Bölüm 16: Geçmişin Tozunu Kaldıran Kişi
Multi: Anil Durmuş-Zamanla Geçer
🌃
2 Yıl Önce
"Seni seviyorum, Sare." Bir adım geri giderken duyduklarımı idrak etmekte güçlük çekiyordum."Saçmalıyorsun, Kaya. Sen Eylül'ü seviyorsun." Boğazım yanıyordu.
Yüzünde varla yok arası bir gülümseme oluştu. Elini bana doğru kaldırdığında bir adım daha geri çekildim."Eylül’ü hiç sevmedim," dedi. Bunu nasıl acımasızca dile getirebilirdi?
"Yalan söylüyorsun," dedim hala inanmakta güçlük çekerek. Onlar aşıklardı birbirine. En yakın şahidi de bendim.
"Sana aşığım." Kanım çekildi.
"Kes şunu aptal herif!"
Hızlı iki adımda olabildiğince yaklaştı. Geri çekilmeye çalıştım ama artık gidecek bir yerim yoktu. Sırtım duvarla buluşurken çaresizce gözlerine baktım. "Kaya... Neden bunu yaptın?" Göz yaşlarım artık yanaklarımı sızlatıyordu. Buna rağmen yine de ağlamamı durduramadım. Üzerime gelmeyi bırakıp arkadaki koltuğa kendini atarcasına oturdu. Rahatça ayak ayak üstüne attı. Şimdi üzerine atılmak ve o ölene kadar boğazını sıkmak istiyordum.
"Seni ilk gördüğümde..." Durdu. Gözlerime baktı. İğrenç bir ifadesi vardı. Midemin bulandığını hissettim. "Lise üçüncü sınıftaydık. Arada yaptığınız gibi diğer dördünüz Yalın’ı almak için kolej çıkışına gelmiştiniz. Seni gördüm. O kadar insanın içinde o yeşil gözlerin öyle güzel parlıyordu ki..." Yine durdu ve gözlerime bakmaya devam etti. Söylediklerinin etkisiyle artık gözlerine bakmak istemiyordum. Bakışlarımı kaçırıp yaslandığım duvardan yavaş yavaş kayarak yere çömeldim. Konuşmaya devam etti. O devam ettikçe anılar birbir gözümün önünden geçip gitti. Ne kadar aptalmışım!
"Aşık olmuştum. İlk gördüğüm anda bunu anlamıştım. Tek hedefim vardı artık. Sana olabildiğince yaklaşmak ve sonunda seni kendime aşık etmek. Ama bu evrede hesap etmediğim bir şey oldu. Eylül... Ah, o sırnaşık kız!..." Devam etmesine izin vermeden araya girdim. "Düzgün konuş. O yalnızca seni sevdi. Senin böyle bir pislik olduğunu bilseydi dönüp yüzüne tükürürdü." Güldü.
"Eylül bana aşık olunca aranıza girmem daha kolay oldu. Yalın'la zaten tanışıyorduk. Sizde beni kısa zamanda sevmiştiniz. Kısa zamanda muhteşem bir altılı olmuştuk. İtiraf etmesi güç olsa da grubu sevmiştim. Ama seni her şeyden daha çok..."
Kaçmak istiyordum buradan. Tüm bunları unutana kadar koşmak... Bu kadar adice olmamalıydı. Bu kadar değil...
"Eylül yüzünden sana yaklaşamıyordum. Gruba girmek için ona yaklaşmıştım ama bu kadar tutulacağını hiçbir zaman tahmin edemedim. Biz öyle aşk yaşarken senin bana o gözle bakmayacağını biliyordum. Sonsuza kadar buna devam edemezdim."
Oturduğu yerden hızla kalktı. Bu hareketi beni korkutmuştu. Oturduğum yerde geriye gitmeye çalıştım ama zaten duvarın dibinde oturuyordum.
"Buradan gideceğiz sevgilim..." diye fısıldadı. Söylediği son sözcük midemdeki sofrayı harekete geçirmişti. Yüzüm ekşirken dizlerime daha çok sarıldım. "Senden nefret ediyorum ve seninle hiçbir yere gelmeyeceğim."
Karşıma geçip oturdu. Uzanmak için kollarını uzattı fakat bundan hemen vazgeçti.
"Sare'm..."
"Kes sesini!" diye bağırabildiğim kadar bağırdım. Oturduğum yerden hızla kalkıp dış kapıya doğru koşmaya başladım. Arkadan geldiğini ayak seslerinden anlamıştım. Öylece beni bırakacak değildi ya!
Dış kapıya ulaşamadan arkadan belimden kavradı. Olduğum yerde sarsılırken debelenmeye başladım. Fakat ona karşı güç yetiremeyeceğimi biliyordum. Belimden kavrayıp geri getirip koltuğa oturttu. Tekrar kalkmaya çalışsam da izin vermedi.
"Bırak beni... Sen bu değilsin." Yine o iğrenç gülümsemesiyle güldü. "Ben tam da buyum," dedi fısıltıyla.
Avuç içlerimi gözlerime bastırdım. Geri çektiğimde ise bağırarak konuşmaya başladım.
"Ne olacağını sanıyorsun ha! Beni kandırıp dağın tepesine getirdin, kimse yokluğumu fark etmeyecek, seninle gelmeyi kabul edeceğim ve öylece her şeyi arkamızda bırakıp buradan defolup gideceğiz, öyle mi!" Başını salladı. Yanıma oturduğunda koltuğun en ucuna doğru kaydım. "Beni seveceksin, Sare..." Sesi hep olduğu gibi sakindi. Onu sinirliyken görmemiştim zaten. Hep rahatsız edici bir sakinlikle konuşurdu.
"Senden hep nefret edeceğim." Bunu tükürür gibi söylemiştim ve bir aralık bu söylediğimden sonra gözünün seğirdiğini fark ettim.
Bu kısa andan sonra tekrar kocaman gülümseyip ayağa kalktı. "Ne içersin?" Çıldırmak üzereydim.
"Bırak beni," dedim tükenmiş bir sesle.
"Ah, çay içersin tabi. Şekersiz. Hemen getiriyorum," diyip Amerikan mutfağa girdi. Bundan daha iyi bir zaman bulabilir miydim? Belki evet belki hayır. Fakat bulduğum her fırsatı değerlendirmek zorundaydım.
Ocağa döndüğünde oturduğum yerden hızla kalkıp dış kapıya koştum. Ayak seslerimi duyduğundan emindim ama bu kez peşimden gelmedi. Belki de gerçekten yaptığına pişman olmuştu. Kapıya varana kadar böyle düşünüyordum ama ne safmışım! Kilitliydi. Lanet olası ne ara kilitlemişti ki! Umutsuzca birkaç kez daha kolu indirip durdum ama bu boş bir uğraştan öteye gitmedi.
Durdum. Gözlerimi kapatıp öylece durdum. Ayak seslerinin yaklaştığını hissediyordum. Tam arkamdaydı, biliyordum. İçime yerleşen korkuyla arkamı döndüm. Gülümseyerek yüzüme bakıyordu. "Kendini yorma daha fazla. Buradan çıkamazsın."
"Lütfen... Bırak beni." Sesim öyle aciz çıkmıştı ki kendimden de nefret ettim. Ona yalvardığım için kendimden nefret ettim.
Elini kaldırıp yüzüme doğru yaklaştırdı. Vurup uzaklaştırdım. Yine az önce olduğu gibi gözünün seğirdiğini gördüm ve bu kez bundan emindim. Yine de buna rağmen kocaman gülümseyip koltuğu ve sehpayı gösterdi "Bak, çayın hazır." Aklıma gelen fikirle kocaman bir umuda sarıldım. Dediğini yapıp koltuğa yürümeye başladım. "Laf dinleyince nasıl da tatlı oluyorsun." Haysiyetsiz.
Koltuğa geçip onunda yanıma oturmasını bekledim. Oturup kendine hazırladığı zift gibi kahvesini de eline aldı. Onun gibi bende çayımı alıp koltuğa yaslandım. Dikkatini kahvesine verdiği anda sıcak çayı bir cesaret yüzüne attım. Ani bir refleksle ve acıyla elindeki kahveyi bıraktı. O da üzerine döküldü. O, acıyla inerken sehpanın ortasında duran vazoyu alıp kafasına vurdum. Vazo, paramparça olurken bilinci kapanmıştı. Yaptığım şeyin korkunçluğu yüzünden korkuyla titresem de kendine gelmeden kaçmam gerektiği gerçeği ağır bastı. Ani bastıran adrenalinle üstünü aramaya başladım. Pantolonunun ön cebinden dış kapının olduğunu düşündüğüm anahtar ve arabasının anahtarı çıktı. Onları hızla alıp iğrenç yüzüne son bir defa daha baktıktan sonra hızla dış kapıya yöneldim. Korkudan anahtarı ilk seferde yerleştiremedim. İkinci seferinde titrememi kontrol altına almaya çalışıp yerleştirdim. Hızla çevirip defalarca kilitlediği kapıyı açtım. Arkama bile bakmadan evden çıkıp evin önünde duran arabaya doğru koşmaya başladım. İşte, kurtuluyorum diye düşünürken arkamdan öyle bir bağırtı duydum ki bu sesin kesinlikle Kaya'dan çıktığını düşünmüyordum. Dedim ya, o hep sakindi. Hiç sinirlendiğini görmemiştim. Bunu bildiğim için içimdeki korku öyle katlandı ki dizlerim bir aralık kilitlendi. Fakat kaçmalıydım. O öfkeli ruh, bana ulaşmadan kaçmalıydım. Daha önce öfkesine denk gelmediğim bu hastalıklı insandan, kaçmalıydım.
Arabaya ulaştım. Kilit tuşuna basıp açtım. Şoför koltuğuna binmek üzereydim ki açık saçlarım arkadan öyle bir çekildi ki canımın acısıyla gayri ihtiyarı çığlık attım. Başım, bedenimle beraber geri döndürüldüğünde gördüğüm korkunç yüz, tüm kanımı çekmişti sanki. Bu kişi, Kaya olamazdı. Gözleri kan çanağı gibiydi. Yüzü kıpkırmızıydı. Bu, onu yaktığım içindi. Derin derin nefesler alıyordu. Sanki kalbi göğsünden çıkacaktı. Başından yüzüne doğru da bir kan çizgisi oluşmuştu.
Hala şiddetle saçlarımı çekiyordu. "Canımı yakıyorsun," dedim acıyla. Boşta kalan elini kaldırıp çenemi sıktı. Bir aralık çenem yerinden çıkacak sandım. İçinden nasıl böyle bir cani çıkabilmişti.
"Sana buradan gideceğiz dedim. Sürekli benden kaçmaya çalışıyorsun. Anla artık, Sare! Benden kaçışın yok. Yok!"
Çenemi sıkmaya devam ediyordu. Diğer elini de saçlarımdan çekmemişti. Acıdan düşünemiyordum bile. Çenemdeki elini çekip saçımdan sürüklemeye başladı. Eline vurup kurtulmaya çalışsam da bundan fazlası elimden gelmiyordu ve o da bırakmıyordu. Tek yaptığım ağlamaktı. Kaderime razı mı olacaktım böyle?
Evden içeri girdiğimizde kapıyı sertçe kapattı. Saçımı hala bırakmamıştı. Koltuğun oraya kadar sürüklemeye devam etti ve en sonunda sertçe koltuğun üzerine itti. Bu kadarıyla kalacak sanıyordum. Bitti sanıyordum. Ama bitmemişti. Üzerindeki gömleğin düğmelerini çözme zahmetine bile girişmeden iki yakasından tuttuğu gibi sonuna kadar açtı. Gözlerim yerinden fırlayan düğmelere ilişirken aklıma gelen ihtimalin gerçekleşmemesi için içimden dualar ediyordum. Fakat elleri kemerine uzanınca... Ruhum bedenimi terk ediyor sandım. Tüm bedenim titrerken yapabileceğim tek şey yalvarmaktı.
"Ne yapıyorsun? Kaya... Bak, böyle bir şey yapamazsın. Eğer... Eğer aklından böyle bir şey... Yalvarırım. Yalvarırım bana bunu yapma. Lütfen... Lütfen..." Elleri kemerinin üzerindeyken öylece gözlerime baktı. Kolları yanlarına düşerken bir dizini koltuğa koyup üzerime eğildi. "Beni sevdiğini fark etmen için bunu yapmamız gerek," dedi. Sesi yine eski sakinliğine dönmüştü ama bunu düşünecek gücü kendimde bulamıyordum. Söyledikleri tüm düşüncelerimi durdurmuştu. "Hayır... Kaya..." Yutkundum ve devam ettim. "Ben aslında... Seni... Seni seviyorum," dedim. Gözleri kısa bir an parıldadı. Üzerime daha çok eğildi. Nefesini artık yüzümde hissediyordum. "Çok ucuz bir numara," dedi fısıltıyla. "İnanmıyorsan bunu... Bu şeyi yaptıktan sonra da inanmayacaksın demektir." Başını olumsuz anlamda salladı ve elini kaldırıp saçlarımı okşamaya başladı. Bu esnada düşündüğüm tek şey onu öldürmem gerektiğiydi. Başka türlü nasıl kurtulacaktım ki?
Gözleri dudaklarıma kaydığı esnada onu sertçe itip dengesini kaybettiği an koltuktan kalktım. Kapıyı kilitlememişti. Bu kez koşabildiğim kadar koşup saklanacak bir yer bulmalıydım. Evet, en mantıklı olan buydu. Yoksa... O ihtimali düşünmek bile istemiyordum.
Kapıya koşarken onunda arkamdan geldiğini duyuyordum. Kolu indirip dışarı çıktığımda da arkamdan seri adımlarla geliyordu. "Sare..." Sesi yine sakindi. Daha hızlı koşmaya başladım. Birkaç metre gitmiştim ki bileğimden sertçe kavradı. Ne ara gelmişti? Neden gelmişti? Bıraksaydı da beni. Daha çok ağlamaya başladım.
Bileğimden çekiştirirken direttim bu defa. Dizlerim çamurlu yerle birleşirken durdu. Bileğimi bıraktı. Başımda öylece dikileceğini düşünüyordum ama aynı benim gibi yere çömelip üzerime gelmeye başladı. "Öyle ya da böyle benim olacaksın." Ölmek istedim.
Başını boynuma yaklaştırdığı anda boğazımı yırtmak istercesine çığlık atıp kaçmaya çalıştım. Bacak arasına dizimi vurduğumda acıyla kıvrandı. Bu esnada azda olsa onun hakimiyeti altından çıkabilmiştim. Her yanım çamur olurken sürünerek ilerlemeye çalışıyordum ama bacaklarımı ondan kurtaramıyordum. Son bir gayretle bir bacağımı kurtarıp yüzüne de bir tekme attım. Bu sayede iki bacağımı da kurtarmıştım ama daha ayağa kalkmadan sağ ayağımı bileğimden kavrayıp sertçe çekti. Yüz üstü yere düşerken başımı da sertçe bir taşa vurdum. Her şey buraya kadardı, diye geçirdim içimden. Bilincim kapanıyordu. Uyandığımda dünyam başıma yıkılmış olacaktı. Belki de hiç bilmediğim bir yerde ömrümün sonuna kadar bu pisliğin yanında çürüyecektim. Hayatım bitmişti. Ben bitmiştim.
"Sare," dediğini duydum cılız bir sesle. Tekrar üzerime geldiğini duyumsuyordum ama bu esnada bir başka ses daha eklendi bu tabloya. "Lan it!" duyduğum ilk ses buydu. Bilincim kapanmadan önce yalnızca bunları duydum. Bir aralık tekrar uyandığımda başım birinin göğsüne yaslı haldeydi. Sarsılıyordum. Yürüyordu herhalde. Kaya, olmasın diye dua ettim. Gözlerimi aralamak ve kim olduğunu görmek istedim. "Merak etme, güvendesin," dedi. Duyabileceğim en güven veren cümleydi bu. Verilen bu güvenle de bilincim tekrar kapandı.
İkinci defa gözlerimi araladığımda bir hastane odasındaydım. Yanı başımda bir sürü endişeli göz varken bana ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Beynimde ise yankı bulan tek bir cümle vardı "Merak etme, güvendesin."
🌃
Gözlerim hala Kaya'nın üzerindeyken geçmiş saniyeler içinde gözümün önünden geçip gitmişti. Ruhum, tıpkı o günkü gibi bedenimden çekiliyor sandım.
Sonra gözlerim bana bakan diğer kişilere odaklandı. Cihangir'in babası, babasının eşi, benim yaşlarımda bir kız ve o. Onun bu insanlarla ne işi vardı? Onun, burada ne işi vardı? Korkuyla bedenim kasılırken arkadan annemin sesini işittim. Misafirleri neden kapıda beklettiğime dair bir şeyler söylüyordu ama ben duyamıyordum.
Bir adım geri çekildim. Annem geldi ve onları içeri aldı. Kaya'yı görünce meraklı gözlerle yüzüme baktı. Hiçbir şey bilmiyordu. Onlara hiçbir şey söylememiştim. Sırf Eylül üzülmesin diye hiç kimseye hiçbir şey söylememiştim. Araba çarptı ama kimin çarptığını göremedim dedim. Adli vaka olarak bildirdiler ama konu çok uzamadan kapandı. Kaya, o günden sonra bir daha hiç gelmedi. Gelecek diye çok korktum ama gelmedi. Hayatımızdan defoldu gitti diye seviniyordum. Eylül, benim gibi sevinçli değildi. Perişan olmuştu. Şimdi yeniden...
Annem herkese sırayla hoş geldiniz derken Kaya'ya dikkat kesildi. "Kaya oğlum, sen..." Hürmetle annemin eline eğilip öptü. "Zehra teyze, Derya benim annem," dedi. Derya, benim annem... Gözlerim etrafa iğrenç bir yere gelmiş gibi bakan orta yaşlı kadına kaydı. Çirkin bir ifade yüzüne yapışmıştı ve bu halden hiç hoşnut olmadığı çok belliydi.
Demek biyolojik olmasa da Cihangir, Kaya'yla kardeşti.
Başımın döndüğünü hissettim. Annem uyaran gözlerle hoş geldiniz demem için uyarıyordu. Kısık bir sesle ortaya hoş geldiniz dedim. Vahit, Cihangir’i ikna ettiğim için minnetle bana bakıyordu. Derya ise küçümseyen bakışlarla baştan aşağı süzdü bedenimi. Benim yaşlarımda olan kız ise sevecen bir şekilde bana doğru yaklaşıp elini uzattı "Parla." Midemden safra yükseliyordu. Onun varlığı, midemi bulandırıyordu. Bir şey belli etmemek adına elimi eline bırakıp ismimi söyledim. "Sare." "Memnun oldum," dedi aynı sevecenlikle. Cihangir'e ne de çok benziyordu. Ama tek çocuk olduğunu söylemişti. Demek ki Parla, Vahit ve Derya'nın kızıydı.
Parla, elini çekip bu kezde anneme yaklaştı. Gözlerim yere sabitlenirken bu kezde karşımda o belirdi. Yine aynı sakinlik. Yine yüzünde aynı ifade. Tüylerim ürperdi. Tutunacak yer aradım ama yoktu. Gözlerimin en içine bakıyordu. Hiç değişmemişti. Hoş insan, iki yılda ne kadar değişebilirdi ki?
Elini uzattı. Gerçekten mi? "Uzun zaman oldu, Sare." Annemin bakışları üzerimizdeydi. Ona dokunursam olduğum yere kusacağımı biliyordum. Fakat annemin içine şüphe tohumları edemezdim. İki yıl önce yaşananları öğrenirse kahrolurdu. Yavaşça elimi kaldırdım. Tam tutacaktı ki bir bağırtı yükseldi.
"Senin burada ne işin var lan!" Kaya, saniye sonra karşımda değil yerdeydi. Cihangir, üzerine atladığı gibi yere sermişti. Neler olduğunu idrak edemiyordum. Bir dejavunun içerisindeydim sanki. Kapının girişi kaos yerine dönerken Cihangir'i zorda olsa Kaya'nın üzerinden çektiklerini gördüm. Gözlerim onun üzerindeydi. Öfkeden göğsü kabarıyordu. O an göz göze geldik. Orada endişe yatıyordu. Başım daha çok döndü. Gözlerimin dolduğunu hissediyordum. Yer, yavaş yavaş ayaklarımın altından kayarken abimin kolları arasından kaçıp bana doğru koştuğunu gördüm. Bedenim yere serilmeden önce kollarıyla kavradığını hissettim.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
20.26k Okunma |
2.6k Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |