38. Bölüm

❄️Geçmişin Külleri Part 2

Ceylan Keskin
anksiyeteliyazar

Yazar

Ertesi günün akşamı olmuştu. Ama ne gelen vardı ne de giden. Beklenmedik bir şekilde kimse işkence etmek için Zahel’in yanına uğramamıştı. Gerçi uğrasalar bile işkence etmeleri mümkün olmayacaktı. Zira Zahel gün boyu kendinden geçip durmuştu. Bedeni o kadar zayıf ve berbat bir haldeydi ki üstüne bir de Yara’nın ölü bedeniyle baş başa kalmak onu resmen mahvetmişti. Gün boyunca bilincini kaybedip durmuş kendine geldiğinde ise karşılaştığı manzara onu her defasında daha da parçalamıştı. Hayatta sevdiği iki insandan birinin ölü bedeni dünden beri yanı başında duruyordu. Yara’nın kopmuş başı Zahel’e dönüktü ve gözleri açıktı. Zahel o gözlere bakmak istemiyordu, bakamıyordu çünkü her baktığında bu olanlar için kendini suçluyordu. Bakmadığında ise suçunu kabullenmediğini düşünüp bundan da suçluluk duyuyordu.

Dakikalardır, belki de saatlerdir Yara’nın ölü bedenine donuk gözlerle bakıyordu. Dünden sonra ilk defa bu kadar süre kendinde kalabilmişti. Yara’nın cansız bedeni rengi kaybetmiş bembeyaz olmuştu. Gözlerindeki ışık sönmüş, zindanın zemini kaplayan kan birikintisi kurumuştu. Yıllardır zindana uğramayan sıçanlar yoğun kan kokusundan olsa gerek şimdi zindanın zemininde geziniyorlardı. Çoğu Yara’nın ölü bedeni üzerinde geziniyor onu taze bir yiyecek olarak görüyordu. Bazıları ise Zahel’in ayaklarının dibinde dolanıp onu kokluyordu. Bu manzara Zahel’i daha da öfkelendiriyordu. Değer verdiği insan canice öldürülmüştü ve bedeni resmen sıçanlara yem ediliyordu. Kimse onu gömmek için almıyor uygun bir cenaze töreni düzenlemeye tenezzül etmiyorlardı.

Acı öfkeyle harmanlandığında intikama gebe kalır. Acı diner öfke söner ama intikam baki kalır. Zahel şimdi acı çekiyordu, öfkeliydi ve intikam ateşiyle yanıp tutuşuyordu. Acısı dinse de öfkesi yok olsa da intikamı baki kalacaktı. Babasından nefret ediyordu, annesinden de öyle ve bir gün intikam almaya yemin etmişti. Kendine yaptıkları için değil, Yara’nın canını aldıkları için çünkü Zahel kendi canına kıymet vermiyor doğru olmadığını bilse de bazı anlar yaşadığı her şeyi hak ettiğini düşünüyordu.

Nihayet birinin adım seslerini işittiğinde öfkeyle dişlerini sıksa da başını kaldırıp bakmadı. Demek ki işkence etmeden ancak bu kadar durabilmişlerdi. Birazdan zindanın kapısı açılacak ve biri Zahel’e arzu ettiği şekilde işkence edecekti. Ama beklediği gibi olmadı. Kırılan bir cam sesi kulaklarını doldurduğunda telaşla başını kaldırdı. Ne yazık ki bu ani hareketi saatlerdir aynı pozisyonda duran bedeninde delici bir acının baş göstermesine neden oldu. Gözlerini çevirdiğinde ilk gördüğü parmaklıkların diğer tarafındaki cam kırıkları oldu. Kırıkların etrafına turuncu bir sıvı yayılmıştı. Kendini zorlayarak başını biraz daha kaldırdığında korku dolu gözlerle Yara’nın cesedine bakan küçük kardeşiyle karşılaştı. Azel dehşet dolu gözlerini cansız beden bir türlü ayıramıyordu. Kelimenin tam anlamıyla elinin kolunun bağlı olduğunu hisseden Zahel ise telaşlıydı. Ne yapacağını ne diyeceğini bilmiyordu.

“Bana bak abicim.” Azel onu duyamıyordu. Adeta donup kalmıştı. “Abicim bana bak lütfen.” Zahel nafile bir çaba veriyordu. Küçük Azel onu duymuyor yahut şoka girdiğinden duyamıyordu. “Azel.” diyerek bir kez daha seslendiğinde nihayet kıpırdanan Azel tereddütlü bakışlarını abisine çevirdi. “Abi.” dedi, sesi titriyordu. Ölümün ne olduğunu Ölüm Tanrısının varisi olduğundan elbette biliyordu. Ölüme hiç yabancı olmamıştı. Lakin gövdesinden kopmuş bir baş manzarasıyla hiç karşılaşmamıştı. Üstelik yerde cansız yatan da alelade biri değildi. Abisine bakan Yara teyzesiydi. Abisi kadar olmasa da o da Yara’yla çok vakit geçirmişti. Şimdi ise o kadın köhne bir zindanın zemininde öylece yatıyor üzerinden sıçanlar geziniyordu. “Abi… Yara teyzeye ne oldu?” derken aslında ne olduğunu bilse de sormak istemişti çünkü abisi aksini söylerse ona inanırdı. O abisine daima inanırdı. “Öldü.” dedi Zahel. Daha fazlasını söylemedi. Azel elbette ki ölmediğini öldürüldüğünü biliyordu. Lakin sormaya cesaret edemiyordu. Zaten sorsa da Zahel’in cevap verebilmesi mümkün değildi. Kendi, babasından nefret ediyor diye küçük kardeşinin de nefret etmesine neden olmak istemiyordu.

Bir süre rahatsız edici bir sessizlik çöktü üzerlerine. Sıçanların gezinirken çıkardıkları sesleri dinlediler. Kafalarının içinde dönüp duran düşünceleri dinlediler. Azel gözlerini abisinden ayırmıyor, Yara’nın cansız bedenine bakmamak için özel bir çaba sarf ediyordu. Zahel ise kardeşine bakarken çaresizliğin kor ateşlerinde diri diri yanıyordu. Azel’i ailesine düşman etmek istemiyordu. Ama onların karanlığına kapılacağından da korkuyordu. Bunu engellemek, ailesinin kötülüğüne karşı kardeşini korumak istiyordu ama hiçbir şey gelmiyordu elinden ve geçen her günde o sinsi düşünce biraz daha gün yüzüne çıkıyor, varlığının unutulmasına müsaade etmiyordu. Evet, küçük Azel şimdi abisini seviyor, ailesinin yaptıklarının yanlışlığını sonuna kadar savunuyordu. Ama ya bir gün tüm bunlar tepetaklak olursa? Kabullenmek istemese de Zahel bir gün bunun gerçekleşebileceğini biliyordu. Tıpkı anne ve babası gibi Azel de bir gün Zahel’e düşman kesilecek, tüm dünyaya karşı onun yanında yer aldığı günler mazide kalacaktı. Zahel buna inanmak istemiyor, gerçek olmaması için elinden geleni yapmaya uğraşıyordu.

“Abi.” “Söyle abicim.” Azel suçlu bir ifadeyle başını önüne eğdi. “Sana portakal suyu getirmiştim ama…” Cümlesinin devamını getiremedi. Zahel de Azel’le aynı yere baktığında yerdeki kırık cam parçaları ve turuncu sıvı daha anlamlı gelmeye başladı. Azel yine abisini düşünerek portakal suyu getirmiş gördükleri yüzünden bardağı elinden düşürmüştü. “Önemli değil abicim. Yarın getirirsin, yarın içerim olmaz mı?” Azel abisinin şefkat yayan sözlerini işittiğinde dolan gözlerini ona çevirdi. “Ya yarın getirdiğimde burada olmazsan?” O an Azel’in ne demek istediğini anlamak Zahel’i bozguna uğrattı. Yara’ya olanları gördükten sonra aynı şeyin abisinin başına da gelebileceğinden endişe ediyordu. “Sana söz veriyorum ölmeyeceğim.” Seni bırakmayacağım diyemedi. Çünkü Ölüm Tanrınsın ve tanrıçanın ne yapacağını kestirmek mümkün değildi. Zahel şimdiye dek onu sürmediklerine şaşıyordu.

Yine de emin olduğu bir şey varsa o da ölmeyeceğiydi. Ölüm Tanrısı ve Tanrıça Zahel’e işkence etmekten haz alıyor ölmemesi için ellerinden geleni yapıyorlardı. Tam da bu yüzden böyle bir söz vermişti Zahel. “Söz mü? Her geldiğimde burada olacak mısın?” Zahel cevap vermedi ama başını olumlu manada salladı. “Ben kötü bir çocuk muyum abi?” Bu soru Zahel’i afallatırken bir yandan da öfkelendirdi. Kardeşinin böyle düşünmesine sebep olanlaraydı bu öfkesi. “Hayır, hayır. Tabi ki kötü bir çocuk değilsin. Bu da nereden çıktı?” “Dün senin yanından gittikten sonra annem bana kötü bir çocuk olduğumu söyledi.” Zahel’in onlara karşı olan nefreti biraz daha büyüdü. Onu mahvettikleri yetmemiş gibi bir de Azel’i zehirliyorlardı. “Annen sinirlendiği için farkında olmadan öyle söylemiştir. Sen kötü bir çocuk değilsin. Hatta tanıdığım en iyi çocuksun.”

Aldığı cevap Azel’i ikna etmemişti yine de bambaşka bir soruyla konuyu tamamen değiştirdi. “Benim annem senin de annen değil mi abi? Neden anneme anne demiyorsun?” İşte bu soruya Zahel tamamen hazırlıksız yakalanmıştı. Ne diyeceğini bilemedi. Dudakları aralanıp dursa da sözcükler ağzından bir türlü dökülmedi ve nihayet Azel “ben biliyorum neden demediğini.” dedi. Zahel meraklı gözlerle kardeşine bakarken kalbi daha hızlı atıyordu. Elbet Azel bir gün her şeyin farkına varacaktı. Ama Zahel bunun ne kadar geç olursa o kadar iyi olacağını düşünüyordu. Bu yaşında kardeşinin omuzlarına böylesine bir yük bindirmek istemiyordu. Azel çenesini kaldırdı, yüzüne kararlı bir ifade yerleştirdi ve aklından geçenleri dile getirdi. “Çünkü annem de babam da kötü. İyi olsalardı seni burada tutmaz sana vurmazlardı. Onlardan nefret ediyorum.”

Azel’in bir çırpıda söyledikleri Zahel’i bozguna uğrattı. Küçük kardeşinin anne babasından nefret etmesini istemiyordu. Ama bu işittiklerinden sonra ne diyeceğini de bilemiyordu. Annenle baban kötü değil. Ban böyle davranıyorlar çünkü haklı gerekçeleri var diyebilir ve bir kez daha bütün suçu yüklenerek küçük kardeşinin de kendi gibi kimsesiz kalmasını önleyebilirdi. Ama ne var ki bu yalan uzun vadede daha beter sonuçlar doğurabilirdi. Azel abisinin bu sözlerine inanırdı ve zamanla Ölüm Tanrısı ve Tanrıça onu kolaylıkla zehirleyebilirdi. Azel de tüm dünya gibi abisine düşman olabilirdi. Zahel’in korkusu bu değildi. Zaten hiçbir zaman sırf kendini düşünen bencil biri olmamıştı. Onun korkusu kardeşi içindi. Söyleyeceği bir yalan küçük kardeşinin hayatını zifiri karanlığa sürükleyebilirdi.

Derin bir nefes alıp kardeşinin hüzün oturan gözlerine bakarken ağzından çıkacakları dikkatle seçti. Yalan söylemeyecekti. Ama şu durumda kardeşini daha da üzecek gerçekleri de söylemeyecekti. “Onlar seni seviyor abicim. Anne ve babanın sevgisine nefretle karşılık verilmez ki.” “Haklısın abi.” derken Azel koluyla dolan gözlerini silip abisine fark ettirmemeyi umarak hızla kendini toparladı. Ama o ne kadar çabalasa da Zahel her şeyin farkındaydı. “Yalan söyledim. Onları seviyorum ama seni de seviyorum. Annemle babam senin canını yakıyor. Niye yakıyorlar abi? Ben seni böyle görmeye dayanamıyorum ki? Onlara seni buradan çıkarmalarını söylüyorum ama çıkarmıyorlar.”

“Bu bir oyun.” Haksız bir intikam oyunu diye geçirdi Zahel içinden. “Oyun mu?” derken Azel’in gözlerinde merak ve şüphe vardı. “Evet, oyun. Ben bir süre burada kalmayı başarırsam ödül alacağım. Hem biliyor musun canım da yanmıyor çünkü bu bir oyun ve her şey numaracıktan.” “Gerçekten mi abi? Gerçekten acımıyor mu?” Zahel sertçe yutkunduğunda boğazında şiddetli bir yanma hissetti. Ama en büyük acı göğsünün altında yatıyordu. Kardeşine söyleyebileceği en makul yalanı söylerken tüm benliğiyle inanmasını diliyordu. “Gerçekten abicim, gerçekten.” “Peki, kazandığında ödülün ne olacak?” Düşünceler Zahel’in zihninde peşi sıra akıp giderken kardeşi ona inandığı için gülümsedi. Bu gülümseme baştan ayağa acı doluydu. Zahel Sideras her şeyiyle acıdan ibaretti.

“Sen.” diyerek cevap verdi Zahel. “Nasıl yani?” “Eğer kazanırsam sana sarılabileceğim.” Azel’in gözleri ışıldarken kocaman bir gülümseme çehresinde yer edindi. “O zaman çabuk kazan abi.” Zahel onayla başını sallarken bir gün kardeşine gerçekten sarılıp sarılmayacağını düşündü. Bir gün gerçekten bu köhne yerden çıkabilecek miydi? Yoksa ömür boyunca burada işkence görmeye devam mı edecekti? Ya da belki de yıllarının geçtiği bu lanet hücrede öldürülecek miydi? Ne olursa olsun ölmeden önce kardeşine bir kez olsun sarılabilmek istiyordu. Parmaklıkların ardından birbirilerine sevgilerine sunan kardeşler en çok sarılmak istiyorlardı. “Kazanmak için elimden geleni yapacağım. Şimdi sen git yat ben de yatıp dinleneyim ki kazanmak için ihtiyacım olan gücü kazanabileyim.” “Tamam abi.” diyerek heyecanla başını sallayan Azel yüzündeki kocaman gülümsemesiyle arkasını dönüp zindanın önünden uzaklaştığında az önceki halinden eser kalmadı.

Tuttuğu göz yaşlarını akıtırken gülüşü hiç var olmamış gibi yok olup gitti. Azel abisine inanmamıştı. Gerçekleri bilirken nasıl inanabilirdi ki? Ailesi belki Azel’e kötü davranmıyordu. Ama abisine karşı tamamen merhametsizlerdi. Azel tüm bunların farkındaydı, abisinin acı çektiğini biliyordu. Yine de küçük yalanına inanmış gibi yapmıştı. Zira diğer türlü abisinin acısına bir de kendi acı eklemiş olacaktı. Bunu ona nasıl yapardı ki? Geldiği gibi kimselere görünmeden zindanlardan ayrıldığında geride kalan abisi bilincini bir kez daha kaybetmişti. Kendinden geçmeden önce düşündüğü son şeyse kardeşine sarıldığı bir hayaldi ve hayali bile gülümsemesine yetmişti. Üstelik bu kardeşine gösterdiklerinin aksine gerçek bir gülümsemeydi. Belki soluktu ama gerçekti işte.

❄️❄️❄️

Buz gibi bir ürperti tüm bedenini kapladığında Zahel irkilerek gözlerini açtı. Baştan aşağı sırılsıklam olmuştu ve karşısında bu durumun kaynağı duruyordu. Muhafız saniyeler önce Zahel’in üzerine boca ettiği kovayla beraber kenara çekildiğinde Zahel birkaç kez gözlerini kırpıştırdı. Ardından neler döndüğünü anlamak üzere gözlerini etrafta gezdirdiğinde geçen günkü manzara yine karşısında duruyordu. Kâbus olmasını umsa da öyle olmadığının farkındaydı. Ölüm Tanrısı ve Tanrıça tam karşısında dikiliyordu. Onların önünde ise suçlu gözlerle abisine bakan Azel duruyordu. Yara’nın ölü bedeni ise daha birkaç saat önce götürülmüştü. Neler olduğunu anlamak zor değildi. Elbette ki tanrı ve tanrıça emellerinden öylece vazgeçmemişlerdi. Ne yapıp edip Azel’i de kendilerine benzetmek niyetindeydiler.

Zahel içinde alevlenen öfkeyi kusmak için bir an dudaklarını aralasa da kardeşinin de burada olduğunu anımsayarak dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı. Yine de öfke dolu gözlerle tanrı ve tanrıçaya bakmaktan kendini alamadı. Az önce üzerine buz gibi suyu boca eden muhafız yeniden görüş alanına girdiğinde ona doğru yaklaşıp sol tarafına geçtiğinde kınından çıkan kılıcın sesi küçük zindanda birkaç defa yankılandı. Azel dehşet dolu gözlerle muhafıza bakarken abisine doğru hamle yapsa da omuzlarından bastıran Ölüm Tanrısı hareket etmesini engelledi. Muhafız kılıcı Zahel’in boynuna dayadığında uğursuz sessizlik iki kardeşin içini kemirdi. Zahel’in hiçbir korkusu yoktu. Kılıç boğazını kesmiş, işkence görmüş, mahkûm edilmiş bunların hiçbiri umurunda değildi. Ama mesele kardeşi olduğunda kalbi daha hızlı çarpıyordu ve sebebi korkuydu.

Tanrı ve tanrıçanın ne amaçladığını çözmeye çalışan Zahel kardeşinin abisinin ölümünü izleyeceği ihtimali karşısında kaskatı kesildi. İçinden bir ses öz ailesi tarafından işkence göreceği uzun yıllar oluğunu fısıldarken başka bir ses de kötülüklerinin bunu yapabileceğini fısıldıyordu. Zahel Sideras bıçak sırtında yürüyordu. “Azel, oğlum.” Azel bakışlarını babasına çevirirken göz ucuyla da muhafıza bakmaktan kendini alamıyordu. Göz kırpsa en kötü kabusunun gerçek olacağından endişe ediyordu. “Şimdi sana bir seçenek sunuyorum.” derken elinde tuttuğu kırbacı oğluna uzattı. “Ya ona vurursun ya da muhafız onu öldürür.” İşte bu Ölüm Tanırsa yakışacak cinsten alçakça bir hareketti. Zahel’in kanı öfke ateşiyle fokurdarken Azel’in çocuk yüreği korku içinde çırpınıyordu. Çaresiz gözleri babasının uzattığı kırbaçta takılı kalmıştı.

“Adi herif!!” diye kükredi Zahel. Yapabilse suratını dağıtmak istiyordu. Ama elli kolu bağlıyken tek yapabildiği zincirlerini çekiştirmek oldu. Zincirlerden çıkan ses hücrede yankılanırken tanrıçanın yüzünde olanlardan keyif aldığını belli eden bir gülümseme oluştu. Bu gülümseme Zahel’in midesini bulandırdı. “Hayır, abime vurmak istemiyorum.” Azel dolu gözlerle bir babasına bir abisine bakarken bedeni titriyordu. “Ya ona vurursun ya da ölür.” Ölüm Tanrısının baskın sesi muhafızın kılıcı daha da bastırmasına neden olduğundan Zahel’in boynundan aşağı doğru kan süzülmeye başladı. Azel bunu fark ettiğinde gözleri irileşti. Abisine doğru koşmak, yarasına merhem sürmek istedi. Ama babası sertçe elini omzuna bastırarak gitmesine mâni oldu. “Baba söyle ona yapmasın. Abimin boynu kanadı.” Azel’in sesi titrerken ağlamak üzereydi.

“Yemin ederim bu yaptığını sana ödeteceğim.!” Ölüm Tanrısı Zahel’i duymazdan gelerek oğluna bakmaya devam etti. Sesinden ve ifadesinden onun da öfkelendiği anlaşılıyordu. “Son kez söylüyorum Azel. Ya ona vurursun ya da ölür!” Azel yanaklarından süzülen yaşları elinin tersiyle silerken çaresizlik ve pişmanlıkla dolup taşsa da babasının uzattığı kırbacı aldı. Avucunda sıktığı kırbaçla abisine doğru ilerlerken sırf bu kırbacı aldığı için bile suçlu hissediyordu. “Özür dilerim abi. Ölmeni istemiyorum.” Genişçe gülümseyen Zahel “dileme. Sana ne dediğimi hatırlıyorsun değil mi? Bu bir oyun canım hiç yanmıyor.” dedi. Alışık olduğundan belki de kırbaç gerçekten canını yakmayacaktı. Lakin kaburgalarının altındaki kalbi şimdiden cayır cayır yanmaya başlamıştı. Ona acı vermeyen bir tek kardeşi kalmıştı ve şimdi o da acılarından birinin sebebi olacaktı. Hayır, kardeşini kesinlikle suçlamıyordu. Ama bu canını öyle bir yakıyordu ki tüm bunlar olacağına sonsuzluğa dek işkence çekmeyi yeğlerdi.

Azel abisinin arkasına geçtiğinde artık kendini tutmuyor sessiz sessiz ağlıyordu. Kırbacı tutan eli ise zangır zangır titriyor durmak bilmiyordu. Bir umutla anne babasının yüzüne baksa da katı ifadeleri zerre değişmiyordu. Dakikalar geçti ve iyiden iyiye sinirlenen Ölüm Tanrısı muhafıza bir baş hareketi verdiğinde muhafız kılıca uyguladığı baskıyı bir anda arttırdı. Azel’in gözleri korkuyla büyürken “yapmasın, yapmasın. Tamam, vuracağım. Lütfen, lütfen yapmasın.” “Ölsün istemiyorsan vur Azel.” Azel titreyen eliyle kırbacı kaldırdığında bir kez daha özür diledi ve kırbacı salladı. Aldığı darbe Zahel’in ifadesini bile değiştirmedi. O kadar beter şeylere katlanmışken şimdi az önce sırtına bir kırbaç inip inmediğinden şüphe ediyordu. “Bu sana son uyarım Azel. Daha sert vur aksi halde abini bir daha göremezsin.” Azel bir kez daha kırbacı kaldırıp indirdiğinde bu sefer daha sert vurmuştu. Zahel dişlerini sıkarken ufacık bir ses bile çıkarmamak için dudaklarını birbirine kenetlemişti. Canının yandığını belli etmemesi gerekiyordu. “Aferin oğlum. Şimdi on kez daha vur. Sonrasında gidebiliriz.”

Bir. Zahel’in canı yansa da yediği onca kırbaçtan sonra Azel’in vuruşları hafif kalıyordu. Belki de kardeşi kendini tutuyordu. İki. Tanrı ve Tanrıça karşısında keyifle sırıtırken nefreti biraz daha büyüdü. Kendine yapılanların belki bir önemi olmayabilirdi. Lakin kardeşine yapılanların bir bedeli olmalıydı. Üç. Kırbaç darbeleri Zahel’in sırtına iniyordu. Ama en çok Azel’in canı yanıyordu. Elleri zangır zangır titriyor içine kök salan suçluluk giderek büyüyordu. Dört. Azel isteyerek yapmıyor olsa da içinde bir şeyler ölmüştü. Canından çok sevdiği abisine kendi elleriyle vururken ruhu artık eskisi gibi olamayacaktı. Beş, Altı. Zahel’in bedeni bir kez daha uyuşmuştu. Artık gerçekten de acı hissetmiyordu. Yedi, sekiz. Tanrı ve tanrıça öyle keyifli görünüyordu ki bu Zahel’in içindeki öfkeyi yeniden uyandırıyordu. Ama bu sefer onlara öfkeyle bakan yalnızca o değildi. Azel onu abisine vurmaya zorlayan ve bunu keyifle seyreden ailesine öfkeyle bakıyordu. Dokuz ve on. Azel son darbeyi de indirdiğinde elindeki kırbacı olduğundan daha sıkı kavrayıp koşarak zindandan çıktı.

“Yakında o da senin bir canavar olduğunu kabullenecek. Bu er ya da geç olacak.” diyen Tanrıça zindandan ayrıldığında eşi de peşinden gitti. Sol yanında duran muhafız kılıcını kınına yerleştirip çıktığında zindanın kapısı bir kez daha kilitlendi. Zahel’in omuzları düştü. Darmaduman olan bedeni ve ruhu tamamen yıkıldı. Geriye bir tek acılar kaldı.

❄️❄️❄️

“Abi.” Zahel işittiği sesle başını usulca kaldırırken kendine hayret etti. Kendinde olmasına rağmen birinin yaklaştığını duymamıştı. Oysa gelenlerin ayak seslerini metrelerce öteden işitir ve kime ait olduğunu da bilirdi. Azel karşısında dururken geldiğini neden fark etmediğini aslında biliyordu. Saatler önce olanların içinde takılı kalmıştı Zahel. Kulaklarında hala o kırbacın ve kardeşinin ağlarken ki sesleri yankılanıyordu. “Bak, sana portakal suyu getirdim. Önceki sefer istemden bardağı düşürmüştüm ya hani.” Zahel cansız bir gülümsemeyle ve zincirlerin izin verdiği ölçüde parmaklıklara yanaştı. Azel tuttuğu bardağı parmaklıkların arasından içeri soktuğunda kolunu uzatabildiği kadar uzattı. Güç de olsa Zahel’in dudakları bardağın kenarını bulduğunda kardeşinin elleriyle sıktığını bildiği portakal suyunu içmeye başladı.

Bardağın dibi görünene dek kimseden çıt çıkmadı. Ve sonunda bardak boşaldığında Azel kolunu çekip donuk gözlerle abisine baktı ve o yıkıcı cümleyi kurdu. “Bana yalan söyledin.” Zahel sertçe yutkunduğunda boynundaki yara sızladı. “Canım acımıyor demiştin. Ama acıyor, acıtıyormuş.” Acıtıyormuş. Bu kelimede takılı kalan Zahel zihninde dönen ihtimallerin gerçek olmamasını umdu. “Bu da nerden çıktı?” derken sesini mümkün olduğunca sıcak çıkarmaya çabalıyordu. Azel cevap vermek yerine arkasını dönüp kıyafetini yukarı doğru sıyırdığında Zahel’in gözlerinin önüne serilen manzara kanın çekilmesine neden oldu. Küçük kardeşinin sırtında kırbaç izleri vardı. Sırtı parçalanmamış ya da kanamamıştı. Ama kıpkırmızı olmuştu. Azel usulca kıyafetini indirip yeniden abisine döndüğünde ifadesi çocuksu olmaktan çok uzaktı. Zahel’in ise gözleri dolmuş boğazına geçmesi mümkün olmayan bir yumru çöreklenmişti.

“Acımıyor dedin, bana yalan söyledin. Ama biliyor musun ben yalan söylediğini hep biliyordum.” Konuşurken sesi titrese de çehresine yerleştirdiği kararlı ifadesini korumaya gayret ediyordu. Zahel aslında içten içe kardeşinin her şeyin farkında olduğunu bilmesine rağmen onu aksine inandırmak istemiş, aksine inanmasını umut etmişti. Yanılmıştı ve bu yanılgı çok acıtıyordu. “Yine de belki doğru söylüyorsundur diye düşündüm. Belki gerçekten abimin canı yanmıyordur dedim. Ama yanıyormuş. Dün o kırbaçla on bir defa kendime de vurdum. Üstelik sana vurduğum kadar sert de vuramadım çünkü çok acıttı abi. Kendimi cezalandırmak istedim ama sana vurduğum kadar sert vuramadım. Özür dilerim abi, özür dilerim.”

Küçük kardeşi abisine vurduğu için kendini cezalandırmak istemişti ve bunun tek suçlusu anne babasıydı. Ama Zahel bundan da kendine pay biçti. Bunun da suçluluğunu sırtlandı. Sırtına binen suçluluklar arasında en ağır olanlardan bir tanesiydi bu, taşıması zordu ve Zahel tüm bu yüklerle dik duramıyordu. Bedeni değil belki ama ruhu kamburlaşalı çok olmuştu. Zahel bir şeyler söylemek kardeşinin suçlu hissetmesine mâni olmak istedi. Ama söyleyeceği her şey bir yalan olacaktı ve Azel’in yalanlara inanamadığı ortadaydı. “Eğer bana yarın da portakal suyu getirirsen seni affederim olur mu?” Azel dolu gözlerle abisine bakarken “söz veriyorum bir daha canını yakmayacağım abi.” dedi. Zehel gülümsedi, Azel de gülümsedi. Ama iki kardeşin de gülümsemesine hüzün konuk olmuştu. “Yarın portakal suyunu da getireceğim, söz.”

“Ben bencilim değil mi abi?” diyerek yaklaşık birkaç dakikadır süren sessizliği bozan Azel oldu. “Neden öyle düşünüyorsun?” Zahel kardeşinin haline bakarken kendinden nefret etti, zincirlerinden nefret etti. Kardeşinin yanında olmalıydı, onu koruyup kollamalı göz yaşı dökmesine izin vermemeliydi. Ama işte o burada, bu köhne zindanda çürüyüp gidiyordu ve kardeşi belki de her gece ağlayarak gözlerini yumuyordu. “Çünkü dün sana vurdum. Ölmeni istemedim, abimi kaybetmek istemedim ve sana vurdum. Kendi istediğim olsun diye senin canını yaktım.” Zahel’in dudakları yukarı doğru kıvrılırken kardeşinin hissettirdiği sıcaklık içini ısıttı. Onu zincire vuran kimsesizlik kardeşinin sevgisiyle parçalandı. “İnsanın biraz bencil olması gerekir abicim. Ama bu demek değil ki daima kendimizi düşüneceğiz. Sevdiklerimiz için bencil olmamız gerekebilir, bazen de sevdiklerimi koruyabilmek için kendimizi düşünmemiz gerekebilir. Mesela ben de bencil bir adamım. Sevdiğim insanlar için ne gerekiyorsa yaparım.”

Bu sözler Azel’in içini bir nebze de olsa rahatlatabilmişti. Yine de suçluluk duygusundan arınması mümkün değildi. “O halde ben de senin gibi olacağım abi. Bencil bir adam olacağım ve sevdiğim herkesi koruyacağım.” Zahel küçük kardeşine gururla bakarken gülümsemesi genişledi. Yaklaşık birkaç saat daha sohbet ettiler. Ardından Azel son kez abisine bakıp zindandan ayrıldığında bugün abisine son kez portakal suyu getirdiğini bilmiyordu ve Zahel son kez portakal suyu içtiğinden bir haberdi. O gün Azel bir dalgınlık anında nöbetçi muhafızlara yakalanmıştı ve bu felaketle sonuçlanmıştı. Oğullarının gizli gizli zindana indiğinin farkında olan Tanrı ve Tanrıça için bu bardağı taşıran son damla olmuştu. O günden itibaren zindanlardaki nöbetçi sayısı arttırılmış Azel çabalasa da abisini bir daha görememişti. Her şeyden bir haber olan Zahel ise endişelenmekten aklını kaybedecekti.

Yıllar geçip giderken Zahel’in işkencelerle dolu hayatı aynı şekilde devam ediyordu ve artık kardeşi de yoktu. Geçen yıllarda Tanrı ve Tanrıça amaçlarına ulaşmış Azel’in aklını kendi kirli fikirleriyle doldurmayı başarmışlardı. Başlarda Azel abisini görebilmek için didinip dursa da sonra işler yavaş yavaş değişmişti. Abisini göremiyordu ve o anlarda ya annesi ya babası sinsi bir yılan gibi zihnine sızıyor abisini ona kötülüyordu. Bir annenin ve babanın söylediklerine inanmamak oldukça güçken Azel bunu başarabilmişti. Ne var ki bu daimî olmamış sonunda o da tüm dünyanın yanındakini yerini almıştı.

Belki ailesi kadar nefret dolu değildi. Ama artık imkânı olmasına rağmen abisini görmeye gitmiyordu. Eskiden abisinin canı yandığı için geceleri uyuyamayan Azel şimdilerde mışıl mışıl uyuyabiliyordu. Ailesi sürekli abisine işkence etmek için üzerinde baskı kursa da bunu yapmıyordu. Eski Azel oluğundan değil abisini görmek istemediğinden yapmıyordu. Yine de genç Azel’in aklının bir köşesinde hala şüpheleri vardı. Bazı geceler rüyasında abisiyle sarıldığını görüyordu. Bazense söz verdiği o portakal suyunu götürdüğünü ve her uyandığında da göğsü suçluluk duygusuyla kıvranıyordu. Ama hiçbir şey de yapmıyor, yapamıyordu. Ailesi onu öyle bir zehirlemişti ki yerinden kıpırdayamıyordu.

Zindanın kilidinin açılma sesi Zahel’in kulaklarına ulaştığında merakla başını kaldırdı. Ayak seslerinden çıkardığına göre gelen yabancı biriyi. Karşısında telaş ve korku dolu gözlerle duran danışmanı gördüğünde kaşları şüpheyle çatıldı. Fering uzun yıllardır Ölüm Tanrısına hizmet eden en gözde danışmandı. Zahel buraya uğradığını hiç görmediğinden şimdi burada ne işi olduğunu sorgulamaktan kendini alamıyordu. Ne var ki ne o bu sorgulamayı yaptı ne de danışman tek kelime etti. Telaşı sanki her saniye artıyormuş gibi görünürken uzaktan onlarca kişinin koşuşturma sesleri zindana ulaşıyordu. Herkes bir yerlere koşuyor, bağırıp duruyordu. Ama Zahel tek kelime anlamıyordu. Danışman hiç duraksamadan Zahel’e yaklaştığında Zahel’in artık imkânsız gözüyle baktığı şeyi gerçek kıldı. Önce ellerindeki prangaları ardından ayağındaki prangaları çözdüğünde kolunu omzuna atıp Zahel’in kalkmasına yardım etti.

Zahel güçlükle doğrulduğunda bunca zamandır dizlerinin üzerinde olduğundan ayakta durmakta güçlük çekiyordu. Çok fazla çık yarası vardı, kırık kemiklerinin saymak mümkün değildi ve ağrımayan tek bir yeri yoktu. Acıyla yüzünü buruştururken amacını hala çözemediği danışman Zahel’e küçük cam bir şişe uzattı. “Saldırı altındayız. Ölüm Tanrısı ve Tanrıça esir alındı. Sana ihtiyacımız var.” Bir anda verilen bilgiler Zahel’i hayrete düşürdü. Aklı müthiş bir hızda çalışsa da neler olduğunu bir türlü anlayamadı. Tek düşünebildiği kardeşiydi. “Kardeşim, o iyi mi?” “Diğer iki danışman onu güvenli bir yere götürdük.” Zahel başka çaresi olmadığından karşısındaki adama güvenmeyi seçerek uzattığı şişeyi alıp kafasına dikti. Danışman koluna girdiği Zahel’i zindandan çıkarırken Zahel’in de tahmin ettiği gibi sıvının bir şifa iksiri olduğu ortaya çıktı.

Önce fiziksel acıları dindi, ardından yaraları sızlasa da iyileşmeye başladı. Bir tanrının kanın taşımak zaten hızlı iyileşmesini sağlasa da iksirin muazzam bir etkisi vardı. Sayısız merdiveni tırmanıp zindanları terk ettiklerinde Zahel kendini yıllardır hiç olmadığı kadar güçlü hissetmeye başlamıştı ile. Ne var ki ruhundaki yaralara bir merhem olmadığı gibi bazı yaralar da hiç iyileşmiyordu. Vücudundaki tüm yaralar iyileşse de sırtındaki kırbaç izleri daimi kalacaktı. Bu karmaşanın içinde geleceği düşünmek mümkün değildi. Ama şayet bir geleceği olursa Zahel sırtındaki izleri her gördüğünde geçmişe döneceğini biliyordu.

Saraya ulaştıklarında yıllardır buraya çıkmamış olan Zahel başta afallamış alışık olmadığı açık renk gözünü kamaştırmıştı. Danışmanın eşliğinde gizlice sarayın içinde ilerlerken etraftan çığlık sesleri yükseliyordu. Çarpışan kılıçların sesi yankı yapıyor geçtikleri yerlerde ölü bedenlerle karşılaşıyordu. Zahel hala neler olduğunu anlayabilmiş değildi. Ama belirsizliğe rağmen ölü bedenleri görmek ruhunu yaralıyor öfkenin içinde harlanmasına neden oluyordu. Ölüm Tanrısı ve Tanrıça hatta bütün diyar bile onu bir canavar olarak görse de yanından geçip gittiği bu cesetler onun halkıydı. Buna göz yummak, sessizce yanlarından geçip gitmek kanına dokunuyordu. “Neler oluyor?” “Şşşşt.” Danışman kolunu geriye doğru uzattığında ikisi de uzun koridorun sonundaki duvara sindiler. Burası kimsenin olmadığı ıssız bir koridor gibi görünse de her an bir yerden birileri çıkacak gibi duruyordu.

Zahel başını uzatıp danışmanın baktığı noktaya baktığında önce sarayın geniş girişini gördü. Ardından görüş açısına onlar girdi. Ölüm Tanrısı, tanrıça ve yanlarındaki tanımadığı bir erkek dizlerinin üzerine çöktürülmüş elleri ve ayakları tuhaf bir ışıkla parlayan bir iple sıkıca bağlanmıştı. Etrafları Ölüm Diyarına ait olmayan onlarca muhafızla çeviriliydi. Tam karşılarında ise dört kişi duruyordu. Zahel kimin kim olduğunu bilmese de onların diğer tanrılar olduğunu anlayabilmişti. “Dört tanrı birlik olup diyarımızı yok etmek niyetiyle üzerimize saldırdılar. O çocuğu varis Azel sanıyorlar. Gerçek varisi korumak için aralarındaki benzerlikten yararlandım ve onu ortaya atmak zorunda kaldım. Sana ihtiyacımız var Zahel.” Danışmanın fısıltıyla söyledikleri Zahel’in az çok durumu anlamasını sağladı. Bir yandan da kullanılmak üzere zindandan çıkarıldığı gerçeği içini acıttı.

Öne doğru bir hamle yaptığında danışman ona engel oldu. “Gidip onları kurtarmalıyız.” “Şu an çok zayıfsın. Dört tanrıya karşı şansımız yok ve Varis Azel’in sana ihtiyacı var.” Zahel ailesini sevdiğinden değil onlar gibi olmadığından onlar kurtarmak istemişti. Ama danışman haklıydı. Azel’in ona ihtiyacı vardı ve Zahel için kardeşi daima önce gelirdi, yıllardır yanına uğramıyor olsa bile. Sessizce duvarın dibine sindiğinde dört tanrının duyamadığı bir şeyler konuştuğunu gördü. Tanrı ve tanrıça öfke dolu gözlerle onlara bakarken yanlarındaki yabancı erkek korku doluydu. Sadece birkaç dakika sonra tanrılar muhafızlarına dönüp bir şeyler söyledikten sonra bir muhafız Azel’in yerine geçen kişinin göğsüne kılıcını sapladı. Çektiğinde bedeni anında yere yığılan yabancının etrafı kan gölüne döndü.

Başka bir muhafız tanrıçanın karşısına geçtiğinde tek kelime etmesine bile fırsat vermeden kılıcı göğsüne sapladı. Tanrıçanın da etrafı kan gölüne dönerken sıra Ölüm Tanrısına gelmişti. Muhafız kılıcını sertçe saplayıp geri çektiğinde Ölüm Tanrısı son nefesini vererek yere yığıldı. Tüm bunları izlerken Zahel’in canı yanmadı. Oysa öldürülenler öz ailesiydi, üzülmesi gerekirdi değil mi? Ama üzülmemişti işte ve bunun için kendini suçladı. Herkesin dediği gibi o da kendi kendine bir canavar olduğunu söyledi. Birkaç saniye sonra bedeni beklenmedik şekilde kasılmaya başladığında telaşla dönen danışman onu kolundan yakalayıp oradan uzaklaştırdı.

Zahel’in etrafı gölgelerle sarılmaya başlarken kulaklarında binlerce kişini sesi yankılanıyordu ve bu ızdırap vericiydi. Acıyla yüzünü buruştururken sesleri engellemek için kulaklarını kapattı. Ancak kafasının içinde yankılanan sesler durmak bilmedi. Kaşlarının ortasına ateş düşmüş gibi hissederken danışmanın “olamaz.” dediğini işitti. “Varis sensin. Ölüm Tanrısı sensin.”

❄️❄️❄️

Ölüm Diyarının katlinin üzerinden dudak uçuklatan seneler geçti. Tüm bu yıllarda Zahel yeni Ölüm Tanrısı olarak perişan olan diyarını eski ihtişamına kavuşturmaya ve kendini insanlara kabullendirmeye uğraştı. Diyar eski ihtişamına dönse de insanlar arasında Zahel’i kabullenmeyen büyük bir kesim vardı. Geçen yıllarda Sideras kardeşler yeniden bir araya gelseler de eskisi gibi olamamışlardı. Aralarında parmaklıklar olmamasına rağmen hala bir kez olsun sarılmış değillerdi. Aralarında sürekli soğuk rüzgarlar esiyor Azel abisinden alinden geldiğince kaçınıyordu. Zahel ona anlayış gösterip durumun düzeleceğini düşünse de öyle olmayacağını da biliyordu. Ölüm Tanrısı ve Tanrıça ölmüştü ama Zahel’e duydukları nefreti Azel’e miras bırakmışlardı. Azel ailesinin yaptığı gibi korkunç şeyler yapmamış olsa da yapmayacağının bir garantisi yoktu ve bu ihtimaller Zahel’in uykularını kaçırıyordu.

O günün ardından omuzlarına binen yük taşınabilecek cinsten değildi. Yakılıp yıkılan diyarı toparlamak üstelik de halkı ondan nefret ederken hiç de kolay olmamıştı. Onlarca masum insan ölmüştü ve bundan Zahel sorumlu tutulmuştu. Ne var ki Zahel suçlanmaya alışıktı ve nefrete nefretle karşılık vermiyordu. Diyarı ve halkı onun için değerliydi. Şimdi ise halkı katledilen Ölüm Tanrısı için intikam vakti gelmişti. Dört tanrının yaptıkları katliamın başını yakında ölecek olan Su Tanrısı çekiyordu. Ölüm Tanrısı tanrı olarak yeterince güçlüyken, üstüne bir de şeytanlara hükmediyordu ve bunca güç, güç delisi olan Su Tanrısını deliye çeviriyordu. O gün yaşananların tek nedeni buydu. Su Tanrısı diğer tanrıları da yanına çekmiş ve kendilerinden güçlü olanı yok etmeye girişmişlerdi. Bu hastalıklı bir arzuydu.

Ölüm Tanrısı şeytanlara öylece hükmetmiyor bunun bedelini ödüyordu. Üstelik bu atalarından birinin Şeytan Krala katılmasının kefaretiydi. Ne yazık ki tanrılar bunun öylece elde edilen bir güç olduğunu ve tehlike arz ettiğini savunuyorlardı. Düzen asırlardır bu şekilde devam etmiş olmasına rağmen Su Tanrısı Valar kıskançlığına ve güç açlığına yenik düşmüş onunla benzer şekilde hisseden diğer tanrıları da yanına alarak Ölüm Diyarında adeta bir kıyım gerçekleştirmişti. Bunun elbette ki bir bedeli olacaktı, yapılanların intikamı alınacaktı. Zahel bu yolda ilk adımlarını atmaya başlayalı çok olmuştu. Yaklaşık iki yüzyıl önce ona ve kardeşine yardım eden babasının üç danışmanından ikisini öldürmüştü. Görünüşte iyi ve diyarını düşünen kişiler gibi görünseler de aslında diyarı sırtından bıçaklayan ilk kişiler onlardı. Dört tanrının neredeyse kusursuzca düzenledikleri saldırının en büyük destekçisi ve yardımcısı onlardı. Su Tanrısına diyarla ilgili tüm gizli bilgileri ileten onlardan başkası değildi.

Fering daha ilk danışmanın ölüsü bulunduğunda var olmamışçasına ortadan kaybolmuş ve yaklaşık yüzyıl boyunca gizlenmeyi başarmıştı ya da başardığını sanıyordu. Zahel onun yıllarca korku içinde yaşamasına bilerek müsaade etmiş aldığı her solukta nefesini ensesinde hissedip kabuslarının baş kahramanı olmasını uzaktan zevke izlemişti. Danışmanın korku dolu bu kaçışı ise birkaç yıl önce son bulmuş Zahel diğer iki danışman gibi onun da canını acı çektire çektire almıştı. Yine de içi soğumamıştı, intikam alınmamıştı. Halkından yüzlerce kişi katledilmişken bu katliamın baş kahramanları ölmeden de intikamını almış olmayacaktı. Diyar şimdilerde Toprak Tanrısının öldürülmesiyle çalkalanıyor insanların dilinde suikastçı ismi dolanıp duruyordu.

O meşhur suikastçı ise Zahel Sideras’dan başkası eğildi. Toprak Tanrısını bizzat elleriyle öldürmüş ve diyarının katli için emir veren dilini kesip atmıştı. Pişman mıydı? Değildi çünkü o bunu hatta daha kötüsünü sonuna dek hak etmişti. Zahel tuttuğu hançeri avucunun içinde birkaç kez çevirdikten sonra yerine koydu. Tanrıları öldürürken kullandığı hançerin yerini ondan başkası bilmiyordu çünkü Zahel kendinden başka kimseye güvenemiyordu. Odasına geçip yatağa girdiğinde huzurlu bir uyku çekemeyeceğini bilse de gözlerini yumdu. Nihayet uykuya daldığında ise kabusların pençeli elleri onu sardı. Yaşadığı ve yaşanan onca şeyden sonra Zahel rahat uyku nedir unutmuştu? Omuzlarında devasa bir yük kalbinde büyük bir sır taşıyordu.

Odanın kapısı sessizce açılıp biri karanlığın içinde süzülerek uyuyan Zahel’e yanaştığında tuttuğu hançer camdan vuran ayın ışığında parladı. Bir an sonra havaya kalkan hançer süratle indiğine Zahel inleyerek gözlerini açtı. Hızla doğrulduğunda ilk baktığı bedenine saplanan hançer değil onu saplayan kişi oldu. Kardeşi tam karşısında hoşnutsuz bir ifadeyle ona bakıyordu. Bu Zahel’in içinde birçok şeyin yıkıldığı o an olmuştu. Göğsüne saplanan hançere baktı. Bu tanrıları öldürmek için kullandığı hançerdi ve anlaşılan o ki kardeşi de yerini biliyordu. Bu da abisini öldürmeyi uzun zamandır planladığı manasına geliyordu.

Zahel acısını umursamadan göğsünün altına saplanan hançeri çekip çıkardı. Kardeşi hayretle abisinin her hareketini izlerken yerinde donup kaldı. Ailesinden sonra sözde onlara yardım eden üç danışman da Azel’i tamamen zehirlemişlerdi. Diyarın eski haline dönmesi için Zahel’i kullandıktan sonra ondan kurtulmayı ve Azel’in Ölüm Tanrısı olmasını amaçlamışlardı. Ne yazık ki planları arzu ettikleri yönde ilerlememişti. Yine de kardeşi kardeşe tamamen düşman etmeyi başarabilmişlerdi. Geçen o yıllarda iki kardeşin arasındaki buzlar erimediği gibi daha da kalınlaşmıştı. Aynı çatının altında iki yabancı gibi yaşamışlardı. Hatta Azel’in gözünde Zahel en büyük düşmanıydı. “Bildiğimi biliyordun.” dediğinde Zahel yatakta tamamen doğruldu. “Ve gerçeğinin yerine sahte bir hançer koydun.”

Bu Zahel’i mahvetse de gerçek buydu, kendi kardeşine güvenemiyordu. Yine de diğer herkes gibi onu sırtından bıçaklamaz sanmıştı. Yanıldığını anlama şekli ise acı verici olmuştu ve sebebi göğsündeki yara değildi. “Git Azel.” Tek söylediği bu olmuştu. Ona nefretle bakan kardeşi hedefine ulaşamamanın verdiği hayal kırıklığıyla odadan çıkarken ardında bıraktığı yaralı abisini düşünmedi bile. O gece Zahel kardeşinin açtığı yarayı kimselere duyurmadan kendi sarmıştı. Ve o gece iki kardeş için iplerin tamamen koptuğu gece olmuştu.

Azel’in abisini öldürme girişiminin üzerinden aylar geçmişti ve yerinde duramıyordu. Artık iki kardeş yüz yüze gelmemek için ölümüne bir çaba sarf ediyordu. Zahel’in yaşadığı hayal kırıklığı ve çektiği acının bir tarifi yoktu. Azel’in ise öfkesi de kini de artıyordu. Kafasının içi ona empoze edilen balçıklı düşüncelerle doluydu. Ona göre tanrı olmayı hak eden oydu, Zahel’in sahip olduğu her şey aslında onun olmalıydı. İntikam istiyordu. Hakkı olanları abisi aldığı için acı çeksin istiyordu ve o gün fiziksel acının ona zarar vermeyeceğini idrak etmişti. İntikam istiyorsa Zahel’in değer verdiği birinin canını yakmalıydı. Her şeyi planlamaya abisini hançerlediği gece başlamıştı ve şimdi yine elinde bir hançer tutuyor ve önündeki kadının boğazına yaslı vaziyette bekliyordu.

Bu kadın Yara’nın kızıydı. Zahel bir bebekken ve anne sütüne muhtaçken Yara’nın yendi doğum yapan kızı sütünü Zahel’e de vermişti. Sıradan bir insan olmasına rağmen hala hayatta olmasının sebebi ise Zahel’di. Zindandan çıktıktan birkaç ay sonra Yara’nın kızına ömründen vermişti. Annesinin ölümüne sebep olanın kendisi olduğunu düşündüğünden suçluluk duygusu onu hiç rahat bırakmıyordu. Evin kapısı sertçe açıldığında içeri Zahel ve muhafızları girdi. “Gelmene çok sevindim abicim.” derken ses tonu alay doluydu. Zahel bir kez daha sırtından bıçaklanmanın verdiği öfkeyle kardeşine bakarken hançerin altındaki kadının ağlama sesleri kulaklarını dolduruyordu. “Bırak onu Azel. Pişman olacağın şeyler yapma.” “Yanlıyorsun abicim hiç pişman olmayacağım. Aksine intikamımı aldığım için mutlu olacağım.”

“Tanrı olmak benim seçimim değildi.” diyerek çıkıştı Zahel. Kardeşine karşı gösterdiği sabır sonunda tamamen tükenmişti. Onun her daim arkasında bir bıçak sakladığını ve abisine o bıçağı saplamak için an kolladığı bilerek bunca zaman yaşamıştı. Şimdi ise o bıçak Zahel’e değil değer verdiği birine doğrultulmuştu. Bunun affı da bahanesi de olmazdı ve olmayacaktı da. “Ama benim hakkım olan her şeyi çaldın. Bunca zaman yanında bir sığıntı gibi yaşadım. Oysa her şeyin asıl sahibi ben olmalıydım. Şimdi benden çaldığın her şeyin intikamını alacağım.” dedikten sonra daha fazla düşünmeden hançeri kadının boynundan çekti ve kürek kemiklerinin arasına sapladı.

Sırtından oluk oluk kan boşalan kadın kukla misali yere yığıldığında gözleri çoktan kapanmıştı. Zahel korku dolu gözlerle kadının yanı başında dizlerinin üzerine çökerken muhafızlar Azel’i kıskıvrak yakaladı. Başka bir muhafız ise emre gerek duymadan şifacıları getirmek üzere koşarak oradan ayrıldı. Zahel kadının başını kaldırıp dizine yaslarken acı ve öfkenin oturduğu gözlerini kardeşine çevirdi. “Sen benim tandığım Azel değilsin.” “Ben aynı Azel’im Zahel Sideras. Tek fark artık senin tarafından kandırılmıyorum. Gözlerim açıldı ve gerçekleri görüyorum. Sen bir ca…” Azel kendinin bile anlam veremediği şekilde susup kaldı. Zihninde abisine canavar demeyeceğine dair kendine verdiği söz yankılandı. Yine de nefret saçan gözlerini abisinden çekmedi. Ondan nefret ediyordu ve bunu görsün istiyordu. Azel Sideras’a göre her şeyin sorumlusu Zahel Sideras’dı ve tüm bunların bedelini ödemesi gerekiyordu. Ondan intikam alması gerekiyordu.

“Ne olacak sanıyorsun kardeşim? Bu intikam girişimin neyle sonuçlanacak?” Zahel her şeye rağmen Azel’e kardeşim demeye devam ediyordu. Belki ağız alışkanlığında belki de yaptıklarına rağmen onu hala kardeşi olarak görmesinden. Azel korkusuzca çenesini kaldırırken “beni öldüreceksin.” dedi. İntikam girişimin sonunda ölebileceği ihtimalinin büyüklüğünün farkındaydı ve buna rağmen vazgeçmemişti. Nedeni abisinin onu öldüremeyeceğini düşünmesinden değildi, Azel Sideras’ın nedeni çok başkaydı. “Onu yeraltı kapılarına götürün.” Emrini veren Zahel kardeşinin gerçekten de onu öldürebileceğini düşündüğüne inanamıyordu. Lafını tamamlayamamıştı belki ama anlaşılan o ki Zahel kardeşinin gözünde de bir canavara dönüşmüştü. Öyle ki paylaştıkları onca şeye rağmen beni öldüreceksin diyebilmişti. O gün iki kardeşin arasında kardeşliğe dair ne varsa yok olup gitti. Mahkûm olma sırası Azel’e geçerken Zahel’in yüreğine ebedi bir ızdırap oturdu.

 

Bölüm : 01.03.2025 21:55 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...