26. Bölüm

❄️Teklif

Ceylan Keskin
anksiyeteliyazar

OY SINIRI:150

Bebeklerim selam. Umarım iyisinizdir. Bölüme bir oy sınır getirdim, sınırı geçtiğimiz takdirde aynı şekilde bölümler cumartesi gelmeye devam edecek. Sınır koymamın en büyük sebebi okuma ve oylama arasındaki devasa uçurum. Görüyorum onlarca kişi bölümleri okuyor ama oy vermiyor. Kitap için epey emek sarf ederken haliyle ufak da olsa bir karşılığını almak istiyorum. O yüzden bebeklerim yıldıza basmaktan çekinmeyin lütfen🥺🥺 Benim oyumdan ne olacak demeyin lütfen. Ayrıca sizin desteğiniz yazma konusunda benim en büyük motivasyon kaynağım.

Hatırlatma: +18 sahneleri kitappad izin vermediği için whatsapp kanalımda paylaşacağım. Kanala katılmak isteyenler için instagram hesabımda öne çıkanlara linki ekledim. İnsta: @anksiyeteliyazar

Şimdilik benden bu kadar hepinize keyifli okumalar. Beni takip etmeyi de unutmayın. Öptümmm ve kaçtımm. 😘😘

Silva

Şarap kızılı saçları, gri gözleri, beyaz teni ve aşina olduğum kıyafetleriyle karşımda dikilen kişi Valeria’dan başkası değildi. Gelişimle birlikte odanın içinde volta atmayı bırakmış telaşlı bir ifadeyle gözlerini üzerime dikmişti. Biz onu Ateş Krallığında sanırken o burada odamın ortasında duruyordu. Şaşkın şaşkın ona bakmaya devam ederken. “Ah nihayet.” dedi ve yaklaşıp henüz kapatmadığım kapıyı az sonra önemli bir şeyler konuşacakmışız da kimse duysun istemiyormuş gibi kapattı ve “konuşmamız gerek.” dedi. “Bence de.” dedim gözlerimi kırpıştırmaya devam ederken. Zira halen rüya görüp görmediğimden emin değildim.

Baştan aşağı detaylıca süzdüğüm Valeria ilk bakışta her zamankinden farklı görünmese de göz altlarındaki siyah halkalar dikkatimden kaçmamıştı. Telaşlı görüntüsüne rağmen epeyce yorgun bakıyordu gözleri. Dudakları çatlamış kafasındaki kapüşona rağmen görebildiğim saçları dağılmıştı. “Sen…” ne diyeceğimi bilemeyerek duraksarken onu süzmeye devam ediyor, yorgun görüntüsü dışında kötü bir şeyi olup olmadığını anlamaya çalışıyordum. “Buradasın. Ama… ama nasıl?” “Anlatacağım, anlatacağım ama önce otur.” Bir ona bir de oturmamı işaret ettiği yatağıma bakarken “inanamıyorum buradasın.” deyip kollarımı boynuna doladığımda bir an afallasa da o da bana sarıldı. Benim sıkı tutuşuma karşılık onun zayıf kucaklaması dikkatimden kaçmazken usulca geri çekildim. Sanırım şu an benim kadar kuvvetli değildi.

“İyisin değil mi? Kahretsin neler oldu?” “Otur hadi.” Önce o ardından da ben yatağın üzerine karşılıklı oturduktan sonra bir süre birbirimize baktık. “Burada olduğumu nasıl bildin?” dedim merakla. Kaçırılma olayından haberdar olup olmadığını bilmiyordum. “Odana geldiğimde temizlik yapan hizmetçi söyledi. Eh azıcık dedikoducuymuş.” Son sözü hafifçe tebessüm etmemizi sağlasa yeniden ciddiyete bürünmemiz çok sürmedi.

“Atıldığım büyücü topluluğu tarafından götürüldüm.” dedi bir anda. Gözlerim fal taşına dönerken sayısı epeyce fazla olan sorularıma yenileri eklenmişti. “İyi de seni aralarından atmamışlar mıydı? Dertleri neymiş?” Bilmiyorum dercesine omuzlarını silktikten sonra başındaki kapüşonu geriye atıp devam etti. “Tam olarak emin değilim. Bana aralarında kalmamı teklif ettiler ve kabul ettiğim takdirde ailemin kim oluğunu öğrenmemi sağlayacaklarını söylediler.” “Peki kabul etmezsen?” dedim şüpheyle. Zira bu dostane bir teklif olsaydı onu zorla götürmeleri gerekmezdi.

“Üstü kapalı şekilde kabul etmezsem başıma kötü şeylerin geleceğini söylediler.” Bu alenen bir tehditti. Yumruklarımı öfkeyle sıkarken kaşlarımı çattım. Benim dostumu kaçırmak ve tehdit etmek ha. Bunu yapanları elime geçirirsem hiç de merhametli davranmayacaktım. “Nasıl kurtuldun?” “Aslında kurtulmadım.” dediğinde yeniden ortaya çıkan şaşkınlığım öfkeme baskın geldi. “Beni birkaç gün zorla yanlarında tutup kalmam için ikna etmeye çalıştılar. Kabul etmeyeceğimi anladıklarında da gitmeme izin verdiler. Muhtemelen bırakırken geri döneceğimden eminlerdi.” Beynimi ne kadar zorlasam da hiçbir şey anlayamıyordum ve Valeria’nın ifadesine bakılırsa onun da pek bir şey anladığı söylenemezdi.

“Sana zarar verdiler mi?” “Hayır zorla tutmak dışında bir şey yapmadılar. Beni arlarından atmışken şimdi neden geri dönmemi istiyorlar anlamıyorum.” “Ben daha çok seni neden bıraktıklarını merak ediyorum?” İkimiz de düşüncelere dalmış olanlara mantıklı bir neden bulmaya çalışıyorduk ama pek başarılı olduğumuz söylenemezdi. “İstemediğim sürece benden faydalanamazlar. Muhtemelen bu yüzden gitmeme izin verdiler.” Bu faydalanmadan kastın büyü gücüyle ilgili olduğunu varsayıyordum ve öyle olduğuna da nerdeyse emindim.

Uzun bir soluk alıp elimizdeki bilgileri teker teker süzgeçten geçirdim. “Seni yanlarında istiyorlar. Bunun için seni esir tuttular ama bunun işe yaramayacağını fark edince gitmene izin verdiler. Öte yandan ailenin kim olduğunu söyleyeceklerini ve onlara katılmadığın takdirde başının belaya gireceğini söyleyerek seni manipüle etmeye çalıştılar. Bu durumda asıl bilmemiz gereken seni neden istedikleri ve başının belaya gireceğini söylerken ne kastettikleri.” Tek nefeste sıraladıklarımı dikkatle dinleyen Valeria başını onaylarcasına salladığında yüzünde karmakarışık bir ifade belirdi. Kafası karışmış aynı zamanda hüzünlenmiş görünüyordu. Bunu ailesine yordum. Kim olduklarını öğrenmek istiyor olmalıydı, kim olsa isterdi.

Bir an gülümsemek istedim. Hüzünden ya da mutluluktan değil kaderin bu denli ironik olmasından. Valeria ailesini hiç tanımamıştı ve elbette ki tanımak istiyordu ama bazılarımızsa onun yerinde olmayı arzuluyordu. Aile bildikleri insanları hiç tanımamış olmayı. Çünkü bazen bizi en çok sevmesi gereken insanlar sevmez hatta nefret ederdi. Masum ruhları kararttır ebedi işkenceye sürüklerdi. Sonunda da yürüyen bir cesetten farksız olan çocuklar ya bir canavara dönüşürdü ya da bir hayalete. En acısı da bunun için suçlanırlardı. Sanki onlar böyle olmayı kendi istemiş ailesi onu buraya sürüklememiş gibi. Bu nefretti, bu bencillikti, bu silahsız gerçekleştirilen bir cinayetti. Katiller aileler maktullerse çocuklarının ruhuydu.

Çoğu zaman cinayetlerde kan akmaz suçlular yargılanmaz ölen ruhlar defnedilmez ve kimse bir ruhun öldüğünü bilmez, bilmek istemezdi. Gören gözler kör olur vicdan susturulur kulaklar tıkanır ve yardım eli uzatılmazdı.

“Ne karar vermeyi düşünüyorsun?” dedim elimi elinin üzerine yerleştirirken. Anlayış dolu bir ifadeyle ona bakarken kaşları hafiften çatıldı. Onlara katılıp ailesinin kim olduğunu öğrenmeye hakkı vardı. Tabi bunu öylece yapacak değildik. Önce Valeria’nın güvende olduğundan ve o büyücülerin bir tehdit oluşturmadığından aynı zamanda yalan söylemediğinden emin olmalıydık. “Ne kararı?” dedi. Kaşları biraz daha çatılmış yüzünde çözemediğim bir ifade peyda olmuştu. Pelerini omuzlarında olmasına rağmen kapüşonunu örtmediği için ifadelerini açıkça görebiliyordum. “Onlara katılmak istiyor musun?” Sesimin anlayış dolu çıktığını söylemek isterdim ama öyle olmamıştı. Valeria’nın kendi kararını verme hakkı olsa da arkadaşımın gitmesini hiç istemiyordum.

“Ne katılması Silva. Tabi ki öyle bir şey istemiyorum. Bana sahip çıkmayan ailemi öğreneceğim diye buradan öylece kalkıp gitmem. Hatta hiçbir koşulda gitmem. Tanrı Zahel’in benim için yaptıklarından sonra hiçbir kuvvet beni buradan ayıramaz.” dedi daha önce hiç görmediğim bir kararlıkla. Gitmek istememesine çok sevinsem de sadece tebessüm etmekle yetindim. “Bunları boş ver şimdi. Önce senin yanına gelmemin bir sebebi var.” Tabi ya ortada bir şey olmasaydı Valeria ilk önce Zahel’e gider ve durumu anlatırdı. Peki önce benim yanıma gelmesinin sebebi neydi?

“Bir şeyler duydum.” diyerek söze girdiğinde can kulağıyla onu dinlemeye koyuldum. “Tüm bu olanlar olmasaydı sana ruhunda taşıdığın enerjinin ne olduğunu öğrenmek için elimizde iki seçenek olduğunu anlatacaktım.” Merakım daha da artarken pür dikkat onu dinlemeye devam ettim. Gözünün önüne düşen bir tutam saçı özensiz bir tavırla kulağının arkasına sıkıştırırken sesini biraz daha alçaltıp konuşmaya devam etti. “Belki biliyorsundur elfler ilimleriyle ünlüdürler. Diyarlarında devasa bir kütüphaneleri var. Oradaki kitaplar ne olduğunu çözmemize yardımcı olabilir. Bir de Işık Konseyi’nin kütüphanesi var ama onlar tanrıların bile kitaplara dokunmasına izin vermiyor. Yani elimizdeki tek seçenek elfler.” Durdu ve bir soluk alıp karamsar bir ifadeye bürünürken anlatmaya devam etti.

“Duyduğuma göre elf diyarında garip hareketlilikler varmış. Diyara giriş çıkışları sıkı denetime almışlar ve her geçen gün daha az kişinin girmesine izin veriyorlarmış. Yakında diyara dışarıdan kimsenin girmesine izin vermeyeceklerini söylüyorlar.” Öğrendiklerimi etraflıca düşündüm. Ne olduğumu öğrenmeyi çok istesem de şu an başka bir önceliğim vardı. “Bunu sonra konuşuruz. Şimdi gidelim de diğerlerine de durumu anlatalım.” Ayağa kalktım, oturmaya devam eden Valeria ise başını kaldırıp şüphe ve şaşkınlıkla kıstığı gözleriyle bana bakmayı sürdürdü.

“Sen ciddi misin?” Onaylarcasına başımı salladığımda bir hışımla yerinden kalktı. “Öyle olsun diyeceğim ama meseleyi henüz Tanrı Zahel’e de anlatmadın. Anlatmış olsan olası bir durumda elfler Tanrı Zahel’in diyarlarına yapacağı bir ziyareti hoş görebilirler. Ama böyle...” Meseleyi bir kez daha etraflıca düşünsem de kararım değişmedi. Sonuçta elf diyarı kaçmıyordu ve ben durumu en kısa zamanda Zahel’e anlatabilirdim. Öte yandan avlamaya karar verdiğim avımsa son sürat kaçıyordu. “Gerçekten emin misin Silva?” Valeria beni kararımdan vazgeçirmeye çalışsa da kararım aynıydı. “Eminim.” dediğimde omuzları düştü. “Pekâlâ öyle olsun. Gidelim o halde.”

Valeria kapıya doğru bir hamle yaptığında kolunu yakaladım. “Sanırım diğerleri biraz daha bekleyebilir. İstersen önce bir duşa gir ben de sana yiyecek bir şeyler getireyim.” Gerek olmadığını söylemek üzere olan güzel büyücüyü omuzlarından yakalayıp banyoya doğru itelediğimde tek kelime edemedi.

❄️❄️❄️

Valeria duş alana kadar ona hem yiyecek bir şeyler hem de odasından uygun birkaç kıyafet getirmiştim. Duştan ve yemekten sonra biraz daha toparlanmış göründüğünde Zahel’in odasının yolunu tutmuştuk. Daha fazla oyalanacak zamanımız yoktu. Kapıyı çalma gereği duymadan içeri girdim. Gelişimle birlikte Zahel ve Ragaz’ın bakışları beni bulurken hemen arkamdan Valeria’nın da odaya girmesiyle birlikte tüm dikkatler ona döndü. Ragaz şaşkınlıkla bir hışımla yerinden kalkarken Zahel ona nazaran daha sakin görünüyordu.

Bizi gören baş muhafızın gözlerinden bir karaltı geçtiği gözümden kaçmadı. Lakin bu öyle hızlı oldu ki kendimi sorguladım. Suratında her zamanki sert ifadesi olsa da garip bir şeyler vardı, çözemediğim bir şeyler. Valeria kısa bir baş selamı verdikten sonra kısa bir süre önce Nowa’nın oturduğu yere yerleşti. Ben de hemen yanına oturduğum esnada kimseden çıt çıkmadı. Hala ayakta bekleyen Ragaz da nihayet yerine oturduğunda Valeria olan biten her şeyi tek tek Zahel’e anlattı. Zahel anlatılanlar ciddiyetle dinliyor ara sıra da kaşlarını çatıyordu, baş muhafız ise Valeria konuşmaya başladığından beri çattığı kaşlarını hiç düzeltmemişti.

“Ragaz Ateş Krallığındaki casuslarla iletişime geç. Şu büyücüler hakkında her şeyi öğrensinler.” Baş muhafız başını onaylarcasına oynattığında gözlerimi Valeria’ya kaydırdım. Gayet sakin görünüyordu benim aksime. Şaşkınlıktan ağzım açık kalmış vaziyette gözlerimi üzerlerinde gezdirirken “casuslar mı?” dedim. “Wienor’un dört bir yanında Tanrı Zahel’in casusları var.” Bu açıklama şaşkınlık ve merakımı gidermek yerine daha da arttırmıştı. Zahel’in tüm krallıklarda casusları varsa bu diğer tanrılara güven duymadığı anlamına geliyordu. Gördüklerimden sonra ben de Aeros ve Roan’a güvenilmeyeceğini düşünsem de en azından Su Tanrısına güvenebileceğimizi sanmıştım.

“Casuslar tedbir amaçlı. Ne olacağını bilemezsin.” “Diğer tanrıların da casusları var mı?” Şaşkınlığım geçmiş mantıklı düşünmeye başlamıştım. Şayet bizim casuslarımız varsa diğer tanrıların görevlendirdiği casuslar olması da gayet muhtemeldi. Biz daha doğrusu Zahel casusları tedbir amaçlı görevlendirmiş olabilirdi ama diğer tanrıların amacının ne olduğunu kestirmek epey zordu. En iyi ihtimalle bir savaşın patlak vermesine sebep olabilirlerdi. Gerçi böyle bir şeyin mümkün olup olmadığından emin değildim. Tanrılar arasında çıkan bir savaşa dair bilgim yoktu.

“Olmadığından emin oldum.” Zahel kaskatı ve kendinden emin bir ifadeyle yanıt vermişti. “Sen casus yerleştirmeyi gerek gördüysen onlar da aynı şeyi yapmış olabilirler.” dedim. Her ne kadar Zahel casus olmadığına emin olsa da ben pek ikna olmamıştım. Özellikle de Roan ve Aeros’un nahoş ameller uğruna krallıklara casus yerleştirmesi kuvvetle muhtemelken. “Beni onlardan ayıran gerekçeler var.” derken sesinde öyle bir ton vardı ki bu konuyu daha fazla deşmemi istemediği açıktı. Nedenini anlamasam da sessiz kaldım.

“Başka bir şey yoksa biz gidelim.” Zahel’in şüpheyle kıstığı gözleri üzerimde gezinirken elimden geldiğince doğal davranmaya çabaladım. “Peki.” Odadan çıkar çıkmaz olduğu yerde duran Valeria kollarını göğsünün altında kavuşturup bana şüpheci bir bakış attı. “Bir şeyler var değil mi?” Ah sevgili büyücümüzün gözünden de hiçbir şey kaçmıyordu. “O kadar mı belli ettim?” dedim alt dudağımı dişlerken. “Belli etmek değil de enerjinin ne olduğunu öğrenme şansımız var dediğimde kabul etmemenden anladım bir şeyler olduğunu.” “Eh haksız sayılmazsın. Var bir şeyler ama burada değil odanda konuşsak daha iyi olur. Giderken Jieli’yi de alalım.” Kavuşturduğu kollarını çözdüğünde koluna girmiş olmama bir an şaşkınlıkla baksa da bir şey söylemedi. “Jieli seni görünce çok sevinecek.”

Tam da tahmin ettiğim gibi olmuş Jieli Valeria mutfağa adımını atar atmaz koşa koşa boynuna sarılmış uzun bir süre de ne şaşkınlığını atabilmiş ne de sarılmayı bırakmıştı. Uzun dakikaların ardından nihayet birbirlerinden ayrıldıklarında Jieli ışıldayan ve şaşkın gözlerle Valeria’ya bakmaya devam ediyordu. “Deli büyücü nerelerdeydin?” dediği ağlamaklı bir tonda. Gülümserken bir yandan da ağlamamak için kendini zor tutuyordu.

“Değişiklik olsun diye Ateş Diyarına gideyim dedim.” Jieli onaylamaz bir ifadeyle bakarken Valeria’nın sözleri kıkırdamama neden oldu. “Hem merak etme. Senin şapşal muhafızımıza duygularını açman ne kadar imkansızsa benim ortadan kaybolmam da o kadar imkânsız.” Valeria’nın sözleri karşısında yanakları kızaran Jieli dudaklarını büzüp kaşlarını çatarken ikimiz birbirimize bakıp sırıtmamak için kendimizi tutuyorduk. “Neyse, neyse önemli bir şey konuşmamız lazım. Sen de bizimle geliyorsun.” Beklememizi söyleyen Jieli hızlı adımlarla mutfağın içinde kayboldu.

Kısa bir süre sonra elinde bir tabakla çalışan hizmetçilerden birine yaklaştı. “Bunu Efendi Zahel’in odasına götürür müsün?” Kız dikkatlice tabağı alıp yanımızdan geçerken içindekinin enfes görünümlü kek dilimleri olduğunu gördüm. “Ee hani bize?” Jieli biraz şaşkın biraz da mahcup bir ifadeyle bize baktı. “O sıradan bir kek değildi ki Silva. Fark etmedin mi cevizli kek, yani Nowa’ya özel. Muhtemelen Jieli keki gönderirken sadece Nowa’nın yemesini ummuştur.” “Hayır, hayır öyle bir şey yok.” İnkâr etmesine rağmen kızaran yanakları aslında Valeria’nın haklı olduğunu kanıtlıyordu.

“Bu ikisi var ya…” derken Valeria bu sefer bana dönmüştü. “Birbirlerine kek yapacaklarına duygularını açsalardı şimdiye çoktan teyze olmuştuk. Ama yok dilleri değil elleri çalışıyor. Resmen cevizli kek fetişleri var.” Daha fazla dayanamayarak attığım kahkaha tüm hizmetçilerin dikkatini çekmeme neden olduğunda güç bela kendimi toparlasam da sırıtmadan edemiyordum. Valeria sitemkâr tavrıyla Jieli’ye bakmayı sürdürürken o resmen karşımızda domatese dönmüştü. “Jieli gerçekten domatese dönmeden gitsek mi?”

Nihayet mutfaktan çıktığımızda ve meraklı gözlerden uzaklaştığımızda ben ortada Valeria ve Jieli de iki yanımda Valeria’nın odasının yolunu tutmuştuk. Solumdaki Jieli’ye doğru eğilip “eee?” dediğimde usulca bana doğru döndü. Meraklı gözlerle bana bakarken “Nowa’nın sırtı nasıl oldu?” “Ne olmuş o şapşalın sırtına?” diğer yanımdan gelen sese döndüğümde meseleyi bilmeyen Valeria’nın meraklı ifadesiyle karşılaştım. Kısaca durumu özet geçtiğimde ikimiz de beklentiyle Jieli’ye döndük. Yine yanaklarının kızarmış olmasını bekliyordum. Lakin karşılaştığım görüntü bambaşkaydı.

Bakışları önüne düşmüştü. Dudağı düz bir çizgi halini almış, hüzün çehresine oturmuştu. Jieli’de görmeye alışkın olmadığım bu görüntü beni afallatmıştı. Her daim yüzündeki o nahif gülümsemesini görmeye alıştığımdan bu hali epey yabancı gelmişti. “Ne oldu?” dediğimde başını çevirmeden cevap verdi. “Merhem sürecektim ama odasının önüne geldiğimizde ihtiyacı olmadığını ve boş yere kendimi yormamam gerektiğini söyledi.” “Al işte kalın kafalı budala.” Valeria’ya onaylamaz bakışlar atarken omuzlarını silkip “haksız mıyım? Jieli’nin merhem sürmek isteyip odasına kadar gelmesinden bir şeyleri anlayabilirdi ama yok. Beyefendimizin kafası kalın işte.”

Onaylamaz ifademi korurken Valeria ağzına fermuar çekiyormuş gibi yapıp sustuğunda söyleyecek uygun bir şeyler aradım. “Belki de kendi isteğinle değil de ben istedim diye merhem sürmeyi kabul ettiğini düşünmüştür. Sana istemediğin bir şeyi yaptırmak istememiş olabilir.” Nihayet yüzüme bakan Jieli pek de gerçekçi olmayan bir gülümsemeyi yüzüne yerleştirmişti. “Önemli değil. Zaten ben böyle şeylere alışığım.” “Olurda bunlar birbirlerine duygularını söylerse üç gün üç gece kutlama yapacağım.” Neyse ki Valeria’nın kulağıma eğilip yalnızca ben duymuştum.

Duvardaki raflarda duran kavanozlardaki bitkilerin karışan keskin kokusu burnuma dolarken üzeri çeşitli kalınlıkta kitaplarla dolu olan masaya oturduk. Valeria ve Jieli karşıma otururken etrafa kısaca göz gezdirdim. Valeria’nın birkaç gündür olmadığı odanın derli toplu olmasından anlaşılıyordu. Daha önceki gelişlerimde sıkı sıkıya çalışan Valeria’nın etrafı kitaplarla, çeşitli iksirlerle ve otlarla kapladığına şahit olmuştum. Şimdi ise tüm iksirler ve diğer malzemeler yerlerinde duruyordu. “Ee hanımım neden buradayız?” “Anlaşılan tanrıçamız gizli kapaklı işler peşinde.” dediğinde “doğru söze ne denir.” demeden edemedim.

Hiçbir şey anlamadığını suratındaki ifadesiyle belli den Jieli’nin gözleri benle Valeria arasında mekik dokuyordu. Ne var ki Valeria da henüz hiçbir şey bilmiyordu. Derin bir soluk alırken pek dek sağlam olmayan planımı bir kez daha gözden geçirdim. “Suikastçıyı bulmak istiyorum.” Suikastçı dediğim anda gözleri fal taşına dönen kızlar bana inanamıyor gibi bir ifadeyle bakıyordu. “Olmaz hanımım çok tehlikeli.” “Ne planlıyorsun?” Jieli bu sefer şoke olmuş bakışlarını Valeria’ya çevirdiğinde omuz silkip bana döndü.

“Aslında tam bir plan sayılmaz. Adım adım ilerleyeceğimiz bir yol var.” dediğimde Valeria can kulağıyla beni dinlemeye hazır görünürken Jieli beni vazgeçirmeye çabalıyordu. “Hanımım bu iş tehlikeli olabilir, olabilir de değil resmen tehlikeli. Bırakın onu ışık konseyiyle tanrılar arasın. Hem tanrıları öldürmüş bir katilden söz ediyoruz. Koskoca konsey onu bulamamışken biz nasıl bulacağız?” Başımı olumsuz anlamda salladım. “O Zahel’i öldürmeye kalktı Jieli. Kim olduğunu öğrenmem ve cezasını kesmem gerekiyor. En azından bunun için çabalamalıyım, beni anlıyor musun? O manyağın her an Zahel’e bir şey yapabileceği ihtimaliyle yaşayamam.” Hayatım boyunca hiç şu anki kadar kendimden emin olmamıştım. Yüzyıllardır aranıp bulunamayan birini bulacağıma dair ciddi şüphelerim olsa da en azından deneyecek ve elimden gelen her şeyi yapacaktım.

O adam ya da kadın artık her neyse ben ona dokunmaya kıyamazken sevdiğim adamı öldürmeye kalkışmıştı. Üstelik de bunu nerdeyse ben yapacaktım. Resmen kendi ellerimle Zahel’e zehir götürmüştüm. Bunu asla unutamayacağım gibi suçluluk duygusundan da ömür boyunca arınamayacaktım. Mantıklı tarafım masum olduğumu söylese de ellerimle taşıdığım zehri ona servis ettiğimi hatırladıkça ruhum suçlulukla kıvranıyordu. Suikastçıyı bulamam gerekiyordu, ne pahasına olursa olsun. En azından çabalamamış olmak istemiyordum.

“Ama hanımım o adam, tanrılar ve konseyin en büyük önceliği olmasına rağmen asırlardır bulunamamışken biz nasıl bulabiliriz ki? Hem Efendi Zahel kendini koruyabilir. Siz de biliyorsunuz o gün içmeden çayın zehirli olduğunu anlamıştı. Suikastçı ona kolay kolay zarar vermez ama bize verebilir.” Valeria Jieli’ye bakıp gözlerini devirirken “size kolayca zarar verebilir bana değil.” diyerek Jieli’yi düzeltti. Parmaklarımı birbirine geçirip masanın üzerine yerleştirdikten sonra Jieli’ye doğru eğildim. “O günkü hedef Zahel değil de Nowa olsaydı yine aynı şeyleri söyleyebilir miydin?” Sesimin mümkün olduğunca yumuşak çıkmasına özen gösterdim. Amacım Jieli’ye kötü hissettirmek değil beni anlamasını sağlamaktı.

Gözlerini kaçırıp sessiz kaldığında bir şey söylemeyeceğine kanaat getirip devam ettim. “Onu bulma ihtimalimizin yok denecek kadar az olduğunun ve riskli olduğunu farkındayım ama yaptıklarından sonra en azından denememiş olmak istemiyorum. Onu bulmak ya da en azından hakkında bir şeyler öğrenmek için çabalayacağım ve emin ol kendimi de sizi de tehlikeye atmayacağım. Eğer başımızın derde girebileceğini fark edersem hemen her şeye son vereceğim.” Sözlerimin ardından süren birkaç saniyelik sessizlikten sonra Jieli de durumu kabullendi.

“Ne yapacağız?” “Önce tanrılarla konuşmak istiyorum. Suikastçının babalarını öldürmesinin bir sebebi olmalı.” dedim kararlılığımı koruyarak. Jieli artık itiraz etmese de onaylamayan bakışlarla dinlemeye devam ediyordu. “Sonrasıyla ilgili şu an kafamda net bir şey yok. Duruma göre hareket edeceğim.” “Bu durumda ben devreye giriyorum sanırım.” Başımla onayladım. Tanrılarla konuşmak için günlerce yolculuk yapmak gibi bir lüksüm olmadığından Valeria’nın açacağı portallara ihtiyacım vardı.

“Bunu Efendi Zahel’den neden gizliyoruz?” “Çükü izin vermez.” dedi Valeria ve devam etti. “Su Tanrısı sorun değil ama Silva’nın özellikle Aeros ve Roan’la görüşmesine katiyen müsaade etmez.” Haklıydı. Aeros beni kaçırmış, Roan ise hakkımda ne dediğini tam olarak bilmesem de nahoş sözler sarf etmişken Zahel hiçbir koşulda onlarla görüşmeme izin vermezdi. “İlk Su Tanrısıyla görüşmek istiyorum.” Su Tanrısı diğerlerine kıyasla daha dost canlısı ve nazikti, tam bir beyefendi olduğunu söylemek yanlış olmazdı. “Ne zaman peki?” “Yarın.” Bu işi mümkün olduğunca hızlı halletmek istiyordum.

Aslında bugün de gidebilirdim lakin Valeria’nın daha yeni döndüğünü düşünürsek dinlenmeye ihtiyacı vardı. Öte yandan portal açmanın o kadar da kolay bir iş olmadığını Valeria’dan öğrenmiştim. Bu sebeple mecbur kalmadıkça portalları kullanmıyorduk. Aksi halde acil bir durum olduğunda Valeria’nın gücü bir portal açmaya yetmeyebilirdi. “Yarın olmaz.” diyerek araya giren Jieli’ye döndük. “Yarın Işık Festivali. Efendi Zahel festival ateşini yakarken Ölüm Tanrıçası olarak sizin de onun yanında durmanız gerekiyor.” Tanrıça olmaya henüz alışamamışken halkın önüne çıkma düşüncesi garip hissettiriyordu. Öte yandan insanlar da bir tanrıçaları olduğundan bihaberdi.

“İnsanlar tanrıça olduğumu bilmiyor.” “Sorun değil yakında öğreneceklere zaten. Sizin yine de Efendi Zahel’e eşlik etmeniz gerekiyor.” “Peki o halde festivalden sonraki gün olsun.” Dememle nefesimin kesilmesi bir oldu. Ansızın tüm bedenimi ele geçiren acı gözlerimi pörtletirken umutsuzca ağzımı açıp alabildiğim tüm havayı ciğerlerime doldurdum. Oturduğum yerde iki büklüm kıvranırken ağzımdan kaçan iniltilere engel olamadım. Telaşla sandalyelerini geriye doğru iten kızlar iki yanıma geçip ellerini omuzlarımı yerleştirdiklerinde endişeli ifadeleriyle ne olduğunu çözmeye çalışıyordu. Durumu ben de idrak edebilmiş değildim, edecek halim de yoktu zaten.

“Hanımım neler oluyor?” “Çok mu kötü Silva?” dedi sanki neden bu halde olduğuma dair sağlam bir tahmini varmış gibi. Mührümden başlayarak her bir noktamı tutsak eden müthiş yanma hissi akan zamanla birlikte işkencemi arttırırken artık inlemeyi bırakmış ufak çığlıklar atıyordu. Kaburgalarım göğsümü sıkıştırıp nefes almamı zorlaştırırken acıyla sıktığım yumruklarımdan birini sertçe masaya geçirip dişlerimi olağan gücümle birbirine bastırdım. Çok canım yanıyordu. Üstelik sadece canım da yanmıyordu kendimi ruhsal anlamda da berbat hissediyordum. En korkunç kabuslarım bir hayalet gibi varlığıma musallat olmuş ruhumdaki yaralara tuz basıyordu. Cızırdayan ruhumun sesi kafamın içinde yankı yaparken kendimi geriye doğru attım.

Ne yapacağımı bilmiyordum ve kızlar telaşla tepemde dikilseler de onlar da bir şey yapamıyorlardı. Ruhum acı içinde kıvranan bedenimden çekilirken bir lav çukurunun ortasında kaldığımı düşünmeye başlıyordum. Nefes almak giderek güçleşirken havasız kalan ciğerlerim alev alev yanmaya başlamıştı. Attığım çığlıkların arasında kendimden geçeceğimi düşünürken kızların eline yapışıp kuvvetle sıktım. Lütfen… lütfen biriniz beni kurtarın. “Neler oluyor?” diye soran telaşlı ses Jieli’nindi ve kapanmak üzere olan bilincim onu duymama zar zor izin vermişti.

“Mühür yüzünden olmalı?” Mührün bahsi geçmesiyle birlikte sanki işkencemi sonlandıracak sihirli kelime buymuşçasına şiddetli sancılarım azalmaya başladı. Uzun süre suyun altında kalmışım da yüzeye yeni çıkmışım gibi aç gözlülükle havayı solurken sıktığım elleri usulca bıraktım. Ağır ağır yok olan acı beraberinde enerjimi de götürürken omuzlarım düştü, dik tutmakta zorlandığım başım ahşap masanın pürüzsüz yüzeyiyle buluşurken telaşlı ayak seslerini işittim. “Geçti Silva.” dedi Valeria yumuşacık bir sesle. Ancak cevap verecek ya da tepki gösterecek takatim kalmamıştı. Toparlanmak için birkaç dakikaya ihtiyacım.

Jieli endişe dolu ifadesiyle geri döndüğünde elinde koca bir bardak su tutuyordu. Bardağı masanın üzerine bırakırken iyi olup olmadığımı anlamak için beni uzun uzun süzmeyi de ihmal etmemişti. Kendime gelebilmem on dakikadan fazla sürerken güçlükle doğrulmayı başardım. Bardağı yavaş yavaş geri kazandığım güç kırıntılarımla elime aldığımda buz gibi suyu dek dikişti içip bardağı sertçe az önceki yerine bıraktım. Aklım biraz daha başımı geldiğindeyse az önce neler olduğunu sorguladım. Bakışlarım ilk olarak Valeria’ya kaydı. Yarım yamalak da olsa duyduklarımdan anladığım kadarıyla o az önce olanların sebebini biliyordu ya da en azından bir tahmini vardı.

“Ne oldu öyle?” Zayıf çıkan sesim tamamen merak ve beklentiyle doluydu. Önce bana baktı, sonra Jieli’ye ve sonra yeninden bana baktığında ne söyleyeceğini bilemiyormuş gibi görünse de konuşmaya başladı. “Henüz Tanrı Zahel’le birlikte olmadınız.” dediğinde öylece kalakaldım. Birliktelikten kastı bilmediğim özel bir törenle tanrıça olarak ilan edilmem miydi? Yoksa cinsel anlamda birlikte olup olamadığımız mıydı? Valeria ne düşündüğümü anlamış olacak ki bir süre köşe bucak gözlerini kaçırsa da konuşmasını sürdürdü. “Şey… yani fiziksel anlamda birlikte olmadınız.” dedi kastettiği şeyi mümkün olabilecek en yumuşak şekilde tabir ederek. Benimse aklıma takılan bir nokta vardı, birlikte olmadığımızdan nasıl bu kadar emin olabiliyordu? Bir an sormak istesem de hissettiğim utanç dudaklarımı birbirine mühürlediğinden bir şey diyemedim.

“Sana mührün eşlerin birbirinden haddinden fazla uzak kalmalarına izin vermediğimi söylemiştim, hatırlıyor musun?” Onaylarcasına başımı salladım. Hatırlamamam mümkün değildi. Zira bu bana anlattığı gün Zahel’in beklediği bir eşi olduğunu da söylemiş o anlarda yüreğim dağlanmıştı. Hatta sırf bu yüzden buradan gitmek bile istemiştim. Lakin farklı planları olan kader gitmeme izin vermemiş nahoş olaylar yaşamama neden olmuş olsa da geri dönmemi sağlamıştı. Huzur verici bir rahatlama iliklerime dek işlerken biraz daha iyi hissediyordum. Az önceki ızdırap dolu dakikaların izleri nerdeyse tamamen silinip gitmişti.

“Tam da bu yüzden eşler uzun süre birlikte olmadıklarında mühürleri önce onların arzularını körükler. Sonra da fiziksel ve ruhsal olarak işkence eder. Sen geleli nerdeyse iki ay oldu ve hala birlikte bir gece geçirmediğiniz için mühür size işkence etmeye başladı.” Anlatılanları sindirmem birkaç uzun dakikamı alırken hepimiz sessizliğe gömülmüştük. Jieli endişesi yatışmamış olacak ki hala tedirgin gözlerle bana bakmaya devam ediyordu. Sanki bir anlığına başka tarafa baksa az önce olanların yeninden tekrarlanacağından korkuyor gibi bir hali vardı. Yeşil gözlerinde kol gezen gerginliği fark etmemenin imkânı yoktu.

Valeria elini çenesinin altına dirseğini de masaya yerleştirmiş vaziyette sakince beni seyrediyordu. Gri gözlerinde gayet dingin bir ifade vardı. Birden az önce anlattıkları kafamın içinde yeniden yankılandığında telaşla doğrulup gözlerimi ona diktim. Çenesinin altındaki elini çekerken dikleşmiş ne oldu dercesine suratıma bakıyordu. Ani hareketliliğim Jieli’yi de ürkütmüş olmalı ki sırtımda gezinen endişeli bakışlarını hissedebiliyorum. “Arzularla ilgili söylediklerin…” deyip birkaç saniye ne diyeceğimi düşünmek için duraksadım. Utançtan yanaklarım kızarmaya başlasa da sormadığım takdirde içimin rahat etmeyeceğinin farkındaydım. “Zahel’e karşı hissettiğim çekim mühür yüzünden mi?” dedim bir çırpıda.

Valeria bilge bir ifadeyle kaşlarını çatarken başını olumsuz anlamda salladığında içime soğuk sular serpildi. “Mühür sadece var olan duyguları körükler.” O halde yaşadığımız o güzel anlarda mühür sadece teşvik edici rolü üstlenmişti. Hislerimi mührün yaratmadığını öğrenmek rahatlamamı sağlarken ansızın peyda olan düşünceyle birlikte gözlerim yerinden çıkacak derecede büyüdü ve Jieli’ninkinden onlarca kat büyük bir endişe yüreğimin derinliklerine sızıverdi. “O halde…” sesim gergin ve telaşlı çıkmasına mâni olamamıştım. “Az önce yaşadıklarımı Zahel de mi yaşadı?” alacağım cevap beni öylesine korkutuyordu ki Valeria cevap verene kadar geçen o kısacık sürede ölüp ölüp dirildiğimi hissetim. Hissettiğim o ızdıraba karşı Zahel’in daha dayanıklı olacağını bilsem de hiçbir sebeple en ufak acı çekmesini dahi istemiyordum.

“Hayır.” İşittiğim tek kelime rahatlamama yetecekti ancak Valeria bu kadarla bitirmedi. “Binlerce kat beterini yaşamıştır.” dediğinde yüzümü acıyla buruşturdum. Binlerce kat diyordu. Yani benim az önce hissettiklerim Zahel’in hissettiklerinin çeyreği bile sayılmazdı. “Merak etmeyin hanımım siz şu an iyi olduğunuza göre Efendi Zahel de iyidir.” diyerek yerleştirdiği eliyle sırtımı okşadı. Şu anda işkence çekmediğini bilmek içimi bir nebze olsa da rahatlatmıştı ama tamamen rahatladığımı söyleyemezdim. “Beni göndermek istedi.” dedim bakışlarımı iki kızın arasında dolandırırken. Neyden bahsettiğimi anlamadıkları birbirlerine attıkları bakışlardan ve çatılan kaşlarından anlaşıyordu.

“Nowa beni buraya getirdiğinde Zahel ona beni buradan götürmesini söylemişti.” Kızlar çatık kaşlarla birbirlerine bakmamayı sürdürürken üçümüzün de bu konuda bir fikri olmadığını idrak ettim. “Emin misiniz hanımım?” “Çok eminim.” dedim. Zira beni göndermek istediğinde yaşadığım hayal kırıklığı ve acıyı unutmamın imkânı yoktu. O gün canım öyle çok yanmıştı ki henüz tanımadığım bu adamın beni reddedişi dünyanın sonu gibi hissettirmişti. O zamanlar buna bir anlam veremesem de şimdilerde gayet iyi idrak edebiliyordum. Ben Zahel Sidears’ın gözlerine baktığım o anda onun olmuştum. O an yüreğim benim için atmayı bırakıp onun için atmaya başlamış ve bu benim dönüm noktam olmuştu. Geçmişi tamamen görmezden gelirken sanki en başından bu topraklarda doğmuşum gibi yaşamaya devam etmiştim.

“Eşinden ayrı kalmak bir tanrıyı delirtir.” dediğinde Valeria’nın sesinde şaşkınlık vardı. O da benim gibi Zahel’in bunu neden yaptığını anlayamıyordu. Jieli’nin de bizden farklı bir hali yoktu. Dirseklerimi masaya dayayıp başımı ellerimin arasına alırken uzun bir soluk aldım. Zaman zaman kürek kemiğimde hissettiğim o acıların, Zahel’i görünce bir kediye dönüşmemin gizimi çözülmüştü, peki ya o? Eğer benden bin kat fazlasını hissediyorsa ben kendimi zar zor tutabilirken o kendine hâkim olmayı nasıl başarabilmişti? Ben en ufak dokunuşu için yanıp tutuşurken benden uzak durmayı nasıl başarabilmişti? Gerçi bu durum kısa süre önce bir nebze olsa da bozulmasına rağmen Zahel kendine benden çok daha iyi hâkim olabiliyordu. Öte yandan delireceğini bile bile beni göndermek istemesi ise büyük bir muammaydı ve nedenini ancak ondan öğrenebilirdim.

Bir hışımla geriye doğru ittiğim sandalyem kulak tırmalayan bir gıcırtı çıkarırken ok gibi yerimde fırlayıp kapıya yöneldim. “Hanımım nereye?” “Zahel’le konuşmak istiyorum.” dediğimde ikisi de bir şey demedi. Attığım birkaç adımın ardından olduğum yere çakılıp kaldım. Uzaktan gelen bir gürültü eşliğinde odanın kapısı sertçe açıldığında karşımda Zahel’i görmek donup kalmama neden olurken onun gözleri hızlıca odayı tarayıp nihayetinde beni bulduğunda omuzlarının gevşediğini gördüm. Onu burada üstelik de tam şu anda görmeyi beklemediğimden olduğum yerde öylece ona bakıyordum. Keskin adımlarla bana doğru gelirken gözlerinin odağında sadece ben vardım. Kalp kalbe karşı dedikleri böyle bir şey miydi acaba?

Aramızdaki mesafeyi olağandışı bir hızla kapattıktan sonra ellerini yüzüme yerleştirip endişe olduğunu varsaydığım ifadesiyle beni dikkatlice inceledi. Yanaklarım geniş avucunda kaybolurken hissettiğim sıcaklığı içimi ısıtıyordu. “Canın çok yandı mı?” dedi. Elbette az önce olanlardan haberdardı. Ses tonundaki pişmanlık ve acı yüreğimi sızlattı. Canımın yanmasına o sebep olmamışken kendini suçluyor kendi canı benden çok daha fazla yanmamış gibi benim için endişeleniyordu. “Şimdi iyiyim.” diyerek cevap verdim. Evet desem kendini daha fazla suçlayacaktı ve hayır diyerek yalan söylemek de istemedim.

“Öhöm, öhöm isterseniz biz çıkalım?” Kulağıma çalınan alaycı sesin kime ait olduğuna bakmama bile gerek yoktu. Zahel pek de istekli olmayarak yanaklarımdaki ellerini çekip arkasını döndüğünde görüş açımın açılmasıyla birlikte birkaç metre ötede duran Nowa ve Ragaz’ı görebildim. Muhtemelen Zahel’in peşinden gelmişlerdi. Ragaz uyarıcı bir ifadeyle Nowa’ya bakıyor olsa da bunu pek umursamayan Nowa bize bakarak alaycı tavrıyla kaşlarını indirip kaldırıyordu. “Bir kere de bir şeye karışmasan olmaz mı?” Valeria’nın gözlerini devirerek söylediklerine karşın Nowa başını hafifçe eğip “alınırım ama.” diyerek yapmacık bir ses tonuyla karşılık verdi.

“Çıkın!” Zahel’in sözünün ardından kızlar ikiletmeden kapıya doğru ilerlerken Ragaz Nowa’yı kolundan çekiştirmek zorunda kaldı. Gitmeye pek de istekli olmayan baş muhafız küsmüş bir çocuk gibi kollarını kavuşturup gözlerini Zahel’le benim aramda dolandırmaya başladı. “Karın geldi ya artık her fırsatta kıçımızı tekmele zaten.” dedi alaycı bir tonlamayla. Kıkırdama isteğimi özenle bastırırken dudaklarımın kıvrılmasına da engel olamadım. Zahel tehditkâr bakışlarını baş muhafıza diktiğinde teslim olur gibi ellerini havaya kaldıran Nowa bu sefer bana doğru döndü. “Bak görüyor musun en yakın dostumu benden çaldın.” dedi dudağını bükerken. Bu seferki kıkırtımı bastıramadığım esnada koluna giren Ragaz tarafından çekiştirilen Nowa birkaç saniye içinde odayı terk etmiş oldu.

Zahel yeniden bana döndüğünde istemsizce yutkundum. Ölümün Tanrısı birçoğunun şeytan diye tabir ettiği benimse ömrümü geçirmek istediğim adamdı. Ne var ki biraz sonra söyleyeceklerim daha şimdiden yanaklarımı kızartmaya başlamıştı. Yine de yüzünü incelemekten kendimi alıkoyamadım. Beyaz teni sanki ölümün tanrısının o olduğunu kanıtlamak istiyor gibiydi. Belirgin yüz hatları çekiciliğini arşa çıkarıyor simsiyah gözleri hafiften dağılmış saçlarıyla kusursuz bir uyum sergiliyordu. Uzun kirpiklerinin arasından bana bakan gözleri üşüyen kalbimi sarıp sarmalıyor yapılı vücudu içimde fiziksel olarak da sarılma isteği uyandırıyordu. Duruşundan hiç ödün vermiyordu, başımı koymayı umduğum geniş omuzları geride ve başı da yukarıdaydı.

Nerdeyse her zaman siyah giyinen Ölüm Tanrısı yine siyah bir takım giymişti. Gümüş renk işlemelerine rağmen gösterişten uzak olan takım bir tek onda böylesine göz alıcı görünüyordu ya da benim gözlerim onu böyle görmek istiyordu. Boynunu sarmalayan yaka dikkatimden kaçmazken yüreğime çıkmamak üzere bir kıymık saplandı. Herkesin ona kötü gözle bakmasına sebep olan işareti gizlemek istiyordu. Bunu kendi ağzıyla söylememişti, söyleyeceğini de sanmıyordum ama ben gerçeği biliyordum.

Ona canavar diyorlardı, kıyametin habercisi hatta kıyametin ta kendisi. Lakin yanılıyorlardı Zahel’in varlığı Ölüm Tanrısı olarak başlı başına kutsalken ruhu bir meleğinki kadar saf ve temizdi. O ölümün tanrısıydı, benimse hayata tutunma sebebimdi. O yanımdayken ölüm bana yaklaşamadığı gibi ben de ona gitmiyordum. İntihar etmeye kalkıştığım o günden sonra yaşama dört elle sarılmaya başlamıştım. Çünkü karanlık ne denli karanlık olursa olsun günün birinde elbet bir ışık yanıyordu. Bunu ilk elden deneyimleyerek öğrenmiştim ve benim ışığım Zahel olmuştu.

“Bir yolunu bulacağım Ay Işığı. Acı çekmene müsaade etmem.” derken sesi yumuşacık ve şefkat dolu çıkmış iliklerime kadar işlemişti. Varlığı karşısında kontrolsüz tepkiler veren bedenim kıpırdanıp dururken gözlerimi gözlerinde tutabilmek için kendimi zorlamam gerekti. Ay Işığı, bana neden böyle söylediğini hala çözememiştim. Kurak Topraklara benim için geldiği günden beri bana birçok kez Ay Işığı demiş bense nedenini hiç sormamıştım. Sormayı düşünmüyor değildim ancak uygun bir zaman bulamıyordum ve içimden bir ses uygun zamanının yakın bir vakitte olmayacağını söylüyordu. Öte yandan hoşuma gidiyordu, Zahel herkese ismi ya da unvanıyla hitap ederken bir tek bana farklı şekilde hitap ediyor onda özel bir yerim olduğunu düşünmemi sağlıyordu.

Onun Ay Işığı olmayı seviyordum, ne anlama geldiğini bilmesem de.

“Şey…” Gerginlikle parmaklarımla oynarken kafamın içinde cümleleri evirip çekiyor ancak bir türlü söze dökemiyordum. Yanaklarım daha şimdiden alev alev yanmaya başlarken geri kalan her şeyi es geçip sadece bana odakladığı gözleri de işimi hiç kolaylaştırmıyordu. Benim aksime o sanki hiçbir şey olamamış gibi karşımdaydı, dimdik duruyordu. Sanki hiçbir şey ona zarar veremezmiş gibi. Öyle olmasını umuyordum, hiç kimsenin ve hiçbir şeyin ona zarar verememesini. Zira aksini yüreğim kaldırmazdı. “Bu mümkün mü?” Derinlerde mümkün olmasını istemeyen bir yanım vardı ve o yanım amansızca Zahel’i arzuluyordu.

“Mümkün değilse mümkün kılarım.” Zahel daha önce kimsede rastlamadığım kadar kararlı bir adamdı. Bir şeyi istiyorsa onu muhakkak başarıyor, durmak bilmiyordu. Mühür ikimize de ceza veriyor olmasına rağmen o bir tek beni düşünüyordu, üstelik mümkün olup olmadığını bilmediğimiz bir arayışın içine girecekti. Neden kolay yoldan yana olmadığını anlayamıyor, beni zor durumda bırakmak istemediğini düşünerek kendimi teselli ediyordum.

“Bu gece odama gel.” dedim bir çırpıda, gözlerinin içine bakarken. Utançtan ölüyor olmama rağmen gözlerine bakmazsam gelmeyecek gibi hissetmiştim. Heyecan, beklenti ve gerginlik bir anda sarf ettiğim sözlerle beni ele geçirirken Zahel’in kaşları öylesine derinden çatılmıştı ki az önce ne dediğimi sorgulamak zorunda kalmıştım. Bir adım geri çekilmesiyle aramızdaki mesafe açıldığında afalladım. Korku avına yaklaşan sessiz bir avcı gibi içime işlerken kalbim bu sefer endişeyle çarpmaya başladı. Belki de hata yapmıştım ve enine boyuna düşünmeden öylece konuşmamalıydım.

Sessizlik etimde ısırıklar bırakıyormuş gibi rahatsız edici bir hal alırken yok olan heyecanımın yerini keder doldurmaya başlamıştı. Zahel’in birbirine mühürlenen dudakları, çatılan kaşları ve gergin yüz ifadesi karşısında tek yapabildiğim yumruklarımı sıkarak beklemekti. Beni delirmeyi göze alacak kadar mı istemiyorsun? “Geleceğim.” Tek bir sözden oluşan tek bir cevap içime çöreklenen bütün kötü hisleri kovalamış heyecan ve mutluluk yeniden gün yüzüne çıkmıştı. Dudaklarım hoşnut bir gülümsemeyle kıvrılırken “bekleyeceğim.” dedim ve kaçarcasına odadan çıktım. Kendimi boş koridora attığım anda ısınan yanaklarımı ellerimle serinletmeye çabalarken bir sevinçten çığlık atmadığım kalmıştı.

Yazar

Zahel herkese çıkmasını söyledikten sonra baş muhafız kulağını kapıya dayamış konuşulanları duymaya çabalıyorken Valeria yanı başında durmuş onu çekiştiriyordu. Ragaz bununla uğraşmak istemediğinden oradan ayrılmış Jieli ise koridorun ucunda Valeria ve Nowa’yı seyrediyordu. “Kimse sana kapı dinlemenin yanlış olduğunu öğretmedi mi?” diyen Valeria kolundan tuttuğu Nowa’yı kapıdan uzaklaştırmaya çabalasa da fiziksel gücü bunun için yeterli gelmiyordu. “Yahu kızım bıraksana. Adamlar belki ilanı aşk edecek, bunu kaçırmam.” diyen Nowa kolunu kurtarmaya çabalarken Valeria onu bırakıp ellerini beline yerleştirdi. Kıstığı gözlerini Nowa’ya diktikten sonra “sen kendi aşkını ilan ettin de başkalarınınki kalmıştı değil mi?” Nihayet Valeria’nın sözlerinden etkilenen Nowa kapıdan uzaklaşırken oflayarak ve hoşnutsuz bir tavırla büyücüye baktı.

“O ayrı bu ayrı.” dese de Valeria ikna olmamıştı. “Bütün diyar senin Jieli’yi sevdiğini biliyor, bir Jieli bilmiyor. Neden?” Nowa’nın cevap vermesini beklemeyen Valeria kendi sorusunu kendi cevaplarken Nowa suspus olmuş onu dinliyordu. “Çünkü baş muhafızımız başkalarının aşk ilanını dinleyebiliyor ama kendi aşkını itiraf edemiyor, değil mi?” dedi ve ekledi. “Korkak.” Bu söze bozulan Nowa omuzlarını dikleştirip “korkak falan değilim.” diyerek karşı çıktı. Pek de ikna olmuş gibi görünmeyen Valeria gülümserken başını usulca iki yana salladı. “Korkaksın işte.” “Değilim.” “Korkaksın.” “Korkak biri baş muhafız olamazdı herhalde.” Nowa bu sözüyle Valeria’yı susturabilmeyi umuyordu ancak yanıldığını anlaması nerdeyse anında olmuştu.

“Ona lafım yok zaten. Meydanda senden cesuru olmayabilir ama mesele Jieli’ye geldiğinde en korkak tavuktan bile korkaksın.” Nowa bir şeyler söyleyebilmek üzere dudaklarını aralasa da tek kelime edemeyip dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı. “Bunun korkaklıkla alakası yok.” “Öyleyse korkmadığını ispatla.” diyen Valeria başıyla koridorun ucunda duran Jieli’yi işaret ettiğinde Nowa da dönüp ona kısa bir bakış attı. “Peki, ispatlayacağım.” Cesaretle dolan Nowa omuzlarını dikleştirip arkasını döndü ve Valeria’ya haksız olduğunu göstermek için Jieli’ye doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı.

Ne var ki attığı her adımda cesareti kırılan ve kalp atışları hızlanan baş muhafız birkaç saniye önce aşkını itiraf edeceğinden kesinlikle eminken şu an o kadar da emin değildi. Attığı her adımda yutkunurken nihayet Jieli’ye ulaştığında karşısına dikildi. Kalbi artık kaburgalarının altında değil de boğazında atıyor gibiydi. Göz ucuyla Valeria’ya baktığında onun kollarını göğsünün altında kavuşturmuş alaycı bir ifadeyle ona baktığını gördü. Başını hadi dercesine oynattığında bakışlarını yeninden Jieli’ye çevirdi.

“Jieli.” dediğinde aynı anda bir ses daha yükseldi. “Bayan Jieli.” Aşina olduğu bu sesi duyan Nowa yumruklarını sıkarak sesin geldiği yöne doğru döndü. Dalinar yüzünde bir gülümsemeyle yanlarına geldiğinde önce Nowa’ya dönüp baş selamı verdi. “Efendim.” Ardından bakışlarını Jieli’ye kaydırdı. “Bir sen eksiktin zaten. Yırtık dondan çıkar gibi her yerden çıkmasan olmaz zaten!” “Bir şey mi dediniz efendim?” Nowa ağzının içinde mırıldandığından kimse ne dediğini anlamamıştı. Ona bakan muhafıza hoşnutsuzluğunu gizlemeyerek bakan Nowa “diyorum ki ne işin var burada?” Muhafız kollarında duran kılıç yığını göstererek “silahları yerine bırakacaktım, Bayan Jieli’yi görünce bir selam vermek istedim. Nasılsınız Bayan Jieli?”

Aldığı cevaba sinirlenen Nowa dişlerini sıkarken Valeria’nın sırıtarak yanlarına geldiğini fark etmemişti. “Gördün mü senin aksine gayet açık sözlü.” Bu sözler sadece Nowa’nın sinirini arttırmaya yaramıştı. “İyiyim muhafız Dalinar. Siz nasılsınız?” İkisi arasında dönen sohbet Nowa’nın nerdeyse zıvanadan çıkmasına sebep olacakken Valeria sırıtmaktan kendini alamıyordu. Nowa’nın damarına biraz daha basmak için bakışlarını muhafıza kaydırdı. “Muhafız Dalinar sizi birkaç kez iş üzerinde görme şansım olmuştu. Görevinizde oldukça başarılısınız.” Muhafız aldığı iltifata gülümseyerek karşılık verdikten sonra “Bayan Jieli vaktiniz varsa yarım saat sonra yürüyüşe çıkalım mı? Jieli beklenmedik soru karşısında ne diyeceğini bilemezken Nowa Valeria’ya döndü. “Görevinde başarılı ha?” derken öfkeden köpürüyordu. Üstüne bir de işittiği teklif resmen tuzu biberi olmuştu.

Kimsenin ne olduğunu anlayamayacağı bir hızda hareket eden Nowa muhafızın bacak arasına tekmeyi geçirdiğinde elindeki silahları düşüren muhafız acıyla inledi. Kızlar şok olmuş vaziyette Nowa’ya bakarken Nowa gözlerini kıvranan muhafıza dikmişti. “Hala öğrenememişsin bir muhafız hiçbir koşulda gardını asla indirmez. Şimdi toparlan ve yapmaya geldiğin işi yap. Bir daha da boş boş konuştuğunu duyamayayım.” “Emredersiniz efendim.” Muhafız hızlıca kendini toparlayıp düşürdüğü silahları da aldıktan sonra hızlı adımlarla uzaklaştı. “Ama bu yaptığın…” “Valeria!!” Nowa’nın uyarısı Valeria’nın cümlesini tamlamasına izin vermedi. Öfkesi hala dinmeyen Nowa Jieli’ye kısa bir bakış atıp hızlıca oradan uzaklaştı.

İşler hiç de umduğu gibi gitmemişti. Elbette bir iddia dolayısıyla hislerini itiraf etmeyi planlamamıştı. Jieli’nin çok daha güzeline layık olduğunu düşünürken böyle basit ve manasız bir şeyi asla yapmazdı ama en azından ona daha önce hiç söylemediği bir şeyi söyleyerek Valeria’yı haksız çıkarmak istemişti. Dalinar’ın gelişi ise her şeyi bozmuş üstüne üstlük öfkeden küplere binmesine neden olmuştu. Ragaz ve Zahel olmasa o herifi yatalak hale getirmeyi planlıyordu. Kendisi Jieli’ye bakmaya bile kıyamazken onun gelip böyle rahatça onunla konuşmasından, ona bakmasından hiç hoşlanmıyordu. Evet, kıskanıyordu. Nowa Jieli’yi kıskanıyordu ve bu durumun daha ne kadar böyle devam edeceğini merak ediyordu. Dalinar’ın gelişi her şeyi mahvetmişti, en azından Nowa için.

❄️❄️❄️

Silva

Hava kararmıştı, bir günde o kadar çok şey olmuştu ki zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştım. Şimdiyse odamın içinde dört dönüp duruyordum. Utançtan ve o anın heyecanından Zahel’e ne zaman geleceğini soramamıştım ve şimdi bir belirsizliğin içinde odamda volta atıp duruyordum. Bir an olsun kapıdan gözümü ayırmazken her an açılabileceği ihtimali kalbimi gümbürdetiyor göğsüm akıl almaz bir hızda yükselip alçalıyordu. Dayanamayıp bir kez daha aynanın karşısına geçtiğimde göz ucuyla kapıya bakmayı sürdürdüm.

Üzerime dolabımda bulduğum en kısa geceliği giymiş giyerken utançtan kıvranmıştım. Açık mor tonlarındaki ipek gecelik cüretkâr denecek kadar kısayken derin bir göğüs dekoltesi ve incecik askıları vardı. Sırtımın da büyük bir kısmını açıkta bırakan geceliği giymemle hiç giymemem arasında pek bir fark yok gibiydi. Duş aldıktan sonra kurulayıp dalgalandırdığım beyaz saçlarımı elimle düzeltirken güzel görünüp görünmediğime bir türlü karar veremiyordum. En büyük sebebi ise bacaklarımdaki beli belirsiz yara izleriydi. Şifacının dikişleri almasından bu yana izler gözlerimle fark edebileceğim kadar hızlı bir şekilde silinmeye başlamıştı. Bunu insan olmama yoruyordum. Ne olduğum hala bir merak konusuyken izlerin bu denli hızlı silinmesine de şükrediyordum.

Ne olduğumu öğrenme meselesini bu geceyi ve suikastçıyı bulma işini hallettikten sonrasına bırakmaya karar vermiştim. Kendimi dikkatlice süzmeye devam ederken saçlarımı arkaya atıp atmama konusunda büyük bir ikileme düşmüştüm. Geceliğin derin dekoltesi yüzünden büyük oranda açıkta kalan göğüslerimi örtme isteğiyle yanıp tutuşuyor saçlarımı önde bırakmak istiyordum. Beyaz saçlarımı geriye doğru atarken derin bir soluk aldım. Bir taraflarını kapatmaya çalışacaksam bu geceliği giymemin hiçbir manası yoktu.

Yeniden volta atmaya başladığımda nerdeyse gece yarısı olmuş olmasına rağmen Zahel hala ortalıkta yoktu ve artık gözlerim de kapıda değildi. Her geçen saniyeyle beraber umdum giderek azalırken heyecanım da sönüyor zihnim Zahel’in gelmeyeceğini fısıldayıp duruyordu. Gelmeliydi, gelmesi lazımdı, geleceğini söylemişti ama gelmiyordu işte. Akşam yemeğinden sonra direkt odama çıkmış onu beklemeye başlamıştım ve o da benim onu beklediğimi gayet iyi biliyor ama gelmiyordu. Suratım düşerken kendimi yatağa bırakıp gözlerimi tavana diktim. Canımı sıkan kahrolası ihtimaller bir kez daha gün yüzüne çıkmaya başlarken yok denecek denli az olan keyfim de tamamen uçup gitti.

Yaklaşan ayak sesleri kulaklarımı doldurduğunda bir hışımla yerimden kalktım. Kalbim bir kez daha gümbürderken gözlerimi kapıya sabitlemiş gerginlikten parmaklarımla oynarken yaklaşan ayak seslerini dinliyordum. Tam kapımın önüne gelen ayak sesleri durmadı. Durmadığı gibi uzaklaşmaya başladığında gülümsemem bir kez daha soldu. Zahel değildi, muhtemelen hizmetçilerden biriydi. Yorgunluk ve uykusuzluk uzun bir esnemeyle kendini gösterirken artık hiç umdum kalmamıştı.

Yatağa girip örtüyü omuzlarıma kadar çekerken gözlerim doldu ama ağlayamadım. Yumuşak yatakla buluşan bedenim sanki bunu bekliyormuşçasına hissizleşmeye başlarken uykunun hoş kollarına düşmek üzereydim. Açık tutmakta zorlandığım gözlerim verdiği savaşı kaybedip kapanırken bilincim de yavaş yavaş bulanıklaşmaya başladı. Artık nerdeyse hiçbir şey duymuyor hiçbir şey hissetmiyordum. Yarı uyanık yarı uyur haldeyken bir tıkırtı işittim ya da bu rüyamda duyduğum bir sesti. Birkaç saniye sonra da birinin düzenli nefes seslerini duysam da rüya ya da değil dönüp bakmadım. Hoş hareket etmeyi geçtim gözümü açacak halim yoktu.

Şakağımda sıcak ve nemli bir dokunuş hissettiğimde bedenime hoş bir sıcaklık yayıldı. Huzursuz uykum bu dokunuşla huzurlu bir hal alırken bilincim de tamamen kapanmaya başladı.

“Söz verdiğim gibi Ay Işığı, geldim.”

Bölüm : 21.12.2024 00:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...