24. Bölüm

24. 🌃 Kan, Gözyaşı, Ayrılık

venom
amatoriceyazar

Bölüm 24: Kan, Gözyaşı, Ayrılık

Multi: Gökhan Türkmen-Rüya

🌃

 

Yazarın Anlatımıyla...

Hastanenin soğuk duvarları arasında, sedye üzerinde, kanlar içinde taşınıyordu. Bebek mavisi tişörtü şimdi ne kadar da çirkin duruyordu. Hele gözleri kapalıyken bir ruhtan farksızdı. Kıvırcık saçları da her bir yana dağılmıştı. Eline bir toka alıp, toplamak istedi.

Cihangir...

Canından çok sevdiği kadın, öylece yatarken tüm bunları geçiriyordu aklından.

Henüz acil müşahede odasına alınmadan doktor kapı da karşıladı. Elini uzatmak ve güç vermek istercesine tutmak istedi. Ama sağlık ekipleri ona ulaşmaması için bir barikat kurmuşlardı sanki. Şimdi tek yapabildiği, uzaktan korkuyla olanları seyretmekti.

"Hasta hakkında bilgi verin," dedi, oldukça bilgili duran doktor. Orta yaşlı, hafif göbekli, ciddi bir adamdı.

"Hasta 20'li yaşlarında, ateşli silah yaralanması var. Nabız zayıf, kan basıncı düşüyor, muhtemelen hipovolemik şoka giriyor. Kurşun sağ üst kadrana isabet etmiş, karaciğerde ciddi kanama olabilir."

Söylediklerinin bir çoğunu anlamamasına rağmen ters giden bir şeylerin olduğunun farkındaydı. Ruhuna çöreklenen korkuyla ne yapacağını bilemiyordu. Acil müşahede odasının önüne geldiklerinde ve uzaklaşmaya başladıklarında doktorun son sözlerini duydu.

"Hemen damar yolu açın, ringer laktat başlıyoruz. O negatif kan hazır mı? Tansiyon daha da düşerse vazopressörlere geçmemiz gerekecek. Ameliyathaneyi hazırlayın, vakit kaybedemeyiz!"

Söylediklerinden hiçbir şey anlamadığı için doktora sinirlendi. Fakat bir tepki veremedi. Öylece sedyede yatan Sare'ye bakmaya devam ediyordu.

Elini uzatıp, dokunmak istedi. Ama dokunamayacağı kadar uzaktaydı şimdi. Peşinden gitmek istedi, giremezsin dediler. Kaldı orada. Kapanan kapıyla bakıştı. Sonra omzunun üstüne bir el kondu ve o zaman idrak etti Sare'nin gözlerini kapadığı bu dünyada yalnız olmadığını.

"İyi olacak," dedi, Okan çatallaşmış sesiyle.

"Güçlüdür o," diye de devam etti. Ne kadar güçlü? İnsan, ömründe kaç kez vurulur? Karaciğer çok mu kanar hem?

"Ellerini yıka," dedi yine aynı ses. Ne eli?

Ellerine baktı. Dirseklerine kadar kan içindeydi. Onun kanı... Yüzünün kasıldığını hissetti. Önce bir hıçkırık kaçtı göğsünden sonra göz yaşları firar etti. Ağlamak bu, dedi. Ağlamak. Sarsıla sarsıla, ağlamak.

Kanlı kolunu yüzüne kapattı. Ağlamaktan utanıyor değildi fakat nasıl ağlanacağını bilmiyordu. Göğsünde birikmiş bir acı vardı, onu atmak istiyordu.

"Kendine gel," dedi yine Okan. Kendine gel. Sare, orada ölümle cebelleşirken hemde.

"Benim yüzümden," dedi, kolunu yüzünden indirirken. Yan tarafta gördüğü koltuklardan birine kendini bıraktı. Sonra tekrar etti. "Benim yüzümden."

Okan, delicesine acı çeken, kardeşim dediği adamın yanına geçti. Elbette o da acı çekiyordu. Canımdan bir parça dediği kardeşiydi o. Ama Cihangir... Anlam veremiyordu. Aslında veriyordu fakat gerçekliğini kabullenmek istemiyordu.

"Senin bir suçun yok. Nereden bilebilirdin?"

"Onu vurmaz dedim. Yine de önüne geçtim. Beni vursun istedim. Nereden bilebilirdim, vuslat dediği saçmalığın böyle bir şey olduğunu!"

Başını iki elinin arasına alıp iyice sıktı.

"Böyle olsun istemezdin. Güçlü dur. Kardeşimin bize ihtiyacı var," dedi Okan. Oysa onunda içi paramparçaydı fakat bir abi olarak güçlü durmayı kendine borç biliyordu.

Bir müddet sonra kapanan kapı tekrar açıldı. Sare'nin kıyafetleri kesilip, çıkarılmış, bu kez hiç hoşlanmadığı mavinin bir başka tonlarını giymişti. Peşlerinden gittiler. Ameliyathanenin önünde durdular. Sare, gitti; Cihangir, bakakaldı.

Doktor, açıklama yapmak için önlerinde bekliyordu.

"Hastanın durumu oldukça ciddi. Kurşun karaciğerin sağ lobuna isabet etmiş ve büyük bir damar hasarına yol açmış. Bu, iç kanama riskini artıran bir durum ve şu anda hastayı ameliyata alıyoruz. Öncelikle kanamayı durdurmaya çalışacağız, ardından organın ne kadar hasar gördüğüne bakacağız. Eğer doku kaybı çok büyükse, karaciğerin bir kısmını almak zorunda kalabiliriz. Ameliyat uzun sürebilir, çünkü bu bölgedeki damar yapıları çok karmaşıktır. Şu an elimizden geleni yapıyoruz, ama yoğun bakıma ihtiyaç duyabileceğini bilmenizi isterim."

Ne Cihangir ne de Okan bir şey soyleyebildi. İkisinin de içinde içli bir yakarış geçti, Allah’ım sen onu bize bağışla!

Akreple yelkovan bir savaşa girmişti ve iki inatçı keçi gibi kimse kimsenin geçmesine izin vermiyordu. Zaman, durmuştu.

Zehra hanımlar gelmişti. Biricik anne, perişan bir haldeydi.

Ethem bey, ak düşmüş saçlarını delicesine karıştırıyordu. En çokta bu kadar belanın üstlerine gelmesinden dolayı, tüm bunlar sonlandığında adak adayacağını geçiriyordu.

Minik Berfu, komşuya bırakılmıştı. Ablanın tansiyonu düşmüş, denilmişti o da küçük kalbiyle buna inanmıştı. Fakat çocuklar hisseder, o da hissetmişti ve komşusunun evinde bir köşeye çekilmiş içli içli ağlıyordu.

Derya hanım, sakinleştirici almak zorunda kalmıştı. Zira ilk aşkının meyvesi olan oğlunu kaybetmişti. Parla, onun için o kadar kıymetli değildi. Tek değerlisi biricik oğluydu ve o da artık yoktu.

Vahit, tüm olanları uzaktan seyrediyordu. O piçi, hiç sevmemişti. Derya'ya aşık olup rahmetli eşi daha yaşarken ve üstelik hamileyken onu eve getirmişti. Kadıncağız, öyle kahırlanmıştı ki oğluna tutunmuştu. Çok kez kaçmayı denemişti fakat koca Vahit, çocuğumu doğur sonra nereye istersen git, demişti. Anne yüreği, evlat bırakılır mı? Çocuklar doğmuştu. Annelerden biri ölmüştü. Hiç çocuğu yokken iki çocuğu birden olmuştu. Cihangir, adını vermişti oğluna. Büyüsün, hükmetsin cihana istemişti. Kızının adını da Parla, koymuştu. Parlasın, yolu hep ışıklı olsun istemişti. Öte yandan zaten evde olan bir çocuk daha vardı. Kaya. Zaten silikti gözünde, bu andan itibaren iyice yok olmuştu.

Vahit, tüm bu olanların biraz da kendi suçu olduğunu biliyordu. İtiraf etmesi güç olsa da Sare'yi sevmişti ve ona bir şey olsun istemiyordu.

Parla ise yangın yerine dönen bu yerde perişan halde duran Okan'a elindeki suyu uzatmıştı. Kaya'yla aynı kanı taşıyan bu kıza merhamet edesi gelmese de, onun ne suçu var, diyip vicdanını rahatlatmıştı. Suyu alıp içti.

Sare, ameliyat masasında canı için savaşıyordu. Her yandan makinelerin sesi yükseliyordu ve bu oldukça rahatsız ediciydi. Fakat o bunları duyamayacak kadar narkozun etkisindeydi.

Doktor, dikkatle kurşuna ulaşmaya çalışırken bir yandan da komut veriyordu.

"Kurşun karaciğerin sağ lobuna isabet etmiş gibi görünüyor, periton boşluğunda serbest sıvı var, muhtemelen hemoperitoneum. Acilen laparotomi yapmamız gerekiyor. Eğer hepatik arter veya portal ven hasar gördüyse ciddi kan kaybı yaşayabiliriz. Hemşire hanım, altı ünite kan ve taze donmuş plazma hazırlayalım. Kan transfüzyonunu başlattınız mı? Hipotermiye girmemesi için ısıtılmış sıvı verelim. Hızlı hareket etmeliyiz!"

Ameliyathanenin içinde büyük karmaşa devam ederken dışarının da içeriden kalır yanı yoktu.

"Kıydılar kızıma, kıydılar..." diye feryat figan ağlayan Zehra hanıma kim haksız diyebilirdi ki? Acılı bir anneyi o. Yavrusu canıyla cebelleşirken canından can giden bir anneydi.

Gözleri Cihangir’e kaydı. Aklı yerinde değildi. Olsaydı, evladı yerine koyduğu Cihangir’e o lafları eder miydi?

"Nereden geldin ki sen! Keşke hiç gelmeseydin! Evladım, şimdi senin yüzünden içerid-" Daha devam edecekken Okan, tutup çekmişti annesini.

Cihangir, zaten yeterince kendini suçluyordu fakat tüm bu duydukları daha fazlasını yapmasına neden oldu. Şimdi tüm her şeyden tamamıyla kendisini suçlu tutuyordu. Belki de gerçekten hayatlarına hiç girmemeliydi. Yine de bu kadarıyla kalmıyordu. Kaya, onun yüzünden Sare'yi takıntı haline getirmişti. Onun anlattıklarının çoğu yalan olsa da bir kısmı doğruydu.

Sare'nin kafasına top attığı doğruydu. Yaralayıp yara bandı verdiği de. O zamanlar çocukça bir hisle, yeşil gözlerden çok etkilenmişti. Fakat zaman sonra bunlar aklına bile gelmemişti.

Yeşil gözleri tekrar gördüğü gün, Kaya'nın odasındaydı. Ve o günde zaten onu kurtarmaya gitmişti. Aşk mı? Bilmiyordu. Belki de gerçekten onu ilk gördüğü anda aşık olmuştu. Fakat bunu derinlemesine hissettiği yer, onu kurtardığında göğsüne sıkıca sarıldığı andı. Baygındı fakat güvende olduğunu öğrendiğinde yüzünde oluşan gülümsemeyi hiç unutamıyordu. Sevmişti. Hem de çok. Öyle ki onu korumak uğruna yalanlar söyleyip yanına yaklaşmıştı. Ama nereden bilebilirdi ki her şeyin daha da berbat olacağını? Pişmanlıkla hala ellerinde duran kanlara baktı. Keza tişörtü de aynı şekilde kan içindeydi. Yine de onları ne yıkamak ne de çıkarmak istiyordu. Bu şekilde Sare'ye daha yakın hissediyordu.

Ameliyat hızla devam etse de yolunda gitmeyen şeyler vardı. Doktor, telaşla konuştu "Kan basıncı 50'ye düştü, nabız filiform, kalbi duracak! Daha fazla kan verin, hızlı!"

Dedikleri yapılırken asistan cerrah konuşmaya başladı "Karaciğerdeki kanama devam ediyor, hepatik arter yırtılmış, ligatür tutmuyor!"

Doktor, elinden gelenin fazlasını yapmaya çalışıyordu fakat bazen elinden gelenin fazlası da olanları düzeltmek için yetmezdi.

"Oksijen saturasyonu çakıldı, kalp atımı düzensizleşiyor!" Anestezi uzmanı, haberleri daha da kötüleştirmişti.

Tam o anda monitörden ani ve keskin bir şekilde "Bip!" sesi yükseldi.

"Asistoliye girdi! Nabız yok!"

"Defibrilatörü hazırlayın! 200 joule!"

Defibrilatör hazırlandı. Şok, verildi. Fakat Sare'nin kalbi, durmaya devam etti.

"Yanıt yok! Bir kez daha, 300 joule!"

Tekrar 300 joule. Ve tekrar. Defibrilatörü kenara bırakıp kalp masajı yapmaya başladı. Göğsüne ne kadar bastırsa da geri dönüş alamıyordu. Kaç dakika olmuştu? On beş? Terler süzülüyordu alnından. Kendi kızı geliyordu gözlerinin önüne. Çok genç, diye geçirdi içinden. Çok genç...

"Hala asistoli," dedi genç cerrah.

Doktor, yavaşça ellerini indirdi.

"Saat kaç?" dediyse de sesinin titremesine mani olamadı.

"Üç kırk iki."

Doktor, başını eğip iç çekerek eldivenlerini çıkarmaya başladı.

"Ölüm saati, üç kırk iki."

Ölüm saati, üç kırk iki.

Bölüm : 06.02.2025 23:33 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...