15. Bölüm

14.Bölüm

okuyan doksandört
__okuyan94__

 

Merhabaaaa.

Nasılsınız, biz geldik.

Bu bölümü iki bölüm olarak gibi görebilirsiniz, çünkü diğer bölümlerden uzun.

Oy ve yorumlarınızı lütfen unutmayalım.

Sınır koymak istemiyorum ama okunan ile gösterdiğiniz oy ve yorumlar okunma sayısının aşağısında kalıyor. Yapmayın bunu lütfen.

 

İYİ OKUMALAR

14.Bölüm

Bugünü mü hiç böyle düşünmemiştim. İşe giriş belgelerini bırakmaya geldiğimde ilk iş günüm olacağı aklımın ucundan bile geçmemişti. Ama buradaydım. Bana verilen restorana ait üniformanın içinde soyunma odasında, tam karşımdaki aynadan kendime bakıyordum. Daha önce ilkokul ve lise dışında başka bir yerin üniformasını giymemiştim. Yıllar sonra bu bir ilkti. Kendimi fazlasıyla resmi hissetmekten alıkoyamıyordum. Değişikti ama öyle ya da böyle işte bir üniformanın içindeydim.

Siyahımsı bir takımdı. Kumaş pantolonu bacaklarıma tam olmuştu. Aynı şekilde dirseklerimin üstünde biten gömlekte üstüme oturmuştu. Gömleğin kol kısmının ucunda ve belden bağlamalı önlüğün üst kısmıyla cebinin ucunda restoranın renklerinden yeşil tonlu şerit vardı. Ayakkabılarda olmuştu. Her şeyim düzgün duruyordu. İyi olmuştum. Yakıştığını dahi söyleyebilirdim.

Tabi insan güzel olunca her şey yakışırdı.

Aynadan kendime son kez sağıma soluma baktıktan sonra dolapların olduğu alana ilerleyip dolabın üstündeki anahtarı aldım. Anahtarı pantolonumun cebine koyarken içeride benden başka kimse yoktu. Garsonların başı olan kadını odaya ikinci kez girdiğimde dışarıda bırakmıştım. Kasklının odasından kaçarcasına çıkıp giyinme odasına geçerken hiçbir şey dememişti. Kadının varlığını bile unutmuştum ama bıraktığım yerde dikildiğini görünce hatırlamıştım. Sonra da aldığım notu tahsis edilen dolabın içindeki çantama koymuştum. Diğer olanı hatırlamamaya çalışıyordum. Bugünüme odaklanmalıydım, sonuçta kocaman sorunlarım vardı. Bunlardan biri kesinlikle yeni işimdi.

Kolumdaki saate bakıp giyinme odasından çıktığımda Canan, merdivenlere yakın konumda karşısında duran genç bir adamla konuşuyordu. Kıyafetlerine bakılırsa restoranın elemanlarından biriydi. Ne konuştuklarını duyamıyordum, ilgilenmiyordum da ama kapının açılıp kapanma sesini Canan’ın duyduğuna emindim. Emin olmakla beraber bulunduğum tarafa bakmamıştı. Benimde umurumda değildi. Fırsattan yararlanarak bakışlarımı kaçırıp ilerimdeki koridora bakındım. Kasklının odasının kapısı kapalıydı.

Acaba içeride miydi?

Odasına girmek için niyetlendiğimde dışarıya çıkmak için kapıyı o açmıştı. Bu demek oluyordu ki, odasında olmayabilirdi.

“Sonunda hazırlanabilmişsin.” Canan’ın sesini duyarak bakışlarımı koridordan çektim. Canan, yerinde dururken demin konuştuğu kişi bulunduğum tarafa yönelmişti. “Daha önce sana yavaş olduğunu söyleyen oldu mu?” diye sordu arkasından da. “Çünkü baya yavaşsın.”

Baya yavaşsın.

Ya kadının tavrı tam olarak böyleydi ya da bilerek iğneleyici konuşuyordu.

Sakin durmaya özen gösterdim ama bu kez altta kalmayacaktım. “On dakika Canan Hanım,” dedim dayanamadan. “Beni yavaş yapmaz ama eğer belli bir süreniz varsa bana bunu önceden bildirmeniz gerekirdi. Yanılmıyorsam dakika kuralınızın olduğunu söylemediniz.”

Yanılmıyordum, söylememişti.

Söylese dahi içeride on dakika gibi kısa bir sürede hazırlanmış, çıkmıştım. Bundan emindim. Kabine girerken de odadan çıkmadan önce de saatime bakmıştım. Stresli olduğum zamanlarda böyle bir huyum vardı. Saate bakmadan duramazdım.

Bana dik dik baktı. Cevabımdan hoşlanmamıştı. “Söylemedim ama uyuşukluk sevmediğimi belirttim.” Burnunu çekti. “Her neyse. Bir dahakine daha hızlı ol,” diyerek konunun kapandığını belirtti. “Odanın ışığını kapattın mı?”

Işık mı?

Kahretsin, kapatmamıştım.

Anında o da dediğimi yapmadığımı anladı.

Bu kadının haklı olmasından hoşlanmamaya başlamıştım.

Bakışlarımı çekerken, yanındaki eleman yan taraftaki erkeklerin bölümünün kapısını açıyordu. Bir anlığına gözüm kendisine kaydığında yaşı benden fazla büyük olmadığını düşündüm. İki, üç yaş büyük olabilirdi. Esmerdi. Saçları boynunu kapatacak kadar uzundu. Çok hafif kirli sakallıydı ve gülüp gülmemek arasında kalmış gibiydi. Gibi değildi, bana bakmıyordu ama öyleydi.

Normal bir zamanda olsa şu haline cevabı yapıştırırdım. Mesela neye güldüğünü sorardım ama Canan’dan bir kez daha başka ikaz duymak istemediğimden ise zamanım yoktu. Yan taraftaki kapıdan içeriye girdim. Hiç istemesem de kelimelerimi yutmak zorunda kalıp soyunma odasının ışığını kapattım.

“Unutmaman gerekenlerden biri de bu. İşini bitirdikten sonra ışığı kapatman,” dedi kapıyı arkamdan çekerken. Bu süre zarfında Canan olduğu yerdeydi ve iğneleyici olmaya devam ediyordu. Yönünü merdivenlere döndürürken gözlerim kısıldı. “Şimdi beni izle.”

Bu kadının benden hoşlanmadığı belliydi. Zaten ben de ondan hoşlanmamıştım. Oluşan olumsuz elektrik tek taraflı değildi, karşılıklıydı. Diğer yandan üstüm olduğundan şu an dediklerini yapmaktan başka çarem yoktu ama elbette bu kadın hakkında not almayı unutmamıştım. Arkasından giderken aklımdaki kağıda, bu kadının eline koz vermemem gerektiğini yazmıştım. Çünkü anlamıştım. En ufacık hatamda yüzüme vurmayı es geçmeyecek biriydi.

Giriş katına çıktığımızda aşağıya yukarısının sesi gelmiyordu ama bu kat aşağısının tersiydi. Ses doluydu. Çatal bıçak sesleri bir yandan, diğer yandan konuşma seslerinin boğuk sesleri birbirine karışıyordu. Kalabalık ortamlarla herhangi bir sorunum yoktu. Boğucu bulmazdım ama ilk defa kalabalık bir ortamda çalışacaktım. Hayatımda ilk kez bir işe girdiğimi de yok sayamazdım.

Canan, masaların yanından sol tarafa ilerlerken mutfak girişinin o tarafta olduğunu gördüm. Bir kız, mutfak ile restoranı ayıran tezgahın üstünden dolu bir tepsi alıyordu. Biz mutfak kısmına vardığımızda kız, elindekini servis etmeye gitmişti. Kızın gidişini izlerken gözüme bir nokta dikkatimi çekmişti. O da garsonların taşıdıkları tepsileri tek el ile taşımasıydı. Oldukça profesyonel de görünüyorlardı. Kendimden şüphe etmememe gerekiyordu ama tek el ile nasıl dolu bir tepsiyi taşıyacağım muammaydı.

“Burası müşterilerden siparişlerini alıp bildirdiğimiz yer,” dedi Canan. Mutfak alanına girmemiştik, restoran tarafındaydık. “Ama sen şimdilik müşterilerle iletişimde olmayacaksın. Tecrüben yok. Acemisin. Bir şeyler öğrenene kadar komi olarak çalışacaksın. Bu akşam da yanına vereceğim garsona yardımcı olacaksın.”

Bu yeni bir bilgiydi.

Kominin ne olduğunu utanç vericiydi ama bilmiyordum. İsim olarak duymuş, iş tanımı olarak belirsizdim. Bu yüzden, Canan’a “Ne yapacağım peki?” diye sormak durumunda kaldım.

“İşin masaları temizlemek,” dedi gözleri üstümdeyken. “Kirlileri buraya getirerek, bulaşıkçımıza vereceksin.” Anlaşılan bu akşam ayakçı olacaktım. Bakışlarını üstümde dolandırıp yüzüme getirdi. “Herhalde bunu yapabilirsin, değil mi?”

Sanki sorunun altındaki beceriksiz olmamı isteyen bir tını vardı.

Söylenilen şey basitti. Masa temizlemek, herkesin yaptığı bir şeydi. Yapardım, tabi.

“Elbette,” dedim, kendimden emin olarak.

“İyi. Aynı zamanda garsonumuza verilen siparişi mutfağa ileteceksin.” Konuşurken bakışları arkama kaydı. “İşin daha fazla detaylarını Ozan sen anlatırsın.”

“Anlatırım, Canan Hanım.” Duyduğum erkek sesiyle, bakışlarımı omzumdan arkama çevirdim. Aşağıda neredeyse gülecek olan çocukla karşılaştım ama saçları aşağıda gördüğüm gibi değildi. Saçlarını ufak topuz yapmıştı.

“O zaman acemi eleman sana emanet, benim başka işlerim var,” dedi Canan, ismini Ozan olarak öğrendiğim kişiye. Bana kısa bir bakış atarken, “Hata yaparsa ikinizden de bilirim,” dedi, sonra da elemanının cevap vermesini beklemedi. Aramızdan çekilerek masaların olduğu tarafa giderek uzaklaşmaya başladı.

Gitmesiyle rahat bir nefes aldım ama uzaklaşırken attığı adımlardan da hoşlanmadığımı düşündüm. Ona bakarken ileride, arada mesafe olmasına rağmen kasklıyı görür gibi oldum. İster istemez Canan’dan gözlerimi çektim. Daha dikkatli bakmaya başladım. Kasklı, içeceklerin olduğu bar tezgahının önünde dikiliyor, daha önce buraya ilk geldiğim zaman gördüğüm adamla konuşuyordu ve dikkatimi çektiği an ara sıra kendisini hatırlatan zıplamalar yine kendisini göstermişti. O an aşağıdaki durumu düşünmeden edemedim. Halbuki düşünmemem için kendime söz vermiştim ama şöyle bir gerçekte vardı. O da o anlardan hiçbir şey anlayamadığımdı.

Gerçekten odasında ne olmuştu? Bilmiyordum.

“Ben Ozan.” Yakınımdan gelen sesle dikkatim dağılırken bakışlarımı kaçıracağım sırada Canan’ın nereye ilerlediğini anladım. Yönü kasklıya doğruydu. Belli ki patronuna direktif vermeye gidiyordu. Aslında konuşmalarına kadar izlemek isteğim baş göstermişti ama demin duyduğum ses, “Adın ne?” diye soruyordu.

Bakışlarımı kaçırdım, adının Ozan olduğunu kendisi de ilan eden çocuğa baktım. Aşağıdaki halini hatırlamıştım ama o elini tokalaşmak için kaldırmıştı. Havada duran eline bakıp yüzüne baktım.

“Sana bir soru sorabilir miyim?” diye sordum, senli benli konuşmayı kendisi başlattığından aynı şekilde devam ettirmeyi seçerek. Eli havada duruyordu. Herhangi bir harekette bulunmamıştım ama farklı bir tepki vermem dikkatini çekmişti.

“Sor, merak ettim,” diye cevap verdi.

Ben de sordum. “Aşağıda neye güldün öyle?”

Ne demek istediğimi anladı. Bakışlarında zeki pırıltılar varken yine güler gibi oldu.

“Bana kurulduğunu sezdim,” dedi, sanki şu an tanışmamışız da, samimi bir dille. Ama haklıydı. Kendisine kurulmuştum. Aslında o tek değildi. Canan denilen kadına da aynı şekildim. Bir de kasklı vardı tabi. “Kuruldun mu?”

“Yapmayalı mıyım?”

Bu kez gülümsemesi genişledi. “Bence hayır.”

“Hm.”

“Soruna gelecek olursam da aşağıda olan Canan Hanım’a verdiğin tepkiye karşılıktı. Kendisi karşılık almaya pek alışık değildir. Yeni elamandan böyle bir şey beklemediğine yüzde yüz eminim.”

Verdiği cevap yeterliydi. Normalde önyargılı bir insan değildim ama konu bu restorandaki insanlar olunca işler değişiyordu. Elimde değildi.

“Anladım. Yani diyorsun ki,” derken gözlerim en son gördüğüm yere gitti. Kasklı aynı ki yerindeydi. Canan da yanındaydı. Diğer adam ortalıkta yoktu. Canan, kasklıya bir şeyler söylüyor, o da dinliyordu. Bu kadın da bir şey vardı. Daha yeni tanışmıştım ama yaydığı elektrik hiç hoş bir elektrik değildi. Gözlerimi çektim. “Canan Hanım, herkesin çekindiği biri,” diye cümlemi tamamladım. “Ama ben de haksızlığa gelemeyen biriyim, yapabileceğim bir şey yok.”

Kadının aşağıda yaptığı resmen beni aşağılamaktı. Beni yavaş olmakla itham etmişti. Yani diğer anlamda tembel olduğumu iddia etmişti. Hem de daha yeni tanıdığı birine karşı bunu yapmıştı. Eğer o kadın bunu yapıyorsa bende de kendisine uyuz olma iznim olurdu. Aynı zaman da ışık konusu vardı. Odanın ışığını kapatmadıysam da ne olmuştu? Kapatmam gerektiğini söylememişti. Söylemediği hiçbir şeyden sorumlu değildim.

“Canan Hanım, yandı o zaman,” dedi Ozan, bu durumdan keyif alıyor gibiydi. “Sana etrafı göstermeye başlamadan önce hala adını duyamadım. Yaka kartın olsaydı, oradan okurdum ama yeni olunca olmuyor.” Son söylediğiyle üniformanın gömleğindeki yaka kartı dikkatimi çekti. Ben de şu an öyle bir nesne yoktu. “Tekrardan başlıyorum,” diye devam etti. “Bu akşam beraber çalışacağız. Adın öğrensem iyi olur.”

Aşağıdaki durumu es geçersem, samimi birine de benziyordu ve haklıydı. Bu akşam onunla çalışacaktım.

Adımı söyleyince elini havaya kaldırdı. “Tanıştığıma memnun oldum, Betül,” diye karşılık verdi ama bu kez eli havada kalmadı. Elini sıktım. “İşin hayırlı olsun.”

Elimi çektim. “Teşekkürler.”

“İşin kolay,” dedi o da. “Bana yardımcı olacaksın. Ön planda olmamak ilk iş günü için en iyi şeydir. Bu akşam ben bu kattayım. Haliyle sen de bu kattasın. Siparişleri ben alırım, biraz gerimde sen durursun. Sana iletirim, sen de mutfağa iletirsin. Baktığımız masanın müşterisi gittikten sonra da masa sende. Temizlik işleri, anlarsın. Bu akşam, on masa bizde.” Yan taraftaki tezgaha doğru dönerek aşağıdaki tezgahın açık rafını gösterdi. “Tepsiler de burada. Bunlarla kirlileri buraya taşır, tezgaha koyarsın. Gerisi içerisinin işi. Zaten gözüm üstünde olacak. Takıldığın bir yerde anında yanındayım. Gergin olmana gerek yok.”

“Gergin değilim.”

Gülümsedi ama bir şey demedi. Aslında biraz gergin olabilirdim. Sonuçta ilk defa böyle bir yerdeydim.

Yanımıza çalışan bir kız geldiğinde Ozan kıza baktı. “Esma,” dedi kıza. “Yeni elemanımız Betül’e merhaba de. Bugün seninle aynı işi yapıyor.”

Kız yeşil gözlü, benim boylarımdaydı. Koyu kumral saçlarını atkuyruğu yapmıştı. Yuvarlak, bebek yüzlü tatlı bir kıza benziyordu.

Esma, bana bakmadan önce Ozan’a kısa, ufaktan sinirli bir bakış attı. “Hayır, yapmıyorum,” dedi bana baktığında. “Bugün her iki işi birden yapıyorum. Yakında canım çıkacak.” Kız, bakışlarını çekti. Daha önce fark etmediğim tezgahın üstündeki bir düğmeye bastı. Elindeki sipariş not defteri olarak tahmin ettiğim defterin yaprağını koparırken tekrardan bana baktı. “Bu arada merhaba.”

“Merhaba,” dedim ben de.

O an, Ozan da “Bugün şanslı eleman benim,” diyordu, ortaya. “Benim yardımcım var.” O kişi sanırım bendim. “Başka bir gün belki de sen de yerimde olursun.”

Tezgahın diğer tarafına mutfak yerinden orta yaşlı bir adam çıkıncı dikkatim o tarafa kaydı. Esmer bir adamdı. Orta boyda, kahverengi gözlüydü. Saçlarına ak düşmüştü ama yüzü daha gençti. Üstünde mutfakta çalıştığını belirten üniforma vardı. Yaka kartında İlhan yazıyordu.

“Bu akşamın değerini bil o zaman,” dedi Esma, kağıdı adama verirken, Ozan’a.

“Şunu söylemeyi unuttum, Betül,” dedi Ozan. “Getirdiğin siparişleri ve kirlileri İlhan abi alacak senden. Düğmeye basınca içeriye haber gidiyor. O da buraya geliyor.”

“Yeni elaman mı?” diye sordu İlhan abi dedikleri kişi de. Bu akşam ki yeni etiketim galiba buydu. Yeni elaman.

“Öyle abi,” dedi Ozan.

Adam, bana “Hayırlı olsun,” derken teşekkür namında başımı salladım ama o sıra da Esma araya “Ne zaman hazır olur, İlhan abi?” diyerek girince adam elindeki kağıda baktı. “On dakika,” diye cevapladı, Esma’ya. Adam yanımızda daha fazla durmadı. İçeriye geçerek işine geri gitti.

Esma, Ozan’a döndüğünde, “Senin masalara ne zamana kadar Önder bakacak?” diye sordu.

“Farkındaysan, yeni elamanın adaptasyon sürecindeyim. Ortamı anlatıyorum,” dedi Ozan. Yeni elaman. Yine söylenmişti. “Hem ben masalarımı da kontrol ediyorum.”

“Yeni elamanın bir adı var,” dedim dayanamayarak. “Betül.”

Ozan, konuşmamla yandan bir bakış attı. “Doğru söylüyorsun,” dedi, yüzünde yine bu durumdan keyiflendiğini yansıtan ifade vardı. Arkasından ekledi. “Yeni eleman Betül.”

“Gerçekten mi?”

Sırıttı. “Alınma ama bugünlük böyle.”

Gözlerimi devirmemek için kendimi zorladım ama elbette ne yaptığını anlamıştım. Verdiğim tepkilere karşı benimle uğraşıyordu. Aşağıdaki durumu dahi buna örnekti.

“O böyledir,” dedi Esma da bana. “Fazla takılmamaya bak. Ne kadar takılırsan o kadar seninle uğraşır. Yarın falan dozajını düşürür. Rahatlarsın.”

Ozan hemen cevap verdi. “Ben de buradayım Esma ve teşekkür ederim.” Sonra da bakışlarını restoranın içine doğru yönlendirip, aniden “İlk masana hazır mısın?” diye sordu.

Hangi masaya baktığını anlamak için bakışlarını takip ettim. Restoranın ortasında bulunan bir masadaki çift kalkıyordu. Kadın şık bir pantolon, ceket giymişti. Adamın da kadından farkı yoktu. Duruşlarına bakılırsa beraberlerdi.

Ozan’a cevap vermeden önce sorduğu soruyu kendime farklı bir versiyonda sordum.

İlk masamı temizlemeye hazır mıydım?

“Tabi ki de hazırım,” dedim.

***

İlk günüm mü demeliydim yoksa çalışma hayatımdaki ilk akşamım mı demeliydim, bilmiyordum ama yorucu bir akşam oluyordu. İki buçuk saattir ayaktaydım. Telefonum yanımda olmasa da neyse ki zamanı öğrenebileceğim saatim vardı. Hava çoktan kararmış, insanlar akşam yemeklerini güzel bir restoranda yemek için masaları doldurmuştu.

Ozan, molaya iki kere çıkabileceğimi söylemişti. Biri, çalışmaya başladığım andan itibaren üç buçuk saat sonraydı. İki buçuk saatimi geride bırakmıştım. Yani daha bir saatim daha vardı. O da yarım saatlik bir molaydı. Diğer molam daha az bir süreydi. Yalnızca on beş dakikaydı ve restoranın boşalmasına yakın yapabileceğimi belirtmişti. Şu ana kadar da iyi gittiğim bir gerçekti.

Ozan, tarif ettiği gibi kendisine ait masalarla ilgileniyordu. Müşterileri masalarına kadar götürüyor, her istekleriyle ilgileniyor ve siparişlerini alıyordu. Siparişlerini aldıktan sonra da bana veriyordu. Benden de mutfağa gidiyordu. Kendisi ise müşterilerin diğer ihtiyaçlarını karşılıyordu. Sularına dolduruyor, herhangi bir istekleri karşısında tüm masaları göz hapsine alıyordu. Ben de siparişler hazır olurken kaç dakika da mutfaktan çıkacağını yanına giderek belirtiyordum. Masaya sipariş ulaştığındaysa başka masaların işi çıkana kadar bir kenarda dikiliyordum.

O işte müşterilerin kalması ile ortaya çıkıyordu.

Bu akşamın, belki de başka akşamlarımın da iş tanımı buydu. İşi kıvırdığımı kendime söyleyebilirdim ama başka bir sorunum vardı.

Acıkmıştım.

Ve bir şeyler yemem için önümde kocaman bir saatim vardı.

Mutfağa yakın bir duvarın önünde dikiliyor, zamanın geçmesini bekliyordum. Molaya çıkıncı aç karnımın bir çaresine bakacaktım. Nasıl bir çare bulacağımı daha bulamamıştım çünkü kimse elemanların yemek molalarını nasıl yaptığını açıklamamıştı. Birilerine sormayı düşünüyordum ama şimdilik herkes işinin başındaydı. Molaya yakın zaman halledecektim.

Gözlerim restoranın içinde dolandı. Kasklıyı bir daha görmemiştim. Belki de aşağıdaki odasına gitmişti, belki de ben masaları temizleyip, işimin başındayken aynı katta olsak da görmemiş olabilirdim. Bilmiyordum. Ama Canan buradaydı. Herkesi göreceği bir köşede duruyor, iğneleyici bakışlarını etrafa fırlatıyordu.

Masalara bakarken karnımın guruldadığını hissettim. İnsanlar benim aksime aç karınlarını doyuyor, bazıları çoktan tatlılarını yemeye bile başlamıştı. Haksızlıktı ve bu haksızlığı sadece ben biliyordum. Eğer borcum olmayıp, bursum benimle olsaydı şu an bu halde olmayacak; karnımı istediğim zaman doyurabilecek imkanım olacaktı.

Sıkıntıyla nefes alırken kolumdaki saate baktım. Bakmamla gözlerimi devirdim. Sanki zaman geçmiyordu çünkü yalnızca beş dakika geçmişti. Dayanabilirim, dedim kendime. En son ne zaman bir şeyler yediğimi bile hatırlamıyordum ama dayanırdım. Dayanmak zorundaydım.

“Yeni elaman yardımına ihtiyacım var.” Ozan’ın yanıma geldiğini fark etmemiştim ama sol tarafımdaydı.

“Zaten sana yardım etmiyor muyum?” diye sordum. Tüm akşam boyunca arkasını toplamıştım. Netice de bu benim işimdi.

“Ediyorsun ama acilen başka konuda yardımcı olmalısın.”

Hiçbir şey anlamamıştım. “Bu ne demek?”

“Tuvalete gitmem lazım. Yerime bir baksan diyorum.”

“Anlamadım?” Aslında anlamıştım. Yani tahmin etmiştim.

“On dakikalığına yerime geç,” dedi açıklamaya başlayarak. Bir yandan da restoranın içini izliyordu. “Hangi masalar bizim biliyorsun. Sorun çıkmaz ama ne olur olmaz diye birisi ilgilenmeli. Ben hemen gelmeye bakarım.”

Geri planda durmak yerine ön planda durmamı istiyordu. Almayım, ben geri planda gayet iyiydim.

“Ben yeni elamanım,” dedim bu kelimeleri bir de kendi sesimden duydum. “Başka arkadaşın yok mu? Önder’den iste yine.”

Önder ile de tanışmıştım. Benden kısaydı. Esmer, sinekkaydı yüzlüydü. Ozan’ın yaşlarındaydı. Ozan’ın yirmi beş yaşında olduğunu öğrenmiştim. Önder’e karşı ilk izlenimim sakin biri olduğu yönündeydi ama tam anlamıyla kimse ile düzgün bir sohbetim olmamıştı. Mesela hayatları hakkın bir bilgim yoktu. Onlarında benim hakkımda bir bilgileri yoktu. Aynı zamanda daha tanışmadığım elamanlarda vardı. Restoranın üst katındaki çalışanları yalnızca aşağıya sipariş bildiklerinde görmüştüm. Gördüğüm kadarıyla yukarıda iki kişi çalışıyordu.

“Ona karşı bu günlük kotamı doldurdum,” dedi Ozan. Bana bakıyordu.

“Sormadan bilemezsin,” dedim hemen. Bu akşam için böyle bir değiş tokuşu konuşmamıştık. Kendi alanımda rahattım. Her ne kadar kısa süreli bir değişim olacaksa da.

“Yeni elaman benim yanımda. Bu iş sana kaldı. Canan Hanım’dan azar yemeyi ikimiz de istemeyiz.” Canan. İsmini bile duyduğumda istemsizce geriliyordum. O kadınla ne muhabbete girmek isterdim ne de sinir bozucu kelimelerini duymak isterdim. Benim bu Can ve Can’ın türevi olan Canan isminden çektiğim neydi? Anlayamıyordum. “Canan Hanım’ı sevmediğin belli. Görevin yerine getirmediğini görürse olacağını düşün.”

“Görevimi yerine zaten getiriyorum.”

“Görevin bana yardım etmek,” dedi o da. “İtiraz kabul etmiyorum. Yerime geçiyorsun.”

Haklı olabilirdi. Bana verilen görev ona yardım etmemdi. Benden başka birilerinin haklı olmasından nefret ediyordum.

“Of, tamam,” dedim mecburen. “Ne yapacağım?”

Memnun olmuşçasına tebessüm etti. “Yaptığım gibi masaların yakınında ol, müşterileri izle. Bir şey isteyeceklerini sanmıyorum ama yine de hazırlıklı ol. Ben hemen gelirim.”

İnşallah söylediği gibi olurdu.

Tamam, anlamında başımı salladım.

Ozan her nereye gidiyorsa restoranın arka koridoruna ilerlerken ben de söylediği gibi saniyeler önce durduğu bar tezgahının köşesine ilerledim ve yerine geçtim. Önder, karşı taraftaydı. Esma ise kendisine ait olan masalardan birine servis yapıyordu. Canan ise danışma alanının dönemecinde etrafı kolaçan ediyordu. Bakışları bulunduğum tarafın ilerisindeydi. Ozan ile değiş tokuş yaptığımızı anlamamıştı.

Ozan’ın masaları pencereye tarafındaki ve yakın masalardı. İkisi boşalmıştı, bir daha dolmamıştı. Boşalan masaları temizleyerek, yeni gereçler getirmiş başka müşterilere hazır hale getirmiştim. Ama tabi masa düzeninin nasıl olması gerektiği hakkında Ozan’dan tüyolar almıştım. İlkinde yanında durmuş, gereçleri nasıl yerleştireceğimi göstermişti. Sonraki masalar bana emanetti.

Gözlerim ve dikkatim Ozan’ın dediği gibi insanlardayken sorun yok gibiydi. İnsanlar yemeklerini yiyordu. Onlara bakarken midem de kendisini hatırlatıyordu. Her saniye açıklığım yükseliyor, midem kazınıyordu.

Oflamak istedim, yapmadım. Onun yerine molama ne kadar olduğunu öğrenmek için bir daha kolumdaki saate baktım. Kırk beş dakikam kalmıştı. Daha vardı. Zaman geçmemek için direniyordu.

Gözlerimi sabırsızca kaldırdığımda olmaması gerekenin olduğunu fark ettim. Ozan haksızdı. Kendisi gelene kadar müşterilerin isteklerinin olmayacağını söylemişti, yanılmıştı çünkü pencere kenarındaki masanın yanındaki masadaki bakımlı bir kadın, masasına bakılması için el ediyordu.

Kahretsin.

Masa, Ozan’ın baktığı masalardandı. Haliyle benim de bu masaya bakmam gerekiyordu. Ozan daha yeni gitmişti. İki dakikalık bir işi yoksa hayatta gelmezdi. Yine de umudumu diri tuttum ve geliyor mu diye acelece gittiği tarafa baktım. Yoktu. O sırada Canan’ı gördüm. Müşteriyi o da fark etmişti ama Ozan’ın olduğu yere baktığında beni görmüştü.

Dikkatli gözleri şimdi de üstümdeydi. Neden Ozan’ın yerinde olduğumu anlayıp anlamadığını bilmiyordum ama başıyla hareket etmem gerektiğini işaret ediyordu. Birinin yönlendirmesine ihtiyacım yoktu. Hem de Canan gibi birinin. Bakışlarıyla beni iteklemese de yapacağım belliydi.

Bakışlarımı kaçırdım ve hareket ettim. Masaya bakma deneyimim yoktu ama birazdan olacaktı. Kadın yanlarına ilerlediğimi görünce karşısında kendi gibi şık giyimli adama döndü.

Masaların yanında durdum. Kadın geldiğimi fark ederek bakışlarını yüzüme çevirdi. O sıra da “Buyurun, size nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordum, sanki bu işi her zaman yapıyormuşum gibi. Boyalı sarı saçlarını kulağının arkasına atmıştı. Kadının yüzü ben estetikliyim diye bağırıyordu.

Benimle konuşan kadın oldu. “Getirdiğiniz balık soğuk, değiştirilmesini istiyorum,” dedi hoşnut olmayan bir tavırla.

Söylediğiyle tabağına baktım. Tabağında adını bilmediğim bir balık vardı. Balığın içini kurcalamış, açmıştı. Bu tabağı Ozan’a ben teslim etmiştim. Elime almadan bile pişmiş kokusu burnuma gelmişti. Ayrıca içini değiştiği balık etinin tabaktaki sıcak haline de şahit olmuştum. Netice de pişen sıcak olurdu.

“Emin misiniz efendim?” diye sordum, tabağı almadan. “Servis ettiğimiz yemekler son derece sıcak servis edilir.”

Aslında bunu bilmiyordum ama tabağındaki yemek soğuk falan değildi. Bundan emindim.

Kadın da “Tabi ki de eminim,” dedi. Kırmızı uzun tırnakları olan eliyle tabağını eline alarak bana uzattı. “Böyle bir şey olamaz. Bunu lütfen değiştirin.”

“Tatlım,” dedi karşısındaki adam kadına.

Kadın elbette adamı dinlemedi. “İşinizi düzgün yapmak zor değildir, herhalde.”

İlk kez baktığım masada bu tarz bir müşterinin denk gelmesi de benim şansızlığımdı. İşinizi düzgün yapmak zor değildir. Bir de ekleme yapıyordu. Herhalde. Çalışan insanlar işini düzgün yapıyordu ama bu kadının takındığı tavır farklıydı. Sanki kendisi üst mertebe de, çalışanlar da alt kattaydı. Yok, tavrının sanki durumu yoktu. Besbelli kendi egosu için başka insanları aşağılayan insanlardan biriydi ve ben bu tarz insanlardan aşırı nefret ederdim. Hatta iki kat nefret ederdim.

“Tabağımı değiştirin. Sıcak yemek istiyorum.”

Servis edilen tabak zaten sıcaktı. Emindim. Çok emindim.

“Pekala,” dedim, zihnimden geçen cümleleri geri atmak durumunda kalarak uzattığı tabağı mecbur aldım. Elime aldığım tabak soğuktu ama önceden öyle değildi. Bir yemek kaç dakika da soğurdu, bilmiyordum. Başka bildiğim vardı.

Aldığım tabağı mutfak alanına götürdüm. Önceden yaptığım gibi İlhan abiyi çağırdım. Ona olan biteni anlattım. Bana böyle müşterilerin olabileceğini söyleyerek normal durum olduğundan bahsetti ama değildi.

Kadının yemeği ikinci kez hazırlanırken Ozan ortalıkta yoktu. Kaç dakika geçmişti, hesaplamamıştım ama söylediği gibi hızlı olmadığı belliydi. Diğer yandan da dikildiğim yerden masalara bakıyor, demin ki kadını da inceliyordum. Götürülen o tabak sıcaktı, nasıl yaptıysa soğutmuş ve kabahati çalışanlara, yani bize atmıştı. Ayrıca kadından da hiç hoşlanmamıştım.

“Tamamdır.” İlhan abinin sesini duyduğumda yönümü çevirdim. “Hazırdır.” Tezgahın üstündeki tepsiye tabağı bırakmıştı.

“Teşekkürler, abi.”

Bugün kirliler dışında tepsi taşımamıştım. Onu iki elimle taşımıştım. Ozan ise taşıdığı tepsileri tek elle taşıyordu ve bunu da kolay bir şekilde yapıyordu. Ne kadardır burada çalışıyordu, bilgim yoktu ama profesyonel bir tepsi tutucuydu. Restoranın içinde sırıtmam için de benimde tek elle taşımam gerekiyordu. Tepside tek bir tabak vardı. Ne kadar zor olabilirdi?

İlhan abi alanda kaybolurken tepsiyi elime aldığımda dengesini sağladım. Kolay olmuştu. Hallederdim. Ama başka bir sorunum vardı. Mutfağa yakın olsam da içeriden yemek kokusu gelmiyordu ama şimdi ki durum farklıydı. Yemek sıcacıktı. İlk tabakta böyleydi ama o tabağı ben götürmemiştim. İştah kabartıyordu. Aç halime de yardımcı olmuyordu. Saatime bakmak istiyordum ama elimdeki tepsiyle bakmam zordu. Bu yüzden yemeğin kokusu burnumdayken demin ki kadının masasına doğru ilerlemek durumundaydım. İlerken karnımın guruldadığını hissettim. İkinci kez tabağı giden kadın yerine benim yemek yemem lazımdı. Kadın, karşısındaki adam her neyi ise ona, el hareketiyle bir şeyler anlatıyordu.

Hala tabağın nasıl soğuduğunu anlamamıştım.

Ben açken, bu kadına ikinci tabağın gitmesini kendime yediremiyordum. O sırada zihnim birden bir görüntüyü önüme getirdiğinde gözlerim kısıldı. Zihnimin daha da açılması için odaklandım. Görmüştüm. Evet, görmüştüm ve anlamıştım. Bu sefer cevap vermeden de duramazdım.

Kazasız masanın yanına geldiğimde kadın konuşur haldeydi ama yemeği tekrardan gelince susmuştu. Diğer elimle tepsideki tabağı masaya bırakıp doğrulduğumda tepsiyi aşağıya sarkıtırken, “Umarım,” dedim kadına tebessüm ederek. “Bu kez lavaboya gidip de yemeğinizi soğutmazsınız. Afiyet olsun.”

Lafımı söyler söylemez kadının yüzü bir değişti. Tabi ki de olumsuz anlamda bir değişimdi.

Arkamı dönecekken, kadının ağzından “Bu nasıl cüret…” diyen cümlesi çıkacakken, karşısındaki adam, “Kız haklı tatlım. Çok fazla kaldın içeride,” dedi kadına.

Kadının cevap vermesini dinlemedim. Yüzümdeki gülümsemeyle yanlarından ayrıldım. Elbette haklıydım çünkü kadını ben masalardan birini temizlerken, lavabo koridoruna giderken görmüştüm. Giydiği topuklu ayakkabılarının sesini restorandaki seslerin içinden bile duyuluyordu. Asıl son ana kadar ben bu ayrıntıyı nasıl hatırlamamıştım? Ama analizim doğruydu. Tek kadının lavaboda ne kadar kaldığını bilmiyordum. Onu da masadaki adam benim yerime ortaya demişti.

Açtım ama keyfim yerine gelmişti.

Tepsiyi diğer tepsilerin yanına bırakırken Ozan göründü. “Ne yaptın? Sorun çıktı mı?” diye sordu.

Nerede kaldığını sorabilirdim, sormadım. “Hayır,” dedim.

“O zaman ben yerime geçiyorum. Sağ ol, yeni elaman.”

Ozan yerine geçerken, ben de yerime geçiş sağladım. Birkaç dakika sonra Ozan başka bir masaya baktı. Müşterinin hesabı istediğini gördüm. Hesap istemeleri demek, sıranın bana gelmesi demekti. Aşama masanın temizlenmesiydi. Aşamanın bana gelmesini beklerken yine mutfak alanına geçip tepsi almak için hazırda bekledim.

Ozan, hesabı masaya getirdi.

Müşteri iki çocuklu bir aileydi. Masadan kalkıp hazırlanmalarını izledim. Restoranın içinden çıkışına ilerlerken elime tepsiyi aldığım gibi masaya ilerledim. Tepsiyi masaya bırakıp, tabaklardaki kalanları bir tabağa topladım. Ardından tabakları üst üste koyarak tepsiye yerleştirdim. Çatal bıçaklar da tepside yerine almıştı ama bardaklar ve diğer şeyler için ikinci kez gelmem gerekecekti. İlk tepsiyi mutfak alanına koyup çağrımı yaptıktan sonra yeni tepsiyi alıp masaya geri döndüm. Masa da herhangi bir şey kalmayana kadar tepsiye doldurdum ama işim daha bitmemişti. Daha masanın üstünü temizlemem vardı.

Tepsiyi iki elimle birden tutarak kaldırdım. İlk tepsiden daha ağır gelirken tepsinin yanlarından sıkıca tuttum. Kadeh tarzı bardaklar sanırım ağırdı. Sadece bu bardaklar da yoktu. Çocuklara normal su bardağı, ufak kaseler de vardı. Sorun yoktu, taşıyamayacağım bir ağırlık değildi.

Masaların yanından elimdeki tepsiyle her zaman olduğu gibi geçeceğimi sanırken ise olmadı. Karnıma ansızın kramp girdi ve ben hazırlıksız yakalandım. Yüzüm buruştu. Bedenim iki büklüm olacakken kendimi zar zor engelledim ama elimdeki tepsi kendimi engellediğim sırada sallandı. Sallandığı gibi kadeh bardaklar aynı durumu yaşadı. Biri dik dururken, ikincisi dik durmadan pes etti. Tepsiden yere düşerek restoranın içinde kırılma sesini oluşturdu.

Ne olduğunu dahi anlayamamıştım. Hatta bardağın tepsiden zemine düştüğü anı dahi görmemiş, yalnızca cam parçasının zeminde parçalara ayrıldığının sesini duymuştum.

Dik durmaya çalıştım. Kırılan bardağın parçalarına bakarken, bir rezil olmadığım kalmıştı, o da oldu diye düşündüm. Bir insanın ilk iş günü daha ne kadar kötü gidebilirdi? Herhalde bundan daha kötüsü olmazdı. Halbuki şu ana kadar her şey düzgün gidiyordu. Rezil olmak bambaşka bir durumdu. Normal bir zamanımın içinde rezil olduğum bir durum olsaydı kısa süreliğine aklıma takardım ama bulunduğum yer ve zaman hiçbir koşulda uygun değildi. Kimse işyerinde hem de ilk günden rezil olmak istemezdi.

“İyi misin sen?”

Tanıdık bir sesi yakınımda duyunca ana geri dönüş yaparak bakışlarımı kaldırdım. Kısaca etrafıma bakındım. Restorandaki onca insan sakarlığıma şahit olmuş, bir an sesin nereden geldiğini merak ederek baksalar da birkaç masa dışında üstümde bakış yoktu. O masalar da yakınımdakilerdi.

Ama üstümde öyle bir göz vardı ki, dikildiği yerden iğne fırlatıyordu. Canan’ın gözü üstümdeydi. Şaşırtıcı durum ise azarlamak için yanıma gelmiyordu. En son gördüğüm yerde duruyordu. Şu kısa zamanda bu kadını çözdüysem bu aksiliği yüzüme kakmaktan gocunmazdı. Bu kadına koz vermemem gerekiyordu. Kendime kızarken, “Dikkat, sarışın,” diyen sesini tekrardan duydum. Duymakla da kalmadım. Tepsiyi tutan elimin yakınında hem de çok yakınında bir temas hissettim.

Ne?

Gözlerim aşağıya doğru kaydığında tepsiyi tutan elini gördüm. Elimin hemen yanındaydı ve “Dengeyi sağlamalısın,” diyordu. “Başka aksilik daha istemezsin.” Başta ne demek istediğini, neyden bahsettiğini anlamamıştım, çünkü dikkatim farklı bir taraftaydı. Elindeydi. Sol elimin işaret parmağıma dokunan parmağındaydı. Ama sonra tepsiyi tutan eli tuttuğum tepsiyi diğer tarafla eşitlediğini farkına vardım. Tepsinin yamulduğunu bile fark etmemiştim.

Yamulmuştu ve kasklı her nereden çıkıp yardımıma gelmeseydi, diğerleri de yeri boylayacaktı.

Fark etmemle tepsiyi sıkıca tuttum. Elini çekerken bakışlarımı yüzüne kaldırdım. Hangi ara yanıma gelmiş, olaya el atmıştı. Bilmiyordum ama ona baktığımda dikkatle yüzüme bakıyordu. İfadesinden ne düşündüğü anlaşılmıyordu. Her zaman ki gibi.

Boğazımı yavaşça temizledim. Bir şeyler söylemem gerekiyordu. Kesinlikle söylemem lazımdı. Bedenimdeki zıplamaları duymamam için kendi sesimi duymam şarttı. “Ufak bir kaza,” dedim kendimi toparlamaya çalışırken. “Sadece ilk günün azizliği. Herkesin başına gelebilir.” Yerdeki kırıklara baktım. Parçalar ortamızda ve yanlara dağılmıştı. Yüzüne baktım. “Şimdi temizlerim burayı da.”

Bir saniye cevap vermeden yüzüme bakmaya devam etti. Ardından alakasız bir şekilde “Bir cevap alamadım,” dedi.

Gözlerimde anlamadığımı belirten sinyaller olduğuna emindim. Tam söylediğini anlamadığımı söyleyecekken de Ozan’ın yanımıza geldiğini gördüm. “Sedat Bey,” dedi ilk patronuna, başıyla selam vererek. Sonra da bana, “Ne oldu?” diye sordu.

“Bardak tepsiden kaydı,” dedim Ozan’a. “Yakalayamadım.”

“Olur, böyle şeyler.” Olurdu ama keşke olmasaydı. “Sen iyi misin?”

“İyiyim.” Karnıma kramp girmeseydi daha iyi olacaktım ama midem alarm vermeye başlamıştı.

“Tamam. Daha fazla dikilmeyelim.” Ozan hala yanımızda duran kasklıya bakarak tekrardan selam verdi, bu süre zarfında hala o da yanımızda dikiliyordu. Ozan söylediğini yapmam için bana baktığında o sırada ben de kasklıya kısa bir bakış atmak istedim, yapmadım. Ozan ile beraber hareket ettim.

Kasklı arkamda kalırken, Ozan’a “Molaya biraz erken çıkabilir miyim?” diye sordum. Nasıl olduğum hakkında iyiyim demiştim ama karnım kazınırken iyi olamazdım. Kramplarım başladıysa devamı gelirdi. Yeni olan bir şey değildi. Bünyem çok acıktığında ve dayanamaz hale geldiğimde bu tepkiyi verirdi. “Bir şeyler yemem lazım.”

“İlk günden erken çıkman biraz sıkıntı olabilir.”

“Ne gibi bir sıkıntı?”

“Şöyle buna ben karar veremem,” dedi Ozan. “Canan Hanım’a sormalısın.”

Ah.

Canan. Kesin izin vermezdi. Zaten ben de tüm bu olaydan sonra gidip bu isteğimi kendisine bildirmezdim.

“Anladım.”

Tepsiyi mutfak alanına koymadan Ozan elimden aldı. “Sen yeri temizle.” Bakmadan başıyla mutfak alanının boş tarafında kalan sağdaki kapıyı işaret etti. “Malzemeler orada.”

Tamam anlamında başımı salladım. Ozan mutfak alanına tepsiyi koyarken ben de söyleneni yaparak gösterdiği tarafa ilerlemek istedim ama benden önce Önder, malzeme dolabının kapağını açmış, çoktan faraşı almış gidiyordu.

Ozan dikildiğimi görmüş olmalı ki, yine “Ne oldu?” diye sordu.

“Önder, benden önce davrandı,” dedim. “Gidip elinden alayım mı?”

“Boş ver. Temizlesin. Sen de kalan işini yaparsın.”

“Peki, gidiyorum.”

Masanın yalnızca silinmesi ve düzeltilmesi kalmıştı. Silmek için tezgah alanındaki çekmeceden bez alıp masaya ilerlerken mideme bir kez daha kramp girdi. Yüzümün buruşmasını engelleyemedim. Bu akşamım böyle olacağını bilseydim, restorana gelmeden midemi tutacak bir şeyler yiyebilirdim ama bilmiyordum ve sürpriz olmuştu.

Kasklı. Onun yüzündendi. Beni hazırlıksız yakalamıştı. Onunla tanıştığımdan beri her şey beni hazırlıksız yakalıyordu.

Olay mahallinden temizlemem gereken masaya ilerlerken saatime yeniden baktım. Canan’dan ilk günden izin isteyemeyeceğimden serbest kalmama ne kadar olduğunu öğrenmenin tek yolu buydu.

Otuz beş.

Sadece otuz beş dakikam kalmıştı.

Az kalmıştı.

Canan’ın tarafına bakmadan masanın işini halletmeye odaklandım. Ama kramplar midemi rahat bırakmazken her saniye hareket etmem zorlaşıyordu. O halde masayı silerken nefes alışımı düzene sokmaya çalışıyordum. En son böyle olmamın üstünden epey zaman geçmişti. Kendimi bu hale sokmamaya oldukça özen gösteriyordum ama aynı özeni bugün için gösteremiyordum.

“Kalan işi bırak, başkası halledecek.”

Dakikalar önce duyduğum sesi yeniden yanı başımdan duyduğum sırada masayı silme işim az kalmıştı. Doğrulmadan başımı çevirdim. Sesini duyduğum kasklı varlık olarak da yanımdaydı ama ona baktığımda bana bakıyordu.

“Neden?” diye sordum. Demin ki olay yüzünden kovulmuş olabilir miydim? Canan belki de benim gibi biriyle çalışmak istemeyeceğini patronuna bildirmişti. Olabilirdi, ilk günden göze batanı kimse sevmezdi.

“Benimle geliyorsun.” Doğrulurken bezi masanın üstünde bıraktım. Kısa cümlesinin ne anlama geldiğini çözmeye çalışırken başta bir şey demedim. Bakışlarını çekişini ve yanımdan geçişini izledim.

Söz sahibi oydu.

Kasklı önümden giderken kimseye bakmadım. Bana benimle geliyorsun, demişti. Kesin kovulmuştum. Kovulursam ne borcumu ne okul harcımı ödeyebilirdim. Belki de kovulmazdım. Kırılan bardağın ücretini maaşımdan kesilirdi. Bir tane bardak zaten ne kadar olabilirdi?

Zihnimden düşüncelerim geçerken aşağıya inen merdivenlere yöneldiğini fark ettim. Hiçbir şey anlamamıştım. Midemin canı yanarken de anlamamam doğaldı. Aşağıya indiğimizde odasına geçen koridora döndü. O an başka bir ihtimal daha aklıma geldi. İlk gün başıma gelen yüzünden beni odasında mı azarlayacaktı? Onu yapamazdı. O kadar da değildi. Bir bardak yüzünden kimseden azar işitemezdim. Hiçbir şey yüzünden işitemezdim. Hayatımda beni azarlayan tek bir kişi vardı. O da annemdi. Başkasına izin vermezdim.

Kasklı odasının kapısını açıp geçmem için yana çekildi. Ona baktım. O da bana baktı. Dayanamadım ve içeriye girerken “Neden odana geldim? Kovuldum mu?” diye sordum. Odanın ortasındayken yönümü kasklıya verdim. “Eğer beni kovarsan fatura ücretini unutursun. Benden ödeme falan alamazsın.”

Kapıyı kapatıp bakışlarını yüzüme çevirdi. “Beni ikaz mı ediyorsun?” diye sordu, yanımdan geçip, masasına ilerlerken.

“Hatırlatma yapıyorum,” diye cevap verdim, ben de onu izlerken. “Boş bulunup beni kovarsan ödeme yapmamdan vazgeçmişsin sayarım, başka ödeme yapmam.”

Cevap vermek yerine masanın önündeki tekli koltuğu eliyle işaret etti. “Dikilme, otur.”

Söylediğini yaptım. Saatlerdir ayaktaydım, koltuğa oturduğum an bacaklarımın yorgunluğunu daha net hissettim ama belli etmemeye çalıştım. “Eee, kovulduğum için mi buradayım?” diye sordum kasklının da sandalyesine oturmasını izlerken.

Sandalyesinden bana baktı. “Yapacağın ödemeden vazgeçmiyorum.”

Cevap alınmıştı.

“Yani kovulmadım.”

“Kovulmadın.”

“O zaman kırdığım bardak için buradayım,” dedim diğer tahminimi ortaya atarak. “Maaşımdan kestiğini söylemek için mi odandayım? Motosikletinin ücreti kadar tuzlu olacağını sanmam ama yine de güven olmaz.”

“Güvenin olmayan nedir?”

“Aldığınız bardakların fiyatlarına güven olmaz,” dedim hemen. “Bardaklarınız bile sıradan olmayabilir. Bir bardak için buradaysam, fiyatı tahmin ettiğimden farklı olabilir. Şimdi söyle, kırdığım bardak için mi buradayım ben?”

Kasklı dikkatle söylediklerimi dinlemişti. Ben de merakla vereceği cevabı bekledim. Konuşmadan önce sandalyesine doğru yaslandı. “Hayır, değilsin,” dedi.

“Hmm.” Geriye bir seçeneğim kalmıştı. “Bardak için de burada değilsem, başka şikayet mi var?” O başka olan Canan denilen kadındı. Beni izlemişti, ilk gördüğünden beri kadının tuhaf bir elektriği vardı. Kırılan bardağı görünce de şikayette bulunmuştu.

Kasklıdan olumlu bir cevap beklerken o kelimeler kullandı. “Onu sen söyle.”

Ben de boş bulundum. “Anlamadım?”

O da, “Şikayet alacağım bir şey mi yaptın, Sarışın?” diyerek başka soruyu önüme attı.

Yapmamıştım.

Yapmış olabilir miydim?

Sanmıyordum. Normalde kırdığım bardaktan başka bir kabahatim yoktu ama onun için de burada olmadığımı kasklı net bir şekilde söylemişti. Zaten arka plandaydım, ne yapabilirdim? Emindim. Başka hiçbir şey… O an zihnim bir dakika diyerek durakladı. Emin değildim. Şu ana kadar gelmeyen bir ihtimal daha zihnime ilişmişti. Yok artık. Olabilir miydi? Kırmızı tırnaklı kadın. Beni şikayet etmiş olabilir miydi?

Yüzüme dikkatle bakarken düşünmek benim için zordu. “Hayır,” dedim olanı görmezden gelmeyi seçerek. “Yapmadım. Hem başka ne yapabilirim ki? Yalnızca elamanlarına yardım eden biriyim.”

“O halde sorun yoktur.”

Yok muydu?

Bu cevabı beklemiyordum. Beni mi deniyordu, yoksa gerçekten de sorun mu yoktu, anlayamadığım bir an yaşıyordum.

