26. Bölüm

26. 🌃 Minimum Düzeyde Masallar Serisi

venom
amatoriceyazar

 

Bölüm 26: Minimum Düzeyde Masallar Serisi

 

Multi: Buray-Alaz Alaz

🌃

 

 

3 gün sonra...

 

"Anne, bugün gelmeseler olur mu? Odam da dinlenmek istiyorum." Annem, olumsuz anlamda başını salladı. Bir miktar ciğeri sızlar diye yaramı tutup, yüzümü ekşittiysem de çare olmadı.

 

"Olur mu öyle şey canım! Hastaneye geleceklerdi de, evde görürsünüz dedim. Hem, hasta ziyaretinin kısası makbu-"

 

"Yapma anne! Gelip iki saat çene çalacaklarını ikimiz de biliyoruz."

 

Yüzüne, masumane bir gülümseme yerleştirip gelip yanıma oturdu.

 

"Sen biraz oturur odana geçersin, kuzum. Hastaya nereye diye sorulmaz, dinleneceğim dersin." El mecbur, başımı salladım.

 

"Aman Zehra, kız doğru diyor. Ev olacak kadınlar hamamı. Bende kahveye gideyim bari," diyip ayaklandı. Annem, babama ses çıkarmadı.

 

"Abim de gelir birazdan. O da gördüğü kalabalıktan hiç hoşnut olmayacak."

 

"O da gidecek bir yer bulsun o zaman. Aa! Komşuluk ölmüş."

 

"Komşuluğun öldüğü yok anne. Sadece bizim komşularımız fazla dedikoducu ve çok fazla konuşuyorlar." İtiraz etmedi.

 

"Şuraları temizleyeyim. Her yeri toz götürüyor. Sen kalk, odana git. Makineyi çalıştıracağım rahatsız olma. Dur, bir başına zorlama ben yardım edeyim," diyip makineli tüfek gibi lafları sıraladıktan sonra, gelip koluma girdi. Beraber odama geçtik. Yatağım yalnızca bir döşekten oluştuğu için yatmam biraz zor olmuştu ama yattıktan sonra rahatlığı hissedince değdiğini düşünmüştüm.

 

"Anne, çıkmadan şu koli de okuma kitapları var, getirir misin?" Annem, koliyi yanıma bırakıp, alnıma öpücük kondurduktan sonra odadan çıktı.

 

Koliyi açıp ne olduklarını unuttuğum kitaplara ilgiyle bakmaya başladım. Çoğu, felsefe ağırlıklıydı. Araya bir iki tane polisiye ve gerilim romanları karışmıştı.

 

Gözüme ilk çarpan felsefe kitabına sarıldım.

 

Arthur Schopenhauar-Aşkın Metafiziği

 

Gereksiz bir heyecanla oldukça ince olan kitabın kapağını açıp sayfalarını çevirmeye başladım. Karşıma çıkan italik yazıyı sesli bir şekilde okudum.

 

"Siz bilgeler, yüksek ve derin bilgili

 

Sizler ki derin düşünür ve bilir misiniz

 

Nasıl, nerede ve ne zaman, çiftleştiğini her şeyin

 

Niçin sevişildiğini, öpüşüldüğünü?

 

Siz ulu bilgeler, yüzüme söyleyin!

 

Kafa patlatın bakalım, bana ne olduğuna

 

Nerede, nasıl ve ne zaman,

 

Niçin başıma geldiğine bunların, hadi kafa patlatın!"

 

Bilge sayılmam ama okuyup kafa patlatalım bakalım, diyip okumaya başladım. Sayfaları çevirdikçe aşka olan bakış açım ruh düzeyinden daha rasyonel bir hale evriliyordu. Nihayet bitirdiğimde ise burnumu kırıştırarak kitaba uzaktan baktım.

 

"Aşka olan inancımı öldürdün."

 

"Ne demek aşk cinsel arzunun romantize edilmiş halidir?"

 

"Hiçte bile, sevgili filozof. Bu kadar insan arzusunun kurbanı mı oldu?"

 

"Ya aşık olup kavuşamayanlar? Neden kendilerine yeni bir cinsel arzu sembolü bulmadılar?"

 

Kitabı kolinin içine bırakıp olduğum yerde yavaşça kayarak yatağın içine iyice gömüldüm. Gözlerim yeni boyanmış tavanla kesişti. Tertemizdi ve gözümün takılıp kalacağı hiçbir yer yoktu. Sonra o beyaz tavanda Cihangir’in yüzü belirdi. Adını duymaya görsün, kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Bu süreçte onu sürekli görsem de hiç konuşamamıştık. Ona sormam gereken bir sürü soru vardı. Diğer yandan da yüzüne nasıl bakıp, konuşacağımı düşünüyordum. İlk tepkim nasıl olmalıydı? Vurulmadan önce beni kurtaran kişinin o olduğunu kabul etmişti. İki yıl boyunca deli bir merakla o kişiyi düşünmüştüm. Peki ama tüm bunlar nasıl gerçekleşmişti? Kaya'nın anlattıklarına inanmak gelmiyordu içimden. Cihangir, o kadar yıl boyunca bana takıntılı bir şekilde aşık olamazdı. Ama diğer yandan da beni ilk gördüğünden bu yana sergilediği yakın tavırlar aklımda soru işaretleri bırakıyordu.

 

Her neyse.

 

Ortada ne fol ne yumurta varken neyin hesabını yapıyorum ki? Birbirimize karşı hislerimiz vardı, evet ama ben bir ilişkiye girmeye hazır mıydım? Nasıl hazır olunur ki?

 

Gözlerimi ağır ağır kırptım. Kirpiklerimin her birine bal kabağı asılı olduğunu hayal ettim. Bir, iki, üç dedikten sonra yavaş yavaş kapandılar. Bal kapakları, rüyamda at arabasına dönüştüler. Prensle dans ettim. Filozof Arthur sağ olsun, arsızca ve utanç verici bir şekilde Prensle öpüştüm. Baktığımda Prens'in yüzü Cihangir’in yüzüne dönüştü. "Aşk, cinsel arzuların ronantize edilişidir, Prens'im," diyip koşarak saraydan çıktım. Bal kabağı arabam son model bir Ferrari'ye dönüşmüştü. Rüya gördüğümü asıl burada anladım, zira Ferrari'yi anca rüyamda görürdüm çünkü. Sonra Prens Cihangir, atıyla beni kovalamaya başladı. Ferrari ve at ikilisini de anca bir rüya da görürdünüz zaten. Hızımı alamamış camı indirmiştim. "Kahrolası Prens, al sana bombe," diyip orta çağdan kalma topuklu ayakkabımı Prens'e atıp yere sermiştim. Atalarım, okçuydu zaten. Sonra da uyandım. Tabi, kendi isteğimle değil.

 

"Sare, annecim misafirler geldi."

 

Annemin yardımıyla, şiş gözlerle salona girdim. Ahlar vahlar hava da uçuşurken kraliyetlere layık arkaya minder döşemeli koltuğa geçip oturdum. Yetmedi tabi.

 

"Al yavrum, şu minderi de kolunun altına koy," dedi Müberra teyze. Kırar mıyım hiç?

 

"Bak, şunu da belinin şu tarafına koy," diyip bir yastıkta Hatice teyze uzattı.

 

"Sırtına bir tane daha koyalım," diyen Esma teyze de kadrodan geri kalmak istememişti.

 

Tanıdık olduğum bu fitne fücur kadınlar derneğinin önemli üyesi Fitniyat Neriman yoktu. Gözlerim bir müddet onu aramıştı. Kendi kendime yokluğunu yad edip diğer üyelere odaklandım.

 

Annemin önlerine ne ara servis ettiğini bilmediğim tabaklara abanmışlardı çoktan. Çaylar hüpür hüpür içiliyordu. Tabi gıybette çereziydi bu ortamın.

 

"Ah yavrum, kalpazan köpek! Ne it çıktı şu Kaya!" dedi, ağzına sağlık Hacer teyze.

 

"Öyle komşum, öyle. Mahallemize girdi çıktı da kumaşını anlayamadık. Öldü gitti de kurtuldu yavrumuz. Oy canım," diyip uzaktan öpücük atan Esma teyzeye gülümsedim.

 

Kısırından koca bir çatal alıp, konuşan Müberra teyzeye odaklandım. "Ama şu Cihangir de delikanlı oğlan çıktı. Bizim kızı Kaya züppesinin elinden o kurtarmış." Alttan alttan gülüp, ooo'lar çekildikten sonra peşine bir de maşallahlar dizildi.

 

"Pek cengaver. Boyu posu da maşallah. Allah nazarlardan saklasın, çok güzel çocuk. Mahallede o kadar kız var, birine baktığını görmedim. Benim akıllı kıza dedim, yavrum böylesi kaçmaz, iki cilve naz yap, kafala çocuğu diye ama şimdi ki kızlar ooo... Ne cilve bilirler ne naz. Bekliyorlar, adamcağız gelsin kapısında köle olsun. Sende azıcık kadınlığını kullan değil mi ayol!" Yüksek desibelli kahkahalar kulaklarımı çınlatırken duyduklarım karşısında şok olmuş bi şekilde kurul üyelerine baktım. Yetti mi, yetmedi tabi.

 

"Sare kız, selametlik Neriman, oğlan sana yanık diyordu. O yüzden mi bizim kızlara yüz vermiyor?" Müberra teyzeye baktım. Allah bilir şimdi kırmızının hangi tonundaydım.

 

"Aman Müberra teyze, nereden çıkarıyorsunuz böyle lafları," diyip sıcak çayımdan koca bir yudum aldım. Hararet basmıştı.

 

"Aman komşum, darlamayın kızımı. Olsa öyle bir şey haberiniz olmaz mı hiç! Arkadaş onlar," diyip tüm lafları ağızlara tıkadı, Zehra reis. Yine de hastanede beni yalnız yakalayıp "Cihangir, perişan oldu. Bu çocuk sana fena yanık, haberin olsun," diyişini unutmuş değilim tabi.

 

"Öyle de komşum, yine de düşünün derim. Terbiyeli, işinde gücünde. Böyle kısmet kaçmaz." Kart karı, ne olacak! İşleri güçleri yok, elalemin dedikodularını yapsınlar tabi.

 

Her birinin göbeği güldükçe sallanan, yetki alanında olsa küçük çaplı deprem etkisi yaşatacak büyüklüktelerdi. Ayrıca, takma dişine maydanoz yapışan yaşlılar olarak fazla cüretkarlardı. Herkesi kendi hallerine bıraksalar mahalle derin bir nefes alacaktı. Ama var mıydı bunlarda o göz, tabi ki yoktu.

 

"Cihangir'le ben evleneceğim," diye araya giren Berfu'ya baktım. Götü boklu, ağzı süt kokan velete bak sen! Cesur sözlerine herkes gülerken o, çatık kaşlarla kremalı pastasını yemeye devam etti.

 

Boş muhabbet dönmeye dursun, abim geldi. Kapıdan herkese hoş geldin diyip anneme baktı. "Mutfağa geçiyorum ben," diyip gidecekken durdurdum.

 

"Abi, odama gitmeme yardımcı olur musun?"

 

Salona göz atıp, anlayışlı bir şekilde gülümsedi. Herkes son defa geçmiş olsun dileklerini iletirken salondan çıktık. Odama geldiğimizde abim, yatağa yatamadığımı görünce yavaşça kucağına alıp öyle yatırdı. Her şekilde vip hizmet alıyordum.

 

"Nasıl oldun, ağrın sızın var mı?"

 

"Biraz ağrım var ama olur o kadar."

 

"Bir ihtiyacın olursa seslen," diyip çıktı odadan.

 

Derin bir nefes alıp telefonumu elime aldım. Boş boş gezindikten sonra öylece odamı izlemeye başladım. Saat henüz erkendi. Şimdi uyusam gece uyanırdım, ki zaten bugün yeterince uyumuştum.

 

Aradan bir müddet geçtikten sonra cama iki kez vurulduğunu işittim. Sonra, bunun kulaklarımın oyunu olduğunu düşündüm. Fakat tekrar edince merakla oraya baktım. Aklıma gelen kişi kalbimi yerinden etmeye yetmişti. Fakat oraya nasıl gidecektim?

 

Yavaş hareketlerle kalkıp dizlerimin üstünde durdum. Sonra da duvardan destek alıp ayaklandım. Balkon kapısına yaklaşıp perdeyi açtım. Oydu. Nefesimi tutup, kızaran yüzüme inat kapıyı açtım. Etrafa bakıp hızla içeri girdi.

 

Gözlerimle ayakkabılarını gösterdim. "Yaram açık, mikrop kapmayayım."

 

"Ha, pardon," diyip ayakkabılarını hızla çıkardı. Balkona koyup kapıyı kapattı.

 

Şimdi, karşı karşıya duruyorduk. Aramızda kısa bir mesafe vardı. Gayri ihtiyarı üstünü inceledim. Asker yeşili bir tişört, kahverengi kargo pantolon, siyah çoraplar... Oldukça iyi gözüküyordu.

 

"Alıcı mısın?"

"Ne?"

 

"Alıcı gözüyle baktın da," diyip sessiz bir kahkaha attı. Utançtan yerin dibine girecektim. Çıplak koluna vurdum. "Zevzeklik yapma." Yüzündeki muzır gülümseme gitmezken bir anda ciddileşti.

 

"Neden ayakta duruyorsun, geç yatağa. Hem nasıl oldun bugün, daha iyi misin?" diyip ilgiyle yüzüme baktı.

 

"Daha iyiyim," derken yatağa doğru ilerledim. Kalkmak yine kolaydı fakat yatması gerçekten zordu.

 

"Yardım edeyim mi?" diyerek dikildi başıma. Elimi uzattım. "Elimi tutsan yeterli olur." Der demez sıcacık eli elimi kavradı. Boş bulunup bir şeyler söylerim diye korktum bir an. Tuttuğum elinden güç alıp yatağa uzandım.

 

"Otursana," diyip ayak ucumu gösterdim.

 

"Kıyafetlerimi yeni değiştirdim," diyip mikroptan arındığını vurguladı. Bu haline gülmeden edemedim.

 

"Eee," dedi merakla. "Ev kalabalık baya," diye de devam etti. Dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerimi devirdim. "Fazla kalabalık."

 

"Yemek yedin mi?"

 

"Henüz yemedim."

 

Kitap kolisinin arkasında ki küçük sepeti açtım. Şimdilik komidinim olmadığı için bu küçük sepeti kullanıyordum. İçi kapsamlıydı ve baya işe yarıyordu. Gece atıştırmalığı olarak içine attığım abur cuburlardan bir tane çikolata seçip ona uzattım. Gülümseyip aldı. Çikolatayı yerken de konuşmaya başladı.

 

"Vurulduktan sonra yabaniliğin azaldı, farkında mısın?" diyince somurtup boşta kalan yastığı yüzüne fırlattım. Ani bir refleksle yaptığım için yaramı unutmuştum. Acıyla inleyip üstüne kapandım. Telaşlı sesi hemen yükseldi. "Çok özür dilerim, iyi misin? Patavatsızlık ettim, nereden bileyim yastık atacaksın. Sare?"

 

Nefesimi tutarken acının geçmesini bekledim. Yaklaşık on beş saniye boyunca gözlerim kapalı ve nefesim tutulu bir şekilde durdum. Nihayet sancı azalınca doğruldum.

 

"Yüzün kızarmış. Dikişlerin mi patladı acaba? Bakalım bir," diyip daha ben bir şey demeden tişörtüme uzanıp ucunu kaldırdı. Dikişleri görünce yüzü kasıldı. "Şükür, açılma olmamış. Daha iyi misin?" Geri çekildi. Başımı sallayıp tişörtümü düzelttim.

 

"O gece, o yani Kaya'nın dedikleri..." Durdum. Merakıma yenik düşmüştüm fakat şu an da gerçekleri öğrenmeye hazır mıydım, bilmiyorum.

 

"Kısmen doğru," dedi beni bekletmeden. Yüzüne baktım. Halıya odaklanmıştı.

 

"Hangi kısmı?"

 

"Topu kafana atmam kısmı doğru fakat aşık olduğum kısmı yalan." Kalbim, kısa bir an tekleyip, acıyla kavruldu. Bu kadarı, abartı diye düşündüm. Sadece hoşlandığı insana karşı bu kadar tepki verilmez ki!

 

"Sonrası?"

 

"İki yıl önce seni kurtardığım kısmı da doğru. Son zamanlarda çok farklı davranmaya başlamıştı. Bende merak edip odasına girdim. Fotoğraflarını buldum. Bir de Kaya'nın günlüğünü. Günlük tutardı hep. Orada yaptığı plan da yazılıydı. O şekilde buldum."

 

"Teşekkür ederim?" dedim, minnetle. "Peki ama biz tanıştığımızda neden beni tanıdığını söylemedin ya da neden o gün hastane de beklemedin?" Kısa bir an gözlerime baktı sonra tekrar halıya döndü bakışları.

 

"Sana geçmişini hatırlatmak istemedim. Hastanede de kalamazdım çünkü Kaya'yla olan bir bağım vardı, bunun seni korkutmasını istemezdim, kim olduğumla ilgili yalan da söyleyemezdim."

 

"Anladım," dedim, durgun bir sesle.

 

"Sare?" diyince yüzüne baktım.

 

"Nefes aldığın için çok mutluyum," dedi bir an da. Kaçıncı olduğunu bilmeden nefesimi tuttum.

 

"Seni öyle kanlar içinde görünce aklımı yitirecektim. Sana bir şey olsaydı asla kendimi affetmezdim."

 

"Sayende, iyiyim," dedim ne diyeceğimi bilemeyerek.

 

Oturduğu yerden bana doğru kaydı. Şimdi, hemen yanımda, yüzü bana dönük şekilde oturuyordu.

 

O an, sevgili Filozof Arthur'un, aşk hakkında söylediklerinin birer safsata olduklarını düşündüm. Hiçbir cinsel arzu, birine böyle bakmayı gerektirmez. Sanki gözleri okyanustu, baktıkça içine çekiliyordum. Bir başka zaman ormandı, baktıkça nefes alıyordum. Aşk, cinsel arzuların ötesinde, ruhani bir dirilişti.

 

"Arthur, çok fena uydurmuş," dedim fısıltıyla. Anlamadı. Anlasın da istemedim zaten.

 

"Sare," dedi. Eli, saçımın bir tutamına uzandı yine. Yine işaret parmağına doladı usulca.

 

"Yoğun bakımda sana söylediklerimi duydun mu?" diye sordu. Çok fazla film izlemişti sanırım. Çünkü uykum rüyalar bütününden başka bir şey değildi. Yine de yalan söyleme ihtiyacı duymuştum. Başımı salladım. Gözleri gözlerime daha çok takılı kaldı.

 

"O zaman artık biliyorsun," dedi. Tekrar başımı salladım. Bu kadar yakınımdayken mantıklı düşünemiyordum. Şimdi, ne sorsa evet derdim.

 

"Peki cevabın ne?" Otomatiğe bağlamış gibi yine başımı salladım. Yüzünde kocaman bir gülümseme peydah oldu.

 

"Yani bana afili bir Sokrates tablosu çizeceksin." Başıma yıkılanlar tam olarak, neydi? Hayallerim mi?

Bölüm : 09.02.2025 00:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...