Selammm ben geldimm. Oy sınırını geçemedik ama dayanamadım bölümü atayım dedim.(Sözünüzün arkasında durmada benim gibi olun😅) Şimdi şöyle ki bu bölümümüzde normalde yetişkin içerik mevcut ancak kitappad yetişkin içeriğe izin vermediği için burada paylaşamıyorum. Yetişkin içerikli sahneleri de okumak isterseniz buradan bölüme başlamadan önce whatsapp kanalımdan o kısımları okuyup sonrasında buradan okumaya devam edebilirsiniz. Kanalımıza ulaşmak için instagram hesabımdaki öne çıkanlarda yer alan linke tıklayabilirsiniz. (İnsta:@anksiyeteliyazar) Yetişkin içerikli kısımları okumak istemeyenler de okumaya direkt buradan başlayabilir.
Bir de mini bir bilgilendirme yapayım. Finallerim başladı, iki hafta boyunca sınavlarla boğuşacağım o yüzden önümüzdeki hafta bölüm gelir mi emin değilim. Elimden geldiğince yetiştirmeye çalışacağım ama maalesef söz veremiyorum. Finallerim için başarılar da dilerseniz çok sevinirim👉👈🥹 Bir de (evet yazarınız bir susmadı gitti şkqjlf) soru cevap yapalım ister misiniz? Eğer isterseniz bu bölümün yorumlarında hakkımda merak ettiklerinizi sorabilirsiniz (kitapla ilgili spoiler istemek yok) Yeni bölüm gelmezse bile sorularınızı cevapladığım bir bölüm atarım. Eveet, sanırım bu kadar. Hepinize keyifli okumalar. Oy vermeyi, beni takip etmeyi ve bol bol yorum yapmayı un utmayın. Sosyal medyadan da takip ederseniz çok sevinirim.😘😘
Silva
Göz kapaklarımı usulca araladığımda burnuma dolan taze ıslanmış toprak kokusu yüzüme bir gülümseme yayılmasını sağlarken başımı çevirdiğimde karşılaştığım yüz gülümsememin daha da büyümesini sağladı. Zahel çıplak vaziyette yanımda uzanıyor huzurlu bir uykuda olduğunu haber vermek istercesine göğsü ağır ağır inip kalkarken kolu başımın altında halde uyuyordu. İlk defa bu denli huzurlu hissediyordum ve ilk defa Zahel’i bu denli huzurlu görüyordum. Her zaman gergin ve tetikte olan ölüm tanrısı yanımda uyurken hiç olmadığı kadar masum görünüyordu.
Gücüyle, yapılı görüntüsüyle ve kaya misali sert kişiliğiyle herkesin kendinden çekinmesine neden olan adam masum bir çocuk gibi yanımda uyuyordu. Uyanmamasını umarak ufak hareketlerle başımı kaldırdığımda simsiyah kirpiklerinin ardında gizlenen gözlerine, ilk defa gergin olmayan yüzüne uzun uzun baktım. Gecenin anıları bir bir zihnime dolarken dudaklarımı birbirine bastırıp gülümsememe engel olsam da kızaran yanaklarıma mâni olamadım. Vücudumdaki tüm kan yanaklarıma akın ederken bakışlarım dudaklarına kaydı. Bütün gece nerdeyse hiç dudaklarımız birbirinden ayrılmamış olmasını rağmen şimdi yine onu öpme arzusuyla dolup taşıyordum.
Gece boyu bedenimi terk etmeyen arzu yeniden bir kıvılcım misali içimde belirirken gözlerim örtünün açıkta bıraktığı tenine kaydığında parmaklarımı göğsüne yerleştirdim. Sıcak ve kaslı göğsü elimin altında bir taş varmış gibi hissettirirken dudağımın kenarını dişledim. Belinde duran örtüyü kaldırıp atma dürtüsü her bir uzvumu fethetmeye uğraşırken kendi kendime söylenip tekrar yüzüne kaydırdım bakışlarımı. Örtüyü almak pek iyi bir fikir olmayabilirdi belki ama öpmek o kadar cazip geliyordu ki dudaklarımın yandığını hissedebiliyordum.
An be an büyümeye devam eden arzum sertçe yutkunmama neden olurken üzerime çöken farkındalıkla ne yapacağımı bilemedim. Valeria mührün var olan arzularımızı körüklediğini söylemişti. Dün geceki halimi buna yormuştum. Ama hayır, alakası yoktu. Şu anda en az dün gece kadar arzu doluydum. Bu duygu tamamen bana aitti, hiçbir şey körüklemiyordu, Zahel’i bu denli isteyen bendim. Durum böyleyken üstüne bir de mührün arzularımı körüklediğini hayal edemiyordum. Sanırım Zahel’e epey zor saatler yaşatırdım. Gerçi dün geceden sonra onu zorlayabileceğimi hiç sanmıyordum. Sanırım benim bedenim yorgun düşmese bütün geceyi ayakta geçirebilirdik.
Düşüncelerimden doğan kıkırdamalarımı bastırmaya çabalarken kendime daha fazla hâkim olamadım. Söz konusu sevdiğim adamken ve ben bu denli şehvet doluyken kendimi tutmam imkansıza yakındı. Dün geceyi yad eden kalbim bir kez daha göğsümü dövmeye başlarken gözlerimi usulca kapatıp dudaklarına uzandım. Alev alev yanan dudaklarım ılık dudaklarıyla buluştuğu an bıraktığım küçük öpücük öylesine yetersiz hissettirdi ki. Hissettiğim kıpırtı ve hemen ardından belimi saran bir el bir saniye içinde sırt üstü uzanmama neden olduğunda kendimi Zahel’in altında buldum. Bir eliyle yataktan destek alıyor tüm ağırlığını üzerime vermiyordu, diğer eliyse tam bel oyuntumun üzerinde kıpırdanıyordu.
Göz kamaştıran bir gülümsemeyle suratıma bakarken tek düşünebildiğim yarım kalan öpücüğümdü. “Beni buna alıştırma Ay Işığı, kendini de.” Sözleri kalbimde derin olmayan ama acılı bir yara açarken sertçe yutkunup gülümsemeye çalıştım. Lakin becermedim. Anlam veremediğim sözler kaşlarımın bükülmesine neden olurken suratımda çarpık bir gülüş belirmişti. Zahel’in de gülümsemesi silinmişti. Birkaç dakika öncesine kadar masum bir çocuğu andıran yüzü şimdi yine gerilmiş kaşları hafiften çatılmış, dudakları düz bir çizgi halini alırken az önce gözlerinde gördüğüm neşe ve ışık da sanki hiç var olmamış gibi yok olup gitmişti.
Umursamıyor gibi görünmeye çabalarken suratıma sahte bir gülümseme yerleştirip ellerimi boynuna doladım. “Neden kocamı öpmeye alışamıyormuşum?” Dudakları yukarı doğru kıvrılırken kalbimin teklediğini hissettim. Az önceki hali geri gelmemişti ama en azından gülümsüyordu, gülümsüyordu ve gökteki güneşten daha çok ısıtıyordu bedenimi. “Güzel karımı…” dedi az önce ona kocam dememi vurgulamak istercesine. Diğer yandan güzel olduğumu düşünmesi ve bunu dile getirmesi az önce açtığı yaraya merhem olurken içim kıpır kıpır oluverdi. “Öptükçe öpesim gelir ve o zaman ikimiz de yataktan çıkamayız.” Bastırmadığım kıkırdamalarım odanın içinde yankılanırken Zahel dudaklarıma uzandı.
Sıcak dudaklarını dudaklarımda hissetmeyi beklerken kapattığım gözlerimi ansızın kulaklarımı dolduran gürültüyle geri açtım. Telaşla başımı kırılmak isteniyormuşçasına çalınan kapıya çevirdiğimde Zahel gözlerini kapatırken dişlerini birbirine bastırdı. Öfkeye aldığı soluklar burun deliklerini genişletirken sabretmeye çalışıyor gibi bir hali vardı. Anlaşılan neler olduğunu biliyordu ve durumdan hiç hoşnut değildi. Israrla yumruklanan kapıyı aldığı darbelerin etkisiyle titrerken karşı taraftan yükselen ses ummadığım ama ummam gereken birine aitti. “Zahel hemen karının kollarından ayrılmalısın.”
Anlaşılan bu baş muhafızın ikimizi özel anlarımızda basmayı kendine görev edinmişti. Ne zaman yakınlaşsak Nowa Rosth hemen burnumuzun dibinde bitiveriyordu. Dün gece gelmeyip de sabahı beklemiş olmasının şaşkınlığını yaşarken gözlerimi devirip kıkırdadım. “Komik mi?” Zahel’in sorusu ve ısrarla çalmaya devam eden kapı kıkırdamalarımı daha da arttırırken dudaklarımı birbirine kenetleyip başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. Üzerimden kalkan Zahel bacaklarını yatağın kenarından sarkıtıp oturur pozisyona geçtiğinde ben de yerimde doğrulup örtüyü omuzlarıma kadar çektim.
“Kapının önünden çek git! Yoksa o kapıyı sana yediririm!!” Zahel’in tehdidini gerçekleştirme ihtimalinin azımsanamayacak kadar yüksek olduğunu Nowa da ben de gayet iyi biliyor olmamıza rağmen Nowa bir kez daha kapıyı yumruklayıp titremesine neden olurken bağırdı. “Başlatma kapına! Kıçını kaldırıp gel! Mesele çok acil!” Zahel baş ve işaret parmağıyla buru kemiğini ovuştururken ateş püsküren gözlerini aldığı darbelerle zangır zangır titreyen kapıya dikmişti. Bense kıkırtılarımı bastırmaya çalışarak oturmuş öylece olanları seyrediyorum.
“Nowa!!!” Zahel’in tehditkâr ses tonu benim bile tüylerimin ürpermesine yetmişti. Lakin inatçı baş muhafız gitmemekte ayak diretiyordu. Zahel’i kızdıracak kadar önemli ve acil olan şeyin ne olduğuna dair merak tohumları içeme yerleşirken bugün yapmam gereken önemli bir işim olduğunu hatırladığımda olduğum yerde kıpırdanmaya başladım. Boşa harcayacak fazla vaktim yoktu. Bir an önce tanrılarla görüşmeye başlayıp suikastçıya dair öğrenebildiğim her şeyi öğrenmeliydim. Büyük ihtimalle Valeria şu anda beni bekliyordu ve benim istemesem de Zahel’i atlatmam gerekiyordu.
