Bölüm 25: Sevgililer Kavuşunca Yolculuklar Son Bulur
Multi: Toygar Işıklı-Sen Yanımdayken
🌃
Yazarın Anlatımıyla...
Hayatta ölümde soğuk bir gerçeklikle hep karşımızda durur. Hayatı yaşamak için dolu dizgin nefes alsak da ölümü anma konusunda o kadar iyi değiliz. Oysa ölüm, Sare'nin atmayan kalbi kadar gerçekti.
Ölüm saati, üç kırk üç.
Daha fiyakalı ifade edecek olursak; hasta, ex oldu.
Hiç kimse kendisi için yazılı olan finali böyle hayal etmez. Bu yüzden büyükler hep, baş yastıkta ölüm diler. Sare'nin sonu fazla trajik olmuştu ve onu çok seven yakınları bu acı haber karşısında, hafif tabirle yıkılacaklardı.
Doktor, eldivenlerini çöpe atıp ellerini yıkadıktan sonra ameliyathaneden çıktı. Karşısında gördüğü üzgün kalabalık biraz sonra vereceği haberden sonra çığlık çığlığa ağlamaya başlayacaklardı. Kendini toparladı.
Cihangir, doktoru görünce kalbinde yer eden ağrı iyice sızlamaya başladı. Şu an, arkasını dönüp gitmek istiyordu. Kabul etmek istemiyordu fakat gerçek tam kalbinde yatıyordu.
Ayaklanıp diğer herkesle birlikte doktora doğru yürüdü.
Yaşlı doktor, bonesini çıkarıp elinde topladı. Doktorluğun en sevmediği kısmı burasıydı. Bir anneye, çocuğunun ölüm haberi nasıl verilirdi?
"Buraya geldiğinde kan kaybı çok fazlaydı," dedi, sonradan söyleyeceklerini yumuşatmak için. Oysa ölüm, yumuşatılır mıydı?
"Kurşun, damarlara çok fazla zarar vermişti."
Cihangir, nefesini tuttu. Ellerini koyacak yer aradı fakat bulamadı. Doktor, saçmalıyordu. Hem, yüzündeki o ifade de neydi öyle?
"Elimizden geleni yaptık fakat... başınız sağ olsun."
"Sevgililer kavuşunca yolculuklar son bulur," diye geçirdi içinden. Okuduğu bir kitapta böyle geçiyordu. Biz kavuşamadık ama onun yolculuğu son buldu. Adil bir son değil. Kitaplar, yalan söylüyor. SEVGİLİLER KAVUŞUNCA YOLCULUKLAR SON BULUR! O halde, Sare ölemez. Sare, ölemez!
"Sevgililer kavuşunca, yolculuklar son bulur," dedi fısıltıyla. Ama feryat figan ağlayan Zehra hanımın sesinden duyulmadı. Okan'ın sandalyeye attığı tekmenin yankısı ise iyice yuttu söylediklerini. Sonra bağırdı.
"Sevgililer kavuşunca, yolculuklar son bulur! Sare, ölmedi!"
Doktora doğru yürüdü. Yanındaki genç cerrah Cihangir’in kollarına yapıştı.
"Ölmedi!" diye bağırdı tekrar.
"Biz kavuşmadık, ölemez!"
"Doktor, gir ve tekrar müdahale et! Çok inatçı o, dönecektir," dedi çaresizce. Gücü tükenmişti. Cerrahın kolları arasında yavaşça yere kaydı. Doktorun içi paramparça olmuştu. Her seferinde bu görüntüyle karşı karşıya kalmak onda emekliye ayrılma hissi doğuruyordu.
"Sevgililer kavuşunca, yolculuklar son bulur," diyordu sürekli fısıltıyla.
Zehra hanım, bayılmıştı. Sakinleştirici vermek üzere bir odaya almışlardı. Ethem bey, oturduğu koltukta çocuk gibi ağlıyordu. Gözlerinden hayat akan kızı solup gitmişti, nasıl ağlamasın?
Okan, yerde, Parla'nın göğsüne sığınmış bir halde kardeşinin adını sayıklıyordu.
Vahit'in bile gözleri dolmuştu. Ne acı.
Doktor, içler acısı bu sahneden kurtulmak için bir adım atmıştı ki ameliyathanenin kapısı açıldı ve telaşlı bir yüz göründü.
"Hocam, spontan dolaşım geri döndü!"
Doktor, aydınlanmış bir yüzle hızla elindeki boneyi başına geçirip içeri girdi. Genç cerrah da kolları arasındaki Cihangir’i kendi çabasına bırakmış ve doktorun peşinden gitmişti.
Lateks eldivenleri ve mavi önlüğü giyip tekrar ameliyata başladılar. Zorlu geçen bir kaç saatin sonunda nihayet kurşunu çıkarıp yarayı kapattılar.
Cihangir, tüm bu süre boyunca cerrahın bıraktığı yerde oturup kaldı. Okan ve diğerleri kaldırmaya çalışsa da buna gücü yoktu. Hem burada, Sare'ye daha yakın hissediyordu.
Nihayet beklediği kişi çıkınca yerinden hızla doğrulmuştu. Uzun süre oturduğu için ayakları uyuşmuş olsa da bunu görmezden geldi.
"Hastayı yoğun bakıma aldık. İlk yirmi dört saat kritik önem arz ediyor. Şimdilik uyutacağız. İç kanama riski var. Yine de her şeye rağmen hayata tutunduğu için mutluyum. Geçmiş olsun," diyip gülümseyerek ayrıldı, sevinçli kalabalığın arasından.
Herkes derin bir nefes almıştı şimdi. Ethem bey, yüzündeki sevinçle koşarak karısının yanına gidip haberi vermişti. Zehra hanım sevinçten hüngür hüngür ağlamıştı.
Okan, rahatlamanın verdiği hisle beş dakika boyunca gözlerini kapatıp sırıtarak şükür etmişti.
Vahit'te bu sevinçten paylananlardandı.
Cihangir’in mutluluğu tarif edilemeyecek kadar fazlaydı. İçinde coşkunca akan bir nehir vardı sanki. Gülümseyerek son defa "Sevgililer kavuşunca, yolculuklar son bulur," dedi ve devam etti "Kavuşacağız ve yolculuğumuz henüz yeni başlayacak."
Aldıkları haber, onlara yeniden can vermişti. Koşar adım, görevlinin tarif ettiği yoğun bakım ünitesine geldiler. Camdan gördükleri yüz, hepsini tekrar ağlatmıştı.
Cihangir, elini cama koydu. Sanki dokunacaktı. Ayakta durmaya gücünün kalmadığını hissetti. Bir an, onu gerçekten kaybettiğini sanmıştı. Ya inatçı kalbi dönmeseydi? Hayat, onun için yürünülmesi gereken bir yoldan ibaret kalırdı.
"Bizi birakmadkgin için teşekkür ederim. Seni çok seviyorum."
***
Kimse hastaneden ayrılmak istemese de kendilerine çeki düzen vermek için eve geçmişlerdi. Cihangir, hızla bir duş almış sonrasında üzerine siyah bir tişört, altına da siyah bol bir kargo pantolon geçirmişti. Ayakkabılarını hızla giydi ve deri ceketini eline alıp çıktı evden. Gözleri karşı dairede takılı kaldı bir müddet. En çokta balkonda. Perdeleri çekiliydi. Uzun zaman sonra evinde ilk gecesini geçirememişti. Nefes alsında, diye geçirdi içinden.
Göğsü derince çektiği nefesle kabarırken güneş gözlüklerini takıp arabasına doğru ilerlemeye başladı.
Tam binmiş gidecekken Vahit, evden çıkıp koşturarak yanına geldi. Yolcu kapısını açıp bindi. "Bekle," diye bağırdım duymadın.
"Neden geliyorsun ki?"
"Merak ediyorum çünkü. Ayrıca yanlarında olmak istiyorum."
"Kibrinden burnu yere düşse almayacak insansın sen baba, inanayım mı buna?"
Vahit, bir süre bekledi. Doğru söylüyordu oğlu. Fakat içinde anlamlandıramadığı bir hisle bu insanlara bağlanmıştı.
"Zevzeklik yapma. Onca zaman birbirimizin yüzüne baktık. Bir hukukumuz var," dedi geçiştirerek. Cihangir, sorgulamadı. Şu an tek istediği Sare'nin yanında olmaktı.
Vahit'le birlikte yola çıktılar. Trafiği de hesaba katınca hastaneye gelmeleri epey bir zaman almıştı. Geldiklerinde Baysal ailesi Berfu hariç hep buradaydı.
"Yemek yediniz mi?" diye sordu Okan. Başını olumsuz anlamda iki yana salladı. "Bizimkiler de yemedi, yemiyorlar da. Bir de sen desen, belki sana hayır diyemezler."
Cihangir, başını sallayıp ağlamaktan perişan hale gelen Zehra ve Ethem'e yaklaştı.
"Zehra teyze, Ethem amca; perişan oldunuz ikiniz de. Bir şeyler yiyelim, tekrar geliriz. Hem bakın, Sare mışıl mışıl uyuyor. Daha da uyutacaklar," dedi, ikna edici bir ses tonuyla. O sırada gözleri yoğun bakım odasının camından içeri kaydı. Yüzü ne kadar solgundu. Hep neşeli olan yüzü ne kadar ifadesizdi. Gülmek yakışıyordu ona, hep gülmek.
"İştahım yok oğlum, ısrar etme," dedi Zehra hanım. Nasıl olsun, canından can gitmişti. Ethem bey, konuşmadı bile. O dermanı kendinde bulamamıştı. Cihangir, mağlubiyetle ayrıldı yanlarından.
"Ekmek arası yaptırıp getirelim, burada yesinler," dedi Okan'a. Okan, başını sallayıp telefonunu çıkardıktan sonra uzaklaştı.
Yarım saat sonra elindeki iki poşetle geri döndü. Bir poşet ekmek arası diğer poşet ayran ve meyve suyu doluydu. Tek tek herkese dağıttı. Parla'ya gelince bir müddet durdu. Beyaz tenine çokça yakışan kahverengi gözlerine dikkatle baktı. "Teşekkür ederim," dedi, sesinin duyulmasından korkarcasına. Parla, gülümsedi. "Ne için?"
"Şey," dedi ve durdu. "Şey için desteğin için. Çok destek oldun," dedi aynı şeyleri tekrarlayıp dururken. Parla, tekrar gülümsedi, Cihangir onları uzaktan seyretti, Okan elindekileri dağıtmaya devam etti.
Akşam olurken kimse hiçbir yere ayrılmamıştı. Fakat herkesin gözlerinden uyku akıyordu. İki gündür uyumamışlardı ve bu artık dayanılır gibi değildi.
Zehra hanımın gözleri giderken ve Ethem bey çoktan uyumuşken Okan, onları kaldırıp zorda olsa eve götürdü. Vahit'te uyumak için taksiyle eve dönmüştü. Parla, staj yaptığı bu hastanede bu gece nöbetçiydi, nöbet yerine ayrılmıştı.
Bir tek o kalmıştı.
Cihangir...
Camın önüne geçip izlemeye başladı. Hareket eden tek yeri göğsüydü. Gözlerini açmasını çok istiyordu fakat bu, şu anlık imkansızdı. Yine de o anın hayaliyle yaşıyordu. Sanki yıllardır güneşe hasret yaşıyordu da Sare, gözlerini açınca dünyası aydınlanacaktı.
İzlemeye devam ederken içinde engel olamadığı bir dürtü vardı.
Parla'yı aradı.
"Sare'nin yanına girmem için bir şeyler yapabilir misin?" diye sordu.
"Bakacağım," diyip kapattı.
Aradan on beş dakika geçmişti ki Parla ve bir görevli yaklaşmaya başladı.
"Çok kısa," dedi, Parla. Yeterdi ki. Yeter ki bir kez dokunabilsindi.
Görevli, mavi bir önlük, maske ve başı için de bir tela bone verdi. Hepsini giydi.
Odaya girdiğinde bir müddet kapının önünden seyretti onu. Gözleri dolmuştu. Ne hale gelmişti! Nasıl acı çekmişti! Oysa, yaşamayı ne çok seven biriydi.
Yavaş yavaş yaklaştı yanına. Oturacak yer yoktu. Yatağın ucuna seyyar bir şekilde oturdu.
Uzanıp elini tuttu. Dünya, durdu sandı. Kalbi, göğsünden çıkacakmış gibi atarken öylece durdu. Yüzüne baktı. Gözlerinin kapalı olmasını sevmiyordu.
Yutkundu sertçe.
"Çok korktum," dedi titreyen sesiyle. Eğilip tuttuğu eline bir öpücük kondurdu.
"Doktor... Doktor, öyle diyince..." Burnunu çekip boşta kalan eliyle göz yaşlarını sildi.
"Beni bırakmadığın için teşekkür ederim."
"Seni ne kadar zamandır böyle delicesine seviyorum, bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var: o da, ömrümün geri kalanını sensiz geçirmek istemiyorum. O yüzden, lütfen... lütfen ben ölmeden ölme."
Diğer elini uzatıp yanağını kısa bir an okşadı. Ne sıcaktı ne soğuktu. Göğsüne odaklandı. Sare, nefes aldıkça; o, yaşadığını hissediyordu.
"Bir an önce gözlerini aç. Bana adam akıllı bir tane Sokrates tablosu yapmanı istiyorum. Sonra mahallede yeni bir dondurmacı açılmış, orada dondurma yeriz. İstersen sana poligon da atış yapmayı da öğretirim. İstersen... Yani beni istersen... Bunları uyanınca daha detaylı konuşuruz."
Cam tıklandı. Dönüp baktığında Parla'yı gördü.
"Şimdi çıkmam gerek. Bir dahakine uyan, gözlerinin içine bakabileyim, olur mu?"
Eğilip eline son bir defa öpücük bıraktı. Oturduğu yerden kalktı. Tam dönmüş gidecekken durdu, döndü ve yaklaşıp alnına uzun bir öpücük kondurdu. Kulağına doğru yaklaştı usulca. "Seni seviyorum," dedi. O an, monitörde ki sesler değişti. Panikle geri çekildi. Ne yapacağını bilemezken görevli içeri girdi.
"Ne oluyor? İyi mi o?"
Görevli, gülümsedi.
"Nabzı artmış. Ne söylediyseniz heyecanlanmasına sebep olmuşsunuz. Hastamızın iyiliği için sizi dışarı alalım," dedi. Cihangir, şaşkın şaşkın bir eski haline dönen monitöre bir de Sare'ye baktı. Duymuş muydu onu? Yüzüne yerleşen gülümsemeyle odadan çıktı. Duymuştu işte. Duymuştu...
***
Ertesi Gün...
Cihangir, koltukta iki büklüm uyurken kolu çenesinin altından kayınca sarsılarak uyandı.
Etrafına baktığın da tüm herkesin burada olduğunu gördü. Yanında oturan Okan, uyandığını görünce konuşmaya başlamıştı.
"Eve gitmedin mi?" Olumsuz anlamda başını salladı.
"Her yerin tutulmuştur şimdi, manyak mısın oğlum!" Cevap vermedi.
"İfadeni alacağım da zamanını bekliyorum," dedi tehditkar bir sesle. O an gözleri hala üstünde doktor üniformaları olan Parla'ya kaydı. Gayri ihtiyarı yutkunurken bakışlarını yere indirdi. Olacak şey değil, diye geçirdi içinden.
Cihangir, oturduğu yerden kalkıp vücudunu esnetti. Cama yaklaşıp içeriye baktı. Dün gece nasıl bıraktıysa öyle uyuyordu. Esnedi. Deri ceketini çıkarıp koltuğun üzerine bıraktı. "Su var mı?" diye sordu. Okan, köşedeki poşeti gösterdi. "Poşette açılmamış su var. Sandviç de var. Yememişsindir bir şey onlardan da ye." Dediğini yapıp bir su ve bir de sandviç aldı.
Saniyeler dakikaları kovalarken doktor, kontrol için geldi. "İlaç vermeyi durdurduk. Kritik saatleri atlattı. Bu saatten sonra uyanmasını bekleyeceğiz," dedikten sonra içeri girip rutin kontrolleri yaptı.
Hasta yakınları aldıkları haberin sevincini yaşarken gülüşmeler de başlamıştı.
"Bana bak Ethem, gider dana mı kesersin öküz mü kesersin bilmem ama bir şey kes. Şu başımızdaki belaların defi için. Oy Rabb'im!" Herkes gülüşürken Ethem bey cevap verdi. "Keseceğim tabi ya! Hele bir güzel gözlüm uyansın. Önce adak keseceğim sonra hep beraber pikniğe gideceğiz," dedi.
Şimdiden planlar yapılmaya başlanmıştı. Bu sahnede mutlu olmayan iki kişi vardı. Biri Parla, diğeri de Derya. Biri abisini diğeri de oğlunu kaybetmişti. Parla, abisine hak vermiyordu fakat yine de ölümü onu haliyle üzmüştü. Arada için için ağlıyordu sonra dönüp aileye destek oluyordu. Kaya, ne kadar abisi olsa da yaptığı affedilir şey değildi. Hoş affetmeye kalmadan kendi cezasını kendisi seçmişti. Yine de Parla, her şeyin böyle son bulmamasını dilerdi.
Derya ise iki gündür sakinleştiricilerle yatırıldığı yataktan sonunda kalkmış ve oğlunun sonunu getiren ailenin yerini öğrenmişti. Sarsak ve üzgün adımlarla yanlarına kadar gelmişti. Onu gören herkes sessizliğe bürünürken iki tarafta da hissedilir bir öfke ve hüzün vardı.
"Gülüyor musunuz bir de!" dedi Derya, hışımla. Vahit, karısının yanına yaklaştı fakat Derya onu eliyle durdurdu. "Senin bunlarla ne işin var ha! Oğlumuz öldü bizim. Bunların oros-"
"Haddini bil, Derya," dedi Cihangir araya girerek.
"Sen hiç konuşma. Sen o kızın peşinden buralara gelmeseydin benim oğlum takıntı yapar mıydı bu sefil kızı!" Derya'nın söylediklerinden Zehra ve Ethem bir şey anlamasalarda diğerleri anlamıştı.
"Baba, götür şu karını buradan!" diye dişlerinin arasından konuştu, Cihangir.
"Bedelini ödeyeceksiniz," diye bağırdı Derya, var gücüyle. Vahit, götürmeye çalışsa da gücü yetmiyordu. Gözü dönmüş Derya, hemen yanında durduğu yoğun bakım odasının kapısına baktı.
"Burada mı yatıyor o," diyip kimse daha yetişemeden odaya daldı.
Korkulu aile ve diğerleri de peşinden girdiler. Gördükleri tek şey ise yorgun gözlerle kendilerine bakan bir Sare, oldu.
Sevinçleri korkularının önüne geçmişti. Derya, yine var gücüyle Sare'ye doğru gitmeye çalışıyordu fakat bu kez Vahit, baskın gelip onu bir hamlede odadan çıkarıp kapıyı da çekmişti.
Herkes sevinçle bir şeyler söyleyip Sare'ye yaklaşırken Cihangir, olduğu yerde donup kalmıştı. Ne çok beklemişti bu anı...
"Su," diyince Sare, herkes bir an sessizleşti. Su vermek isteseler de doktora sormadan bunu yapmak istemediler. Parla'ya sormak istediler fakat o da acılı annesiyle birlikte odadan çıkmıştı.
"İyi misin kızım?" diye sordu Zehra hanım. Sare, cevap vermedi.
"Doktora haber verelim," dedi Okan fakat kardeşini bırakıp çıkamadı.
Sare'nin gözleri Cihangir’e takılı kaldı. O an kendine geldi Cihangir. Çölde kalmış bedevi misali suyuna kavuştu. İki adımda yatağa yaklaşıp kenarında durdu. Şimdi kimse olmasaydı sarılıp, öpecekti.
Baygın gözlerini herkesin yüzünde gezdiren Sare, en son kurumuş dudaklarını yavaşça araladı.
"Siz kimsiniz?"
Kahredici bir sessizlik odaya doldu. Sevinçleri kursaklarını delip geçerken bir kıkırtı yükseldi.
"Hep bunu yapmak istemişimdir," dedi Sare gülmeye devam ederken.
Akılları alınan kalabalık bu hasta kıza kızmaya bile kıyamazken yaptığı bu nahoş şakaya gülüp geçtiler.
Belalar, bir rüzgar gibi gelip geçmişti.
Sare, tekrar Cihangir’e baktı.
Artık hiçbir şey eskisi gibi değildi. Göğsünde çiçek misali açan bir aşk vardı. Dolu dizgin yaşanmalıydı. Her şeye ve herkese rağmen...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
20.26k Okunma |
2.6k Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |