Bölüm 18: Yavru Fil ve Dolmuşçu Hasan Abi'nin Karşılıklı Piyesi
Multi: Kenan Doğulu-Bir İleri İki Geri
🌃
Çocukluğumdan bu yana önünü arkasını düşünmeden kararlar alırım. Bir keresinde, orta okuldayken tiyatro gösterisi vardı. Sevmediğim sınıf arkadaşım hoşlandığım çocukla partner olmuştu. Kıskanmıştım. Onunla partner olamasam bile en azından o tiyatro da yer almalıydım. Öğretmen son rolü kim ister diye sorduğunda hevesle parmağımı kaldırdım. Fakat benden başka parmak kaldıran kimse yoktu. Sebebini merak ediyordum ama öncesini dinlememiştim. Aklım, tamamen tiyatro da olmam gerektiğiyle doluydu. Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın hesabı yine de parmağımı indirmedim. Öğretmenim de beni seçmişti.
Rol mü?
Ağaçta maymun rolü.
Evet, böyle bir rol biçilmişti. Tiyatronun konusu hayvanlar ve merhametti. O ikisi orman yolunda gezip, hayvanlar ve merhamet hakkında konuşacakken diğer sınıf üyeleri hayvanları canlandıracaktı. Sınıf arkadaşlarım gayet güzel hayvanları canlandırırken ben, rolümü bir ağacın dalına sarılıp, değişik sesler çıkararak canlandırmıştım. O ikisi ise gayet medeni iki insan rolünü oynamışlardı. Kıskançlığım dinmemişti. Üstüne abim bir ay boyunca evde maymun sesi çıkarıp, taklidimi yaparak beni sinir etmişti.
Şimdi mi?
Maymun rolünü aldığım zamankinden daha beter bir haldeyim. Belki de bir seferlik olsun önünü arkasını düşünmem gerekirdi. O an için bu fikir gayet mantıklı gelmişti ama kalbimden o kadar da çok haberdar değildim. Onu ve gözlerindeki hayal kırıklığını görünceye dek.
"Bugünün başlığı -bomba haberler- mi?" diye burnunun ucuyla konuştu, Merve. Bakışları hesap soruyordu sanki. Bunu onlara nasıl açıklayacaktım? Ne kadar saçma bir durumun içine düşmüştüm böyle?
Gökalp’in elini bıraktım. Hiçbir şey bilmemesine rağmen bu saçma oyunuma ayak uydurup gülümsediği için ona içten içe büyük minnet duyuyordum. Çiçeğini özenle koklayıp masanın üzerine bıraktım. Sandalyeyi gösterdim. "Oturmaz mısın?" İkilemdeydi. "Aslında işim var," dedi. Kalmak istemediği gözlerinden okunuyordu. Bu rolü üstlenmesi için fazla zorba davranmıştım.
Elimi koluna uzatırken gözlerim yine ona kaydı. Çoktan masanın başına gelmiş dikkatli gözlerle bizi izliyordu. Yutkunup Gökalp’in kolunu sıvazladım. "Yarın görüşürüz... Hayatım." Dilim düğümlendi ve o son kelimeyi söyleyemedim sandım. Ama söylemiştim. Bu kez ondan tarafa bakmamak için büyük bir çaba sarf ediyordum.
Gökalp, yaptığıma karşılık belimden nazikçe kavrayıp yanağıma doğru tüy kadar bir öpücük bıraktı. İtiraf etmesi güç olsa da bundan çok rahatsızlık duydum. Yinede kendi başıma açtığım bu bela için şikayet etme hakkım yoktu. "Görüşürüz canım," dedi ve son bir kez herkesi göz merceğinden geçirdikten sonra gözden uzaklaştı.
O gidince az önceki yerime oturdum. Kimseyle göz teması kuracak cesareti gösteremiyordum. Kaya hariç... Onun gözlerine meydan okurcasına baktım. Çenesi kasılmıştı. Arada bir seğiren gözü ise bana yine o günü hatırlatmıştı. Daha fazla bu meydan okumayı sürdüremedim.
Yanımdaki sandalye çekilirken bedeni çok sürmeden yanımda belirdi. Kalbimin atışını hissediyordum. Fakat ondan tarafa bakmaya artık cesaretim yoktu. Gözlerindeki kırgınlık kalbimi parçalıyordu sanki.
Odağımı masadaki diğer herkese çevirdim. Yalın, alaylı bir sesle konuşmaya başladı. "Eee millet, başka haberi olan var mı? Hazır taşlar dökülmeye başlamışken sizde geri kalmayın," dedi. Herkes suskunluğuna devam etti.
Gözlerim Eylül'e kaydı. Artık ağlamıyordu. Bakışları Kaya'nın üzerindeydi.
"Son bir kez veda etmeden gitmen çok adiceydi, biliyor musun?"
Tüylerim ürperdi. O olaydan sonra Kaya, bir daha hiç gelmemişti. Ne olmuştu, bilmiyorum. Beni kurtaran kişi kimdi, onunla alakası var mıydı, bilmiyorum. Canı yanan çok kişi olmuştu. Bunların başında da ben ve Eylül geliyorduk. Ve Eylül, haklı olarak hesap sormak istiyordu, ben ise sadece gitmesini istiyordum.
"Ani gelişti," dedi. Ellerini masanın üzerinde toplamıştı. Bakışlarında zerre mahcubiyet olmadan Eylül’e bakıyordu.
"Ani gelişti... Ne kadar ani gelişti ki çok kısa bir vaktini bile ayıramadın?"
"Bunları konuşmanın ne manası var, Eylül? Bizimki zaten ipleri kopmaya hazır bir ilişkiydi. Artık birbirimizi sevmiyorduk bile."
Eylül, hayal kırıklığıyla bakıyordu artık. "Beni sevmediğini de öğrenmiş olduk," dedi iğrenir bir ifadeyle. "Geçmiş gitmiş şeyler. Ama arkadaşlığımız baki," dedi. Yalancı.
"Arkadaşlık falan kalmadı," dedi Eylül. Haklıydı.
"Ben hala sizinle arkadaşlık etmek istiyorum," dedi yüzsüzce.
O sırada geldiğinden beri sessizliğe gömülen Cihangir konuştu. Onun sesini duymak... Hislerimin farkında vardıktan sonra daha farklı hissettirir olmuştu.
"Hiç kimseyle arkadaşlık edeceğin falan yok. Masadan kalktıktan sonra evimden de mahalleden de siktir olup gideceksin!"
Bakışlarım ani bir şekilde ona döndü. Ağzından bu kadar net ve bu kadar sert bir şekilde küfür çıktığını ilk defa duyuyordum. Hepsinden öte onu ilk defa bu kadar öfkeli görüyordum. Daha doğrusu ben onu hiç öfkeli görmemiştim. Ve bu hali, barut gibiydi. Dokunsam alev alacaktık sanki.
Biliyormuş gibi onunda bakışları bana döndü. Ama bu o kadar kısaydı ki hayal gördüğümü sandım.
Bakışlarımı tekrar diğer kişilere çevirdim. Üvey kardeşlerin arasında yaşanan bu gerilim hattını çözmeye çalışıyor gibiydiler.
"Ailemle geldim, ailemle giderim," dedi, meydan okurcasına.
Bacağının üstündeki yumruğunu şiddetle sıktığını gördüm.
"Seni o çıktığın deliğe tekrar tepmeden defolup gideceksin," dedi. Şimdi herkesin gözleri merak doluydu. Üçümüz hariç. Demek tedavi oldum derken doğruyu söylüyordu. Demek gerçekten hastanede yatmıştı. Ruh hastasının teki olduğunu biliyordum ama problemi neydi? Bilmek istemedim. Öğrenirsem daha çok korkardım ve ben, artık korkmak istemiyordum.
"Ne deliği?" Eylül, bunu sormakta kendini hak sahibi görüyordu.
Cihangir tam ağzını açacakken Kaya araya girdi. "Hiç. Cihangir yine burnunu sokmaması gereken yerlere sokuyor, tıpkı daha önce yaptığı gibi." Bunu söyledikten sonra bakışları beni buldu. Yüzümdeki iğrenir ifade ona bakınca aniden beliriyordu. Daha fazla tahammül edemedim ve başımı çevirdim.
Cihangir’e odaklandığımda sıktığı yumruğundan dolayı parmak boğumlarının bembeyaz olduğunu gördüm. Sakinleştirmek adına eline uzandım ama öyle bir şiddetle çektiki elini neye uğradığımı şaşırdım. Öfkeliydi. Ama kime?
Kaya'nın son söylediğinden sonra aklımda soru işaretleri oluşsa da üzerinde çok duramadım. Çünkü Cihangir oturduğu sandalyeyi devirerek kalktı masadan. Peşinden bende kalktım. Tam gidecekken Gökalp’in getirdiği çiçeği burada bırakmam akıllarda soru işareti oluşturacağı için onuda aldım.
Kafeden çıktığımda Cihangir, epey uzaklaşmıştı. Bakınca çok hızlı yürüyordu. Ona yetişmek için koşmam gerekti. Yanına vardığımda beni fark edip daha yavaş yürümeye başlasa da bana göre hızlıydı yine.
"Sakin olur musun biraz," dedim. Hiç konuşmamışım gibi yürümeye devam etti. Nefes nefese peşinden koşturmaya devam ettim. Zira ona ayak uydurmam için koşar adım yürümem gerekiyordu.
"Kaya ne demek istedi?" Öncelik sıram böyle değildi ama ilk bu soru çıkmıştı ağzımdan. Ve tabi ki aldığım cevap yine sert ve hızlı adamlardı.
"Biraz konuşalım lütfen," dedim son kez şansımı deneyerek. Ama yine cevap alamadım. Sinirlenmiştim. Ne vardı sanki iki kelam etse!
"Cihangir!" diyip kolundan sertçe kavradım. Ama bu hareketimi de beni iterek cevapladı. Daha doğrusu kolunu sertçe çekti. Dengemi sağlayamadım. Kaldırımdan aşağı düşerken ayağımda şiddetle burkulmuştu. Birkaç saniye içinde gerçekleşen bu olay sonrası artık yerdeydim. Daha doğrusu yolda.
Elimdeki çiçek avcumu korumuştu. En azından avcumu kurtardım derken yaklaşan arabayı görünce gözlerim fal taşı gibi açıldı. Kalkmaya çalıştım ama ayağım fazlaca burkulmuştu ve bu ağrıyla kendimi kaldırmam epey uğraş istiyordu.
Cihangir’e baktım. Donuk ve şaşkın bir şekilde bana bakıyordu. Araba korna çalınca şiddetle sarsıldı. Sanki o an idrak etti yerde olduğumu. Eğilip bileğimden kavradığı gibi hızla yukarı çekti beni. Ayakta duramadığımı fark edince de belimden destek çıktı.
Şimdi haddinden fazla yakındık ve bu yakınlık kalbime hiç iyi gelmiyordu. Öyle ki kısa bir an burkulan ayağımın ağrısını bile unuttum.
"Ben... Çok özür dilerim... Çok özür dilerim, Sare. O şekilde davranmak... İyi misin sen? Hadi hastaneye gidiyoruz," dedi, daha konuşmama müsaade etmeden. Yürümeye başlayıp beni neredeyse belimden kavrayıp yürütmeye başladığında onu durdurdum. "İyim, sakin ol önce," dedim, sesime, çektiğim ağrıyı yansıtmamaya çalışarak.
"Bak ben, gerçekten dalgınlıkla oldu. Yoksa ben sana isteyerek asla zarar vermem, asla!"
Göğsünde asılı kalan elimi yüzüne çıkarmak ve usulca okşamak istedim. Fakat yapamazdım. Ne hakla? Kim olarak? Üstelik ortaya böyle bir yalan atmışken.
"Kaldırımın kenarında yürüyordum dengemi sağlayamadım. Senin bir suçun yok." Aslında tam olarak onun suçuydu. Fakat bilerek yapmadığını biliyordum. Bu yüzden onu suçlamak faraziydi. Hem nasıl suçlardım ki? Hele de yüzünde gördüğüm bu pişmanlıktan sonra...
"Yine de hastane-"
"Gerek yok. Uzanırım, buz koyarız sabaha bir şeyim kalmaz."
İkna olmasa da belli belirsiz başını salladı.
"Yürüyebilecek misin peki? İstersen kucağıma alayım." Önerisi kalbime fazladan kan pompalama emri gönderse de sakin kalmaya çalışıp bu teklifi de reddettim. "Yürüyebilirim, sadece koluma girsen yeterli olur." Yine başını salladı.
Elini belimden çekmezken boşta kalan eliyle kolumu kavrayıp kendi koluna sardı. O şekilde aksayarak yürümeye başladım.
"Şu çiçeği atsana, yük oluyor," dedi. Yersiz gelen gülmem sonucu kıkırdadım. Kıskanıyordu. Belki.
"Onun sayesinde avcum yaralanmadı, nasıl atayım?" Ağzının içinde bir şeyler gevelesede duymadım.
Ev uzaktan göründüğünde adımları biraz daha yavaşladı.
"Neden bana söylemedin?" Merakla yüzüne baktım.
"Neyi?"
Sıkıntılı bir nefes çekti. "Onu. Yani... Birlikte, beraber ama neyse işte Gökalp’i."
Yutkundum. Boğazım kurudu sandım. Tekrar aynı acı kalbimde baş gösterdi. Keşke seni kırmak zorunda kalmasaydım. Keşke.
"Yeni," dedim, sesim iyice içime kaçarken.
"Basit bir hoşlantı sanıyordum." Sesi bariz bir şekilde kırgın çıkıyordu.
"Bende," dedim. Her ne kadar içimden "Zaten öyleymiş," demek geçse de diyemezdim. Bu defa bunu neden yaptığımı soracaktı. Kalkıp Kaya'yla iki yıl önce aramda böyle bir mevzu geçti, şimdi benden uzak dursun diye yalan söyledim desem muhtemelen Kaya'nın sonu iyi olmazdı. Her fırsatta ona bu kadar öfke kusarken ve neden öfke kustuğunu bile bilmezken sana bunları anlatamazdım.
"Hayırlı olsun," dedi.
"Teşekkür ederim."
Evin önüne geldiğimizde duraksadı.
"Sare," dedi alışık olmadığım bir tonlamayla. Elimin altındaki kolunun kasıldığını hissediyordum. "Efendim?" dedim sesimde gizleyemediğim bir merakla.
"Kaya'dan uzak dur olur mu?" Nefesim kesildi. Neden, neden böyle bir şey söylüyordu?
"Neden?" dedim. Sesim bile titremişti. Tıpkı yaprak gibi titreyen bedenim gibi. Farkında mıydı? Belki.
"Sadece dediğimi yap," dedi. Gözleri boşluğa dalmıştı.
"Bilmem gereken bir şey var mı?" diye sordum. Bakışları beni buldu. Yüzü çok yakındı. Nefesini hissedecek kadar yakın.
"Evet, var," dedi. Yüzünde muzır bir gülümseme oluşurken yüzüme doğru yaklaşmaya başladı. Kalbim ritmini çoktan kaybetmişti. Öylece olacakları beklerken kulağıma doğru yaklaştı ve usulca fısıldadı.
"Gökalp’le hiç yakışmıyorsunuz."
O görmedi ama gülümsedim. Hem de kocaman. Çünkü ondan henüz hiç duymasam da, kalbimde yeşeren bu aşk filizinin, karşılıksız olmadığını biliyordum.
Yavru Fil'de beni seviyordu, hissediyordum.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
20.26k Okunma |
2.6k Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |