28. Bölüm

28. 🌃 Solucanların Öcü

venom
amatoriceyazar

 

Bölüm 28: Solucanların Öcü

 

Multi: Gülşen-Kardan Adam

🌃

 

 

Cihangir, ben sana aşık oldum

 

CİHANGİR, BEN SANA AŞIK OLDUM!

 

Bunu gerçekten söylemiş miydim? Aklımı delirmediysem, söylemiştim. Hoş buna inanmam güç olurdu fakat aldığım cevaba müteşekkirim benim için unutulmaz kılmıştı.

 

"Ne zaman söyleyeceksin diye bekliyordum bende."

 

What dedin birtanem, ömrümün baharı, parçası giden ciğerimin köşesi?

 

"Ne?" dedim tabi bende.

 

"Bunu söylemeni bekliyordum," dedi.

 

"Ha yani prenses sensin," dedim. Kahkaha attı. İçimin tuzla buz olmasına küfrettim.

 

"Prens olmayı tercih ederim ama prenses olmamı istiyorsan onu da oluruz," dedi. Erillik ölmüş. O an bir uzaklaştık sandım ama elini belime atıp birden kendine çekince yağmura rağmen ortalık oldu yangın yeri.

 

"Bende sana fena aşığım, minik filozof," dedi. Kulağım içten içe gıdıklandı. Hatta tüm vücudum kelebek istilasına uğrayıp gıdıklanmaya başladı. Yanağı yanağımda öylece beklerken HEYECANLANMAKTAN BAŞKA NE YAPABİLİRDİM Kİ?

 

"Evlenme teklifini de ben ederim artık," dedim. Boş bulundum. Ama Allah aşkına gelmişim yirmi üç yaşıma. Koskoca yirmi üç. Bu yaştan sonra gönül eğlendirecek halim yok ya. Elbette kocam yapacağım bu delikanlıyı. Ama bu kadar ciddi olduğumu bilmeseydi daha iyiydi tabi.

 

Bunu duyunca bastı bir kahkaha daha. Bu kadar yakından duymak suni bir şok etkisi yaratmıştı.

 

"Onu ben ederim," dedi. Zahmet olacak, paşam.

 

"Hadi ya. Ben sana gelinlik bakarız diye düşünmüştüm."

 

Belimde ki eli sıkılaşınca kulağıma doğru fısıldadı. "Abartmasak mı?" Ay canım, erkek yaaa! Hayır yani, belimi daha iyi kavrayınca daha iyi erkek mi oldun? Erkekliğin kanunu bel kavramak mı? Değil hayatım. Adama aşkın A'sını demesem hala arkadaş ayağı çekecekti bana. Elinden kurtulup geri çekildim. Yağmurdan göz açamadığım halde gözlerimi belertirip, işaret parmağımı yüzüne doğru salladım. "Faturanı kestim. Gönlümü alacak bir şeyler yap. O zamana kadar muhatabı kes. Hadi eyvallah," diyip evin yolunu tuttum. O da gülerek peşimden gelmeye devam etti. Yol boyunca sırıttım. Başka ne yapacaktım ki?

 

Eve gelince annemden büyük bir azar işittim. Doğruca duşa yolladı, ısınmam için. Duş aldıktan sonra da yatakta bütün günün kritiğini yapmaya başladım işte.

 

Yüzümde kocaman bir sırıtış. Ellerim karnımın üstünde birleşik. Tavanla aşk yaşıyoruz.

 

"Yaa!" diye bir nida kaçtı ağzımdan. Ellerimi yüzüme kapatıp kendi kendime kıkırdadım. "Aptal." Aptaldı. Ama tatlı bir aptal.

 

"Sare, annecim hadi gel çay içiyoruz," diye içeriden bağırdı annem. Hayal dünyamdan ışık hızında çıktım. Oysa çay içmek yerine buna devam edebilirdim. Fakat dedem yeni gelmişken odamda durmak ayıp olurdu. Tam hareketlenmiş kalkacakken abim girdi. "Dur, ben kaldırayım," diyip iki adımda yatağımın dibine geldi.

 

Sol kolumu dirsekten kavrayıp, başta kalan eliyle de belimden sıkıca tutup yukarı kaldırdı. Abim, keşke her an şu köşede durup beni yatırıp kaldırsaydı. Ne kolay olmuştu böyle.

 

"Teşekkür ederim abi. İki dakikamı kurtardın neredeyse."

 

"Hmm. Abin rica ederde... Bir şey soracağım," diyip kapıya doğru baktı. Sonra sır verecekmiş gibi sesinin tonunu alçaltıp konuşmaya başladı.

 

"Park köşelerinde, Cihangir’le yanak yanağa ne yapıyordunuz?" Boka bastık. İnek boku mu? At boku mu? İt boku mu? Hızlı giden atın boku, seyrek düşer. Damlaya damlaya göl olur. Komşu komşunun kulağına muhtaçtır abi.

 

"Kulaktan kulağa oynuyorduk," dedim. Bu saçmalığı o kadar inanarak söylemiştim ki abim bir süre doğruluğunu tarttı.

 

"Ne saçmalıyorsun?" Kaşları çatıktı.

 

"Ya abi seninle konuşulacak mevzular değil bunlar," dedim. Gözlerimi yumup başımı yana yatırdım. Selamı okumaya başlasalar iyi olur.

 

"Hareketlerinize dikkat edin. Bir gören olursa, karışmam," dedi. Hızla gözlerimi açtım.

 

"O ne demek?"

 

"Ne, ne demek?"

 

"Kızmadın mı?"

 

"Kızdım. Kızdım ama o eşşek oğlunun gelip bunu bana söylememesine kızdım."

 

"Abi çocuğu evden kovdun. Gelip sana ne diyecek?"

 

"Orası öyle. Ama abiyim ben," dedi başını dikleştirerek.

 

"Şimdi izin veriyor musun yani?"

 

"Olanlar olmuş, izin vermesem ne olur."

 

"Abimle mi konuşuyorum?"

 

"Bak şimdi!"

 

"Annem diyor, ablamın dibi mi tutmuş da gelemediler."

 

Kapıda dikilen Berfu'ya baktım. Pervaza yaslanmış ciddiyetle bize bakıyordu. Yer cücesi.

 

"Bak bakalım, tutmuş mu dibi?"

 

"Cık, tutmamış."

 

Abim, koşarak gidip Berfu'yu kucağına aldı. Kahkahaları evi doldururken gözden kayboldular. Bende peşlerinden gittim.

 

Dedem, babamla derin bir siyasete girmişlerdi. Şu evde en sevmediğim şeylerden biri de sürekli politika konuşulmasıdır. Atı alan Üsküdar'ı geçiyor, bizde konuşuyoruz işte. Annem, koltuğun bir köşesinde harıl harıl örgü örüyordu. Onun yanına geçip oturdum.

 

"Oğlum, bırak artık şu kızı. Kafa kalmadı vallahi."

 

Abim, annemi duymadı bile. Berfu'yu öpmeye devam etti.

 

"Okan, bak şu aşağı mahallede Saliha diye bir kız varmış. Öğretmen çıkmış. Fotoğrafını gösterdiler, pek güzel. Bir görüşseniz mi?"

 

Abimden ses çıkmadı.

 

"Kime diyorum, oğlum?"

 

"Abin, birazda şu koldan mı yesin?" diyip Berfu'nun diğer kolunu yalandan ısırmaya başladı.

 

"Okan! Çocuk musun Allah aşkına. Bir şey söylüyorum şurada."

 

"Anne, bana ne elalemin kızından? Evlenmiyorum ben."

 

"Evde kal, oğlum. Tamam, evde kal!"

 

"Olur."

 

"Allah’ım, başıma kaldı oğlan."

 

Sinirle örgüyü daha hızlı örmeye başladı.

 

"Dediydim ben, bak bunun yerine şu evlat bakan olaydı, sen görseydin. Nereden buluyorlar bu işe yaramazları, bilmem," dedi, dedem öfkeyle.

 

"Aman baba, liyakatsizlik almış başını gitmiş. Biz anlatsak ne olur?"

 

"Evladım, benim ömrüm kısaldı zaten de ben şu yavrucaklara üzülüyorum. Gencecikler. Dünyanın hali ortada... Ah ah!"

 

Derin devlet, dedim ya.

 

Çayımdan bir yudum içtim. Kapı çaldı.

 

Abim, "Ben bakarım," diyip ayaklandı. Saniyeler sonrada peşinde Cihangir’le geri girdi.

 

"Hayırlı akşamlar," dedi. Kısa bir an göz göze geldik. Oturuşumu düzelttim. Sıcak mı oldu ne!

 

"Hayırlı akşamlar, oğlum. Gel buyur." Babam, Cihangir'e tekli koltuğu gösterince oraya geçip oturdu.

 

"Kusura bakmayın, rahatsız ettim."

 

"Estağfurullah, yavrum ne rahatsızlığı. Sende bizim ailemizden sayılırsın." Sayılmayıp direkt damat kontenjanından aileye katılsa ya anne?

 

"Sağ olun, Zehra teyzecim, sizde olmasanız... Derya'nın susup durduğu yok. En azından birkaç saatliğine evden uzaklaşayım dedim."

 

"Hem suçlular gem güçlüler."

 

"Yapma anne," diye fısıldadım. Omuz silkti.

 

"Dedecim, sizde hoş geldiniz." Dedem, ilgiyle Cihangir’e baktı. Cihangir, yeni aklına gelmiş gibi hızla yerinden kalkıp dedemin elini öptü. "Kusura bakmayın, dalgınlık, bir an unuttum."

 

"Berhudar ol, evladım. Hoş bulduk, sende hoş geldin."

 

Geri yerine geçti.

 

"Ne kadar daha kalacaklar?"

 

"Bilmiyorum abi. Babama, bir ev tutalım, emekliliğini iste, yolunuza bakın diyorum ama hiç yaklaşamıyor. O zenginlikten sonra mütevazı hayat hoşlarına gitmiyor tabi."

 

"Ee, senin evde gayet mütevazı, burada niye kalıyorlar?"

 

"Miras mevzuları var, babam benim paramla yeni iş kurmak istiyor ama vermek istemiyorum."

 

"Yapma yavrum, babandır, yardımını esirgeme," dedi, dedem bilgece. Ah dedecim, bilsen onların ne kan emici olduklarını hiç böyle söyler miydin?

 

"Babam baba değil ki dedecim. Yıllarca zaten sömürüp durdu. Şimdi de karısına yedirmek için istiyor ama annem yaşıyor olsaydı buna izin vermezdi. O yüzden veremem," dedi. Keşke sarılabilsem... Yaralarından öpebilsem...

 

"Hallolur inşallah, takma kafana."

 

"Yok abi, ne takacağım. Ama bir müddet diğer evime geçeceğim sanırım. Artık Derya'yı kafam kaldırmıyor." Merakla yüzüne baktım. Diğer ev? Bundan hiç haberim olmamıştı. Ama doğru ya! Yurt dışına gitmeyip burada okuduğu için illa ki evi vardı.

 

"Nasıl rahat edersen. Ben sana bir çay getireyim."

 

Abim, ayaklanıp mutfağa geçti. Cihangir, dedemlerin politika sohbetine dahil oldu. Hararetle tartışıyordu. Bazen gülüyordu. Ne kadar aileden, diye düşündüm. Dedemi henüz yeni görmesine rağmen nasıl da benimsemişti. Seni kocam yapayım da gör!

 

"Ağzının suyu akacak." Abimin sesiyle oturduğum yerde hopladım.

 

"Ne yapıyorsun abi ya, aklımı aldın."

 

"Çok kalmış ya aklın!"

 

Elindeki çayı götürüp koltuğun yanındaki sehpaya koydu. Sonra da o da konuşmaya dahil oldu. Berfu'da çizim defterini boyuyordu. Herkes bir şeyle uğraşırken ben, bomboş kalmıştım.

 

Salondan çıktım. Mutfağa geçip annemin yaptığı ıslak kekten bir dilim daha kestim. Masaya geçip yeni koyduğum çayla yemeye başladım. Her şey biraz olsun daha sakindi.

 

Kekle çayım bitince hava almak için dışarı çıktım. Kapının önünde, yağmurdan kalan su birikintilerini izlemeye başladım.

 

Tam bu dakikalarda karşı dairenin kapısı hiddetle açıldı. Derya'yı görünce istemeden de olsa gerildim. Son gördüğüm halinden eser yoktu. Saçı başı birbirine girmiş, göz altları torbalanmıştı.

 

"Fahişe!" diyip yalın ayak bana doğru koşmaya başladı. Eve girip kapıyı kapatmak istesem de bunu yapmadım. Bu yüzleşme, elbet bir gün yaşanacaktı.

 

"Yollu seni! Oğlumun aklını çeldin, nihayetinde de öldürdün onu," diyip saçımı tuttuğu gibi çekmeye başladı. İki büklüm olunca ameliyat yerimde ağrımaya başladı. Bırak, desem de buna niyeti yok gibiydi. Parla ve Vahit'in sesini duyuyordum ama bir işe yaradıkları söylenemezdi. Acıdan gözlerim dolmuştu. Ellerine sarılıp tırnak attım, gevşeyince doğruldum. Tam geri kaçacakken okkalı bir tokat attı.

 

"Kahpe, katil!"

 

Dengem sarsılırken yere düşmemek için epey uğraş verdim.

 

"Kendinize gelin artık!" Yüzüm, acıdan yanıyordu.

 

Ne oldu demeden yakalarımdan tuttuğu gibi kendine çekip ameliyatımın olduğu yere dizini geçirdi. Nefesim kesildi. Öyle ki saniyeler boyunca nefes alamadım. Vahit, gelip Derya'yı geri çekince, dakikalar önce izlediğim su birinintilerinden birinin içine düştüm.

 

Kapının açıldığını duydum ama hala doğru dürüst nefes aldığım söylenemezdi. Bedenime sarılan kolları hemencecik tanıdım. Abimdi. Beni ayağa kaldırıp annemin göğsüne bıraktı. Gözlerim Cihangir’le buluştu. İyi olduğumu saptamak ister gibi yüzüme bakıyordu. İyi olmasam da usulca başımı salladım.

 

"Ne yaptığını sanıyorsun sen!" Konuşan Cihangir’di.

 

"Bana bu kahpeyi savunamazsın."

 

"Laflarına dikkat et!"

 

"Etmezsem ne olur ha! İkiniz bir olup oğlumu öldürdünüz. Değer miydi şu oro-"

 

"Yeter artık, Derya!"

 

"Yetmez! Bunlar senin kim olduğunu biliyor mu? İçlerine kadar girdin, hangi niyetle geldiğini biliyorlar mı?"

 

Bu ne demekti şimdi?

 

"Bilmiyorlar değil mi?"

 

"Saçmalamayı kes, gir şu eve. İnsanları rahatsız ediyorsun."

 

"Oğlumu hastaneye kapatıp, şu ucuz kızı elde etmek için türlü yalanlarla gelip aralarına girmedin mi?"

 

Göğsümde şiddetli bir ağrı peydah oldu. Az önce ağrıdan nefes alamıyordum şimdi ise duyduklarımın ağırlığından...

 

"Yalan söylemeyi bırak."

 

"Kim inanır yalan olduğuna? Sare'nin saplantılı aşkının üvey kardeşisin. Böyle tesadüfler filmlerde bile olmaz. Kandırdın işte bu insanları. Oğlumu da kurban ettin. Asıl saplantılı olan sensin ve yazık ki onlar bunun farkında bile değiller."

 

Cihangir’in yüzünü görmeye çalıştım. Gözlerine bakıp yalan olduğuna ikna olmak istedim.

 

"Ne o, sustun."

 

"Geç artık şu eve," diyip Derya'yı kolundan tuttuğu gibi evden içeri soktu.

 

"Kusura bakmayın," diyen Vahit'te hızla peşlerinden gitti. Parla da kısa bir an abime bakıp eve girdi. Biz ise kaldık öylece. Kimseden tek ses çıkmadı. Onların da inanmak istemediklerini biliyordum.

 

Gözlerim balkonuma ilişti. Taş sesi kulaklarımı doldurdu. Yalan mıydı hepsi? Kendi masalımı yazdığımı düşünürken yazılan bir masalın seçilen oyuncusu mu olmuştum?

 

Eve geçtik.

 

Kimse tek kelime etmedi. Biliyordum ki hepsi, Cihangir’in bir açıklama yapmasını bekliyorlardı. Fakat Cihangir, geri gelmedi.

 

Ağrı kesici alıp yatağıma uzandım. Balkon kapısını da açık bıraktım. Delilikti, biliyordum ama gelip, söylenenleri inkar etmesine ihtiyacım vardı.

 

Gözlerim kapanmaya yüz tutmuşken balkondan ses geldiğini işsittim. Saniyeler sonra perdeyi kaldırıp içeri girdi. Ayakkabılarını özenle çıkarıp balkona koydu. Kapıyı kapattı.

 

"Yaptığın delilik. Ya hırsız girseydi." Cevap vermedim. Ayak ucuma oturdu.

 

Sırtımı duvara yaslayıp yüzünü izlemeye başladım.

 

"Ağrın var mı?"

 

"Ağrı kesici içtim."

 

"Çok özür dilerim. Benim yüzümden sürekli yara alıyorsun." Pişmanlık akıyordu yüzünden.

 

"Derya'nın söyledikle-"

 

"Her şeyi anlatacağım ama senden tek bir şey istiyorum. Ben anlatırken lütfen bölme, olur mu? Sonrasında sorun olursa cevaplarım." Başımı salladım.

 

"İki yıl önce seni kurtardıktan sonra Kaya'yı hastaneye götürdük. Oradan ruh ve sinir hastalıklarına yönlendirdiler. Okb teşhisi konuldu. Son yaptıklarını da anlatınca doktor, hastaneye yatmasının uygun olacağını söyledi. Hastaneye yattı. Normalde bu tedaviler bu kadar uzun sürüyor mu bilmiyorum ama Kaya, uzun bir süre tedaviye yanıt vermedi. Son zamanlarda iyileşmeye başladı. Biz öyle sanmışız. Çünkü doktorun söylediğine göre tüm verilen ilaçları ezip, toz haline getirmiş. Bunu yakın zamanda öğrendim. Hastaneden Derya'nın ısrarı üzerine çıkarıldı. Ama içim huzursuzdu. Uzaktan bir defa görmüştüm ve gözlerinde hala aynı bakışlar vardı. Korktum. Sen geldin aklıma. Tekrar aynı şeyleri yaşamandan çok korktum. O gün, bir ajanstan birkaç adam ayarlayıp buraya geldim. Balkonuna taş attım ve bu şekilde hayatına girdim. Amacım, yalnızca seni korumaktı. Derya'nın söyledikleri yalandan başka bir şey değildi."

 

Söylediklerini sindirmek için uzun bir süre yüzüne baktım. Her şey tesadüften ibaret sanırken tüm bunlar onun planının bir parçasıymış. Ama neden?

 

"Neden?" Sesim, fısıltıdan farksızdı.

 

"Ne neden?"

 

"Neden benim için tüm bunları planladın?"

 

Durdu. Sonra oturduğu yerde kayarak yanıma kadar geldi. Elini kaldırıp hep yaptığı gibi bir tutam saçımı kavrayıp parmağına doladı. Sonra tuttuğu o tutamı uzunca öptü. Öptükten sonra kokusunu derince içine çekti.

 

"Seni o gün taşırken, güvende olduğunu söyledim. Yüzünde o kadar güzel bir gülümseme oluştu ki... Sonra göğsüme daha sıkı sarıldın." Gözlerime baktı ve devam etti. "Aşık oldum."

 

Gözbebeklerime kadar titredim. İçimdeki hoşnutluğu tarif edecek kelime bulamıyorum.

 

"Ama sana yaklaşamazdım. Kaya'yı öğrenince benden korkup, uzaklaşırsın diye çok korktum. İki yıl boyunca seni unutup yoluma devam etmek için çok çabaladım ama yeşil gözlerin hiç çıkmadı aklımdan." Saçımı bırakıp yüzümü okşadı. Baş parmağı gözümün kenarındayken kirpiklerimin ucuyla sessizce oynadı.

 

"Kaya çıktığında gelip sana bir şey yapacak diye çok korktum. Her şeye rağmen, buraya, senin yanına geldim."

 

Aramızda uzun bir sessizlik oluştu. O, kirpiklerimle oynamaya devam etti bende yüzünün her köşesini ezber ettim. Sonrasında kollarım gayri ihtiyarı boynuna dolandı. Usulca sarıldım. Başım omzuna konarken, Dünya'daki saadeti bulduğumu düşündüm.

 

İlk sarılış, ilk kokusunu doyasıya koklayış... "Ne olursa olsun, iyi ki o taşı camıma attın, Cihangir."

Bölüm : 11.02.2025 23:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...