20. Bölüm

20. 🌃 Eve Dönüş, Yardan Gidiş

venom
amatoriceyazar

Bölüm 20: Eve Dönüş, Yardan Gidiş

Multi: Eìvør-Verd Mìn

🌃

 

Kriz anlarında ne yapacağını bilemeyen birileri varsa onlardan biri de benim muhtemelen. Elim ayağıma dolaşır, beynim kısa vadeli rötar yapar ve nihayetinde saçmalarım.

Şimdi mi?

Yapabileceğim en iyi şeyi yaptım.

Yani, 

bayıldım.

Çok kolay oldu aslında. Dünden alıştırmam da vardı hem. Önce elimi başıma doğru uzatıp gözlerimi kıstım sonra "Başım dönüyor," diye fısıldadım ve fırsattan istifade diyip Cihangir’in üstüne doğru bayıldım.

Sonrasında telaş yaptı. Onun o halini bilip buna devam etmek zordu ama içinde bulunduğum durum daha zordu. Ne yapabilirim?

Yüzüme ufak tokatlar attı. Uyanmayınca yatağıma taşıdı. Biraz da orada tokat attı. Bugünü bekliyormuş herhalde diye geçirdim içimden. "Sare!" "Neden yine bayıldın?" "Bir şeyin mi var acaba, normal değil ki bu!" "Parla'da yok."

Kendin kendine konuşup odadan çıktı. Çok geçmeden ev ahalisi odama doluştu. Gözlerimi kırpmadan bu şekilde durmak... Belki de anlamışlardı.

Burnuma tutulan kolonyayla daha fazla buna devam edemeyip gözlerimi araladım. Herkes pür dikkat bana bakıyordu.

"İyi misin yavrum?"

Başımı salladım yavaşça.

"Dün bir bugün iki. Bir hastaneye gidelim," dedi abim.

"Öyle öyle. Değerleri mi düşük acaba?"

"Ruh gibi zaten. Kanı manı da yok herhalde."

"Ablam ruh mu?"

"Ahahahah, ay canım hamile misin yoksa?"

Af buyur Derya bacım?

"Kendinize gelin Derya hanım!" Annem, oldukça sert bir tepki koymuştu. Haketmişti.

"Ne var canım, olur öyle şeyler." Patavatsız şey.

"Baba, şu karının ağzını bir kapatsan mı artık?"

"Cihangir, doğru konuş Derya hakkında."

"Canım, istersen bir test alalım eczane-"

"Kes sesini, Derya!"

"Annemle düzgün konuş, Cihangir."

"Konuşmazsam ne olur!"

Tam birbirlerine gireceklerdi ki daha fazla kendimi tutamadım.

"Yeter artık! Ha-hamile falan değilim ne saçmalıyorsunuz siz? Sadece dinlenmek istiyorum, lütfen çıkar mısınız odamdan!"

Herkes sözlerime itaat edip odadan çıkarken Gökalp’e seslendim.

"Kusura bakma, aşağı gelemeyeceğim. Bugün için teşekkür ederim," dedim. Geride sadece o, Cihangir ve Kaya kalmışken Gökalp, durumun farkına varıp bana doğru yaklaştı. Saçlarımı kısa bir an okşayıp başımın üzerine öpücük kondurdu. Gülümsedim. Onlar bilmiyordu ama ben bu öpücüğün gayet dostane olduğunun farkındaydım.

Cihangir, tüm bunlar olurken odadan çıkmıştı. Kaya ise yine gözünde beliren o seğirtiyle bize bakıyordu.

Gökalp benden uzaklaştı. Kaya'yla karşı karşıya kaldıklarında eliyle dışarıyı gösterdi. "Dinlenmeye ihtiyacı var." İçimden defalarca teşekkür ettim.

En son kapıyı çekip çıktınlarında ayaklanıp kapıyı kilitledim. Yorgundum. Biraz uyku iyi gelecekti. Hoş kapıyı kilitlemesem iyi olurdu çünkü annemler de benim odam da kalıyorlardı ama riske atamazdım.

Düşünceler zincir misali birbirine bağlanırken yavaş yavaş idrakım da kapandı.

***

Nasıl geçtiğini anlamadığım bir haftanın sonrasında bugün kendi evimize gidiyorduk. Buruk yanımı anlatmama kelimeler yetmez fakat misafirliğin de kısası makbuldü.

Boya badana yapılmış, kapı pencereler takılmış, döşemeler çakılmıştı. Elektrik, su ve kalorifer tesisatı yenilenmişti. Büyük parçalar halledilince şimdilik önemli olan ev eşyalarını almıştık. Önemli kısmı oldukça dardı. Zira odamda yalnızca bir mekan döşek ve dolap vardı. Masam bile yoktu. Ama şükrediyordum. Eve girerken hep gözlerimin önünde cayır cayır yanışı vardı.

Mekan döşeğin üstünü çarşafla kapatınca oldukça otantik olmuştu. Yeşil bir çarşaf takımı almıştım. Yastıklar beyazdı sadece. Yorganı ve yastıkları da yerleştirip dolabıma geçtim. Az denecek kadar kıyafetim vardı. Yeni birkaç parça bir şey almıştım ve kalan diğerlerini Eylül ve Merve vermişti. O yüzden dolabı yerleştirmesi de yatak kadar kolay oldu.

Oda bomboş kalmasın diye aldığım halıyı da serip son haline baktım. Çok sade olmuştu ama iç açıcıydı.

Son olarak perdeler kalmıştı. Perde belki o kadar zaruri bir ihtiyaç değildi. Işık kapalıyken beni kimse göremezdi fakat karşı dairede, o sapık ruhlu zihniyet yaşarken penceremi perdesiz bırakamazdım.

Tabureye çıkıp perdeyi de astıktan sonra asıl şimdi tamam olmuştu. Memnun bir şekilde son defa göz gezdirip odadan çıktım.

Anneme de bir süre yardım ettikten sonra her şey tamamdı. Ev yepyeni bir haldeydi. Eski hali anılarıma ev sahipliği yapıyor olsa da bu hali de bir hayli içime sinmişti.

Bu durumun tek üzücü yanı, dediğim gibi Cihangir’den uzak kalmaktı. Fakat her şeye rağmen tüm süreci hızlandıran da bendim. Çünkü yaklaşık üç dört gün önce, gecenin bir yarısı kapı kolunun indirildiğine şahit olmuştum. İyi ki hep yaptığım gibi kapıyı kilitlemiştim. Yoksa...

Derin bir nefes aldım. Düşüncelerimi buhar haline getirip yok ettikten sonra annemle beraber mutfağa geçtik. Zehra Sultan, eve geçmemizin şerefine karşı komşumuzu ve pek çok sevdiği ailesini yemeğe davet edecekti. Tüm bu hengame için Gökalp'ten izin bile almıştım.

İki saat gibi bir süre içerisinde tüm yemekler pişmek üzere ocaktaydı. Daha fazla yapacağım bir şey kalmadığı için kısa bir duş alıp yeni yaptığım yatağıma uzandım. İtiraf ediyorum, önceki yatağımdan bin kat daha rahat olmuştu. Belki de yatak almak yerine böylece döşekte yatmalıydım.

Bir süre sosyal medya hesaplarımı kontrol ettim. Cihangir’in açtığı sayfa da bir sürü mesaj isteği vardı. Değişik temalarda bir sürü sipariş... Yapmam gerekeni biliyordum. Restorandan çıkıp asıl işime dönmeliydim. Fakat bunun için bir süre daha çalışıp ihtiyacım olan materyalleri almalıydım. Cihangir, hediye olarak almamı söylemişti fakat alamamıştım. Onu sevmeden önce bu çok basitti. Donuna kadar boya olabilirdim fakat onu sevdikten sonra gereksiz bir utanç yerleşmişti ruhuma ve bir türlü beni terk etmiyordu.

Düşünceler arasında panda misali yuvarlanırken kapı çaldı. Bakmak istesem de yapmadım. Görmek istediğim bir yüz ve görmek istemediğim dört tane ayrı yüz vardı. Parla'yı biraz sevmiştim fakat Derya yüzünden henüz ona bir zeytin dalı uzatmış değildim.

Odam da bir müddet daha durmak istesem de Berfu gelip annemin beni çağırdığını söylemişti. İstemeyerek de olsa kalktım ve giyindim.

Belden lastikli taş rengi bir pantolon ve üzerine de bebe mavisi bir tişört giydim. Özenmeye gerek var mıydı? Belki ama Kaya varken asla.

Önce uzun zamandır görmediğim (!) misafirlere hoş geldiniz dedim. Kaya'yı görmek her seferinde ruhumu sıkıştırıyordu. Sonrasında annemle beraber sofrayı kurduk.

Büyük masanın etrafında toplanan kalabalık hazzetmediğim bir topluluğu oluştursa da açtım ve başka bir şeye odaklanmak istemiyordum. O hariç...

Bu gece için kumaş, orta bollukta, İtalyan kesim siyah bir pantolon giymişti. Üzerinde de hakim yaka beyaz bir tişört vardı. Çok yakışıklıydı ve bu durum karşısında iç çekmekten başka bir şey yapamıyordum.

Ona baktığımı anlamış gibi bakışlarını kaçamakta olsa benimle buluşturdu. Fakat bu çok sürmedi.

"Sare, sürahiyi uzatır mısın?"

Kaya, hep olduğu gibi...

İstemeyerekte olsa sürahiyi ona doğru uzattım. Temas etmemesi için o kadar çaba sarf ettim ki fakat bunu biliyormuş gibi özellikle elime dokundu. Gözümün önünden geçen korkunç anılar sonrası sürahiyi olduğu gibi masanın ortasına bırakıp irkilerek geriye doğru kaçtım. Henüz yeni aldığımız yemek takımından birkaç parçanın kırıldığını görebiliyordum. Annem çok kızacaktı. Fakat annem gerçekleri bilse aslında daha çok ağlayacaktı.

Herkes bana bakarken ben ona baktım. Gözlerinde yatan endişe bir kez daha yüzümden tüm her şeyi okuduğu hissine kapılmamı sağladı.

"Özür dilerim, ayağımı böcek ısırdı sanırım," diyip bacağımı kaşıdım.

Annem yan gözlerle hesap sorsa da bir şey söylemedi. Kırık tabaklar alındı ve yemek yemeye devam edildi. Fakat bende iştah kalmamıştı.

Birkaç lokma daha yediysem de buna daha fazla devam edemedim. Suyumu yudumluyordum sadece.

"Sare, mutfaktan yaptığım kızılcık şerbetini de getir de içelim yavrum," diyince oturduğum yerden kalkıp annemin dediğini yaptım.

"Ben bir sigaraya çıkayım," diyen ve evden çıkan Kaya sayesinde rahatlayıp içtiğim suyun üzerine iki bardakta kızılcık şerbeti içtim.

Herkes annemin kızılcık şerbetine övgüler yağdırırken bunu gerçekten hakkettiğini düşünüyordum.

Ellerine sağlıklar dilenip, afiyet olsunlar söylenince masayı toparladık. Bulaşıkları elimde yıkadım çünkü henüz bulaşık makinemiz yoktu. Annem için çokta önemli değilmiş. İki kap bulaşığı elimizde yıkayabilirmişiz. Fakat on kişinin bulaşığından bana hiç bahsetmemişti.

Yorgunluk iyice bünyeme bastırsa da zor şer mutfağı halledip çay faslına geçtik.

Salondaki herkes baygın gözlerle çaylarını yudumluyordu.

Ara ara Vahit ve babamın konuşmalarını duyuyordum. Gözüm çoğunlukla Cihangir'deydi. Çayını içiyordu.

Bardaklar tazelendikten sonra oturduğum yerde başımın dönmeye başladığını hissettim. Hiçbir eşya yerinde durmayıp dönerken, şuurumun kapandığını hissediyordum.

Gözlerim diğer herkese kaydı. Derya, elindeki bardağını olduğu gibi bırakıp geriye düşerken neler olduğunu anlayamıyordum. Babamda aynı şekilde koltukta bayılırken hala idrak etmiş değildim.

"Zehirlendik mi?" diyen Vahit'te çok geçmeden bilincini kaybetmişti.

"Sare," dedi güçsüz bir ses. Sonra onun bedeninin bana doğru sarsak adımlarla yaklaştığını gördüm. "Kaç," dedi salonun ortasına yığılıp kalmadan. İşte o zaman idrak ettim.

Her şeyi iki üç tane gören gözlerim onun oturduğu yere kaydı. Ayak ayak üstüne atmış, yumruk yaptığı eline başını yaslamış, gülümseyerek beni seyrediyordu.

Korkuyla oturduğum yerden kalktım. Yer ayaklarımın altından kayıyordu. İki adım sonra bilincimin kapanacağını biliyordum ama yine de korkuyla kaçmaya çalıştım.

Çok geçmeden gözlerim karardı. Bedenim bir çuval gibi Cihangir’in yanı başına yığılırken nefret ettiğim ellerinin bedenime sarılışını ve beni kucaklayışını hissettim. Ve sonumda bu oldu. Ölmeyi diledim. Hiç uyanmamayı...

Bölüm : 02.02.2025 23:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...