“Nowa’na da kapına da başlayacağım şimdi! Anladık karını bırakamıyorsun da Işık Konseyinden mesaj geldi.” Zahel bir anda ayaklandığında beklenmedik hareketi karşısında irkilirken bakışlarımı ona kaydırdım. “Geliyorum.” dedi kapıya doğru bakarken ve telaşla etrafa saçılan kıyafetlerini almaya başladı. “Kusura bakma Ay Işığı, bu gerçekten acil bir mesele.” Gözlerimi kırpıştırarak onu seyrederken sadece gömleği ve pantolonunu giydi. Büyük ihtimalle odasına uğrayıp üzerini değiştirecekti.
“Ben de geleceğim.” dedim örtüyü etrafıma dolayıp ayağa kalkarken. Durdu ve beni baştan aşağı süzdü. “Dün gece görmeyi geçtim dudaklarımın değmediği tek bir noktan kalmadı.” Sözleri diğer bütün duygularımı geri plana iterken yanaklarım kızarmaya başladı. Üzerime sardığım örtüye üstün körü bir bakış atarken söyleyecek bir şeyim olmadığından dudağımın kenarını dişledim. “Çalışma odamda olacağız.” Dedikten sonra alnıma kısa bir öpücük kondurup gitti. Zahel çıktığında ben de banyoya doğru yürümeye başlamıştım ki bacaklarımın arasında nahoş bir sızı hissettim.
Anlaşılan Zahel canını yakacağım derken doğru söylüyormuş. Bacaklarımın arasındaki acı yüzünden ağır adımlarla yürümek zorunda kalsam da sıcak suyu altına girdiğimde rahatladığımı hissettim. Acı büyük oranda geçse de hala sızlandığını hissedebiliyordum. Banyodan çıkar çıkmaz dün gece etrafa saçılan giysilerimi bir kenara toplayıp hızlıca üzerimi giydikten sonra odadan çıktım.
Adını sürekli duyup durduğum lakin ne oluğunu halen tam olarak öğrenemediğim konseyden gelen bir mesaj Zahel’i telaşlandırdıysa gerçekten de önemli bir şey olmalıydı. Valeria’nın yanına gitmem gerektiğini biliyordum ancak şu an konseyden gelen bu mesajın daha önemli olduğunu hissediyordum. Sanki kötü bir şeyler olacaktı ve bu mesaj bunun habercisiydi. Uğursuz duygular yüreğimi ve zihnimi ele geçirirken karşıdan gelen bir hizmetçi aramızda yaklaşık iki metre kala aninden durduğunda ben de durmak zorunda kaldım. Sarı kıvırcık saçları ve kahverengi gözleri olan kız dizlerinin üzerine çöktüğünde şaşkınlıkla ona bakakaldım.
Üst üste koyduğu ellerini alnına yerleştirip eğilirken “Ölüm Tanrıçasına selam olsun. Lütfen bağlığımı kabul edin tanrıçam.” diyerek alnını yere bastırdı. Saniyeler hızla birbirine kovalarken ne kız doğruluyordu ne de ben ağzımı açıp tek kelime edebiliyordum. Tanrıça olduğumu öğrenildiğinden bu yana herkes karşımda eğilip selam veriyordu. Ancak şu an yaşadığım bu durum ilkti ve ben ne yapmam gerektiğini kestiremiyor, neden birdenbire böyle yaptığını ise bilemiyordum. “Kalkabilirsin.” dedim diyecek başka bir şey bulamayarak.
Kız ayağa kalkıp aşina olduğum baş selamını da verdikten sonra hızlı adımlarla uzaklaştığında ben de yoluma devam ettim. Kapıyı açıp içeri girdiğimde yine sona kalan kişinin ben olduğumu fark ettim. Gelişimle birlikte oturan baş muhafızlar ayağa kalktığında oturmak üzere ilerlemek istedim. Ama hiç ummadığım bir şey oldu. Bir anda kılıçlarını çeken Nowa ve Ragaz uçlarını yere sabitleyip tek dizlerinin üzerine çöktüler ve başlarını eğdiler. “Ölüm Tanrıçasına selam olsun. Bağlılığımızı kabul edin tanrıçam.” Aynı anda söyledikleri sözler dumura uğramama neden olurken öylece onlara bakakaldım.
Tüm bunlar için saray halkı konuşup anlaşmış mıydı yoksa bilmediğim bir şeyler mi vardı emin olamıyordum. Yardım etmesi umuduyla bakışlarımı Zahel’e kaydırdım ama hiçbir tepki vermedi. Baş muhafızları karşımda tek dizlerinin üzerine çökmüş vaziyette dururken arkasına yaslanmış olanları seyrediyor ve bundan keyif alıyormuşçasına gülümsüyordu. “Kabul ediyorum. Kalkabilirsiniz.” İkisi de doğrulup kılıçlarını kınlarına soktuklarında ben oturana kadar beklediler. Boştaki koltuklardan birine yerleşirken atmadığım şaşkınlığım ve kırpıştırıp durduğum gözlerimle onları seyretmeye devam ediyordum.
“Bundan sonra böyle mi olacak?” dedim tereddütle bakışlarımı iki baş muhafızın arasında kaydırırken. Nowa’dan dalga geçmek maksadıyla böyle bir şey yapmasını bekleyebilirdim. Lakin Ragaz’ın şaka amaçlı böyle bir şey yapması imkansızdan da imkansızdı. Zaten Ragaz ve şaka yapmayı yan yana bile düşünemiyordum. O halde gayet ciddiydiler. İstemsizce yutkunurken ikisinden bu şekilde davranışlar görmeyi istemediğimi idrak ettim. Diğer herkes bir yanaydı ama arkadaş olarak gördüğüm insanların karşımda eğilmelerine müsaade edemezdim. “Kurallar bunu gerektiriyor.” dedi Ragaz dümdüz bir sesle. Aldığım cevabın üzerimde yarattığı memnuniyetsizlik suratıma yansırken bir şey söyleyip söylemeyeceğini merak ederek Zahel’e kaydırdım bakışlarımı.
Tek kelime etmiyordu. “Buna gerek yok. Lütfen bir daha yapmayın.” dediğimde Ragaz sadece başını sallamakla yetinse de gözlerinde mutlu bir ifade gördüğüme yemin edebilirdim. “O halde acil mesellere dönsek iyi olur.” diyen Nowa kendinden hiç beklemediğim bir ciddiyetle yanıma yerleşirken bakışlarını Zahel’e kaydırdı. “Görüyorsun. Konsey bir toplantı istiyor. Bu hiç hayra alamet değil.” Nowa’nın aşırı ciddi hali ve Zahel’in çatılmış kaşlarına çöreklenmiş karamsar ifadesi merakımı ve gerginliğimi harlıyordu.
Her şey bir yana Nowa’y bu denli ciddi görmek epey tuhaftı. O her zaman gülümser, dalga geçecek bir şeyler muhakkak bulurdu. Az önce olanlar konusunda dalga geçmemiş olması kıyamet alameti niteliğinde bile olabilirdi. Bu halini konseyden gelen mesaj konusuna yormak istesem de nedense içimden bir ses başka bir şeylerin olduğunu fısıldıyordu ve gerçekten bir şey olduysa mesele çok ciddi demektir. Zira Nowa’nın yüzünden gülümsemesini silmek pek de kolay bir iş değildi. “Neler oluyor?” “Işık Konseyi burada bir toplantı düzenlemek istiyor.” Ragaz’ın açıklaması başka biri için yeterli olabilirdi. Ancak konseyin dahi ne olduğunu bilmeyen ben tek kelimeyi anlamamıştım.
“Birincisi Işık Konseyi tam olarak ne oluyor? İkincisi toplantı yapmak istemlerinin nesi kötü?” Sustuğumda Kurak Topraklarda Nowa’nın konseyle ilgili anlattıklarını anımsadım. Resmen Ölüm Diyarını denetliyorlardı ve diyar bundan hiç memnun değildi. Acaba mesele bu muydu? Denetleme için mi geleceklerdi? “Konsey…” dedi Zahel duruşunu dikleştirip dirseklerini masaya dayarken. Gözleri gözlerimi bulduğu anda zihnimde dün geceye dair canlanan anıları hızla savuştururken söyleyeceklerine odaklanmaya çalıştım. “Koruyuculara yardım ve danışmanlık yapan yedi ölümsüzden oluşuyor. Üyeler bir araya geldiklerinde bir koruyucunun gücüne erişemiyorlar lakin tanrılara kafa tutacak bir güçleri var. Bu yüzden koruyucuların soyu tükendiğinden beri Wienor’daki düzeni onlar sağlamaya çalışıyor.” Zahel edindiğim bilgileri idrak etmem için süre tanırken kafamın içinde Işık Konseyini bir yere oturtmaya çalışıyordum.
“Madem öyle toplantı istemlerindeki sorun ne?” dediğimde bu sefer açıklama yapma görevini Ragaz üstlendi. “Işık Konseyi suikastçı meselesi haricinde asırlardır hiçbir tanrıyla görüşmedi. Tabi hoş olmayan ziyaretlerini saymazsak. Gerçi bizim diyarımız için ziyaret demek pek doğru olmaz ya.” Ragaz kafasında dönen düşünceler onu sinirlendirmiş olacak ki dişlerini sıktı. “Ziyaretler her yıl belli tarihlerde yapılıyor. Şimdi zamansız bir toplantı istiyorlar. Üstelik beş tanrının da bir arada bulunduğu bir toplantı istiyorlar.” “O halde konu neyle ilgili?” dediğimde bir süre kimseden çıt çıkmadı. “Ya Aeros Kurak Topraklar meselesini ispiyonladı ya da suikastçıyla ilgili bir gelişme var.” Nowa’nın ciddiyetle yürüttüğü tahmin yerimde kıpırdanmama neden oldu. Kurak Topraklar meselesi yüzünden Zahel’in başının ağrımasını istemiyordum. Öte yandan meselenin suikastçıyla ilgili olabileceği ihtimali içimde kıvılcımlar çaktırıyordu.
