Bölüm 19: Bir Gercek Bir Yalan Ben Kime İnanam
Multi: Yalın-Deva Bize Sevişler
🌃
"Sare?" Odamın kapısı çalınıp, Cihangir’in sesi duyulunca heyecanla gözlerimi aralayıp, doğruldum. Sırtımı yatak başlığına yasladığım da ise "Gel," diye komut verdim.
Kapı açılıp içeri girdiğinde elinde poşete doldurulmuş buzlar vardı. Gülümsemeden edemedim.
Kapıyı açık bırakıp yatağımın baş ucuna kadar geldi. "Şişmesin diye buz getirdim," diyip izin istemeden bileğime dikkatle yerleştirdi. Tüylerimi ürperten soğuk nedeniyle ayağımı çekmek istesem de şişmemesi için bu gerekliydi.
"Daha iyi misin?"
"Gayet iyiyim."
İkna olmamış gibi dikkatle baktı yüzüme. Gülümsemeye devam ettim.
"Hayrola?" diye sordu.
Tek kaşımı kaldırırken cevap verdim. "Ne hayrola?"
"Yüzünde güller açıyor."
"Açmasın mı?"
"Açsın da... Gudubet haline alışınca bu halin garip geldi." Gülüşüm anında soldu. Beni gudubet olarak mı görüyordu?
"Sensin o gudubet! Allah'ın fili!"
Kısa bir kahkaha attıktan sonra cevap verdi. "Fil mi?"
Onu boş verip kucağımda ki telefonumu aldım.
"Aklıma gelmişken," diyip telefonumu elimden çekti. Sinirle havalansam da ayağım bu haldeyken tek yapabildiğim geri oturmak oldu.
"Bir sürü resim siparişi geldi ama Sare Hanım'ın umrunda değil. O kadar resmi ben mi çizeceğim?"
Hatırlatamasa tamamen aklımdan çıkmıştı. Yangından sonra çalışıp, aileme destek olma fikrine o kadar adapte olmuştum ki çok sevdiğim resim yapmayı bir kenara atmıştım.
"İzin günlerim için bir şeyler yapabilirim belki." Belki... Bütün boyalarım, fırçalarım, tuvallerim yanmışken ve fiyatları bu kadar pahalıyken nasıl yapabilirdim ki?
"Bak ne diyeceğim," diyip telefonumu tekrar kucağıma attı.
"Sen gerekli olan boyaları, fırçaları artık ne varsa hepsini sipariş et, ücretini ben ödeyeyim." Gözlerim fal taşı gibi açıldı.
"Karşılığında ne istiyorsun, böbreğimi mi?"
Gülümseyip "cık" diye bir ses çıkardı. "Karşılığında bir daha az önceki gibi bakmamanı istiyorum." Anlamamıştım.
"Nasıl baktım ki?"
"Dünyan elinden kaymış gibi, hüzünlü... Bak, resmin senin için ne kadar kıymetli olduğunu biliyorum. Bu söylediğimi benden bir hediye olarak kabul et. Karşılığında da sadece mutlu ol," dedi. Gözlerim dolmuştu. Neden bu kadar iyiydi ki? Hem de bugün yaptığım o korkunç şeyden sonra...
"Sonrasında gelip parasını istersen vermem ama," dedim gözlerimdeki yaşı gizlemeye çalışarak.
Saçlarıma doğru uzanıp birbirine karıştırdıktan sonra hızla geri çekildi. Eline vurmak için uzanamadan hem de.
"Unuttun mu, ben zaten gayet zenginim." Haspam.
"Miras yedi." Tekrar güldü.
"En azından yiyeceğim bir mirasım var," dedi ve daha fazla bir şey söylemeden odanın çıkışına doğru ilerlemeye başladı.
Tam çıkacakken durdurdum.
"Teşekkür ederim."
Döndü. Gözlerinde daha önce hiç görmediğim bir bakış vardı. "Lafı bile olmaz," dedi ve kapıyı da çekerek çıktı.
Bana ne yapıyorsun? Kalbimdeki bu heyecanla daha fazla nasıl yaşayabilirim? Hepsinden öte beni nasıl bu kadar iyi tanıyorsun? Bir bakışımdan neye hüzünlendiğimi anlayacak kadar ne ara benimsedin? Kimsin sen Cihangir, kim?
***
Akşam yemeği için mutfaktaki ve salondaki masayı birleştirmek zorunda kalmıştık. Hoş bana hoştu. Cihangir hariç diğer aile üyeleri başka bir masada yemeklerini yiyebilirlerdi ama Zehra Sultan tabi ki kıymetli misafirlerini masanın baş köşesine oturtmuştu.
Herkes sessizce yemeğini yerken karşımda Kaya varken, ben yiyemiyordum. O gün geliyordu aklıma. Çaresizce çırpınışlarım. Nasıl da insanlıktan çıkmıştı öyle? Oysa onu arkadaş olarak gerçekten sevmiştim ve bu yaptığı şey... Akıl alır gibi değildi.
"Kızım yesene yemeğini. Nazar var kesin üstünde, bak iştahın da yok. Bir de ayağını burkmuşsun. Hey Allah’ım!"
Annem yanımda oturmuş beni dürterken onu dinleyecek halim yoktu. Aynı zamanda dediği gibi iştahım da yoktu. "Afiyet olsun," size diyip kalkacakken onun sesiyle oturduğum yerde kaldım.
"Sare... Sevgilin yani Gökalp, senden sonra tekrar geldi. Bilekliğini onda unutmuşsun sanırım," diyip cebinden ne ara eline geçtiğini bilmediğim bilekliğimi uzanıp önüme koydu.
Dumura uğramış bir şekilde kalakaldım. Gözlerim ilk önce dayanak arar gibi Cihangir’i aradı. Yanımda oturuyordu. Başımı çevirip yüzüne baktım. O ise hiddetle Kaya'ya bakıyordu. Babalarımız olmasa belki de çoktan üzerine atlayacaktı.
Gözlerimi ondan çekip korkuyla ilk önce babama sonra abime en sonda anneme baktım. Hepsi şaşkınlıkla önümdeki bilekliğe bakıyorlardı.
"Ben... Üzgünüm, ailen bilmiyordu sanırım." Bilerek yapmıştı. Bile isteye yapmıştı. Bu bileklik odamdaydı. Odama girip almıştı ve böyle bir senaryo uydurmuştu. Aklımı yitirecektim.
"Ben..." dedim ve durdum. Ne diyecektim ki? Ne denirdi şu anın içindeyken?
"Kim dedin? Gökalp mi?" Annem, Kaya'ya sorduğu soru karşısında bir baş sallama cevabı aldı.
"Patronun," dedi bu kezde bana doğru. Yutkundum. "Evet," dedim kısık bir sesle.
"Sare!" Beklediğim öfke. Abime baktım. Öfkeyle bana bakıyordu. "Ne halt yiyorsun sen?"
"Abi yemin ederim bir şey yapmadım," dedim sadece.
Bakışlarım kucağımda topladığım ellerime kaydı.
"Aman canım, gencecik, çok güzel bir kız. Elbette olacak sevgilisi, ne bu tepkiler!" diyen Derya'nın sesini geldiğinden beri ilk defa duyuyordum belkide.
"Öyle tabi, zaten bugün stresten bayıldı ön görülerime göre, lütfen daha fazla üstüne gitmeyin," diyense Parla'ydı.
"Muhakkak. Hem kızınız gayet aklı başında. Genci çağırır, tanışırsınız Ethem bey," diyip babama destek çıkan Vahit'e karşı sadece yüzümü ekşittim.
Başım eğik bir halde sadece konuşmaları dinliyordum.
"Yarın akşam yemeğine çağır, tanışalım," dedi babam. Başım hızla kalkarken bakışlarım yine ilk ona değdi. Gözlerindeki hüzün bulutlarını yok etmek istedim. Hayır, yalan söyledim öyle bir şey yok, demek istedim. Ama sadece istedim. Verdiğim cevapsa "Peki, baba," oldu.
***
Saat biri çeyrek geçiyordu. Uyuyamamıştım. Nasıl uyunurdu ki? Kafamdaki karmaşa yetmiyormuş gibi annemle Berfu'da benim odamda, yerde yatıyorlardı ve annem müthiş derecede iyi horluyordu.
Tekrar gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştım. Fakat gözlerimi kapatır kapatmaz yemekte dönen muhabbet beynime doğru hızlı bir akın yaptılar. Gökalp'e bunu nasıl açıklayacaktım? Ya kabul etmezse? Ne derdim? Kaya o zaman gerçeği öğrenirdi. Ya tekrar... Korkuyla gözlerimi açtım. Bakışlarım kapıya kitlendi. Sonra gözlerimin önüne bilekliğim geldi. Yataktan doğruldum. Bileğim ilk anına göre daha az acıyordu. Yarı aksak bir şekilde kapıya kadar ilerledim ve çok ses çıkarmamaya çalışarak kapıyı kilitledim. İçim bir nebze olsun rahatlarken tekrar yatağıma geçtim.
Uyuma çabalarım sonuç vermeye başladığında saat ikiyi kırk beş geçiyordu. Tekrar saate bakamadım çünkü uyku bu kez kollarını açmış beni bekliyordu.
Yarın için ümitvar bir şekilde uyudum. Umarım her şey yolunda giderdi ve umarım Cihangir, mümkünse daha az kırılırdı.
***
Sabah erkenden uyanmış ve annemleri uyandırmadan evden çıkmıştım. Uyuyunca bileğim daha iyi olmuştu ve sabah neredeyse artık aksamıyordum. Bunun yanında dün yaşananlar taptaze bir şekilde hala beynimde canlanıyorlardı. Üzerime binen stres yığınıyla birlikte restorana geldim. Gökalp, hep olduğu gibi bizimle beraber geliyordu restorana ve bugünde öyleydi. Müşterilerin göremediği bir kısımda, masasında oturuyordu. Beni görünce ayaklandı. Yüzünde mimik oynamıyordu. Belki de beni kovacaktı, kim bilir?
Yanıma geldiğinde gülümsemeye çalıştım, o da öyle... "Konuşalım mı biraz?" Başımı salladım.
Boş masalardan birine geçecekken dışarıyı gösterdi. Gerçekten beni kovacaktı. Dediğini yapıp dışarıya doğru yürümeye başladım. Bir aralık durup ayağıma doğru baktı. "Ayağına ne oldu?"
"Önemli bir şey değil, burkuldu."
"Geçmiş olsun, dikkat et lütfen."
"Teşekkür ederim," dedim, mırıltıyla.
Dışarı çıktığımızda restoranın önünde bulunan parka doğru ilerledik. Boğaza karşı bakan bu park, nefes almak için çok güzel bir yerdi.
İleride bulunan boş bankı gösterdi. Geçip oturduk.
"Nasılsın?" diye sordu. Her şeyin bu kadar uzaması beni daha çok strese sokuyordu.
"Bak her şeyi sana anlatacağım ama lütfen tüm bunlardan kimseye bahsetme olur mu?" Yüzüne baktım. Ciddiyetle başını salladı.
Her ne kadar zor olsa da iki yıl önce yaşananları detaylarına girmeden anlattım. Verdiği ilk tepkiyse "Polise gitmelisin, Sare," oldu. "Ailem öğrenir. Öğrenip, üzülmelerini istemiyorum," dedim.
"İyi ama şimdi o psikopatla aynı evdesiniz ve... Anlamıyorum. Polise gitmelisin. Hatta dur, Cihangir polisti değil mi? Ona anlat tüm bunları." Olumsuz anlamda başımı salladım.
"Cihangir, bilmediğim bir sebepten ötürü zaten ondan nefret ediyor. Bunları anlatırsam Kaya'ya ne yapar kestiremiyorum. Ona bir şey olmasından korkuyorum."
Derin bir nefes aldı.
"Peki, ne olacak şimdi?"
Yutkundum. "Ailem seninle tanışmak istiyor." Şaşkınlıkla baktı yüzüme. Konuşmasına müsaade etmeden dün gece Kaya'nın yaptıklarını da anlattım.
"Sare, inan bu konu da sana sonuna kadar yardım etmek istiyorum fakat bilmeni istediğim bir şey var," dedi.
"Nedir?"
"Uzun zamandır sevdiğim biri var," dedi. Devam etmesi için bekledim. "Ve sonunda bu sevginin karşılıklı olduğunu öğrendim." Onun adına mutlu olmuştum. Gülümsedim. "Ve bu durumun ilişkimi etkilemesini istemiyorum. Senden rica etsem, kız arkadaşıma bu durumu açıklayabilir misin? En azından bu sırrını onunla da paylaşsan..." Ağır ağır başımı salladım. Bunu ona borçluydum. Benim yüzümden hayatının etkilenmesini istemiyordum.
"Bugün gün içinde restorana uğrayacak. Senin için uygun mu?"
Tekrar başımı salladım.
Boğazın eşsiz manzarasına odaklanırken tüm bunların nasıl sonuçlanacağını merak ediyordum.
***
Akşam eve geldiğimde annem çoktan döktürmüştü. Baş misafirlerimiz ise kuruntulu bir halde salonda oturuyorlardı. Bir tek Parla yoktu, o da bugün hastanede nöbetteymiş.
Odama geçip üzerimi değiştirdikten sonra tekrar aşağı indim. Gökalp'in kız arkadaşıyla konuştuktan sonra Gökalp, saat sekiz gibi gelebileceğini söylemişti.
Kız arkadaşına da yine özet halinde yaşananları anlatmıştım. Bu durumu oldukça güzel bir şekilde karşılamış ve yardım edebileceği bir durum olursa söylememi istemişti. Bunlar karşısında yalnızca teşekkür etmiştim.
Annemle beraber sofrayı kurduktan sonra herkes salona toplanmıştı. Cihangir, yine aynı bakışlarla Kaya'yı süzgeçten geçiriyordu.
"Bu yabaniliğine daha ne kadar devam edeceksin, Cihangir," diye konuştu Derya.
Cihangir, öfkeli bakışlarını Derya'ya yöneltti. Bu kadını ilk gördüğüm andan beri sevememiştim.
"Evimden gittiğinizde," diye net bir şekilde konuştu. Annem boğazını temizledi, babam oturduğu yerde dikeldi. Söylediklerini tasvip etmediklerini her halleriyle belli ediyorlardı.
"Yavrum, onlar senin ailen," dedi annem şefkatli bir tonlamayla.
"Ailem falan değiller," dedi. İçim acıdı. O kadar kimsesizdi ki, bize bu kadar çok bağlanmasını şimdi daha iyi anlıyordum. Para düşkünü bir baba, para düşkünü üvey anne, psikopat bir üvey kardeş, her şeye rağmen kendine benzeyen kız kardeşi. Fakat o yine de yapayalnızdı.
"Bizden uzak durmak senin tercihindi," dedi Kaya. Keşke konuşmasaydı ve defolup gitseydi. "Yakın durulacak bir aile değilsiniz de ondan."
"Ah hadi ama başından beri ne beni ne de annemi hiç sevmedin."
Oturduğu yerde öfkeyle kasıldığını gördüm.
"Sevilecek bir haliniz yok," dedi ikisine de nefretle bakarken.
"Cihangir, terbiyeni takın lütfen."
"Tabi, takınırım... baba!"
Oturduğu yerden hızla kalkıp salondan çıktı. Çok geçmeden de dış kapının çarpılma sesi duyuldu.
Canını ne çok yaktıysalar hiçbir türlü tahammül edemiyordu onlara. Şimdi peşinden gidip teselli etmek istiyordum. Fakat bunu yapmam dikkat çekeceği için vazgeçtim. Yapabildiğim tek şey oturduğum yerde ne yaptığını düşünmekti. Umarım iyidir.
***
"Eee oğlum, işler nasıl gidiyor," gibi klasik bir soruyla çay faslını da boş bırakmadı babam.
Yemekler yenmiş, çay için salona geçilmişti. Ve maalesef Cihangir, gelmemişti.
"Şükür, Ethem amca, iyi gidiyor."
"İyi iyi."
Manasız sohbetlerle akşam devam ederken dış kapının açılıp kapandığını duydum. Gelmişti.
Çok geçmeden salonun kapısından içeri girdi. Gökalp'e hoş geldin dedikten sonra boş bir yere geçip oturdu.
Bakışlarından hiçbir şey okunmuyordu. Arkaları bomboş olan iki hareye bakıyordum sanki.
"İzninizle ben bir tuvalete gideyim," diye kalktı Gökalp. Annem tuvaleti göstermek için onunla birlikte gitti.
"Ya çok tanıdık isimleri var ama bir türlü çıkaramadım. Gökalp'in babasının ismi neydi, Sare?"
Gözlerim Kaya'ya kitlenirken ne diyeceğimi bilmiyordum. Nereden bilebilirdim ki babasının adını?
Şüpheleniyordu. Eğer babasının adını gerçekten biliyorsa ve herhangi bir isim söylersem anlayacaktı her şeyi.
"Sare, az önce telefonun çalıyordu sanırım. Bir bak istersen," diyen Cihangir’e baktım. Neden böyle bir şey yapmıştı? Bile isteye beni sorudan kurtarmıştı ama neden?
Aklımda ki binbir çeşit soruyla oturduğum yerden kalktım ve odama çıkmak üzere merdivenlere yöneldim.
İçeri girdiğimde telefonum yatağımın üzerindeydi. Herhangi bir arama yapılmış mı diye bakmak için hızla elime aldım ama hayır, hiçbir arama yoktu.
"Bu ne şimdi?" dedim fısıltıyla.
"Yalan söylediğini anlamayacağımı mı sandın?"
Arkamdan gelen sesle korkuyla döndüm. Odamın aralık olan kapısını iyice aralamış bana bakıyordu.
"Nasıl?" dedim, ne diyeceğimi bilemeyerek.
Arkasını kolaçan edip dikkatle içeri süzüldü. Kapıyı kapattı ve iki adımda karşıma geçti.
"Gözlerin," dedi ve tıpkı o gece olduğu gibi yine bir tutam saçımı parmağına doladı.
"Gözlerin yalan söylediğin zaman gerçeği bağırıyorlar."
Anlamıyordum.
"Ne demek istiyorsun?"
Aramızdaki mesafeyi yok denecek kadar aza indirip cevap verdi. "Söyleyeyim." Durdu. Gözleri yüzümün her yerine dokunurken devam etti. "Gökalp'i bugün bir kızla gördüm ve arkadaş olamayacak kadar yakınlardı."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
20.26k Okunma |
2.6k Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |