Bölüm 22: Vuslat Zamanı
Multi: Gürsel Artıktay-Uzak Yol
🌃
"Güzel Sare... Efsunlu Sare... Biricik Sare... Uyan artık."
Çok uzaklardan geliyormuş gibi kulağıma üflenen sesle gözlerimi araladım. İlkin rüya gördüğümü düşündüm. Gözlerimi açacaktım ve yeni yaptığım, yeşil çarşaflı yatağımda uyanacaktım. Fakat sonra gözlerim birbirine kenetli dizlerime kaydı. Boynuma şiddetli bir kramp girdi. Aslında o ağrı hep orada varmışta bilincim yeni uyandığı için yeni farkına varmış gibiydim. Ağzımdan kaçan acı dolu bir inlemeyle boynumu doğrulttum. Kısık gözlerle tam karşıma baktım ve onu gördüm.
Onu.
Kabusumu.
"N-ne oluyor?"
Kaçmak için hamle yapacakken ellerimin arkada birbirine kenetli halde bağlı olduklarını yeni idrak ettim. Uyuşmuş gibiydiler ve bileklerim de şiddetli bir sancıyla kıvranıyorlardı. Keza bacaklarım da birbirine yapışık şekilde bağlılardı. Sandalye de oturmaktan kaba etlerimin bile ağrıdığını hissediyordum. Fakat şu an ağrılarımdan daha büyük bir problemim vardı ve o da tam karşımda duruyordu.
Her zamanki sakin gülümsemesi yüzündeydi. Başı hafif sola yatık bir şekilde, yere çömelmiş halde öylece bana bakıyordu.
"Güzel Sare, uyandı," dedi fısıltılı bir tonda.
"Ne yapıyorsun? Neden yapıyors-"
"Hişşş, soru sormak yok. Sessizce oturacaksın burada. Aslında seni bağlamak istemezdim ama geçen seferki gibi kaçacağını bildiğimden bağlamak zorunda kaldım. Umarım bana darılmamışsındır."
"Bırak beni... Lütfen."
Ona yalvardığım için kendimden nefret ediyordum.
Doğruldu. Yüzündeki gülümseme genişledi. Bana doğru bir adım attığında, kalbim korkudan yerinden çıkacak sandım. Sonra bir adım daha attı ve hiçbir işe yaramayacağını bilerek olduğum yerde tepinip, bir mucizeyle iplerden kurtulmayı bekledim.
Tam ayaklarımın önünde durdu. Yavaşça yüzüme doğru eğildi. Nefes almayı durdurmuştum. Göz bebeklerime kadar titrediğimden emindim.
Elini yüzüme doğru kaldırdı. Herhangi bir yerime değecek olmasından duyduğum iğrençlikle yüzüme diğer tarafa çevirdim. Şiddetle çenemi tutup başımı sabitlediğinde bunun kötü bir fikir olduğunu ancak idrak edebildim.
"Canım acıyor," diyebildim, dişlerimin arasından.
Yüzünü daha çok yüzüme yaklaştırdı.
"Canımı yakarsan, canını yakarım. O yüzden o güzel yüzünü bir daha bana çevirme."
Ruh hastası.
Manyak, ruh hastası.
Çenemi sert bir şekilde bıraktı.
"Burayı hatırladın mı?" diye sordu doğrulurken.
O an aklıma geldi etrafa göz atmak.
Karşıda gördüğüm, bahçeye açılan büyük cam kapılar, hemen solunda duran büyük dış kapı, sağ yanımdaki şömine... Burası asla unutamayacağım bir yerdi. Eskisine nazaran tek fark içinde eşya olmayışıydı. Yoksa her şey aynıydı. Ruhu kirliydi bu evin. Duvarları, is kokuyordu.
"Niye getirdin beni buraya?" Bunu sorarken başımı dikleştirmiştim. Hatırladığım bu yer sonrası korkumun katlandığını bilsin istemedim.
"Vuslat için," dedi. Tüm uvuzlarımdan his kesildi sanki.
"Ne... v-vuslatı?"
Derin bir nefes alıp göğsünü kabarttı. Kısa olan sakallarını bir müddet kaşıdı.
"Bizim vuslatımız," dedi, düşünceli bir halde. Sonra birden gülümsemeye başladı. Heyecanla etrafı kolaçan etti. Bakışları bir saniye yerinde durmazken, içimdeki korkuyu gidermek için onu ve davranışlarını takip ediyordum.
"Bak, bu doğru değil. Arkadaşlığımızın hatrı için, yalvarırım bırak beni."
Duymadı bile. Hareketli adımlarla evin farklı köşelerine gidip durdu. Sonrasında tekrar bana doğru yaklaştı. Korkuyla sandalyeye daha çok yaslanıp geri kaçmaya çalıştım.
Pantolonun arka cebine elini soktu ve bir şırınga ve bir tüp de ilaç çıkardı. Gözlerim büyüdü. "Ne yapıyorsun?"
"Soru sormak yok dedim."
Ne olduğunu anlamadan, şırıngayla tüpten ilacı çekti ve hiçbir karşılık veremeyen bana, tüm yapma demelerime rağmen getirip sapladı. Tam boynuma. Derin bir acı hissettim. Sonra düşüncelerim bulanıklaştı. Onun yüzü de. Tek dileğim, uyandığımda tüm bunların birer kabustan ibaret olmasıydı.
***
Artık tanıdık gelen boynumdaki acıyla gözlerimi tekrar araladım. Başım, hissedilir derecede dönüyordu. Vücudum kaskatı kesilmişti. Nerede olduğumu, neden bu kadar acı çektiğimi bir süre idrak edemedim. İlkinde de böyle olmuştu. Fakat bu kez çoğu şeyi kısa sürede hatırladım. Başımı hızla kaldırdığımda olduğum yerdeydim. Hava aydınlanmıştı ve dışarıdan içeriye güneş ışıkları parlak bir şekilde vuruyordu.
Gözlerim onu aradı, yoktu.
Bunu fırsat bilerek daha önce çokça çekiştirdiğim ipleri çekiştirmeye devam ettim. Fakat bağlı durmaktan fazlasıyla uyuşan kollarım bana hiç yardımcı olmuyorlardı. Üstelik halsizdim ve susamıştım. Görmek istemediğim bir gerçek vardı. Kaçırılmıştım. Tüm bunlar karşımda bir korku filmi gibi hareket ederken ne yapabilirdim ki? Gözlerimden yaşlar akmaya başladığını fark ettim. Güçsüz hissediyordum.
Sonra onun yüzü belirdi gözlerimin önünde.
Cihangir.
Bu psikopat beni kaçırmadan önce "Kaç," demişti. Nereden bilmişti? Kaya'nın bana olan hislerini Kaya ve benden başka kimse bilmezken o nasıl bilmişti?
Peki, şimdi ne yapıyordu? Arıyor muydu beni? Korkmuş muydu peki? Peki ailem? Annem çok ağlıyordur. Abim sürekli küfür ediyordur. Stres altındayken hep küfür eder. Ama en çok Cihangir. Beni gerçekten seviyorsa, yokluğum onu ne hale getirmiştir? Beni nasıl bulacaklardı? Bulamazlarsa? O an, iki yıl önce kim kurtardıysa beni, tekrar o gelsin ve kurtarsın istedim. Çünkü bir tek o şahidiydi, o günün.
Ümitsizlikle başımı iki yana sallayıp ağlamaya devam ettim.
Kapıdan gelen anahtar sesiyle nefesimi tuttum. Sanki nefesimi tutarsam beni göremeyecekti.
Saniyeler sonra o gözüktü kapıdan. Elinde birkaç poşet vardı. Ne olduklarını göremeyecek kadar görüşüm bulanıktı.
"Uyanmış mı benim güzel sevgilim?" Midem bulandı.
"Vuslata çok az kaldı," diye kendi kendine konuştu. Ve ben daha çok ağladım.
***
Cihangir’in Anlatımıyla...
Merkezde sabahlamıştık. Aracın girdiği sokağı gidip araştırmıştık ama ne araç vardı ne de Sare. Başka mobese görüntüleri aramıştık ama bir şey çıkmamıştı. Civarda, aracın gözükebileceği diğer mobese kayıtlarını incelemiştik, ondan da bir şey çıkmamıştı.
Beni arayan numarayı sorgulatmıştık. Bekir Korkmaz adına kayıtlı bir numara çıkmıştı. Numaranın sahibiyle gidip birebir görüşmüştük fakat adam bize, mekana bir delikanlı geldi, arama yapmam lazım dedi, öyle diyince verdim, dedi. Oranın mobese kayıtlarını incelemiştik. Kaya, bu kez tek başınaydı. Mobeselerin gittiği yere kadar takip etmiştik fakat yine bir sokağa girdikten sonra buhar oldu. Üstelik bu kez arabasızdı da.
Çaresizdim.
Sare'sizdim.
Ne yapacağımı bilmiyordum.
"Abi, mobeselerden bir haber yok mu? Araç trafiğe takılmadı mı hiç?"
Okan abi, yorgunluktan bitap düşmüş bedenini bir çuval gibi karşımdaki sandalyeye bıraktı. Gözlerinin dolduğunu gördüm fakat bunu gizlemeye çalıştı.
"Yok," dedi çaresiz bir sesle.
Tam bu saniyelerde telefonu çalmaya başladı. Çıkarıp bir süre ekrana baktı. Telefonu çalmayı bırakınca geri yerine koydu.
"Annem," dedi fısıltıyla.
"Artık ne diyeceğimi bilemiyorum," dedi devamında.
"Bırakma kendini. Sana, bize ihtiyacı var," dedim. Olumsuz anlamda başını salladı.
"O piçin telefonda söyledikleri aklımdan çıkmıyor, Cihangir. Derdi seninle mi kardeşimle mi bilmiyorum ama bu işin sonunda kardeşimin iyi olmayacağını da biliyorum," dedi. Sesi sona doğru ağlamaklı çıkmıştı.
Kendimden sakladığım bir gerçeği yüzüme vurmuştu sanki. Kaya'nın söylediklerini o kadar aklıma getirmemeye çalışıyordum ki, getirirsem aklımı yitirmekten korkuyordum. Fakat şimdi...
Ya benimdir ya da seninde olmayacaktır...
Hep kıskanç bir çocuk olmuştu. Babam, beni fanusta gibi büyütmesine rağmen Kaya, evde hep silik çocuk rolünü oynamıştı. Babamın bana yaptığı baskıyı ilgi sanıyordu ve o, çok sevgiye aç bir çocuktu. Ona bazen üzülüp oyun oynamaya çalışıyordum. Fakat her seferinde ya itiyordu ya da bir şekilde beni yaralıyordu. Artık onunla oynamakta istemiyordum. Çocuktum ama kötü kalpli biri olduğunu sezmiştim.
Önce bisikletim kayboldu sonra en sevdiğim arabam. Bir gün annemin bana aldığı, artık üzerime olmayan tişörtüm kayboldu. Babamın iş evrakları yandı ama çakmak beni elimdeydi. Pahalı bir vazo kırıldı ama top benim ayağımdaydı. O zamanlar idrak edemiyordum fakat zaman geçtikçe aslında Kaya'nın benim olan ne varsa çalmaya çalıştığını fark etmiştim. Fark etmekten ziyade okumuştum. Günlük tutardı ve bana yaptıklarını bir bir işlemişti günlüğüne. Benim olanları nasıl çaldığını nasıl yok ettiğini... O, elindekiyle bir türlü yetinemedi. Çünkü hep benim elimde olanları istedi.
Peki ya Sare?
O, hiç benim olmamıştı. Seviyor muydum? Deliler gibi. Fakat bir yanım hep korkuluydu. O ruh hastası hastane de yatıyor olsa da korkuyordum. Gelip, ona tekrar dokunmasından çok korkuyordum. Öyle ki korkum, aklımın önüne geçmişti ve o ruh hastası hastaneden çıktığı gün Sare'nin balkonuna taş atarken bulmuştum kendimi. Peşimden koşan adamlar, anlattığım hikaye... Bir yere kadar hepsi doğruydu fakat Sare, tüm bunların arkasında yatan gerçeği bilmiyordu. O adamları ben tutmuştum, babam hiçbir zaman polislik okumamı istemedi ve bir müddet onu yurt dışında okuduğuma da ikna etmiştim fakat çok geçmeden öğrenmişti. Evde kalamıyordum. Ayrı eve çıkmıştım. Babam, yanında istiyordu beni. Beni değilse bile paramı. Peşimden mahalleye kadar gelmesinin sebebi de buydu birazcık. Aslında babamın beni fanusta büyütmesinin aslı sebeplerinden biri de buydu, para.
Nihayetinde amacım gerçekleşmişti. Ona yakındım, onu koruyabilirdim. Ama en sonunda, Kaya'ya kendi ellerimle sunmuştum onu. Az da olsa iyileştiğine inanmıştım. İki yıl, dile kolay. İki yıl boyunca hiç mi iyileşmemişti?
O an aklıma gelen fikirle düşüncelerimden sıyrıldım. Okan abi, başını masaya koymuş kestirirken odadan çıktım. Kaya'nın yattığı hastanenin numarasını bulup aradım. Hastanın adını verdim ve doktoruyla görüşmek istediğimi söyledim. Çok geçmeden bağladılar.
"Alo?"
"Merhaba, Engin bey. Kısa süre önce hastanenizden taburcu olan Kaya Polat hakkında bilgi almak istiyorum."
"Ah, merhaba merhaba. Sonunda biri iletişime geçtiği için çok mutlu oldum. Annesine defaatle söylememe rağmen asla ciddiye almadı. Kaya bey, iki yıl boyunca verilen tüm ilaçları toz haline getirip yok etmiş. Hastalığı ileri bir boyutta. Tekrar hastaneye yatması gerektiğini söyledim fakat annesi..."
Sonrasını duyamadım. Duymak istemedim. Şuurum kapanmıştı adeta. Öyle ki ne kadar süre kapanan telefonu kulağıma tuttum idrak edemedim. En sonunda bir memur omzuma çarpınca irkilip kendime geldim.
Yüreğime yerleşen korkunun bir boyutu yoktu. Tedavi olmamıştı ve Sare, onun elindeydi. Tehlikenin boyutu...
Çıktığım odaya geri girdim. Okan abi hala uyuyordu. Düşünmeye çalıştım fakat kulaklarımda atan nabzım düşünmemi engelliyordu. Ensemden yukarıya ateşin yükseldiğini hissediyordum. Nefes alamadım. Beyaz tişörtün yakasını çekebildiğim kadar çektim. Gözüm karardı. İçimde kopan bir fırtına vardı. Nereye sığacağımı bilemedim, bu odaya da sığamadığım aşikardı.
Soluklarım hızlanırken masadaki kalemliği kavradığım gibi karşı duvara fırlattım.
"Allah belanı versin!"
"Allah belanı versin!"
Bardağı attım, sürahiyi attım, dosyaları attım... Kollarıma sarılan eller olmasa odanın altını üstün getirecektim.
"Tehlike de!" Bağırabildiğim kadar bağırdım. Ses tellerimin acıyla gerildiğini hissettim.
"Abi, hiç tedavi olmamış. Hiç olmamış. Doktor, hastalığı tehlikeli bir boyutta dedi. Benim yüzümden, koruyamadım."
Boşalan sinirimle birlikte bedenimin ağırlaştığını hissettim. Olduğum yere bıraktım kendimi. Zararsız olduğuma ikna olan Okan abi karşıma geçip çömeldi. Elini omzuma koyup tane tane konuştu.
"Başından anlat," dedi. Doktorla olan konuşmamı anlattım. Yüzünden geçen korku, bende olan korkuyu kat kat artırdı.
"Acele etmemiz lazım," diye fısıldadım.
Okan abi, aceleyle odadan çıkarken ben hala olduğum yerde kalmıştım. Düşünmeye çalıştım. Bir çıkış yolu olmalıydı. Olmalıydı...
Sonrasında başından beri gözümün önünde olan ip ucunu fark ettim. En başından bunu fark edemediğim için kedime kızdım.
Aldığı nefesi yazardı bu it. Günlüğünü bulmam gerekiyordu sadece.
Umutla olduğum yerden kalkıp merkezden çıktım. Arabaya atlayıp olabilecek en hızlı şekilde eve geldim. Sorulan soruları es geçip Kaya'nın kaldığı odaya geldim. Kapıyı arkamdan kilitleyip saklayabileceği her yeri aradım. Her yeri... Ama yoktu. Belki de artık tutmuyordu. Emin değildim fakat hastanedeyken annesinden sürekli defter istediğini hatırlıyordum. Bu demek oluyor ki hala tutuyordu. Ama neredeydi? Bulunmasını istemesem nereye saklardım?
Sare... Sare'nin odası, tabi ya!
O odadan çıkıp hızla merdivenleri tırmandım ve Sare'nin odasına çıktım. Tekrar kapıyı kilitledim. Odadan buram buram o korkarken idrakımı toplamam güç oldu. Belki toparlayamazdım da fakat beynimin bir köşesinde led ışıklarla tehlikede olduğu yazıyordu. Hızla odayı aramaya başladım. Her yere baktım. Her yere. Tam vazgeçecekken kapının arkasında bir döşemenin çıkıntısını gördüm. Fazla polisiye filmi izlemekten olsa gerek ister istemez oraya yönelirken buldum kendimi.
Döşeme tahtasını parmak uçlarımla tutup çektim. Gördüğüm siyah ciltli defter kalbimin atışını hızlandırdı. Döşeme tahtasını bırakıp oymada ki defteri aldım. Hızla dolu sayfaları çevirip son sayfaya geldim. Sadece iki cümle yazıyordu.
"Aynı yerde.
Vuslat zamanı."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
20.26k Okunma |
2.6k Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |