14. Bölüm

14. 🌃 Hormonel Halaylar

venom
amatoriceyazar

 

Bölüm 14: 🌃 Hormonel Halaylar

Multi: Özgün-Sadece Arkadaşız

🌃

"Maden Dağı dumandır

Deloy loy deloy loy

Deloy loy deloy loy di gel yarim..."

Yanık bir türkü, yanık bir ses... İstanbul sokakları başka ne ister ki?

Cihangir’i mesela, dedi içimdeki küçük Sokrat. İçimdeki sesi sedasıyla birlikte derin çukurlara gömmek istedim. Zira son günlerde hiç hoş şeyler fısıldamıyordu. Bu hoş olmayan fısıltılar arasında Cihangir’den hoşlanmam da vardı. Ama bu sadece küçücük bir etkilenmeydi. Sürekli etrafımda dolanan bir erkekti nihayetinde. Beynimin şeytanları yerinde durmayıp, hormonlarımı da ayağa kaldırarak ondan hoşlandığımı söylüyorlardı. Ama Allah aşkına iki kişi aynı anda nasıl sevilebilir? Volkan gibi ikisini aynı anda seviyorum diye yakarasım geldi. Bir aralık sokak ortasında durup iki elimle saçlarımı birbirine kattıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi düzeltip tekrar yürümeye devam ettim. Birkaç kişi dönüp bu garip insana bakıyorlardı. Ruh ve sinir hastalıklarından randevu almalı mıydım? Belki.

"Ağzını kırayım, Cihangir! Mal gibi iki saattir sokaklarda seni arıyorum."

Söylene söylene sokak aralarına bakıyordum. Nerede olabilirdi ki?

Tam bu anda telefonum sokak ortasında şiddetle çalmaya başladı. Arayan abimdi.

"Efendim abi?"

"Bulabildin mi?"

"Yok abi, gidebileceği yerlere baktım ama bulamıyorum."

"Atış poligonuna bak bir de."

"Ne alaka?"

"Ne dediysen çocuğa belli ki çok sinirlenmiş. Sinirlenince atış poligonuna atış yapmaya gider o."

"İyi de atış poligonunu nereden bulacağım?"

"Sare, mal kardeşim, Eylüllerin kafesinin çarprazında kocaman bir atış poligonu var ya!"

"Pavyona benziyor ya orası mı?"

"Hasbinallah. Kapat."

Cevap vermeme müsaade etmeden telefonu suratıma kapattı. Orayı pavyon sanıyordum. Işıklı bir yerdi. Atış poligonu falan da yazmıyordu. Ne bileyim orası atış poligonu! Ayrıca böyle yerler emniyete bağlı olmuyor mu? Her neyse. Cahilliğimi bir köşeye bırakıp Cihangir’i bulmalıydım. Bu uğurda pavyon kılıklı bir poligona girmem gerekiyorsa, girerdim.

Çok geçmeden Eylüllerin kafesinin önüne geldim. Kafe her zaman olduğu gibi tıklım tıklım doluydu. Orada fazla oyalanmayıp mor ışıklı pavyona-poligona doğru yürümeye başladım. Poligona varıp içeri girdiğimde beni masada oturan iyi giyimli bir genç karşıladı. Danışman usulü mü çalışıyor burası? Daha önce hiç poligona gitmedim ki ne bileyim ben!

"Hoş geldiniz, rezervasyonunuz var mıydı? Yoksa da şu an boş yerimiz var, istediğiniz ekipmanla sizi hazırlayabiliriz."

"Atış yapmak için gelmedim."

Çocuğun bakışları değişirken her an beni kolumdan tutup kapıya atacak gibi bir tavır takındı. Kaba şey. "Bir arkadaşa bakmak için geldim." Ne kadar da açıklayıcı konuşuyorum. Burayı gerçekten pavyon sandığımı düşünecekti.

"Yani yarım saat içerisinde buraya uzun boylu, sinek kaydı traşlı, yirmili yaşlarında, yakışıklı biri geldi mi?" Yakışıklı biri. Oldukça detaylı bir tanım.

"Evet," dedi tekdüze bir sesle. Alan 1'de atış yapıyor kendisi. "Tamam, oraya yönlendirir misiniz?" Bana kör cahilmişim gibi baktı. "Atış yapmayacaksanız oraya giremezsiniz." Göz devirdim. "Atış yapacağım o zaman. Ne yapmam gerekiyor?"

"Öncelikle sizi koruyucu ekipmanla hazırlayacağız. Silah seçimi içinde,

İthal Tabanca & Tüfek: Minimum 15 atış için, atış başına 200 TL

Yerli Tabanca 9mm: Minimum 15 atış için, atış başına 150 TL

Kendi Silahınız ve Merminizle: Atış başına 100 TL gibi bir kategorimiz mevcut. Siz hangisini tercih edersiniz?"

Bir prosedürü gerçekleştirdiği o kadar belliydi ki. Zira benim kendi silahım olmayacağını bilmeyecek kadar bu alanda bilgisiz olduğumu fark etmişti. Yine de ona ayak uydurdum.

"Yerli tabanca olsun."

Başını sallayıp oturduğu yerden kalktı. Koridorda ilerlemeye başlarken bana da seslendi. "Beni takip edin."

Bir odadan içeri girdiğimizde burasının koruyucu ekipmanlarla dolu olduğunu gördüm. Gerekli ekipmanları onunda yardımıyla giydikten sonra söylediğim silahı da alarak o odadan çıktık. Bu sefer Alan 1 dediği yöne doğru yürüdüğümüzü sanıyordum. Bir kapının önünde duyduğumuzda gerçekten de Alan 1'in önüne gelmiştik. "Sizin için bir yardımcı birazdan burada olacak," diyip gitmeye hazırlanıyordu ki durdurdum. "Yardımcıya gerek yok." Beni baştan aşağı süzdü. "Daha önce atış talimi yaptınız mı?" Bunu hiç inanarak sormamıştı. "Yaptım," dedim ve gerçekten yapmıştım. Abim boş bir arazide bir kere sıktırmıştı. Yalan sayılmazdı değil mi? Bence sayılmazdı.

Çocuğun gözleri şüpheci bir şekilde beni süzerken bilinçli bir şekilde elimdeki silahın sürgüsünü çekip bıraktım. Namluya sürülen mermi beni tedirgin edince parmağımı oldukça tetikten uzak tutmaya çalıştım. Kaza kurşunuyla katil olmak istemem. Eheh.

Genç çocuk bu hareketimden sonra hiçbir şey söylemeyip arkasını dönerek yanımdan uzaklaştı. Nemrut.

O gidince kalbimdeki heyecanı görmezden gelmeye çalışarak kapıyı açtım ve içeri girdim. İçeri girdiğimde gördüğüm manzara tüm hormonlarımı ayağa dikmişti. Yüce Mevlam ne güzel şeyler yaratıyorsun!

Cihangir, kulağındaki kulaklık dolayısıyla geldiğimi fark etmemişti. Arkası dönüktü. Silahı göz hizasına kadar kaldırmış seri atış yapıyordu. Her tetiği çekişinde beyaz tişörtünün kolları kasları dolayısılyla geriliyordu. Sırtı da bir o kadar gergindi. Bu durumda bende röntgenci sapığın teki oluyorum herhalde. Başımı hızla iki yana sallayıp kendime gelmeye çalıştım. Menopoza giren kadınlar gibi ateş basmıştı. Nasıl bir ateş bilmiyorum ama öyle bir ateş. Yutkunup yürümeye başladım. Arkasından geçip yanındaki diğer atış alanına geçtim. Aramızdaki barikattan dolayı beni görmüyordu. Muhtemelen beni fark bile etmedi çünkü hala seri bir şekilde atış yapmaya devam ediyordu.

Kulaklığı kulağıma daha çok bastırıp silahıma sarıldım. Çok biliyormuş gibi silahı göz hizama kadar kaldırdım. Sağ elimle kabzasını kavrarken sol elimle de sağ elimin altını sıkıca kavradım. Bileğimin çıkmasını istemeyiz. En azından abim böyle söylemişti.

Sonrasında abimin gösterdiği gibi gez, göz arpacık yaptım ve karşıdaki hedefe odaklandım. Kaç metreydi hedefle aramdaki mesafe? Burnumun ucuna hedef alamazken orayı nasıl hedef alacaktım? Yine de ya Allah bismillah diyip bir atış yaptım. Sonra isabet edip etmemesi umrumda olmadı. Çünkü atış yapmak çok keyifliydi ve ben tüm şarjörü milim hareket etmeden karşıdaki hedefe doğru boşalttım. Şarjörün bittiğini de tetiği boşa çekince anladım. Derin bir nefes verip gülümseyerek silahı önümdeki masaya bıraktım. Kulaklığı boynuma indirip saçlarımı geriye doğru savurdum. Bu esnada buraya niçin geldiğim aklıma hücum etti. Cihangir. Tabi ya!

Bir adım geri çıkıp yan tarafıma baktığımda onu orada göremedim. Ben tam bir salağım. Tescilli.

"Hay böyle işin ya! Nereye kayboldu bu zalımın oğlu!"

"Buradayım."

"Allah!" Baş parmağımı hızla dimağıma geçirirken korkuyla arkamı döndüm. Duvara yaslanmış, kollarını önünde bağlamış dikkatle beni izliyordu.

"Ödümü almak istiyorsun sanırım!"

"Ne işin var burada?"

"Atış yapmaya geldim, ne işim olacak?"

Güldü. Kollarını çözüp üstüme doğru gelmeye başladı. Bunu en son yaptığında üvey anne saçmalığını ortaya atmıştım ve sonuç olarak şimdi burada atış yapıyordum. Yeni sonuçlar doğurmamak adına kenara doğru çekilmeye çalıştım ama buna müsaade etmeden dibime kadar girdi. Eli yine bir yere uzanırken bu kez sakin kalmaya çalıştım. Ama Allah aşkına bu koku burnumun dibindeyken nasıl sakin kalabilirdim?

Arkamdan bir ses yükselirken o da bir adım geri çekildi. Böyle ani ani gelip beni sarhoş edersen hormonlarıma sahip çıkamam ki!

Arkamdaki bir noktaya odaklandığını fark edince bende arkamı döndüm. Hedef tahtam yaklaşıyordu. Nihayet gelip durduğunda ise arkamdan bir kıkırtı yükseldi. Rezilliğim diz boyunu aşalı çok olmuştu. Oysa ne de kendimden emin bir şekilde atım yapıyordum. Biri bile mi isabet etmezdi. Biri bile... İsabeti geçtim kağıdın yanından bile geçmemişlerdi. Koca şarjör nereye gitti?

"Bu daha büyük bir yetenek biliyor musun? Herkes isabet ettirir ama hiç isabet ettirememek..." Keyifli sesi beni sinir etmeye yetmişti. "Ben bilerek isabet ettirmedim," dedim burnumu düşürmemek adına. Hala arkamı dönmemiştim ama keyifli yüzü gözümün önünden bir saniye gitmiyordu. Cesaret edip döndüm. Tam isabet. Aynı hayalimdeki gibi. Kısık gözleri keyifle kısılmıştı ve yüzünde de yamuk bir gülümseme vardı.

"Atış yaptırmamı ister misin?" Doğrusu isterim ama azgın hormonlarım bu durumdan nasıl etkilenir inan bilmiyorum, diyemedim de "Olur," dedim. Beynimle değilde hormonlarımla düşündüğüm ne kadar da belliydi.

Kendi kulaklığını boynundan kaldırıp tekrar kulaklarına taktı. Eli beline giderken arkadan silahını çektiğini gördüm. Bu silah benim silahımdan değildi. Kendi özel silahıydı. Gümüş rengi bir silahtı. Özel imalat olduğunu düşündüm çünkü abimin silahı bu kadar afili değildi. Yanıma gelip şarjörü yeniledi. Sonrasında silahi elime bıraktı. Bu yakınlık aklımı başımdan almaya yetmişti. Yetmiyormuş gibi takmayı unuttuğum kulaklıklara doğru yükseldi elleri. Elleri... Elleri bu kadar güzel miydi yoksa hormonlarım onları da mı cilalı gösteriyorlardı?

Kulaklığı kulaklarıma geçirip omuzlarımdan tutarak beni önüne çekti. Şu an beni nereye yönlendirse gidecek kıvamdaydım, ne oluyordu bana? Bir kendine gel, küçük Sokrat! Bir silkin. Oğlanın kölesi olacaksın, az kaldı. Telkinlerim az da olsa işe yarayınca onu herhangi biri gibi düşünmeye başladım ve kısmen de olsa işe yaradı.

Sonrası onun yönlendirmeleriyle geçti. Kollarımın konumu, silahın hizalanışı derken benim ateşim yine başıma vurmuştu ve onu herhangi biri gibi düşleme sürem burada son bulmuştu. Nefesi yanağımı yalayıp geçiyordu. Sırtım, varlığının sıcaklığıyla yanıyordu. Sırtım ve göğsü arasında hiç kadar bir mesafe olduğundan emindim. Kolları kollarımın üzerindeydi ve çıplak kollarımız müthiş bir uyumlu kavroluyorlardı. Ten renklerimiz ne kadar da uyumluydu. Onun kalın ve kaslı diyebileceğim kollarının yanında kollarım incecik kalsa da estetik bir duruşları vardı. Elleri de ellerimin üzerindeydi. Avuçlarım öyle terlemişti ki silah ellerimin arasından her an kayıp düşebilirdi.

"Şimdi," dedi uzaktan bir ses. Kulaklık yüzünden sesi boğuk gelse de duymuştum. Komutuyla dikkatimi ondan çekip atışa verdim. Ardı ardına atış yapmaya başladık ve bu gerçekten çok keyifliydi. Bu şarjörü de boşalttığımda derin bir nefes bırakarak kollarımı iki yana bıraktım. Cihangir, bir kaç atıştan sonra benden uzaklaşmıştı ve ondan sonra çok daha iyi atış yaptığımı düşünüyordum.

Yanıma yaklaşıp az önce bastığı yere tekrar bastı ve hedef yaklaşmaya başladı. Yaklaştıkça açılan delikleri görmeye başlıyordum. Çok isabetli olmasa da öncekine nazaran daha iyi atış yapmıştım. Yüzümdeki sırıtış genişlerken keyifle zıpladım. "Nasıl da hedefin içinden geçmişim!" Sesli bir şekilde güldü. "Sen yaptın tabi."

"Seninde etkin var tabi," diye böbürlenmeye devam ettim. "Öyle olsun," diye ekledi. Bu esnada telefonum çalmaya başladı. Arayan yine abimdi.

"Efendim abi?"

"Bulabildin mi?"

"Evet."

"Eee?"

"Ne eee?"

"Gelmiyor musunuz?"

"Geliriz."

"Geliriz?"

"Geliriz abi işte."

"Sare, herhangi bir yakınlaşma yaşanırsa ikinizi de o poligon da hedef yapar süzgeçe çeviririm."

"Aman abi, yemeyiz birbirimizi korkma. Geliriz birazdan," diyip bu kez ben yüzüne kapattım.

"Ne oluyor?"

"Sen öyle evden çıkınca -kalbini kırdım- sanırım diyerek çıktım evden. Öyle olunca da meraklandı arayıp duruyor." Başını salladı sadece.

"Gidelim mi?" diye bir teklif sundum. Başını salladı.

Dışarı çıkıp ekipman odasına gittik önce. Daha doğrusu ben Cihangir’in peşine takıldım ve o ne yapıyorsa onları yaptım. Ekipmanları çıkardık ve bende bana verilen silahı bıraktım. Sonrasında oradan çıkıp çıkışa yöneldik. Genç çocuk masasında oturuyordu. Bizi görünce önündeki kağıda birkaç bir şeyler yazdı. Masasında geldiğimizde ise önümüze bir hesap uzattı. Cihangir hesaba kısa bir bakış atıp cüzdanını çıkardı. Tüm ücreti ödeyince beraber çıktık. "Teşekkür ederim," dedim sadece. "Rica ederim," dedi ve uzun sessizliğimizi başlatan son konuşma bu oldu. Sonrasında eve doğru yürümeye başladık.

Evin olduğu sokağa geldiğimiz de sokak lambasının altındaki bankı gösterdim. "Biraz oturalım mı?" Bir şey söylemeyip oraya yöneldi. İlk o oturdu, bende aramızda kısa bir mesafe bırakarak yanına oturdum.

"Söylediğim o şey için kusura bakma. Bir anlık gafletle sormuş bulundum."

"Önemli değil," dedi sadece.

"Baban geldi bugün restorana."

Bakışları bana döndü. "Niye gelmiş?" Meraklıydı. "Benimle konuşmak için." Tedirginlikle kaşları havalandı. Oturduğu yerde iyice kıvranmaya başladı. "Seninle konuşmak için?" dedi onaylar biçimde. Başımı sallayıp devam ettim. "Bunu benim söylemem ne kadar doğru bilmiyorum ama iflas etmişsiniz," diyip duraksadım. Tepkisini merak ediyordum. Ama hiçbir tepki vermedi. Sanki bunu biliyormuş gibiydi. "Biliyor muydun?" diye sordum aklımdaki soruyu. Başını salladı. "Kalacak yerleri yokmuş, senin evine gelmek istiyorlar." Histerik bir kahkaha attı. "O kadını benim evime sokamaz," dedi net bir şekilde. "Ne yapacaklar o zaman?" Omuz silkti. "Umrumda değil."

"Cihangir," dedim yumuşak bir sesle ve elimi bacağının üstünde duran elinin üzerine koydum, devam ettim. "O, senin baban. Eşi, annen olmasa da babanı öylece bir başına bırakamazsın."

Ellerimize kitlenen bakışları yüzüme doğru tırmandı. Yeşil gözlerime dikkatle odaklandı. "Ama o beni bir başıma bıraktı," dedi acıklı bir sesle. Neyi kastettiğini anlamamıştım. "Sana ne yaptı bilmiyorum ama onun gibi olmak zorunda değilsin. Bunu yaparsan ondan bir farkın kalmaz çünkü."

Derin bir nefes alıp başını gökyüzüne kaldırdı. "Yanıma dedemden kalan mirası benden almak için gelmek istiyorlar," dedi. Anlamayarak kaşlarımı çattım. "O ne demek?" "Annemin babası. Annem tek çocuğuydu vefat edince tüm mirasını tek torununa yani bana bıraktı. Şu arabayı da babam o mirasla aldı. Bu evi de. Yoksa babamın tek kuruşunu kabul etmek gibi bir niyetim yok. Hoş bunları alacak durumu da yok zaten. Uzun zamandır işleri berbattı, demek ki sonunda batmış."

Elim hala elinin üzerindeyken destek olmak istercesine nazikçe sıktım. "Bilmiyordum, özür dilerim." Gülümsedi. "Yine de dediğin gibi ona benzemeyeceğim. Kalacak bir yer bulana kadar gelip kalmalarına izin vereceğim," dedi.

Vahit'in sözleri yankılandı beynimde. "Onun üzerindeki etkin sandığının aksine daha büyük." Gerçekten öyle miydi? Bu kadar çabuk kabul etmesini başka neye yorabilirdim ki? Yoksa o da benim gibi hormonlarından mı muzdaripti? Olabilir miydi? Cihangir, benden hoşlanıyor olabilir miydi? Bunu belli edecek bir sürü hareketi olmuştu ama bazen sadece bana takıldığını düşünüyordum. Hakiki hislerle bana yaklaştığını düşünmemiştim. Hem ne ara olacaktı ki tüm bunlar? Yok canım! Ateşe değmiş gibi hızla elimi elinin üzerinden çektim.

Bu hareketim sonrası bakışları yüzümde hizalandı. Hafif yan dönüp elinin üzerinden çektiğim elimi bir çırpı da kavradı ve gözlerini gözlerime sabitledi. Kalbim, yerinden zoru varmış gibi atmaya başlarken nefes almayı bile unutmuştum.

"Sare, ben senden..."

 

Bölüm : 27.01.2025 00:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...