33. Bölüm

33. 🌃 Gerçeklerin Ortaya Çıkmak Gibi İyi Bir Huyu Vardır

venom
amatoriceyazar

 

Bölüm 33: Gerçeklerin Ortaya Çıkmak Gibi İyi Bir Huyu Vardır

 

Bölüm Müziği: Gripin-Aşk Nerden Nereye

🌃

 

 

"Tuz kat, tuz kat!"

 

Unuttuğum bu önemli detay sonrası aceleyle tuzluğu alıp bir miktar tuz serpiştirdim. Daha için kızlar zorlasalar da aklıma zehirlenen damat adayları geldiği için onları dinlemedim. Aklımda bal koymak vardı ama tuzu katmıştım bir kere o yüzden balı da suya kattım.

 

"Aman kızım, sen tutuşmuşsun. Oldu olacak bal kasesini de götür beyimizin dili yanmasın."

 

Merve'ye göz devirip kahvelere son bir defa göz gezdirdim. Derin bir nefes alıp kahve tepsisini aldım. O kadar heyecanlıydım taşıracağımdan emindim. Öyle de oldu. Çok fazla taşmaması için daha dikkatli olmaya çalıştım. Aklımın bir köşesinde hep o replik: "Bağma bağma dökeceksin!" Alim olmasa da ariftir bizim için. Bakışlarımı yürüdüğüm yola diktim. Ve gerçek bir mucizeymiş gibi kahvelerin dökülmemesine hayret ede ede salondan içeri girdim. Gördüğüm yüzler heyecanımı daha da artırmaktan başka bir işe yaramamıştı. Sakin olmaya çalışıp dümdüz Cihangir’e doğru ilerlemeye başladım. Annemin şiddetli öksürüğü sonrası yüz defa söylemesine rağmen unutmuş olmama sinirlendiğini anladım. Yeni hatırlamış gibi -gibisi fazla- Vahit'e döndüm. Önce onun kahvesini, sonra Derya'nın kahvesini verdim. Onun burada ne işi olduğunu hala sorguluyordum. Oldukça keyifli gözüküyordu. Annem, bu kadını eve almama konusunda oldukça kararlıydı ama günümüzün zehir olmaması için ikna olmuştu. Yüzünü görmek beni huzursuz ediyordu. Yine de sessiz kalmaya çalıştım.

 

Babama ve anneme de kahvelerini verdim. Sonra genç cenaha sırasıyla kahvelerini dağıttım. Bu esnada Parla'yla abimin kaçamak bakışları gözümden kaçmadı değil. Aralarında kesinlikle bir şeyler olduğu kanaatindeydim ama şu an bunu düşünecek durumum yoktu. Son kalan kahveyi Cihangir'e verip yanındaki sandalyeye oturdum. Herkes pür dikkat damat beyin kahvesini içmesini bekliyordu. Bende öyle. Bir yudum aldı. Mimik bile oynatmadan geri kalanını kafasına dikti. Sonra da sudan bir yudum aldı. Ağzına bal tadı gelmiş olacak ki durdu, gülümsedi ve kalanını da tek seferde içti.

 

"Eee, daha daha nasılsınız?"

 

Evet, bu soru da sessiz salonda yankılandığına göre biraz sonra isteme gerçekleşecekti.

 

"İyiyiz demek isterdim, Vahitcim ama malum... Biricik kızımı istemeye geldiniz. Ne kadar iyi olunursa o kadar iyiyiz." Babam, hüzünlü gözlerle yüzüme bakınca ağlamamak için çenemi sıktım. Önceden duygulanan gelinlere hunharca gülerdim. Çünkü bana göre ağlanacak bir şey yoktu ama söz konusu gelin sen olunca durum farklı oluyormuş işte.

 

"Gençler birbirini sevmiş," dedi, Vahit. Yüzünde memnun bir gülümseme vardı.

 

"Sevmişler sevmişler," diye de ekledi, Derya. Bu kadının amacı neydi gerçekten?

 

Rahatsız bir şekilde üzerimdeki yeşil elbiseyi çekiştirdim. Gözlerimi öne çıkarsın diye bu elbiseyi tercih etmiştim ama normalde giydiklerimden biraz daha fazla iddialıydı ve konfor alanım daralınca rahatsız hissediyordum. Tek derdim bu olsun diyip düşünmemeye çalıştım.

 

Cihangir, başını hafif bana doğru eğip fısıltıyla konuştu.

 

"Çok güzel olmuşsun." Gülümsedim. Elbise her ne kadar rahatsız hissetse de güzel olduysam problem yoktu.

 

"Teşekkür ederim," dedim aynı fısıltılı tonda.

 

"O zaman Allah’ın izni, Peygamber’in kavliyle kızınız Sare'yi oğlumuz Cihangir’e istiyoruz."

 

Kalbim, göğsümün içinde gümp gümp atıyordu. Cihangir’e baktım. Bembeyaz yüzü kırmızı tonlarında gidip geliyordu.

 

"Gençler aralarında anlaşmışlar, bize de arkalarında durmak düşer," diyen babam sona doğru ağlamaya başlamıştı. Göbeği inip kalkarken kendimi daha fazla tutamadım.

 

Eylül "Hiiişt, makyajın akacak," dese de pek umrumda olmamıştı. Cihangir, ağladığımı görünce kısa bir an elimi tutup geri çekti. Bu onun dilinde -Ben yanındayım- demekti.

 

Derin bir nefes aldım. Ayaklanıp babamın yanına vardım. Kollarını açıp beni göğsüne çekince ağlaması şiddetlendi. Kendimi sıksam da benim de ağlamam devam etti. Bu iki sulu göze annemin ağlaması da eklenince tam olduk.

 

"Aaa, sanki nereye verdiniz kızı. Karşı binaya. Kendinize gelin ayol."

 

Derya, keşke sussan.

***

 

"Yüzükleri takalım o halde."

 

Sulu gözlerimizin kurumasının ardından yaklaşık bir on beş dakika geçmişti. Şimdi daha iyiydi herkes.

 

Geceden beri şiddetle bu anı iple çekiyordum. Tektaşım vardı, evet ama en büyük tutkum Cihangir’in alyansını takmaktı, hemde ölene kadar.

 

Yan yana dikildik. Benim yanımda babam, Cihangir’in yanında Vahit vardı. Yüzükleri abim takacaktı.

 

Salondan içeri Berfu ve peşinden de annem girdi. Koca tepsiyi taşırken bir hayli komik duruyordu.

 

Suratsız bir şekilde yanımıza kadar gelip tepsiyi yere koydu.

 

"Annecim, ne dedim ama abine vereceksin tepsiyi."

 

Burnundan soluyarak doğrulup küçük ağzını hızla hareket ettirmeye başladı.

 

"Bana ne!" Yönünü Cihangir’e döndü.

 

"Ben güzel değil miyim?" derken alt dudağı ağlamak üzere titriyordu. Cihangir -Oyy- derken dizinin üstüne yere çömeldi. Elleri Berfu'nun yanaklarını buldu. Sonra sulu bir öpücük kondurdu.

 

"Olur mu Berfu'm, sen çok güzel bir kızsın."

 

Cihangir’in ellerini itip kollarını göğsünde bağladı. "O zaman niye ablamla evleniyorsun, benimle evlen."

 

Koynumda yılan büyütmüşüm, yılan!

 

"Berfu, kızıyorum ama!"

 

Berfu, annemi asla duymazken eğilip tepsiden yüzükleri aldı. Minik parmağına koca yüzüğü geçirip diğerini de Cihangir’in işaret parmağına taktı.

 

"Oldu işte, biz evlendik."

 

Herkes onun bu hallerine gülerken annem belinden yakaladığı gibi yüzüğü çıkarıp koltuğa oturttu. Kalkmaması için de Eylül'ü başına dikti. İçli içli ağlamaya başladı tabi. Cadaloz.

 

Tepsiyi Berfu yerine bu kez Merve aldı. Yüzükler geri yerine kondu. Abim, tam uzanmış yüzükleri alacaktı ki Merve, tepsiyi geri çekti.

 

"Öyle kolay mı Okan abi? Önce damat bey cebini boşaltsın," diyip sinsice sırıtmaya başladı. Cihangir, bu anı bekliyormuş gibi ceketinin iç cebinden bir tomar para çıkarıp olduğu gibi tepsiye bıraktı. Düğün işlerini çok masrafsız sanıyor herhalde, yavrum. Her yerde tomar tomar para bırakırsa sonumuz ne olur? Evimizin ekonomisine şu saatten sonra el atmam gerektiğini düşünüyorum.

 

Abim, yüzükleri alıp ilk önce benim parmağıma taktı, sonra Cihangir’in... Bizi birbirimize bağlayan kırmızı kurdeleye dikkat kesilmişken abim, kurdeleyi kesti.

 

An itibariyle, kadrolu olarak nişanlıyım sanırım.

***

 

Herkes salonda otururken dimağım kurumuş bir halde mutfağa geçtim. Koca bir bardak dolusu su içtikten sonra tekrar geri dönecekken mutfağa Derya girdi.

 

"Tebrik ederim."

 

Cevap vermedim. Az önce su içtiğim bardağı alıp kendine su koydu. Yudum yudum içerken beni incelemeyi de ihmal etmedi tabi.

 

"Cihangir hakkında hiçbir şey bilmiyorsun."

 

Kaşlarım çatıldı. Zehirli dili kim bilir yine neler saçmalayacaktı.

 

"Boşa maval okuma, Derya," diyip mutfağın çıkışına yönelmiştim ki beni durdurdu.

 

"Odasında, saklı bir kutu var. Tüm gerçekler orada," dedi.

 

"Sana neden inanayım?"

 

"Bir neden sunamam sana. İnanıp inanmamak senin elinde."

 

"İnanmıyorum."

 

"Peki, annesiyle ilgili desem?"

 

Yanına yaklaştım. Bardaktan son bir yudum daha su içti.

 

"Annesiyle ilgili ne gibi bir gerçeği benden saklıyor olabilir ki?"

 

"Söylesem de bana inanmazsın, en doğrusu kendi gözlerinle görmen."

 

Kumaş pantolonunun cebinden çıkardığı anahtarı elime tutuşturup mutfaktan çıktı.

 

Merakıma engel olamadım.

 

Salonun önünden dikkat çekememeye çalışarak geçip dış kapıya yöneldim. İçerideki ses, kapının açılış sesini duyurmadı bile. Sessizce çıkıp kapıyı aralık bıraktım.

 

Topuklularla yürümek hep eziyet olmuştur. On adımda geleceğim yere resmen yirmi adımda varabilmiştim. Suç işliyormuş gibi etrafı kolaçan edip anahtarı yerleştirdim. Bir an geri dönmek geçse de aklımdan vazgeçip kapıyı açtım. Sessizce içeri süzülüp ayakkabılarımı girişte çıkardım.

 

Telefonumu almayı neyse ki akıl edebilmiştim de flaşıyla birlikte merdivenleri tırmandım. Bir zamanlar kaldığım odanın karşı odasının kapısına varıp içeri girdim.

 

Gizlenen bir kutuysa muhtemelen göz önünde olmazdı. Yatağın altına, dolabın içine, her yere baktım. Ama yoktu. Oyuna geldiğimi düşünüyordum. Amacı her neyse ben, bu evdeyken gerçekleşecekti. Tedbirli bir şekilde odadan çıktım. Merdivenlere yönelecekken benim kaldığım odanın kapısı açıldı ve Derya, gözüktü. O, bizim evde değil miydi? Tabi ya. Mutfaktan çıkıp düz buraya gelmişti. Bende salona girmediğim için fark edememiştim.

 

"Beni kandırdın," dedim sadece. Dudağının kenarıyla gülümsedi.

 

"Seni kandırmadım. Sadece yanlış bilgi verdim," dedi. Yanıma yaklaşıp etrafımda dönmeye başladı.

 

"Cihangir'in annesiyle ilgili sır saklayan Cihangir değil, benim," dedi fısıltıyla. Ama boş ve karanlık evde sesi yankılandı sanki.

 

"O ne demek?"

 

Karşıma geçip gülümseyerek yüzüme baktı. Tüm her şey ürkütücü bir hal almaya başlamıştı. Bir adım geri çekildim.

 

"Hamile bir halde bir başka hamile kadının evine gelince tehlikeli biri olabiliyorsun." Tüm bunları söylerken yüzündeki gülümseme bir an olsun solmamıştı.

 

Derin bir nefes alıp kollarını göğsünde bağladı. Gözleri karanlık evde dolaşırken tekrar bana kenetlendi.

 

"Doğum yapmasına çok kısacık bir zaman kalmıştı. Keza benimde öyle. Ne aksiliktir ki merdivenlerden düşüverdi," diyip kollarıyla merdivenleri gösterdi. Yüzünde yer edinmiş iğrenç bir ifade vardı. Aklıma gelen ihtimal kanımı dondurmuştu.

 

"Sen-" durdurdu beni.

 

"Ben, evet ben. Sevgili Nergis, merdivenlerden düşerken ben neredeydim biliyor musun?" daha çok yaklaştı. Arkamdaki merdiven boşluğu tüylerimi diken diken etmeye yetiyordu.

 

"Tam arkasında," diye devam etti. Duyduklarım karşısında nutkum tutulmuş olsa gerek ki ne bir şey söyleyebiliyor ne de bir tepki verebiliyordum.

 

"İttin," diyebildim sadece. Kahkaha attı.

 

"İttim. O da, karnındaki de ölsün diye ittim. Ama Cihangir, hep inatçı bir çocuk olmuştur zaten. Annesi ölse de o, yaşadı."

 

Boğazım düğüm düğüm olmuştu. Annesizliğinin tek sebebi bu cani kadındı.

 

"Ne için yaptım biliyor musun?"

 

Yüzüne nefretle baktım.

 

"Çocuklarım için."

 

"Katilsin sen."

 

"Ben," durdu.

 

"Yalnızca anneyim," dedikten sonra kollarını göğsümde hissettim. Bedenim hızla boşluğa doğru düşerken bu kez sona yaklaştığımı hissediyordum. Ama kader ağlarını bizim için hep farklı örmüştü, yaşayıp, görüyordum.

 

Sert bir şekilde yere çakılmayı beklerken sırtım yumuşak bir göğüsle buluştu. Kokusundan ve nefesinden hemen tanıdım. Ama keşke burada olmasaydı diye düşündüm. Keşke, burada olmasaydı.

 

Işıklar bir anda yanarken merdivenlerin altından koca bir kalabalık gün yüzüne çıktı. Şok içinde onlara bakarken ne ara buraya geldiklerini anlayamıyordum. Derya'ya baktım. Korkulu gözlerle bize bakıyordu.

 

Cihangir, beni doğrultup merdivenlerden inmem için yardımcı oldu. Aşağı indiğimde abim yukarı çıktı. Sanki belinde kelepçeyle geziyormuş gibi hemen belinden kelepçeyi çıkarıp Derya'nın bileklerine taktı. "Planlı bir şekilde adam öldürme suçundan seni tutuluyorum."

 

Cihangir’e baktım. Donuk gözlerle yere bakıyordu.

 

"Çok üzgünüm," diyebildim sadece. Gülümsemeye çalıştı.

 

"Sen iyi misin?"

 

Başımı salladım.

 

"Bunu nasıl yaparsın?" Vahit, yıkılmıştı. Bir yerde her şeyin sorumlusu oydu aslında. Ama son zamanlarda yine de onun iyi bir insan olduğu kanaatine varmıştım. Cihangir, affedebilir miydi bilmiyorum ama yine de ona sırtını dönmeyeceğine emindim.

 

"Senin gibi bir annem olduğu için utanıyorum." Bu hikaye de en çok üzüldüğüm kişilerden biri de Parla'ydı. Ne olursa olsun böyle bir anneyi hakketmemişti.

 

Abim, Derya'yı önümüzden geçirirken Cihangir, yüzüne bile bakmadı.

 

"Nasıl anladınız?"

 

Bana baktı.

 

"Gözlerim kapıdaydı. Önce Derya, ardından sen geçince telaşlandım. Peşinden geldik. Kapıyı aralık bırakınca da sessizce içeri girdik."

 

Kolumu beline sarıp, başımı göğsüne yasladım. "Çok daha iyi olacağız."

 

"İyi ki varsın."

 

"Sen varsan, varım."

 

Bölüm : 03.04.2025 23:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...