“Hakkımda şikayet yok mu?” diye sorarak söylediğini teyit etmek istedim.

“Bildiğim kadarıyla yok.”

Kırmızı tırnaklı kadın beni şikayet etmemişti. Etseydi bile kadının karşısında elemanlarını korumuştum. Bunun için aslında bana teşekkür edilmeliydi. Ama kasklı bilmiyorsa da söylememin bir manası yoktu. Geriye tekrar etmem soru kalmıştı.

“O zaman niye buradayım?”

Kapı tıklatıldı. Kasklı bana cevap vermek yerine, kapıya baktı. Kapının açılma sesini duyarken bakışlarımı ben de çevirdim. İçeriye üst kattaki, benim daha tanışmadığım çalışanlardan biri elindeki tepsi ile girdi. Çocuğun adını bilmiyordum, o da büyük ihtimalle benimkini bilmiyordu. Ozan’ın boylarında, hafif esmer ve onun yaşlarındaydı. Kasklının odasında olmama şaşırmamıştı. Şaşırılacak bir durum da yoktu çünkü ben de çalışanlardan birinin kasklının odasında olduğunu görsem şaşırmazdım. Neticede patronun odasında olmanın birden fazla sebebi olabilirdi.

“Gel, Yetkin,” dedi Kasklı.

Çocuğun adını kasklı sayesinde öğrenmiş oldum.

Yetkin, masaya doğru ilerlerken elindeki tepside ne olduğunu gördüm. Yemek dolu tabak ve yanında su dolu bardak vardı. Başka da bir şey varsa da gözlerimi çektiğimden görmemiştim. Restorandaki yemek yiyen insanlar yetmiyormuş gibi bir de bulunduğum odaya yemek dolu tepsi gelmişti. Anlaşılan kasklı yemeğini odasında yiyordu ama keşke ben olmadığım bir zaman aç karnını doyurması mümkün olsaydı. Aç karnım ve mideme giren kramplarım gördüğü tepsiden hoşlanmamıştı.

Saatime gözlerim kaydı.

Yirmi dakika. Molaya çıkmama ve rahatlamama bu kadar süre kalmıştı. Dayanabilirdim. Yapabilirdim. Bu zamana kadar dayanmıştım, hallederdim.

Yetkin, taşıdığı tepsiyi kasklının önüne, -masasına- bıraktığını izlemesem de hissettiğim kadarıyla anladım. Yetkin, çıkmadan önce klasik afiyet olsun, başka isteğiniz var mı gibi sorularını kasklıya iletti. Olmadığını anlayınca da odadan çıkıp kapıyı arkasından kapattı.

Kimsenin yemeğinde gözüm yoktu ama bulunduğum durum bana işkence edecek gibiydi. Kasklı ile konuşmam bitmezse bu kesinlikle olacaktı.

Konuşmadan önce kendimi ve midemi toplamaya çalıştım. “Sen yemeğine başlamadan neden burada olduğumu öğrenebilecek miyim?” diye sordum başımı ona doğru çevirirken.

Öğrenmek ve gitmek istiyordum. Ayrıca kalan zamanımı hızlı geçirmek istiyordum.

“Yemek benim için değil.” Sorumun yanıtı bu değildi. “Senin için.”

“Anlamadım?”

Ne demişti? Yanlış mı duymuştum? Afallamıştım.

“Anlamayacak bir durum yok, sarışın.” Önündeki tepsiyi masada benim tarafıma doğru kaydırdı. “Getirilen bu tepsi benim için değil, senin için dedim.”

Böyle bir cevabı ise hiç ama hiç beklemiyordum ve aynı zamanda benim gibi akıllı bir kız şu an ki durumu anlayamıyordu.

Asıl soru durumu mu nasıl anlamıştı?

Acaba restorandaki müşterilerin tabaklarına bakarken beni mi yakalamıştı? Ben onu pek görmemiştim ama beni izliyor olabilir miydi? Aç kurt gibi insanların yemeklerine baktığımı fark etmişse bugün bir kez daha rezil oldum, demektir.

“Nasıl benim için?” diye sordum afallamamı üstümden atmadan. “Açlığım dışarıdan o kadar belli oluyor mu?” Son sorduğumu sorduğum an pişman oldum. Halbuki o son sorum aklımdan geçiyordu, dilime yansımamalıydı. Ama belli ki kasklı benim için odasına dolu tabak istiyorsa belli oluyordu. “Sen de bunu fark mı ettin? Beni mi izliyordun?”

Durumumu bir şekilde kurtarmam gerekiyordu. Beni izleyip izlemediği sorusunu sorarak bunu başarabilirdim.

Sorduğum onu şaşırtmadı. “Hayır,” dedi kısaca normal bir şekilde.

“Hayır mı?”

“Ben çalışanlarımı izlemem. Yalnızca yemeğe çıkacağına kulak misafiri oldum.” Ah. Ozan’a söylediğimi duymuştu.

“Evet, molamda çıkacaktım. Çıkamaz mıydım?”

“Çıkarsın ama çalışanların mutfağının kapandığını bilmiyorsun.”

“Öyle bir mutfak mı var?”

Çalışanların başka mutfağı mı vardı?

Ben demiştim dercesine bir bakışla yüzüme baktı. İfadesiz yüzünde ara sıra ifade oluşuyordu. Bu da onlardan biriydi. “Var ve kapandı. Benimle çalışacaksan sana bu tür bilgilerin vermesi gerekiyordu.”

Verilmesi gerekiyordu ama verilmemişti.

Ben de molaya çıktığımda ne yapacağımı merak ediyordum. Ozan’a sormayı düşünüyordum ama kasklının da dediği gibi bana bunların önceden söylenmesi gerekiyordu. Molaya çıktığımda karnımı doyurmak için kısıtlı sürem varken bir de yiyecek bir şeyler aramam gerekecekti. Restoranın olduğu mevki de hesabıma göre bir yer de görmemiştim.

Cüzdanımda doğru dürüst para bile yoktu.

“Bu yüzden buradasın,” dedi kasklı devam ederek. “Yönettiğim restoranda ben çalışanlarımı aç bırakmam.”

Helal olsun mu demeliydim?

“Molaya daha çıkmadım,” dedim onun yerine. “Şef garsonun ilk günden erkenden molaya çıkmamı sorun yapabilir.”

“Sorun yapacak kişi benim ve ben sorun yapmıyorum. Moladasın, sarışın.”

Moladasın.

Saatime baktım. On beş dakika. Molama kalan süre bu kadardı.

“Madem sorun değil,” dedim bakışlarımı kaldırdığımda. “Tamam o zaman.” Benim için getirilen tepsiyi çekinmeden kendi tarafıma biraz daha çekip kucağıma aldım. “Herhalde burada oturmaya devam etsem de sorun olmaz,” dedim ona bakmadan. Onunla konuşurken sadece yüzüne baktığımdan tepsinin içine de bakmamıştım. Yemeğin menüdeki ismini bilmiyordum ama tabakta et, pilav ve salata üçlüsü vardı ve görüntüsü diğer yemekler gibi iştah kabartıyordu.

“Olmaz,” dedi kasklı. Olsa da kalkmazdım.

Çatalı elime aldım. “Bana afiyet olsun.” Oturduğum zaman midemde hissettiğim kramplar az da olsa hafiflemişti. Ayaktayken hiç çekilmiyordu ama yemek yiyince hiçbir şeyim kalmayacaktı.

Kasklı bir şey demedi. Demesine de gerek yoktu çünkü ilk lokmamı mideme götürmekle meşguldüm. Eti bıçakla kesmekle bile uğraşmamıştım. Çatalın kenarıyla eti kesmiştim. Etin tadını aldığım an ne kadar acıktığımı bir kez daha hissederken mide kramplarımın yanında şu an guruldamadığı için şanslı olduğunu düşünmüştüm.

Etin tadı mükemmeldi. İnsanların bu restoranı neden seçtiğini anlıyordum. Hiç vakit kaybeden bir lokma daha aldım. Sonra bir daha. Bir daha. Her lokmamda yemeğin tadının keyfini çıkardım. Karnımı doyurmaya devam ederken bulunduğum yerde yalnız başıma olmadığımı hatırladığımdaysa odada ses olmadığını fark ettim. Yavaşça lokmamı çiğneyip yutarken başımı çevirdim. Kasklının bakışlarıyla karşılaştım.

“Ben yemek yerken bana mı bakacaksın?” diye sordum.

Yüzünde mimik oynamadı. “Benim odamdasın.”

“Ne olmuş?” Çatalımdan tabağıma yemek aldım. “Yemek yiyorum.”

Tepsiyi odasına getirten oydu. Benim yemek yemem mi sorundu?

“Afiyet olsun,” diye karşılık verdi bu sefer.

Çatalı dudaklarıma dokundurmadan önce “Oluyor,” dedim. Oluyordu. Hem de oldukça lezzetli oluyordu. “Bu arada canın çektiyse kendine de bir tabak söylemelisin. Mutfak senin emrinde ne de olsa.”

“Aç değilim.”

“Benden söylemesi. Kendi mideni kendin daha iyi bilirsin tabi,” dememin ardından yönümü çevirip yemeğimi yemeye devam ettim. Suyumdan yudumladım. Yemeğin yarısına geldiğimde kramplarım kesilmeye başlamıştı. Çok azalmıştı. Tam doyduğumda yok olacaktı. Odada benim tabakta çıkardığım sesler dışında ses yoktu. Sessizlik sıkıcıydı. Yemek yesem de sıkıcıydı. Başımı yine ona doğru çevirdim. Bu kez açık olan laptopunun ekranına bakarken yakaladım. Neye bakıyorsa, dikkatle oraya bakıyor, parmakları klavyede hareket ediyordu. Bu ciddiyeti dahi yakışıklı yüzünü gölgelendirmiyordu.

Ona baktığımı sanki hissetti. Bakışlarını bana çevireceğini anladığımdaysa hemen konuştum. “Bugün olan mesaim kaç gibi biter?” diye sordum. Zaten bu sorunun cevabını da merak ediyordum. Sonuçta eve nasıl gideceğimi düşünmem gerekiyordu. Restoranın güzergahından saat kaça kadar toplu taşıma geçtiğini bilmiyordum.

“Yoruldun mu?”

“Sorumla bunun ne alakası var?”

“Saat hesaplaması yapmaya başlamışsın.”

“Yani?”

“Bir an önce evine gitmek istiyor gibisin.”

Tabağıma dönerken, “Hangi çalışan istemez ki?” diye sordum. Aldığım salatayı yuttuktan sonra devam ettim. “Ayrıca her çalışan ne zaman çıkışının olacağını da öğrenmek ister.”

Bakışlarını ekrana çevirdi. “Diğerlerinden öğrenirsin.”

“Böyle bir çözümü ben nasıl düşünemedim? Hatırlattığın için sağ ol.”

“Önemli değil, sarışın.”

Gülümsedim ama sinirden gülümsemiştim. Benimle ya dalga geçiyordu ya da o hep böyle biriydi. Her ikisi de olabilirdi. Kalan yemeği yedim. Suyumu içtim. Bu sürede bir daha onunla konuşmadım. Tamamen yemeğimi bitirdiğimde karnım doymuş, enerjim yerine gelmişti. Kramplarda yok olmuştu.

Tepsideki peçete ile dudaklarımı sildim. Gün içinde tazelediğim rujum dudaklarımdan silinmişti ama çantamda rujum vardı. Bugün sade bir renk kullanmıştım. Rengi pembemsiydi. Molam bitmeden tazelemem gerektiğini aklıma not ettim.

Kucağımdaki tepsi ile ayağa kalktım. Kasklı, laptopun ekranına bakmaya devam ediyordu. “Ben çıkıyorum,” dedim başta. Arkasından ekledim. “Sana sessizlikle başarılar dilerim.”

Arkamı dönüp kapıya yöneldim. Söylediğimle bakışlarını üstümde hissettim ama arkama bakmadım. Elimdeki tepsi ile kapıyı nasıl açacağımı kapalı kapıyı görene kadar düşünmemiştim. Hemen kapıya ilerlerken ufak bir hesap yapmaya çalıştım. Tek elimle tepsiyi tutarsam, diğer elimle de kapının kulpuna uzanabilirdim.

Tabi bunu yaparken tepsiden ikinci kez bir şeyler düşürmemem gerekiyordu. Hem de onun odasında. Kasklının odasında.

Kapının önüne geldiğimde bir yandan tepsiyi bir elime almaya çalışıp diğer yandan elimi kulpa uzatma niyetindeyken benden önce önümden bir el kulpa uzandı. Refleksle başımı yana çevirdim. Çevirmemle kasklının mavi gözleriyle gözlerim çakıştı. Yanımda hatta dibimdeydi. Ondan bana yayılan bir elektrik vardı ama iyi mi kötü olduğu anlaşılmıyordu. Bu kadar yakınımda olması da düşünmeme yardımcı olmuyordu.

Kapının açıldığını anlarken sesini duydum. “Çıktığında ilk işin bilmediklerini öğrenmek olsun.”

Bilmediklerim.

Birden fazlaydı. Mesela çalışanların mutfağının ne zaman kapandığı ya da kaçta çıkacağım gibi sorulardı. Onun söylemediği her şeydi.

“Senin aksine diğerleri söyler,” dedim ben de. Sesimde bilerek ima bulundurmuştum. Kapı aramıza girerken geri çekildim. Sonra da yönümü koridora verdiğim gibi odasından çıktım. Arkama bakmadım. Koridorda ilerlerken kapının birkaç saniye sonra kapandığını duydum.

Değişik bir adamdı. Kendisinden yayılan elektriği gibi değişikti.

Molamın ne kadarı kaldığını bilmiyordum ama elimdeki tepsiyi yukarıya bırakmak için merdivenlere yönelmiştim. Merdivenin başına geldiğimde karşıma ansızın Canan çıktı. Beni görünce durakladı. “Sen nereye kayboldun?” diye sordu beni görür görmez.

Tam kasklının odasındaydım diyecektim ki, “Sedat Bey’in odasındaydım,” dedim.

“Ne yapıyordun orada?” diye sordu bu sefer. Elimdeki tepsiyi ise o zaman fark etti. “Bu boşlar oradan mı geliyor?”

Sana ne.

Burada çalıştığım süre boyunca bu kadın her şeyi sorgulayacak mıydı böyle?

“Evet, oradan geliyor.” Bu kadar söyleyip susacaktım ama dayanamadım ve “Yeni elemana yemek ısmarladı,” dedim. Söylediğimle bakışlarını kaldırdı. Duyduğundan hoşlanmamıştı.

“Molaya çıkma zamanın gelmemişti,” dedi keskin bir dille. “Benden izin almadın.”

Benim gibi molama mı takip ediyordu?

“Sağ olsun, patron izin verdi,” dedim direkt. “Şimdi izin verirseniz tepsimi mutfağa bırakıp kalan süremi de kullanmak istiyorum.”

Yanından geçerken son söylediğim cümleler bunlardı. Zaten ben uzaklaşırken arkamdan da bir şey dememişti. Büyük ihtimalle patronunun yeni elamana kıyak geçmesini sindirememişti.

***

Bilmediklerimi öğrenmiştim.

Restoranın çalışan mutfağı akşam dokuz buçukta kapanıyordu. Çalışanlar molasında yemek yiyecekse belirlenen saate göre ayarlama yapıyorlardı. Restoranın kapanış vardiyasında çalışanlar herhangi bir aksilik olmazsa on iki olmadan çıkıyordu. Saat baya geçti. Bu akşam ben de kapanış vardiyasındaydım. Eve gitmem sorun olacak gibiydi. Diğerlerinin adresleri de hiçbiri bana uymuyordu. Hepsi ya mesafelerde oturuyordu ya da birileri almaya gelecekti. İstanbul’a geldiğimden beri eve en geç on bir gibi girmiştim. Hiç gece yarısına kalmamıştım.

Kendi başımın çaresine bakmam gerekiyordu.

Zaman geçti. Restorandaki işime daha adapte oldum. Yorucu bir işti. Benim gibi enerjik bir kız bile yoruluyorsa o iş kesinlikle ağır olarak tanımlayabilirdim. Buna itirazım yoktu. Molalar dışında ayakta durmak insanın ayak tabanlarını ağrıtıyordu. Çıkış saatine yaklaştıkça pil ömrümün azaldığını iyiden iyiye hissetmeye başlamıştım.

Restoran on bir buçuk gibi tamamen boşalmıştı. Geriye etrafın temizlenmesi ve düzeltilmesi kalmıştı. Masaların düzeltilmesi, silinmesinden boş bırakılmasından geçiyordu. Sabah açılışta geri kalan yapılıyordu. Masaları ben siliyordum. Ozan, zemini parlatmakla meşguldü. Diğerleri kirlileri taşıyordu.

Eve gitmek için otobüs seferlerine ikinci molamda telefonumdan bakmıştım. Son sefer kalkış yerinden on birde kalkıyordu. Restoranın durağına yaklaşık otuz dakika uzaklıktaydı. Ama bu otobüse yetişsem bile ikinci otobüse yetişmem imkansızdı. Mecburen metro aktarması yapmam için farklı bir alternatif kullanmam gerekecekti. Önceden bindiğim ikinci otobüsten başka bir otobüse binecektim. Yolum uzayacaktı ama yapacak başka çarem yoktu. Cüzdanımda doğru dürüst param olsaydı eve gidene kadar taksiye binebilirdim. Cüzdanımdaki para ise yetmezdi.

İşimi bitirip üstümü değiştirmeye aşağıya indim. Ozan, işim bitince giyinebileceğimi söylemişti. İşi bitiren çıkabiliyordu. Kilitli dolaptan eşyalarımı alıp kabine girdim. Hızlı hareket ederek üstümü değiştirdim. Otobüsü kaçırırsam işim biterdi.

Kabinden çıktığımda içeride Esma vardı. Onu nişanlısı almaya gelecekti. Zaten on beş dakikalık mesafede oturuyordu. En uzak oturan bendim.

Bugün bana verilen üniformayı ve ayakkabıyı dolabın içine gelişi güzel tıkıp kilitledim.

“Ben gittim. İyi akşamlar,” dedim Esma’ya.

“Sana da,” dedi arkamdan.

Ardımdan kapıyı kapatıp merdivenlere yöneldiğimde merdivenlerden inen kasklıyı gördüm. İkinci molam sırasında onu yukarıda görmüştüm. İşe geri döndüğümdeyse bir daha görmemiştim ve şimdi bir daha görüyordum. O da beni gördü. Merdivenlerden inmesini beklerken saatime baktım. On biri çeyrek geçiyordu. Bir an önce durağa gitmem gerekiyordu.

Kasklının, “Buradan bir yere ayrılma,” dediğini duyduğumda gözlerimi saatimden çekmemiştim.

Kendisine baktım. “Neden?” diye sordum şaşkınca.

Ama kendisi yanımdan geçmiş, koridorda ilerliyordu. Konuşurken arkasına bakmadı. “Dediğimi yap. Oradan bir yere ayrılma.”

Benimle mi konuşacaktı?

Yine ne olmuştu?

Bu kez şikayet gitmiş olabilir miydi? Halbuki yaptığım hiçbir şeyi hatırlamıyordum. Hata yapmamıştım. Kalan saatlerimi bana verilen görevi yapmakla geçirmiştim. O zaman bu adam neden bana bir yere ayrılmamam gerektiğini söylemişti?

Tam ağzımı açmış, bunu sorgulayacaktım ki kasklı odasına girdi. Benimde aklıma otobüs geldi. Yine hemen saatime baktım. Kahretsin. Vaktim daralıyordu ve benim bir dakika bile kaybetmeye ihtiyacım yoktu.

Merdivenlerden hızlıca çıkmaya başladım. Bugün tanıştığım, gördüğüm kişilere restorandan çıkmadan önce iyi akşamlar diledim. Dışarıya kendimi attığım anda durağa doğru hızlandım. Dışarısı restoranın konumundan dolayı ıssız değildi. Yoldan arabalar geçiyor, diğer açık işletmelerin ışığı yola yansıyordu. Durakta ise kimse yoktu. Neyse ki durağa varmıştım. Otobüsün nerede olduğuna telefonumdan bakarken hızlı yürüdüğümden nefes nefese kalmıştım. Kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Otobüs beş dakika sonra durağa gelecekti.

Gözlerim yolda otobüsün geleceği anı beklerken durakta tek başıma olmak insanı biraz huzursuz hissettiriyordu. Eve bir an önce gidip uyumak istiyordum. Otobüsü kaçırırım düşüncesiyle durağın bankına oturmayı da göze alamıyordum. Sonunda otobüsün görüntüsü yolun başında göründü ama otobüsün durakta duracağını sanırken ön kısmındaki yazıyı okumam ile gözlerim irileşti.

SERVIS DIŞI. Böyle yazıyordu. Servis dışı.

Şok olmuş bir halde otobüsün önümden geçişini izledim. Ne yapacaktım? İkinci bir planımın yoktu. Saat ilerliyordu. Eve nasıl varacaktım? Aklıma taksiye binmekten başka çare gelmiyordu ama onun içinde cüzdanımı bir kez daha kontrol etmem gerekiyordu. Vakit kaybetmedim. Çantamdan cüzdanımı çıkarıp ne kadarımın olduğuna baktım.

İkinci kez kahretsin.

Yetmezdi. Cüzdanımdakiyle on beş dakika yolculuk edebilirdim. Kartımda da para kalmamıştı.

Bugünün son golü de buydu. Sokakta kalmıştım. Sonra aklıma başka bir fikir geldi. Kuzenim Emre’yi arayabilirdim. Babasının arabasıyla beni almaya gelebilirdi ama bunu düşünür düşünmez elemek zorunda kaldım. Emre benimle konuşmuyordu, bu problem değildi. Problem başkaydı. Emre’yi ararsam teyzemin haberi olurdu. Teyzemin haberi olursa da annemin haberi olurdu. Hem teyzemin Doğanay ile bulaşacağımdan haberi vardı. Emre’ye başka bir bilgi verebilirdim ya da gerçeği söyleyebilirdim.

Kararımı değiştirdim.

Şu an Emre’den başka çarem yoktu.

Benimle konuşmasa da yardımıma gelirdi.

Telefon rehberimden Emre’nin numarasını bulmaya çalışırken tanıdık bir ses duydum. “Sana bir yere ayrılma demiştim.”

Bakışlarımı kaldırdığımda kasklının arabasının durağın önünde duruyor, camından dikilen halime bakıyordu. Ona ve arabasına bakarken halime içten içe acıdım. Keşke benimde bir arabam olsaydı. Sonra şu hale düşmemin sebebine baktığımı hatırladım. Bir de içten içe sinirlerim yükselmeye başladı. “Vaktim yoktu. Senin yüzünden otobüsü kaçıramazdım.”

Hoş kaçırmamıştım ama yine otobüse binememiştim.

“Dediğimi yapsaydın, otobüse ihtiyacın kalmayacaktı.”

“Anlamadım?”

Arabanın sürücü tarafından diğer tarafa doğru hareket ederek kapıyı içeriden açtı. “Atla, seni bırakacağım.”

Beni mi bırakacaktı?

Şu an, otobüs hayalim uçmuşken beni mi bırakacaktı?

Bugün için bu kadar iyilik yapmak istemesi şaşırtıcıydı ama madem şu an için bir çıkış yolum vardı. Kullanmamak ayıp olurdu. Sonuçta şu an ki durumumun suçlusu oydu.

Konuşmadan kaldırımdan inip açtığı kapıdan arabasına bindim. Kapıyı kapatıp emniyet kemerimi takarken, “Her çalışanını evine mi bırakmayı teklif mi ediyorsun?” diye sordum.

Sorgulamamam lazımdı ama bu adam tarafından gelen her şeyi sorgulamak istiyordum.

Arabanın hareket ettiğini hissettim. “Hayır, bırakmıyorum.”

“O zaman beni neden bırakıyorsun?” diye sordum çantamı bacaklarımın üstüne bırakıp ona bakarken. Sabit ifadesiyle gözleri yoldaydı.

“Çünkü dediğimi yapmadın, sarışın.”

“Bu da ne demek?”

“Dediğimi yapmadın demek.”

“Daha açıklayıcı olsan bir şeyin eksilmez.”

Konuşmadan durakladığını fark ettim. Biraz da sanki ifadesi yumuşamış gibiydi. “Normalde dediğimi yapsaydın evine gitmen için taksi çağrılacaktı ama sen dediğimi yapmayarak restorandan çıkmışsın.” Çıkmıştım. Otobüse yetişme gibi bir önceliğim vardı.

Susunca ben konuştum. “Devamı yok mu?”

“Devamı, bir daha çıkışın bu saatlerde olduğunda ulaşımın taksi ile olacağından çağrılmasını bekle. Ücretini biz karşılıyoruz.”

Son söylediği ilgimi kesinlikle çekmişti ama bu akşam kimse bana bunu söylememişti.

Bakışlarımı kaçırıp önüme döndüm. Anlaşılan kasklı bana bunu söylemek için beklememi istemişti ama ben beklememiştim. Sonra da belli ki şans eseri durakta beklediğimi görünce durmuştu.

“Böyle bir imkanınız olduğunu bilseydim, beklerdim.” Sesimdeki kinayeyi engelleyememiştim.

“Başına buyruk hareket etmeyip dediğimi yapsaydın, öğrenecektin.”

Söylediğine cevabım gecikmedi. “İnsanın başının çaresine bakmak istemesi, başına buyrukluk olmuyor. Yönettiğin restoranında iletişim sorunu var. Doğru düzgün bilgi vermiyorsunuz.”

“Haklısın. Bununla ilgileneceğim.”

Tabi ki de haklıydım. Beni tecrübeli kişilerin bilgilendirmesi lazımdı. Yoksa restoranın nasıl işlediğini nasıl bilecektim? Diğer taraftan hakkımı teslim etmesi de hoşuma gitmişti.

“İlgilensen iyi edersin.”

Gözlerim camdan dışarıya yola kaydığında bir ayrıntıyı fark ettim. Şu an bir arabanın içindeydim fakat kasklıyı bugün motosikletiyle geldiğini görmüştüm. Elinde kaskı, üstünde motorcu ceketi vardı. Bakışlarımı yavaşça kendisine çevirdim. Kazağının üstünde motorcu ceketi yerine normal siyah bir ceket giymişti.

Demek ki arabası restorandaydı. Yer değiştirdiğine göre motosikletini de restoranda bırakmıştı.

Düşüncelerimin içinde ona bakarken uykumun göz kapaklarımı zorladığı anlarda kendisine baktığımı hissetmedi. Bakışlarımı kaçırıp camdan dışarıya dikkatimi verdim. Ama yol geride kalırken iyiden iyiye gözlerimin ağırlaştığını hissettim. Bugün hem zihnen hem de bedenen çok yorulmuştum. Bir an göz kapaklarımı kapattım. Sadece gözlerimi dinlendirmek istedim. Elimdeki telefonu çantamın içine koymayı bile düşündüm ama hareket edemedim. Hareket edemediğim gibi ne zaman kendimden geçtiğimi bile anlayamadım.

İrkilerek kendime geldiğimdeyse başta nerede olduğumu algılayamadım. Saniyelikti. Bilincim yerine gelirken arabada olduğumu, hatta arabanın durduğunu anladım. Gözlerimi araladım. Resmen uyuyakalmıştım ama beni uyandıranın arabanın durması değildi. Pat diye ses duymuştum. İrkilmeme neden olanda o sesti. Sonra elimin aşağıya doğru düştüğünü ve diğer tarafımda olduğunu fark ettim. Fark etmemle yerdeki telefonumu gördüm.

Ne olduğunu anlamıştım.

Uyuklamadan önce çantama koymam gereken telefonum yere düşmüştü. Yorgun gözlerimle telefonun düştüğü yere kısacık bakındım. Bacaklarımın olduğu kısımda değildi, iki koltuğun ortasında duruyordu.

Koltukta soluma döndüm. Sağ elimi telefonuma uzatmaya çalışırken benimle beraber benim olamayacak kadar büyük, ince damarları belli olan el de yere doğru uzandı. Bakışlarım refleksle kalktı. Mavi gözlerle karşılaşmam kaçınılmaz oldu. O gözler, aynı şekilde bana bakıyordu.

Bu kadar değildi.

Gözleri, biçimli yüz hatları, hiç olmaması gereken bir mesafedeydi. Yüzü yüzüme yakındı. Çok yakındı.

Şaşkına uğrayan ruh halim, zıplamaları geri getirmişti. Onun gözlerinde de afallamanın sinyalleri yer edinmişti ama ilk toplanan da o oldu. Doğrulurken yüzü yüzümün önünden çekildi.

Ardından “Geldik,” dediğini işittim.

Gözlerimi kırpıştırdım. Kasklının arabasındaydım. Bu ayrıntıyı nasıl unutmuştum? Emniyet kemeri bedenimi baskılarken ne yapmam gerektiğini hatırlamaya çalıştım.

Telefon. Telefonum yere düşmüştü.

Yere baktığımda aynı yerde olduğunu gördüm. Acelece telefonumu alırken doğrulup eski pozisyonuma geri döndüm. Zıplamalarım hala geçmemişti ama o halde etrafıma bakındım.

Evet gelmiştik. Sokağımdaydım.

Binamın oldukça yakınında araba durmuştu. Çoğu dairenin ışıkları kapalıydı. Teyzemlerin evinin de ışığı kapalıydı. Hızlı hareket etmeyi aklıma koyarken emniyet kemerimi çözdüm. Çantam bacaklarımın üstündeydi.

Toparlanıp arabanın kapısını açtım. Bir an önce arabadan çıkmak ve eve girmek istiyordum. Arabadan çıkıp ön tarafından geçerken bilerek arabaya bakmıyordum. Çantamın ön cebinden anahtarımı çıkarıyordum. Ama bakmıyor olmam sesini duymayacağım anlamına gelmediği gibi arkamdan, “Önemli değil,” dediğini işittim. Refleksle omzumdan arkama bakındım. Bana bakmıyordu, önüne bakıyordu ama benimle konuşuyordu. Başta ne demek istediğini anlamamıştım ama devamı gelmişti. “Seni bırakmak benim için bir zevkti.”

Söylediklerini öyle olduğundan söylemiyordu. Sesinde kinaye vardı.

Önemli değil.

Teşekkür etmememe karşılıktı.

Tabi o halimle cevap vermeyi geciktirmedim.

“Önemli değil,” dedim ben de aynı onun gibi. “Benim gibi birini bırakmak herkese nasip olmaz.” Aynı kinayeyi kendi sesime de bulaştırmıştım. Sonra da cevap vermesini beklemeden binanın bahçesine girdim. Seri adımlarım gibi binanın içine girdiğimde hızlıca saatin kaç olduğunu öğrenmek için elimdeki telefona baktım. Gece yarısını çoktan geçmişti.

İkiyi geçmişti.

Durakladım. Düşüncelerim çarpıştı.

Restorandan adresime toplu taşımada gelmiş olsam bile bu kadar uzun sürmezdi. Aklımdakiyle binanın girişinden sokağa baktığımda kasklının arabası yeni hareket ediyordu.

Geriye cevaplanması gereken bir soru vardı.

 

Ne kadar zamandır arabasında uyuyordum ben?

-DEVAM EDECEK-

***

Bölüme oy ve yorum bırakmayı lütfen unutmayın.

Desteğiniz önemli.

İletişim

İnstagram: cigdemin_hikayeleri

__okuyan94__ (tiktok)

Whatsaap kanalı mevcut. Gelmek isterseniz, yazabilirsiniz.

NAİPSE YENİ BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE.

:)

 

 

Bölüm : 30.04.2025 22:45 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...