Suikastçı bu odadaki herkesin en çok da benim canımı sıkıyordu. Zahel’i zehirlemeye çalıştığını hatırladıkça resmen kan beynime sıçrıyordu. “Toplantı ne zaman?” “Yarın.” Aldığım cevap karşısında afalladım. “Bu kadar erken mi?” dedim tereddütle. “Konsey öyle istiyor. Aeros ve Roan çoktan yola çıkmış. Toprak Tanrısı ve Su Tanrısı da akşama doğru yola çıkacaktır.”
Gözlerim kocaman olurken telaşla ne yapacağımı düşünmeye başladım. Bu toplantı meselesi resmen işlerimin önüne taş koyuyordu. Toplantı yüzünden tanrılar meşgul olacakları için burada olduklarında konuşup konuşamayacağım bir muammaydı. Elimdeki en iyi seçenek yola çıkmadan en azından Su Tanrısıyla görüşmekti. Bu da bir bahane bulup buradan sıvışmam gerektiği anlamına geliyordu. Telaşımı belli etmemeye çalışarak gözlerimi Zahel’e kaydırdığımda burnundan soluduğunu gördüm. Neye kızdığını anlamaya çabalarken Nowa’nın az önce söylediklerini hatırladım.
Aeros ve Roan’ın özellikle de Roan’ın buraya gelmesi fikrinden hiç mi hiç hoşlanmadığı açıktı. Ateş Krallığıyla olan ticari ilişkilerini durdurduğunu da düşünürsek bu toplantı Ateş Tanrısı ve Ölüm Tanrısı açısından epeyce gergin geçecek gibi duruyordu. Zahel’le konuşup onu sakinleştirmeyi istesem de zamana karşı yarışıyordum. Önce Valeria’nın yanına gitmem gerekiyordu. Ben uyduracak bir bahane düşünürken sessizliği ansızın yaran gurultum imdadıma yetişti. Zahel’in öfkesi yok olurken bakışları bir kez daha beni buldu. Aynı şekilde baş muhafızlar da bana bakıyordu.
“Eh tabi dün gece çok yorulmuşsunuzdur.” diyen Nowa sırıtsa da nedense gözüme o kadar da neşeli görünmüyordu. Ona ölümcül bakışlar atarken bir yandan da yanaklarımın kızarmaması için uğraşıyordum. İçimden alayına karşılık vermek geçse de buna vaktim yoktu. “Sen gidip kahvaltını et Ay Işığı.” “Siz?” dedim yalandan. Zira onların da benimle gelmesi önüme taş koyulması anlamına gelirdi. “Dün gece yorulmadım ama ben de çok açım.” diyen Nowa ellerini ovuşturarak ayağa kalkarken onun bakışları bende bizim bakışlarımızsa ondaydı. Ben memnuniyetsizliğimi gizlemeye çabalıyordum. Lakin Zahel ve Ragaz apaçık kıstığı gözlerini baş muhafıza dikmişlerdi.
Üç çift göz sırıtan baş muhafıza odaklanmış vaziyetteyken nihayet durumu idrak eden Nowa’nın önce gülümsemesi soldu. Ardından tek tek odadaki herkese şöyle bir bakış attı. Baktığı her yüzde karşılaştığı tehdit havası ifadesinin çarpık bir hal almasına neden olurken sertçe yutkundu ve ağır ağır kalktığı yere otururken bana döndü. “Tabi canım. Biz sonra da yesek olur.” İtiraz etmek gibi bir niyetim olmadığından yalandan bir gülümsemeyi suratıma yerleştirip kaçarcasına odadan çıktım.
Hızlı adımlarla sarayın koridorlarında ilerlerken nerdeyse her adım başına duraksıyor karşıma çıkan hizmetçilerin ve muhafızların eğilerek beni selamlamasını bekliyordum. Saray halkının bir gecede değişen tavrına hala bir anlam veremezken mis gibi kokuların yükseldiği mutfağa girdiğimde amacım Jieli’yi bulmaktı ve buldum da. Bir sandalye çekmiş masanın başında oturuyor ve önündeki tabakta duran keki öylece seyrediyordu. Ona seslenmek için yeltendiğimde bakışları beni bulurken gelişimi fark eden diğer tüm çalışanlar bir anda tüm işlerini bırakıp odaklarını bana verdi.
Ansızın üzerime sabitlenen sayısız göz kendimi çıplakmışım gibi hissetmeme neden olurken telaşla ayağa kalkan Jieli de diğer çalışanların yanında yerini almıştı. Ben daha ne olduğunu idrak edemeden hepsi birden eğilip alınlarını yere bastırırken sabahtan beri duyduğum o şeyi söylediler. “Ölüm Tanrıçasına selam olsun. Lütfen bağlılığımızı kabul edin tanrıçam.” Denk geldiğim birkaç çalışanın beni bu şekilde selamlaması başkaydı, şu an olanlar bambaşkaydı. Ondan fazla kişi karşıma geçmiş eğiliyor ve hep bir ağızdan aynı şeyi söylüyorlardı.
Başlarını kaldırmış beklentiyle suratıma bakan yüzleri incelerken çaresiz bakışlarım Jieli’ye kaydı. Şimdiye kadar el yordamıyla ilerlemiştim. Ama şimdi bir şeyleri yanlış yaptığım takdirde bunun başımı derde sokmasından ya da hakkımda kötü bir izlenim bırakmasından korkuyordum. Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırırken yalandan bir öksürükle boğazımı temizleyip yanlış bir şey söylememeyi umarak ağzımı açtım. “Bağlılığınızı kabul ediyorum. Ayağa kalkabilirsiniz.” Herkes bir bir ayağa kalkıp işlerine dönerken Jieli’ye yaklaştım. Yüzünde muzip bir sırıtışla bana bakarken merak ve kafa karışıklığıyla kaşlarımı çattım.
“Bugün bilmediğim bir şey mi oldu?” Jieli olumsuz anlamda başını sallarken bakışlarım masanın üzerinde öylece duran keke kaydı. Cevizli kek, Jieli’nin en sevdiği. “Kek nerden çıktı?” dedim imalı bir gülümsemeyle dudaklarım kıvrılırken. Önce masada duran tabağa kaydı bakışları ardından bana döndü ve omuzlarını silkti. “Bilmiyorum hanımım. Bazen bir geliyorum masada kek duruyor.” Kollarımı göğsümün altında kavuştururken başımı yana doğru yatırıp kıstığım gözlerimi kek ve Jieli arasında gezdirmeye başladım.
Şayet bana sormuş olsaydı keki kimin yaptığını öğrenebilirdi. Gerçi Nowa’nın söylememi isteyeceğini sanmadığımdan büyük ihtimalle söylemezdim. Ama şu an karşımda duran manzara öyle tatlıydı ki. Jieli zaman zaman bulduğu ve kimin yaptığını bilmediği o keki iştahla ve keyifle yiyordu. Uykucu baş muhafızımız ise sabahın köründe kalkıp sevdiği kadın için mutfağa giriyordu. Eminim Jieli bu keki yapanın Nowa olduğunu bilse mutluluktan havalara uçardı. Ağzımı açıp bildiğim her şeyi söylememek için kendimi zar zor zapt ederken yüzüme gerçek bir gülümseme hâkim oldu.
“Kekini de al gidiyoruz.” Jieli bir an nereye gidiyoruz diyecek gibi olsa da geçen günkü konuşmamızı hatırlamış ve kapıya doğru ilerlemeye başlamıştı. Şok içinde arkasından bakarken “kek?” dediğimde arkasını dönüp önce bana ardından masada duran keke baktı. “Canım istemiyor.” Verdiği cevap gözlerimin irileşmesine neden olurken “ama sen cevizli kek seversin. Üstelik onu…” Nowa’nın yaptığını söyleyecekken son anda kendime engel olup sustum. Jieli’’nin ifadesine kara bulutlar çökerken yüzüne eğreti bir ifade yerleştirdi. “Hala seviyorum ama artık yemeyeceğim.” Aldığım cevap dumura uğramama neden olurken ona doğru yaklaştım endişemi gizleyemeyerek.
“Bir şey mi oldu?” dediğimde kafamda binlerce senaryo oluşmaya başlamıştı bile. “Yoksa Nowa bir şey mi yaptı?” Nowa’nın isteyerek Jieli’yi kırmış olmasına ihtimal vermiyordum lakin belki de istemeyerek onu üzecek bir şeyler yapmış olabilirdi. “Hayır… hayır, elbette yapmadı. Ben gayet iyiyim hanımım. Gitsek mi artık?” İnandırıcı görünmeye çalışsa da nafileydi. Bir şeyler olduğu her halinden belliydi ancak şu an konuşmaya hazır olmadığı da açıktı. Önümde hızlı adımlarla yürümeye başladığında ben de kafamda dönen ihtimallerle mutfaktan çıktım.
Nowa’nın az önceki halini de düşününce ikisinin arasında bir şeyler geçtiği kesindi. Uzun uzun düşünsem de Nowa’nın ne yapmış olabileceğini çözemedim. Boş bulunup yanlış bir laf mı etmişti acaba? “Girin.” Kapıyı açtığımız anda burnuma keskin bitki kokuları ve bilmediğim başka bir koku dolarken Jieli de hemen arkamdan gelip kapıyı kapattı ve kilitledi. En azından biz gidene kadar bu odaya kimsenin girmemesi gerekiyordu. Valeria mermer zemine bir şeyler çizmekle meşgulken gelişimizle birlikte doğruldu. Ellerini üst üste getirdiği anda ona doğru bir adım atarken “lütfen yapma. Kendimi kötü hissetmeye başladım.” dedim. İnsanların özellikle de arkadaşlarımın ansızın baş gösteren bu tavırlarına anlam veremiyordum.
“Ölüm Tanrıçası olma yolundaki son adımı da attın. Bizim görevimiz tanrıçamızı selamlamak. Tanrıça bunu istemese bile.” Olduğum yerde öylece kalırken Valeria sözlerime kulak asmayıp artık aşina olduğum şekilde ellerini alnına yerleştirip başını zeminle buluşturarak eğildi. “Ölüm Tanrıçasına selam olsun. Lütfen bağlılığımı kabul edin tanrıçam.” “Kabul ediyorum. Lütfen ayağa kalk.” Valeria hoş bir gülümseme eşliğinde ayağa kalkarken gözlerimi devirip kollarımı kavuşturdum. “Biriniz artık açıklayabilir mi? Bu selamla için örgütlendiniz mi? Yoksa başka bir şey mi var?” Hoşnutsuz bakışlarım ikisi arasında mekik dokurken birbirlerine baktılar.
“Artık Ölüm Tanrıçasısın tüm bunların sebebi bu.” diyen Valeria’ya tatmin olmamış bir ifadeyle baktım. “Zaten Ölüm Tanrıçasıydım. Bugün değişen şey ne?” “Bugünden ziyade dün gece bir şeyler değişti. Öyle değil mi?” Altında bariz ima yatan gözleri üzerimde gezinirken dün geceye dair anılarımı karıştırmaya başladığımda gözlerim şaşkınlıkla büyürken sırayla ikisini de süzdüm. Utançtan yanaklarım kıpkırmızı kesilirken attığım çığlıkları bütün sarayın duymuş olabileceği ihtimali karşısında yerin dibine girmek istedim. İmkânı yoktu. Nasıl bilebilirlerdi? Cidden o kadar yüksek mi çıkmıştı sesim.
“Ne oldu hanımım?” Jieli meraklı gözlerle yanıma yaklaşırken gözlerimi ayaklarıma sabitlemiş olduğum yerde öylece duruyordum. Tanrıça olmamın son adımı Zahel’le birlikte olmaktı ve olmuştum da. Şimdi herkes tanrıçaları olarak beni selamlıyordu. Lakin bunu bildiklerini bilmek ve daha da kötüsü nasıl bildiklerini bilmek çok utanç vericiydi. “Bütün saray biliyor mu?” dedim tedirginlikle. “Hayır…” Valeria’nın cevabı anlık bir rahatlama yaratırken ardından sarf ettiği sözler büyük çaplı bir şok yaşamama neden oldu. “Sadece saray değil. Bütün Wienor biliyor.”
Yuvalarını terk etmek üzere olan gözlerim Valeria’yı bulurken beynimde milyon tane ihtimal dönüp duruyordu. Saraydakilerin durumdan haberdar olmalarını anlayabilirdim. Lakin tüm Wienor’un bilmesi… Burada dedikodular ne kadar hızlı yayılıyor olabilirdi ki? Yerin binlerce metre dibine girme isteğim kuvvetlenerek büyüdü. Şaşkınlıktan düğmelenen dilim bir türlü çözülmezken “n… nasıl?” diyebildim. Mümkünatı yoktu, tüm Wienor dün gece yaşananlardan haberdar olamazdı. “Güneş tutulması.” dedi Valeria. “Sen görmedin mi?” Başımı olumsuz anlamda sallarken merakla açıklamasını bekliyordum.
“Bir tanrı ve tanrıça birlikte olduğu gün birkaç saat sürecek bir güneş tutulması gerçekleşir. Sadece Tanrı Zahel ve Ateş tanrısı bekar olduğuna ve Ölüm Tanrıçası zaten ortaya çıktığına göre güneş tutulmasının sebebi sizsiniz.” Telaşlı adımlarla pencereye yaklaşıp dışarı baktığımda etrafın yarı aydınlık olduğunu gördüm ve bunu şu ana dek fark etmemiş olmamın şaşkınlığını yaşadım. Başım kaldırıp gökyüzüne baktıktan sonra Valeria’ya döndüm. “Güneş tutulması her zaman olabilir. Yani… bizle…” Valeria “hayır.” diyerek araya girdi. “Wienor’da gerçekleşen gök olayları arasında güneş tutulması yok. Tutulma sadece bir tanrıyla tanrıça birleştiğinde gerçekleşiyor. Üstelik buna dair güzel bir efsane de var. Döndüğümüzde anlatırım.”
Kafam karışmış vaziyette anlatılanları idrak etmeye uğraşırken ne hissedeceğimi kestiremiyordum. Saraydakilerin durumu çığlıklarımdan öğrenmediği gerçeği içimi rahatlatsa da tüm vücudum cayır cayır yanmaya devam ediyordu. Herkes biliyordu, tüm Wienor dün gece Zahel’le neler yaşadığımı biliyordu. Ellerimle yüzümü kapatıp uzunca bir süre sessiz kalırken Jieli ve Valeria da tek kelime etmedi. Su Tanrısının da neler olduğunu bildiğini düşününce onunla konuşma fikri artık o kadar da cazip gelmiyordu ama başka şansım yoktu. Mantığım hislerime baskın gelmeye başladığı anda hızlıca ellerimi çekip ciddi bir tavra büründüm. “Işık Konseyi bir toplantı talebinde bulunmuş. Su Tanrısı akşama doğru buraya gelmek üzere yola çıkacak. O yola çıkmadan gitmemiz gerekiyor.” “Ben portalı açmak için hazırlanmıştım zaten.” Valeria zemine çizmiş olduğu çembere yönelirken bakışlarımı Jieli’ye kaydırdım.
“Jieli senin de biz dönene kadar yokluğumuzu hissettirmemen gerekiyor.” “Hanımım Işık Konseyi diyorsunuz. Bu bana pek de hayra alamet gibi gelmedi. Gitmeseniz daha iyi olmaz mı?” Başımı olumsuz anlamda sallarken Jieli de istemeye istemeye başıyla onayladığında Valeria’ya yaklaştım. Uzattığı siyah pelerini de üzerime geçirdikten sonra sabırla beklemeye başladım. Zemine tıpkı enerjimi hissetmeye çalıştığı zaman yaptığı gibi iç içe geçmiş iki çember çizmişti. Ama bu sefer çemberlerin arasında farklı çizimler ve semboller vardı. Etrafına zayıf beyaz bir ışık yayan çember Valeria anlamadığım bir şeyler mırıldanmaya başladığında daha şiddetli parlamaya başladı.
Valeria bir şeyler mırıldanmaya devam ederken ellerini hafifçe iki yana açıp sanki yerden bir şey çekiyormuşçasına yavaşça yukarı doğru kaldırırken çemberin ortasından beyaz bir ışık huzmesi çıkmaya başladı. Başta küçük bir topu andıran ışık sarmal bir hareketle dönüyor ve her saniye büyümeye devam ediyordu. Nihayetinde çemberin sınırlarına dayanacak kadar büyüyen ışık benim boyumdan daha uzundu. Bir girdabı andıran portala tereddütle bakarken bakışlarımı Valeria’ya kaydırdım. Gözlerini açmış başarılı olmanın verdiği mutlulukla gülümsüyordu.
“Bu portal bizi Su Sarayının önüne götürecek.” Çembere bir adım atan Valeria bir saniye sonra portala girip gözlerimim önünde kaybolduğunda isteksiz gözlerle bana bakmaya devam eden Jieli’ye son bir bakış atıp Valeria’nın peşinden gittim. Beklenmedik bir kuvvet beni kendinde doğru çekerken kırptığım gözlerimi açtığım anda irislerimi dolan zayıf ışık şakaklarıma iğneler batırılıyor gibi hissetmeme neden olurken gözlerimi geri kapadım. “Silva iyi misin?” Gözlerimi bu sefer ağır ağır açtığımda onayla başımı salladım. “Gidelim o halde.” Başımı bir kez daha salladığım taş döşeli patikada ilerlemeye başladık.
İki yanımız muntazam görünen çimlerle kaplıyken sağ ve sol tarafımızda epeyce uzakta görünen ağaçlar vardı. Bir yerden gürül gürül akan suyun sesi kulaklarıma çalınırken başımı kaldırdığım tanrıça olduğum için güneşin önüne geçen aya baktım. Etraf pek aydınlık değildi ve önümüzdeki birkaç saat boyunca böyle olacaktı. Utanç bir kez daha yanaklarımı yakarken bakışlarımı önüme çevirdim. Eğimli yokuşu birkaç dakika içinde tırmandığımızda karşımızda devasa bir saray belirdi.
Etrafı yüksek duvarlarla çevirili sarayın devasa demir kapılarının önünde elinde mızraklarla duran nöbetçiler bizi fark ettikleri anda mızraklarını tehditkâr biçimde öne doğru uzatırken Valeria’yla birbirimize baktık. “Olduğunuz yerde durun! Kimsiniz?” Başımı ve omuzlarımı dikleştirirken kendinden emin bir ifade takındım. “Ben Ölüm Tanrıçası Silva Sideras.” İlk defa kendi dudaklarımda hayat bulan gerçeklik gülümsememi sağlarken kendimi hiç olmadığım kadar güçlü hissetim. Bu güç tanrıça olmamdan ya da Zahel’in eşi olmamdan kaynaklanmıyordu. Bu güç kendimi bulmamdan, varlığımı kabullenmemden kaynaklanıyordu.
Hor görülmüş, ezilmiş, baskılanmış biri olarak ilk defa kendimi bu denli gerçek hissediyordum. Varlığım kendim ve başkaları için anlam ifade ediyordu. Ama içlerinde en önemlisi kendim için bir anlam ifade etmemdi. Bunca zaman kendimle ilgili düşündüğüm her şey başkalarının bana empoze ettiklerinden ibaretti. Buraya geldiğim andan itibarense her şey değişmişti. Kendimi bulmuştum, sandığımdan farklı ve daha güçlü olduğumu keşfetmiştim. Bu tarifi olmayan bir histi.
Muhafızlar kimi olduğumu öğrendikten sonra şüpheyle birbirlerine bakarken sol taraftaki içeri girdi. Dakikalar birbirini kovalarken geride kalan muhafız ilk andaki kadar tehditkâr olmasa da hala bize mızrak doğrultmaya devam ediyordu. Bizse olduğumuz yerde giden muhafızın dönmesini bekliyorduk. Nihayet beliren muhafız diğer muhafızın kulağına bir şeyler söyledikten sonra bize döndü. “Efendi Nolan sizi bekliyor tanrıça.”
İşte şimdi başlıyorduk.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
30.7k Okunma |
4.15k Oy |
0 Takip |
46 Bölümlü Kitap |