivenlerden dikkatlice inmeye başladı. Babasını bulduğunda, babasının elindeki şişeye ve kendisine baktı. Babasının çökmüş bir halde olduğunu görünce, bu durumu anlayacak yaşta değildi. O yaşta bir çocuk, babasının sadece üzüntüsünü ve gözyaşlarını görebilirdi.

"Baba," diye sayıkladı küçük Ayza. Babası gözlerini acıyla kapattı, ama bir gözyaşının yanağından süzülmesine engel olamadı. Kızının "Baba," diye seslenmesi, adamın içini acıttı. "Neden böyle oldu? Neden hâlâ seni seviyorum?" diye düşündü. Kızının aslında ona ait olmadığını öğreneli tam bir yıl olmuştu.

Adam, yapabileceği hiçbir şeyin olmadığını düşündü. Belki de küçük kızın suçu yoktu ama yıllardır aşkının meyvesi olarak sevdiği bu çocuk, şimdi ona sadece bir ihanetin sembolü gibi görünüyordu.

Kendi içsel çatışmalarını ve hissettiği acıyı dengelemekte zorlanıyordu. Elindeki şişenin sayısını kimse bilmiyordu ama artık alkol, adamın kendini kaybetmesine neden olmuştu.

Kızına baktı ama bakışları sadece kıza değil, aşkının ihanetine karşı bir nefret barındırıyordu. Küçük kızın kolunu sert bir şekilde tuttu ve yanına çekiştirdi. Daha önce hiçbir kadına el kaldırmamıştı. Elini sert bir şekilde kızın yüzüne indirdi. O kadar sert vurdu ki, kız duvara çarpıp yere düştü.

"B-baba," dedi küçük kız, acı içinde. Adam sinirle bağırdı, "Hala 'baba' diyorsun! BEN SENİN BABAN DEĞİLİM! SEN BENİM KIZIM DEĞİLSİN, GİT! Git bu evden, gözüm seni görmek istemiyor."

Ayza, babasının bağırmasına ve ona karşı duyduğu öfkeye korkarak ayağa kalktı. Odanın kapısına vardığında “Doğum günü hediyem çok güzel oldu. Teşekkür ederim baba,” dedi ve topallayarak evden çıktı.

Arkasında bıraktığı sarhoş adam kızın son sözleri ile donakalmıştı. Vicdanı onu yaktı kavurdu kül etti. Sonrasında küllerinden doğdu. Ama doğarken sevgi ile doğmamıştı.

Babası, aşkının ihanetine karşı duyduğu öfkeyi ve kızına karşı olan hıncını zamanla daha da büyüttü. Artık sadece annesi değil, babası da ona şiddet uyguluyordu.

Ayza ıssız sokaklarda gezerken gözlerinden akan yaşlara engel olamıyordu. Bugün onun doğum günüydü. Yutkunamadı.

Küçük bir kız için belki de bir evi vardı ama onun gerçek evi sokaklardı. Daha altı yaşına girmeden, hayatın acımasız gerçeklerini öğrenmişti.

 

 

Genç adam, evdeki sahneye bakarken derin bir üzüntü hissetti. Bugün, kardeşinin altıncı doğum günüydü, ama aynı zamanda annelerinin onları bıraktığı beşinci yıldönümüydü. Bu durumu en iyi ben hatırlıyordum ve bu, acımı daha da artırıyordu. Her doğum gününde, annemin gülümsemesini, küçük yaşlardaki sevinç dolu bakışlarını düşünmeden edemiyorum. Ama şimdi ne yapabilirim?

Kardeşlerinin eğlencelerini izlemek istemediği bir an vardı; kendini daha çok yalnız ve üzgün hissediyordu. Onların mutluluğu, benim içimde bir yarayı daha da derinleştiriyordu. İçimden bir ses, bu mutluluğa katılmayı istemediğimi fısıldıyordu. Herkesin gözünden kaçmak için evden gizlice ayrıldı. Son beş yıldır, herkes, özellikle de babası, çok dalgındı ve kafalarını toparlayamaz hale gelmişti. Artık evde sadece sessizlik vardı; hatıraların yankıları bile soğuktu.

Gece ilerledikçe sokaklar neredeyse tamamen boşalmıştı. Genç adam, yürürken bir yandan da yaşadıklarını düşünüyordu. Hayatının her gününün aynı döngüde geçtiğini hissediyordu; yalnızlık, hüzün ve terk edilmişlik. Bir hıçkırık sesi duyduğunda dikkatini o tarafa verdi. Sapsarı saçları olan küçük bir kızı ilk defa orada gördü. Birisi daha ağlıyordu; yalnızlığımızın bir yansıması mıydı?

Kızın neden ağladığını merak ediyordu. Kızı korkutmamak için yavaş adımlarla ona yaklaştı. Kız içli içli ağlıyordu ve bu, genç adamın kalbinde derin sarsıntılara neden oluyordu. Yüzünün büyük bir kısmını kaplayan kıpkırmızı bir el izi ve burnunda bir kanama olduğunu fark etti. Küçük bir çocuğun böyle bir acıya maruz kalması, ne kadar korkunç bir gerçekti.

Gözyaşlarını silmek için bile düşünmeden gözleri doldu. "Ne oldu? N-neden ağlıyorsun?" diye sordu, sesi titriyordu. Küçük kız, masum bakışlarla ona baktı. "Babam evden kovdu beni," dedi. Genç adamın kaşları çatıldı. Küçük kız ne yapmış olabilir ki? Bir baba, kendi kanından olan bir çocuğu nasıl kovabilir?

"Neden?" diye sordu, yüreği acıyla doluydu. Küçük kız dudaklarını büzdü, "Bugün benim doğum günüm. Altı yaşına giriyorum. Annem işteydi ve babamla evde yalnızdık. Babam geçen yıl dışında her zaman bana bir pasta yapmıştı. Yine kutlarız diye yanına gittim. E-elinde bir şişe vardı. Bana baktı ve bağırdı, sonra v-vurdu. Ben de buraya geldim." Sadece bir doğum günü için bu kadar acı yaşamak... Ne kadar trajik!

Kızın dilinin dönmemesi ve yaşadıklarını anlatırken yaşadığı zorluklar, genç adamı derinden etkiledi ve içinde bir tartışmaya yol açtı.

Kendi anılarına dair pek çok şey hatırladım; ama bu küçük kızın başına gelenleri asla kabullenemem. Yine de, yapmam gereken bir şey var.

"Mmm, öyle mi olmuş? Biliyor musun, ben de on altı yaşındayım," dedi. Kızın aklını dağıtmak istiyordu. Sonra, küçük kızın elinden tuttu ve onu pastaneye götürdü. Kız, o gün, bu genç adam sayesinde ilk defa çok mutlu oldu. Birlikte pasta bile yediler.

Bazen en beklenmedik anlarda, en küçük şeyler bile mutluluğu getirebilir.

Küçük kız, aynı zamanda genç adama sorularını yanıtladı ve bu cevaplar, adamı daha da şoke etti.

Kendi kardeşini düşündü, ikisi de yaşıttı. Kardeşi daha şiddetin ne olduğunu bilmezken, bu kız... Neden böyle bir hayatı yaşamak zorunda kalıyordu?

Genç adam ayrılmadan önce son olarak sordu, "Nasıl dayanıyorsun?" Küçük kız gülümsedi, "Battı güneş yeniden doğacağını bilerek. Doğdu karanlık, elbet bir gün kendini aydınlığa bırakacağını bilerek."

Bu küçük kızın sözleri, sanki benim de içimi aydınlatıyordu. Hayatın karanlıklarında bile bir umut ışığı bulmak mümkün müydü?

- ♡ ♡ ♡-

Ve Beşinci Perde sona erer.

Hakan ile yolları ne yazık ki çok erkenden ayrıldı. O karakteri yazmayı seviyorum.

Yolda karşılaştığı o yaşlı adam ve Yusuf hakkındaki düşünceleriniz neler?

Son olarak bu bölüm sonunda amacına kavuştu, babasının onu kabul etmemesi hakkında ne düşünüyorsunuz :/

Ayza kendini tek çocuk sanarken bir sürü abisinin olması...

Ah Ayza'm ahh.

Başka bölümlerde görüşmek üzereee.

Bölüm : 29.07.2024 13:38 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...