Merhaba şekerler!
Kısa ama içimizi hoş edecek bir bölümle sizlerleyim. Akademik yoğunluğun içerisinden kurtulursak daha sık görüşeceğiz inşallah. O zamana kadar anlayışınız için teşekkür ederim.
Bölüme oy verip yorum yapmayı es geçmeyin lütfen:)
-
Bölüm 29: Ne Seninle Ne de Sensiz Yaşarım
Bölüm Müziği: Mehmet Erdem-Hara
🌃
"Ben anlamam, Sare! O ameliyathanenin önünde ne haldeydik biz, sen biliyor musun? Ölüm haberini aldık biz senin! Yüreğimden bir parça koptu sandım. Kim için ne için? Cihangir’i severim ama tüm bunlar... Kabul edilebilir değil. Benim bir saplantıya daha kurban edecek kızım yok. Bir daha onunla görüşmeyeceksin."
"Ann-"
"Daha fazla konuşmayalım. Yaran iyileşmedi senin. İzi duruyor hala. Bu insanlarda gitsinler buradan. Ethem'e söyleyeceğim konuşsun Vahit'le."
"Anne, ben sevi-"
"Sus Sare! Sus! O kadın dün gece sana neler yaptı, neler söyledi. Öyle bir kadının olduğu eve gelin mi gideceksin?"
"O kadın Cihangir’in annesi değil."
"Neyse ne! Kadın oğlunu kaybetti, çıldırmış gibi. Onun yanında seni nasıl koruyabiliriz?"
"Benim kimsenin korumasına ihtiyacım yok. Yirmi üç yaşında bir bireyim ben. İlk defa kalbimin sesini dinlemek ve mutlu olmak istiyorum."
Şiddetle kaşlarını çattı. Annemi ilk defa bu kadar ciddi ve öfkeli görüyordum. Oysa ne kadar manasızdı.
"Bu konu burada kapandı, Sare. Bir daha sizi yan yana dahi görmeyeceğim."
Göğsüm öfkeyle kabarmıştı ki kapı çaldı. Annem odamdan çıktı, bende peşinden...
Abim kapıyı açmıştı. Babam da oradaydı. Kapıdaki Cihangir’di. Dün geceden sonra hiç görüşmemiştik.
Gözleri kısa bir an bana değse de hemen çekti.
"Müsaitseniz konuşabilir miyiz?"
Abim tam kenara çekilmişti ki annem ileri atıldı. "Konuşacak bir şey yok. Vakit geç oldu, yatacağız."
"Zehra teyz-"
"Lütfen Cihangir, evine git, mahalleden gidin, hayatımızdan gidin. Kızımın daha fazla zarar görmesini istemiyorum."
"Zehra teyze, ona bir şey olmasına asla izin vermem."
"O pislik benim evime kadar girdi, Cihangir. Aynı masaya oturduk. Kızımı bu evden kaçırdı. Sende buradaydın. Her şeyi bilmene rağmen hiçbir şeye engel olamadın. Benim kızım, o gece öl- öldü. Bunun bir sorumlusu da sensin. Şimdi, çıkıp gidin hayatımızdan."
"Gidemem."
"Gideceksin!"
"Gidemem, Zehra teyze."
"Anne..."
"Sen sus!" Abimin yanından hızla geçip Cihangir’e yaklaştı. Ne dediğini duyamadım ama gözlerimiz kesişti o an. Bir müddet daha baktı yüzüme ve arkasını dönüp gitti.
Gitti...
Ya dönmezse?
"Zehra, oğlanın üstüne çok gittin." Dedemin sesini duyunca yavaşça ona döndüm. Gözlerimin ne zaman dolduğunu bilmiyordum ama ağlamaya başlamıştım. Dedem yüzüme bakıp iç geçirdi.
"Baba..."
"Sare, torunum seninle biraz yürüyelim mi?"
Göz yaşlarımı hızla silip başımı salladım.
Ayakkabılarımızı giyip çıktık. Dedemin koluna girdim. Yavaş yavaş sokaktan aşağı yürümeye başladık.
"Latife hanımı ilk gördüğümde şuncacıktım," diyip elini bir yerde gösterdi. "Çocuğum ama tutturdum ben evleneceğim Latife'yle diye. On altı yaşımda babama dedim isteyelim Latife'yi. Eşek oğlu önce elin iş tutsun dedi. Gurbete gittim. Para kazandım. Dört yıl, bayramlar dışında köye uğramadım. En son epey birikim yapınca döndüm köye, Latife'yi istedik. Babası vermedi. Neymiş, denk değilmişiz. Babam, yazın köyde hasat ettiklerini satınca elimize iki kuruş para geçerdi. İki tane de ineğimiz vardı, sütünü yerdik. Mutluyduk ama Latife'nin babasına göre fakirdik. Sonra ben Latife'yi kaçırdım. Gönlü vardı onunda tabi. Evlendik. Babası uzun müddet konuşmadı. Çok üzüldü ama nihayetinde Ethem doğunca gardı indi, barıştılar. Göçtü gitti bu dünyadan, gurbette kaldım. Hala ilk günkü gibi severim Latife'mi. Aşk, böyledir. Vazgeçince biter. Vazgeçmezsen, kavuşmasan da ömür boyu sürer."
Sustu. Sustum.
"Dede?"
"Söyle yavrum."
"Yanlış anlama ama sen şimdi bana kaç mı diyorsun?"
Güldü. Yaşlı göğsü hızlıca inip kalktı.
"Ben yaşlı bir adamım ne dediğimi çok hatırlamıyorum."
İnanamayarak yüzüne baktım.
"Hadi dönelim."
Döndük. Cırcır böceklerinin sesleri kulaklarımızı doldururken gece, ilk defa bu kadar güzel sarmalıyordu bedenimi. Yanımdaki yaşlı adama ayak uydurarak yürüdüm. Evin önüne geldiğimizde saate baktım, on bir buçuktu.
"Gel, öpeyim seni bir," diyip yanaklarımdan öptü usulca. Elleri omuzlarımda kalırken gözlerime uzun uzun baktı.
"Korkma. Kalbinin sesini dinle sadece."
Beni orada öylece bırakıp eve doğru ilerlemeye başladı. Kapının önüne gelince arkasını dönüp baktı. "Senin evin artık bu bina değil, oradaki insan," diyip arkamdaki evi gösterdi. Gözlerim dolu dolu olurken dedem kapıyı çaldı. Eliyle bana git git işareti yapınca hızlı davranıp evin arka tarafına geçtim. Kapı açıldı. "Sare nerede baba?"
"Arkadaşlarıyla karşılaştık. Yarım saate gelirim dedi."
Göğsüme biriken hıçkırığı tutmaya çalıştım. Kapı kapandı. Ben öylece kaldım. Bunu yapabilecek miydim? Gerçekten kaçabilecek miydim? Ailem ne olacaktı? Annem kahrolurdu. İkna edemez miydik? Annem ikna olmazdı. Gözlerinde görmüştüm o kararlılığı.
Telefonumu elbisemin cebimden çıkarıp Cihangir’i aradım. İlk çalışta açıldı.
"Şimdi söyleyeceklerimi çılgınca bulabilirsin ama sorgulama olur mu?"
"Korkutuyorsun beni. İyisin değil mi?"
"Gayet iyiyim. Adrenalin hormonum tavan yaptı. Uzaya roket bile atabilirim."
"Sare, yavrum ateşin mi var senin?"
"Boş konuşma Cihangir. Hemen arabanın anahtarını al ve kapıya gel."
"O niye?"
"Bana bak, sinirleniyorum artık. Sorgulama dedik. Kalk ve gel sadece."
"Tamam tamam."
Telefonu kapatıp deli gibi çarpan kalbime bastırdım. Umarım yanlış bir şey yapmıyorumdur.
Saniyeler sonra karşı dairenin kapısı açıldı. Etrafı kontrol edip hızla arabaya doğru yürümeye başladım.
"Koş," dedim fısıltıyla. İkiletmeyip koşarak yanıma geldi.
"Ne oluyor?"
"Kaçıyoruz."
"Ne!"
"Kaçıyoruz işte."
"Kafayı mı yedin sen?"
"Gayet aklı başındayım."
"Nereye kaçıyoruz, nasıl kaçmak?"
Elinden arabanın anahtarını çekip açtıktan sonra yolcu koltuğuna oturdum. O da şoför koltuğuna geçti. Anahtarı geri eline bıraktım.
"Sen beni değilde ben seni kaçırıyor gibiyim. Biraz şu ilişkinin iplerini eline alabilir misin?"
"Sare?"
"Cihangir, beni seviyor musun?"
"Bu nasıl soru, tabi ki seviyorum."
"İyi. O zaman sür şu arabayı."
"Nereye?"
"Cihangir, in Allah aşkına ben süreyim."
"Tamam tamam. Sürüyorum."
"İyi edersin."
Derin bir nefes alıp arabayı çalıştırdı. Evin önünden geçtiğimizde gözlerimin dolmasına mani olmadım. Pişman olmaktan korkuyordum. Ailemin bana sırt çevirmesinden korkuyordum. Ama...
Cihangir'e döndüm. Bir insan nasıl bu kadar ev kokabilir? Huzur, nasıl göğsünün inip kalkışında olabilir? Dedem haklıydı. Benim evim artık o ev değil, bu insandı.
"Çok güzel bakıyorsun." İrkilip emniyet kemerine sarıldım. Oturuşumu düzeltip camdan dışarı baktım.
"Korkma," dedi ve saniyeler sonra elini elimin üstünde hissettim. Gözlerini yoldan ayırmazken elimi çekip üzerine minik bir buse kondurdu.
Kendine gelmişe benziyordu ama beni kendimden geçiriyordu. Karnımdaki kurtçuklara biri dur desin lütfen.
Elimi bırakmadan arabayı kullanmaya devam etti. Kaçamak bir şekilde onu izlemeye devam ettim. Yeni traş olmuştu. Yüzü pürüzsüz bir haldeydi. Siyah bir tişört vardı üzerinde. Altına da gri bir kot giymişti. Bu kadar alışıldık giyinmesine rağmen yine de o kadar iyi görünüyordu ki. Felsefi açıdan inceleyecek olursam da taş gibiydi. Gayet rasyonel çoğu yandan mistik.
"Evlenmeden olmaz."
"Ha?"
"Gözlerinle yedin bitirdin ama evlenmeden olmaz," diyip yüksek bir kahkaha attı. Şiddetle elimi çekip kolunun çıplak tarafına sertçe vurdum.
"Arsızsın sen ya, gerçek bir arsız."
"Teveccühünüz."
"Yüzsüz."
"Teşekkür ederim."
"Utanmaz."
"Her zaman."
"Gıcık şey."
"Eyvallah."
"Tipe bak!"
"Bak tabi."
"Cihangir!"
"Efendim birtanem?"
Bir silah nasıl tutukluk yapar, bilmiyorum. Ama şu anki halime daha iyi bir benzetme bulamazdım. Tutukluk yaptım. Bayağı hemde. Ağzım açık yüzüne bakakaldım. Sanki yıllardır beni hiç kimse sevmemişti de bulduğum bu sevgi aklımı başımdan alıyordu.
"Nereye gidiyoruz?"
Güldü. Gülerken de başını yavaşça salladı. Başını kısa bir aralık benden tarafa çevirip gülümsemeye devam etti.
"Eve."
"Dalga mı geçiyorsun?"
"Yoo?"
"Cihangir, kaçtık ya biz!"
"Ben kaçmadım, sen beni kaçırdın?"
"Dalga mı geçiyorsun?"
"Asla. Hatta bak, geldik bile," diyip arabayı sağa çekti.
Camdan dışarı baktım. Hiç bilmediğim bir sokak.
"Ev?"
"Ev." Başını sallayıp indi arabadan. Arabanın etrafını dolanıp kapımı açtı. İndim. Elinde tuttuğu ceketinin cebinden bir anahtar çıkardı. Elini öne doğru uzatıp yol verdi. "Buyurun efendim. Şu apartman."
Gösterdiği apartmana doğru şaşkınlıkla yürümeye başladım. Apartmandan içeri girip asansörün önünde durduk.
"Ev?" dedim yine.
"Ev," dedi yine.
Asansöre bindik. Üçüncü kata bastı. İnip sola döndük. Karşımıza çıkan ilk kapının üstünde yazan isme odaklandım. Nilay Ertunç.
"Soyadınız aynı," dedim fısıltıyla.
"Annem," dedi aynı fısıltıyla. Sesindeki hüzün hissedilebilir bir haldeydi. Koluna dokundum. Gülümsemeye çalıştı.
"Annemin evi."
Elindeki anahtarla kapıyı açtı. İçeri girip eliyle buyur etti. "Evine hoş geldin." Şaşkın bir gülümsemeyle konuştum. "Evime mi?" Başını salladı.
"Benim evim, senin evin."
Gözlerine baktım bir müddet. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Sadece onu sevmekle kalbimin ne kadar doğru bir tercih yaptığını düşündüm.
"Acıktım," dedi gözleri hala gözlerimdeyken. Güldüm. Güldü.
"Evinde ilk yemeğini yapmaya ne dersin?"
"Seninle yapacaksam Allah derim."
Yanıma gelip kolunu boynuma doladı. Şakağıma uzun soluklu bir öpücük bırakıp yürümeye başladı. Kolunun altında onunla ilerlemeye başladım.
Salon olduğunu düşündüğüm odaya girdik. Küf yeşili bir L koltuk ve iki tane bordo tekli koltuk vardı. Salonun ortasında da etnik bir halı vardı. O da yine bordo tonlarıyla süslenmişti. Duvarlar kırık beyaz gibiydi. Farklı bir uyum yakalanmıştı. İnsana huzur veriyordu. Salonda ilk dikkat çeken şey televizyonun olmamasaydı. Onun yerine karşı duvarda büyük bir kitaplık vardı ve içindeki kitaplar şimdiden iştahımı kabartmıştı. Biraz ilerleyip arkamda kalan duvara baktım ve öylece kalakaldım.
Yarım kalmış bir tablo. O çiziği nerede görsem tanırım. Korkudan kayan fırçam ve mahvolduğunu düşündüğüm tablom... Sokrates'in portresi...
"Bu," dedim ve devam edemedim. Yanıma gelip ellerini ceplerine koydu.
"Ne zaman bunalsam şu arkanda gördüğün tekli koltuğa oturup saatlerce bu tabloyu izliyorum."
İnanamayarak yüzüne baktım ama o bana bakmak yerine tabloya bakıyordu.
"Dışarıdan bakan biri için o kadar manasız bir resim ki... Ama bana göre değeri paha biçilemez. Çünkü," durdu. Gözleri, gözlerimi buldu.
Sağ kolunu cebinden çıkarıp saçımın bir tutamını hep yaptığı gibi parmağına doladı. Yaklaşıp bir müddet kokladı. Sonra nazik bir buse kondurdu. "Seni bana o getirdi."
"Cihangir," dedim ama sesimin çıktığından emin değildim. Büyülenmiştim.
"Efendim," dedi fısıltıyla.
Yüzü bu kadar yakınımdayken mantıklı düşünemiyordum o yüzden içimden geldiği gibi davranmaya karar verdim. Bende sağ kolumu kaldırıp yanağını avuçladım. Kalbimin titrediğini hissediyordum.
"Galiba seni çok fazla seviyorum."
"Galiba mı?" diyip güldü. Başımı salladım.
"Ben minik bir filozofum ve filozoflar kesin konuşmayı sevmezler."
"Ama ben bu minik filozofu kesin çok fazla seviyorum."
"Çok mu kesin?"
"Tahmin edemeyeceğin kadar."
"Hep kesin sev o zaman."
"Hep kesin seveceğim."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
20.26k Okunma |
2.6k Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |