Herkese merhaba.
Nasılsınız?
Bölüme geçmeden oy ve yorumlarınızı unutmayın. Her destek benim için çok önemli. Sınır koymak istemiyorum ama okunma ile oy ve yorum arasında uçurum olmaya başlamış. Wattpad kapalı olmasına rağmen zaman ayırarak bölüm yazabiliyorsam, sizin de bana destek olmanızı bekliyorum. Umarım destek olursunuz.
Yine sınır koymuyorum.
Buraya emojilerimizi bırakabilirsiniz.
İYİ OKUMALAR
16.Bölüm
Amacı beni huzursuz, tedirgin hissettirmekse Can'ı tebrik ediyordum. Bu duyguları hissediyordum. Huzursuzdum. Tedirgindim. Zihnim attığı son mesajdaydı ama ona cevap yazmamıştım. En azından o mesajları okumadan önce verdiğim karara uyuyordum. Görmezden geliyordum. Bedensel olarak bunu uygulayabilme kapasitem varsa da zihnim için aynı durum geçerli değildi.
Akşamın diğer sürprizine hazırlı ol.
Son yazdığı şu mesajda bahsettiği ne olabilirdi? Ne yapabilirdi?
Çalıştığım yeri nasıl öğrendiyse biliyordu. Bununla da yetinmemiş, saçma sapan çiçek buketini çalıştığım yere yollamayı göze almıştı. Daha başka ne olabilirdi? Ne kadar ileriye gidebilirdi? Zaten şu ana kadar aklıma gelmeyecek şekilde oldukça ileri gitmişti. Bundan fazlasını düşünmek istemiyordum.
Ama düşünüyordum.
Yukarıya çıktığımda mesaime on dakika geç başlamıştım. Neyse ki bulunduğum katta Canan yoktu. Yoksa geç kaldığım o on dakikayı bir şekilde benden çıkarırdı. Ozan ise geç kaldığımı fark ettiyse de beni görünce bir şey demedi.
Yerime geçmeden önce tedirginliğim yüzümden anlaşılmasın diye kendime hazırladım. Can'ın nerede olduğunu, onun istediği şekilde onu aramayacağımı kendisine belirtsem de yerime geçtiğimde gözlerimi masalardan çekmek zordu. Telefonumu dolabımın yerine cebime koymuştum. Attığı mesajlardan sonra bir daha telefonum titrememişti ama ben yukarıya çıkana kadar birkaç kez telefonumu cebimden çıkarıp mesajları tekrardan okumuş, mesajların devamının gelmesini beklemiştim. Gelmemişti. Yazdıklarını sindirmem için belli ki zaman veriyordu.
Sindirmem mümkün müydü? Emin değildim.
Sorun yok, dedim kendi kendime bilmem kaçıncı kez. Onun nerede olduğunu bilmiyordum ama o bir şekilde beni izlemeye devam edecekti. Huzursuz olduğumu anlamasını istemiyordum. Amacına ulaşmasını da istemiyordum ama bunun için de kendime hakim olmalıydım.
Yutkundum.
Mesajlarını almadan önceki halimi hatırlamaya çalıştım. Bu saate kadar işimi gayet iyi yapmıştım. İşimi yaparken masalara normal şekilde izlemiştim. Tedirgin olmadan. Her şey yolunda bir şekilde. Zaten masalarda oturanlara bakmam işimin gereğiydi. Tek yapmam gereken dakikalar önce olduğum gibi görünmekti.
Ozan'a baktım. Yerinde duruyordu. O da masalara bakıyordu. Nermin ise duvar tarafına yakın olan masadaki müşteriyle konuşuyordu. Onlara göre her şey normaldi. Bana göre de normal olmak zorundaydı.
Görünüşümü normal tutmaya çalışsam da zihnim bir türlü normale dönmüyordu. Sorular geçip gidiyordu. Bunu engelleyemiyordum. Bana hangi masada oturarak mesaj attığını düşünüyordum. Ben düşünürken Ozan'ın terasa doğru hareket ettiğini gördüm. Oradaki bir masaya gidiyordu. Gittiği masada orta yaşlarda iki kadın ve bir adam oturuyordu. Kalkacak gibi değillerdi. Muhtemelen ekstra bir şey isteyeceklerdi. Ozan'ın adamla konuşmasını izledim. Onu izlerken aklıma bir fikir geldi.
Ses, diye düşündüm. Ses.
Can'ın ses tonunu telefon konuşmalarımızdan biliyordum. Açık şekilde kendisini sesinden çıkarabilirdim. Yalnızca müşterilerle ilgilenmem gerekiyordu. Ya da sadece hesap için masalarına benim gitmem lazımdı. Kısacası, Ozan'ın ve Nermin'in işinin son aşamasını ben yapmalıydım.
Can'a onun oyununu oynamayacağımı belli etmiştim ama onu bulmak istiyordum. O istedi diye değil, başımdaki bu beladan kurtulmak için onu bulmam önemliydi. Bulduğumda da gizliliği ortadan kalktığı gibi ondan her türlü hesap sorabilirdim.
Peki nasıl, diye düşündüm bu kez de. Nasıl yapacaktım? Ozan ve Nermin'den işlerini yapmak istediğimi söylediğimde izin verirler miydi? Bu zamana kadar ilk günümden sonra müşterilerle muhatap olmamıştım. Durumdan şüphelendirmeden nasıl bunu isteyebilirdim? İş tanımı belliydi.
Düşün Betül, düşün.
Masalara bakarken bildiğim özelliklere göre elememden kalanları düşündüm. Yedi masaydı. Bunlar çiftler ve erkeklerin olduğu masalardı. İki masa terastaki masalardı. Diğerleri içerideydi. Bu masalara baksam yeterdi. Masalardaki adamların sesini duymam gerekiyordu. Bu masaların bazıları Ozan'daydı. Bazıları ise Nermin'deydi. Tek birinde olsaydı çözüm bulmam daha kolaydı. Ama değildi.
Ozan terastan çıkarak yerine geldiğinde bana doğru döndü. "Masadakileri toplarsın, kahve istendi." Ben onaylarcasına başımı sallarken, Ozan da Eren'e seslendi. Sıklıkla müşteriler yemekten sonra kahve istiyordu. Restoranın kahve listesi çeşitlilik barındırıyordu. İstemeleri normaldi.
Zihnim durakladı.
Bu yöntemle masalardaki konuşmaları duyma imkanım olabilirdi. Sadece listemdeki masalarında bu isteği olması gerekiyordu. Olur muydu, peki? Bilmiyordum. Bazı müşteriler yalnızca yemek yemeyi, sonra da hesabı istiyorlardı. Ben seslerini bile duymuyordum. Ama şansım olursa neden olmasındı? Listemdeki birkaç masayı elemem dahi yararımaydı. Diğer masalar içinse başka bir çözüm düşünmeliydim.
Servis arabasını yerinden alıp Ozan'ın yönlendirdiği masaya ilerledim. İlerken üstümde izlendiğime dair bir his vardı ama bu Can denilen kişinin beni tedirgin etmesinden de kaynaklı olabilirdi. Etrafıma bakmayı reddettim. Masaya vardığımda masadakiler varlığımı hissedince bir saniye önce konuşuyorlarsa, bir anlığına konuşmadılar. Ama ben boş tabakları servis arabasına yerleştirirken konuşmaya kaldıkları yerden devam etmeye başladılar. Bu masa listemde yaştan dolayı yoktu. Adamın yaşı da kadınların yaşına yakındı. Anladığım kadarıyla hepsi aynı yerde çalışıyor, iş arkadaşlarıydı. Listemde olsa bile adamın sesi telefonda benimle konuşan sesle alakası yoktu.
Masadakileri toplarken aklım terasta bulunan listemdeki masalardaydı. Tabakları birbirinin üstüne koyduğum sıralarda yandan masalara bakındım. İkisinde de çiftler oturuyordu ama gençtiler. Benden birkaç yaş büyük görünüyorlardı. Zengin tiplere benziyorlardı. Zaten bu restorana gelebiliyorlarsa cüzdanlarını düşünmeleri saçma olurdu. Can'ın durumunun ne olduğunu bilmiyordum ama benimle aynı üniversiteye gittiğine göre ya burslu biriydi ya da maddi durumu baya iyiydi. Restorana geldiğini belirtiğini de göze alırsam kesinlikle para problem değildi.
Seslerini duymaya odaklandım ama bulunduğum masa o iki masaya yakın sayılmazdı. Biri terasın sonuna doğruydu. Diğeriyse biraz ilerisindeydi. Birinde adamın saçları siyahtı. Sinekkaydı tıraşı vardı. Diğeri de siyah saçlıydı. Hafifte kirli sakallıydı ve ikisi de bulunduğum tarafa bakmıyordu bile. Psikopat tiplere de benzemiyorlardı.
Her iki masayı da acaba bakarlar mı diye göz hapsine aldım. Can, bu ikisinden biri olabilir miydi? Kahretsin, bilmiyordum. Seslerini duymaya ihtiyacım vardı.
"Hanımefendi," dendiğini duydum o arada bir erkek sesinin. Bakışlarımı hızla o taraftan çekip masalarının önünde durduğum adama baktım. "İşiniz bitti mi?" diye devam etti adam. Kadınlarda bana bakıyordu.
Ne kadardır masalarının önünde öylece dikiliyordum, bilemiyordum ama hareketsizce dikildiğim bir gerçekti. Hızlıca masaya baktım.
"Özür dilerim," dedim hızlıca. Kalan bardakları masadan alıp servis arabasına koydum. Sonra da masayı arkamda bırakarak servis arabasıyla terasın çıkışına yöneldim. İlerlerken omzumdan arkama doğru yine o masalara baktım. Herhangi bir bakışla karşılaşmadım. Can, öyle kolay kendini belli etmezdi, zaten. Ama eğer beni izliyorsa onu aradığımı bilmemesi gerekiyordu. O zaman hata yapabilirdi.
Önüme döndüm. İçerideki masalara bakmadan asansöre doğru giderken Ozan, istenilen kahveleri masaya götürüyordu. Fikrimi değiştirmeden asansörün içine girdim. Bu sürede telefonum hiç titrememişti. Ama yine de asansördeyken telefonumu çıkarıp ekranına baktım. Mesaj ya da arama yoktu.
Benden bir cevap beklediği için mi hiçbir şey yoktu? Yoksa son söylediği amacına ulaştırmak için yeterli miydi?
Cevaplar bende yoktu.
Asansörden çıkarken telefonu cebime geri koydum. Mutfak alanında servis arabasını boşaltma işim tamamlanınca yukarıya çıkmak için koridora çıktığımda karşıma Canan çıktı. Yanımdan geçip gideceğini sandığımdan asansöre ilerledim ama öyle olmadı.
Önümü keserek benimle konuştu.
"Senin yaka kartın nerede?" diye sordu, karşımda servis arabasının yanında dikilerek.
Yaka kartı cebimdeydi. Ozan'a kaybetmediğim yaka kartını bulduğumu söylememiştim. O da sormamıştı. Aslında cebime koyduktan sonra bir daha aklıma gelmemişti. Ama Canan'ın gözünden yaka kartımın yokluğu kaçmamıştı.
"Hemen takıyorum," dedim elimi cebime atarken. "Molaya çıktığımda çıkarmıştım."
"O kart sana çıkar diye verilmedi. Mesai saatleri içindeyken çıkaramazsın."
Laf sokacak bir durum bulmuştu, fırsatını değerlendiriyordu. "Dediğim gibi işimin başındayken takılıydı," diye cevap verdim. Bir yandan da cebimde yaka kartını arıyordum. Neredeydi bu? Bu cebime koyduğumdan emindim. Telefonumu koyduğum cebimdeydi.
"Bizimle çalışıyorsan takılı olmalı. Canın istediğinde öyle çıkaramazsın," dedi hala yerindeyken.
Diğer cebime elimi götürdüm. "Bence çıkarabilirim," dedim. "Molam esnasında sizin için çalışmıyorum. Oradaki süreme karışamazsınız."
Verdiğim karşılık hoşuna gitmedi. Karşıma çıktığından beri yüzünde hoşnutsuzluk hakimdi. Belki de kadının genel yüz ifadesi buydu. Bana ithafken olmayabilirdi. Eğer normal hayatında da bu yüz ifadesini kullanıyorsa etrafındaki insanlara üzülebilirdim. Sinir bozucuydu.
"Bu restoranın üniformasını giyiyorsan karışırım. O üniforma üstündeyken bizi temsil ettiğini unutma." Sanki resmi bir kurumda çalışıyordum. Alt tarafı yemek yapılan, insanların yemeklerini yediği bir yerdi. "Şimdi kartını tak ve işinin başına dön."
Tavrı ciddi anlamda sinir uçlarıma dokunuyordu. Söylediklerinin bir anlamı bile yoktu. Söylemek için söylediği çok belliydi. Tam söylediklerine cevap vermek için ağzımı açacaktım ki bakışlarını kaçırarak hareket etti ve yanımdan geçerek ilerledi. Aslında o sırada da cevap verebilirdim ama fark ettiğim bir durumla karşı karşıyaydım. Diğer cebimin içinde olan elim yaka kartıma dokunmuyordu. Berrak'ın verdiği ped cebimdeydi. Başka da bir şey elim hissetmiyordu.
Kaşlarım çatıldı. Canan'ın yanımdan gitmesi bir anlamda iyi olmuştu. Tekrardan ceplerimi yokladım. Bulamadım ama cebime koyduğumdan emindim.
O zaman neredeydi, bu lanet kart? Yoksa... Kahretsin. Düşürmüş olabilir miydim? Söylediğim yalan gerçeğe nasıl gerçeğe dönüşebilirdi ki? Böyle bir durum olması kötü bir şaka olmalıydı. Ama cebimde yoktu.
Panik duygum yavaştan yine kendisini göstermeye başlarken arkama doğru baktım. Kendime kızarken kendimi tokatlamak istedim. Elbette düşürmüştüm. Cebimde yoksa düşmüştü işte. Dakikalar önce dilimden çıkan gerçek olmuştu ve bu kez gerçekten de yaka kartımı aramalıydım. İşin doğrusu nereden başlayacağım hakkında bir fikrim yoktu. Geldiğim koridorun zeminini yokladım ama görüş açımın olduğu yerlerde benim ufak, metal yaka kartım görünmüyordu. Ne halt yiyecektim? Mesaim de başlamıştı. Nasıl arayacaktım? Bir an servis arabasını koridorda bırakıp restoranın içine doğru bakmak istedim. Sonuçta kartı bir şekilde geçtiğim yerlerden birinde düşürmüş olmalıydım ama giriş katta Canan çoğunlukla duruyordu. Aramam mümkün değildi. Ancak mesaimin sonlarına doğru etrafa bakabilirdim. Bu sürede tek bir şey yapmam gerekiyordu.
Canan'a yakalanmamalıydım.
Asansöre yönelip yukarıya çıkarken kart olayını ikinci sorun olarak gerilere attım. Bu akşamın ilk sorunu başkaydı. Ona yoğunlaşmalıydım ama çalışma yerime döndüğümde ilk sorunumla ile ilgili de bir çözüm bulamadığım yüzüme çarptı.
Ozan yanında durduğumu fark ederek bakışlarını çevirdi. "Bulamadın mı?" diye sordu. Yaka kartımdan bahsediyordu.
Başımı olumsuzca salladım. En azından yalan söylemediğimden artık içim rahattı rahat olmasına da yüz ifadem için aynı durum söz konusu değildi. Ozan da farkındaydı. Çünkü "Temizlik esnasında birimizden biri bulur, takma kafana," diyerek bu konu hakkında bilmeyerek de olsa içimi ferahlatmaya çalıştı.
Bakışlarımı çevirip restoranın içine bakındım. "Canan bulmasın da kim bulursa bulsun," dedim. "Aşağıda yakalandım."
Eğer Canan yaka kartımı bulursa ne olacağı belliydi. Laf sokmaya çalışacaktı. Belki de bulsa bile bana geri vermezdi. Sonuçta elinde kozu olmuş olurdu. Laf sokma kozu. O kadından her şeyi beklerdim.
"Ne dedin?" diye sordu Ozan.
"Takmayı unuttuğumu söyledim."
"Kaybettiğini bilmiyor."
Cümlesi soru değildi ama söyleme şekli soru şeklindeydi.
"Bilmiyor." Canan'a söylerken ben de bilmiyordum. "Yine de laf işittim ama yukarıya gelirse ona görünemem artık. Arkana saklanmama izin vermek zorundasın."
Canan'ı gördüğümde kimin arkasına saklanmam gerekirdi, bilmiyordum ama yaka kartımın olmadığını görmemesi lazımdı. O kadınla konuşmak ya da cümlelerine cevap vermek bu akşam istemediğim bir durumdu. Halletmem gereken başka sorunum vardı.
"Olmuş bil. Seni saklamak zor olmaz," dedi, sesinde eğlendiğine dair sinyal vardı. "Ufacık tefecik bir şeysin."
Ufacık tefecik?
"Hiç de bile," dedim yandan bakış atarak. "Senden çokta kısa değilim."
"Öyle misin?"
"Tabi ki de."
Güldü. Ben de önüme döndüm. Ozan, evet benden uzundu. Benim boyum bir altmış beş falandı. Genel olarak çok kısa sayılmazdım ama uzun biriyle karşı karşıya gelince kısalığımı hissederdim. Ben kısa değildim, onlar uzundu. Ozan da o kişilerden biri gibiydi de. Değil gibiydi de. Mesela kasklıdan uzun değildi. Kasklı kadar yapılı da değildi. Yine de yanında durduğumda aradaki fark belli oluyordu. Arkasına geçersem beni saklayabilirdi.
Yaka kartıma böyle bir çözüm bulduğuma göre müşteriler ayaklanmadan diğerine de çözüm bulmak için düşünmeye başladım. Her masa benim için önemli değildi. Listemdeki masalara ulaşabilsem yeterdi.
Dakikalar geçmeye başlayıp akşamın saatlerine dönüştü. Ne telefonum bir daha titredi, ne de düzgün bir yol bulabildim. Şu ana kadar listemdeki masalardan hiçbiri hesabı istememişti. Onun yerine boşalan başka masalar oldu. Aşağıya yukarıya mekik okumaya devam ettim. Aşağıya indiğimde Canan'dan bir şekilde kurtulmayı da başardım. Onu görünce ya arkamı dönüyor ya da hızlanıyordum. Şimdiye kadar yakalanmamayı iyi başarmıştım. Bir kez daha boş servis arabasını yerine bıraktığımda Ozan yerinde değildi. Gözlerim hızla etrafı taradı. Hemen de Ozan'ı buldu. Ben çözüm bulamamıştım ama Ozan listemdeki masalardan birinin yanındaydı. Oradaki adamla konuşuyordu. Belli ki hesap istiyordu. Ne yapacağımı bilmemek cidden berbat bir durumdu. Artık gelişi güzel hareket etmekten başka çarem yoktu.
Adımlarım hızlandı. Masadaki kişinin yanında bir kadın daha vardı. Çift olarak sınıflandırmam doğru olur muydu, muammaydı. Birbirlerine karşı samimi durmuyorlardı. Adam, tam benim yaşımda olmasa da yirmilerinin ortalarında göründüğünden listemdeydi. Siyah saçlı, gür sakallıydı.
Ozan'ın gerisinde diğer masaların ortasında durdum. "Teşekkürler." Ben gelene kadar konuşmanın sonu belli ki gelmişti ama az da olsa şansım vardı. Adamın Ozan'a teşekkürler diyen ses tonunu duydum.
Yeterli miydi?
Telefondaki sese benziyor muydu?
Cevabı düşünemeden Ozan arkasını dönerek beni gördü ve yanıma geldi. "Sen ne yapıyorsun?"
Aklıma ilk geleni söylerken gözlerimi yere indirdim. "Karta tekrar bakayım dedim. Aklım hala onda."
Anladım dercesine başını salladı. "Mesai bitiminde söz ben de bakacağım ama..." İlerlemem için eliyle hareket etti. "Böyle müşterileri rahatsız etme durumun var."
Oflamak istedim. Bir şey yapamadım. Neden rahatsız olacaklar diye de sormak istedim. Yalnızca, "Tamam, üzgünüm," demekle yetindim. Sonra da mecburen yerime gittim. Durduğum yerden Ozan'ın hesabı götürmesini ve masadakilerin kalmasını izlerken sesin benzeyip benzemediğini düşündüm.
Benzemiyordu.
Can ile birden fazla kez konuşmuştum. Bu adamın ses tonu farklıydı. Yedi masadan geriye altı masa kalmıştı. İlerleyen dakikalarda yeniden işimi yaparak masayı temizleyerek aşağıya indim. Bu sefer Canan'ı aşağıda görmedim. Benim için iyiydi. Rahat hareket edebilecektim. Mutfak alanına tabakları yerleştirip düğmeye bastıktan sonra cebimden telefonumu çıkarıp ekranına baktım. Tabi, arkamı dönerek tedbirimi almıştım.
Neden mesaj atmayı kesmişti? Numarasını da engellememiştim. Amacı neydi? Beni rahat bırakmasını istiyordum ama son yazdıklarından sonra sessiz kalması tuhaf değil miydi?
Telefonuma bakarken yanımda bir hareketlilik olduğunu hissetmemle bakışlarımı kaldırdım. Başta Canan'a yakalandığımı sandım ama karşımda Kasklı'yı gördüm. Tek o da değildi. Ona görürken bir anlığına Canan da görüş açıma girdi. Lavaboların olduğu koridordan çıkmış, dümdüz ilerliyordu ama başını bulunduğum tarafa çevirdiği an beni görmesi kesindi.
Ama görmemeliydi.
"Şöyle kenara kayabilir misin?" dedim birden elimle yönünü göstererek. Bir yandan da gözlerim Canan'ın ilerlemesindeydi. Eğer Canan bu tarafa bakarsa, Kasklı kalıplı gövdesiyle Canan'ın görüş açısını kapatabilirdi. Beni de görmezdi ama Kasklı'nın yerinden kımıldamadığını fark ettim. Bu kez göstermek yerine koluna dokunarak istediğim yöne gitmesini istedim. "Bu tarafa kay, lütfen."
Hareketim işe yaradı. İki adım yana doğru adım attı. O an "Neden?" diye sorduğunu işittim.
Canan ilerlemeye devam ederken "Yaka kartımı kaybettim," dedim. "Şimdi biraz daha şu tarafa doğru ilerlemen gerek." İstediğim tarafa geçsin diye bir kez daha koluna dokundum. "Beni görmesin."
İtiraz etmeyerek adımladı. Ben de adımlarımı onunla beraber çevirdim. Bir nevi önümde durmasını sağlarken, görüntümü kapatmasını sağlıyordum. "Kimin seni görmesini istemiyorsun?" diye sordu, gözlerim kenarından Canan'a bakarken.
"Yaka kartımı kaybettim," dedim tekrardan. "Çalışanın Canan, beni böyle görürsen çok laf yapar. Onunla iyi anlaşmıyoruz. Bana uyuz." Bu karşılıklıydı. Ben de o kadına uyuz oluyordum. O sıra Canan arkası dönük konuma geldi. Çok şükür. Fırsat bu fırsattı. "Anlayacağın kartımı bulmadan beni görmemeli," dedim hareket etmeden önce de. Sonra da yanımdaki servis arabasına alıp acelece Kasklı'nın yanından geçtim. Arkama bile bakmadan restoranın alanından çıktım. Asansörün olduğu koridora ilerledim. Asansörün içine girdiğimde ucuz atattığımı düşündüm. Mesai bitimine kadar yakalanmasam iyiydi.
Yukarıya geldiğimde bu kez, Nermin'in baktığı masanın boşalmıştı. Görmezden gelmeyi düşündüm. Daha yeni aşağıdan gelmiştim. Yine aşağıya inmem gerekecekti. Canan da aşağıdaydı. Aşağıda olduğu zamanlar da yakalanmamış olmam yakalanmayacağı anlamına geliyordu. Canan ile aynı ortamda her olduğumda yakalanma ihtimalim vardı.
Ama mecburdum.
Nermin'in boş masasına ilerledim. Dört kişilik bir masaydı. Ben aşağıdayken masadakiler kalkmıştı. Aynı işimi burada da yaparken bir anlığına başımı kaldırıp omzumdan arkama baktım ve o an dikkatimi çeken oldu. Gözlerim kısıldı. Daha dikkat kesildim. Listemdeki bir masadakinin eline telefonu aldığını fark etmiştim. Masa üç masa ilerimde, orta kısımlardaydı. İki kişilik bir masaydı. Annesi olabilecek bir kadınla oturuyordu. Kadının yüzü görüş açımdaydı ama adamın yüzü değildi. Yalnızca eline aldığı telefona baktığını görebiliyordum.
Yüzünü hatırlamaya çalışırken telefonumun titrediğini hissettim.
Göz bebeklerim irileşti. Düşüncelerim birbiri ile çarpıştı. O muydu? Arkasının dönük olması bir şeyi değiştirmezdi. Olanı fark etmemle, telefonuma aynı anda mesaj gelmesi tesadüf de olamazdı.
Mesaja bakmak için telefonumu elime aldığımda görüş açımdakinin telefonu hala elindeydi.
Çok sessiz kalmadık mı?
Gelen mesajdı. Bakışlarımı kaldırıp tekrardan o masaya baktım. Telefonu bırakmamıştı. Yeniden bir mesaj geldi.
İkinci sürprizimi merak ediyor musun?
İkinci sürpriz. Öfkemin yükseldiğini hissederken nefesim sıklaştı. O olmalıydı. Beni durmadan arama ve mesajlarıyla rahatsızlık veren, okulda fotoğrafımı çekerek kendisini gizleyen kişi, o olmalıydı.
Artık gizli değildi.
Başka da bir şey düşünmedim. Masaya ilerlerken kararımı gözden bile geçirmedim. Bu durumdan o kadar sıkılmış ve bunalmıştım ki sadece bitmesini istiyordum. Masaya varamadan masada bir hareketlilik oldu. Adam sandalyesinden ayağa kalkarak uzaklaşmaya başladı.
Kaşlarım daha da çatıldı. Restoran alanının çıkışına yönelmişti. Arkasından ilerleyerek adımlarımı hızlandırdım. Koridora dönerken "Hey," dedim ama oralı olmadı. Arkasına dahi bakmadı. Vazgeçmedim. Biraz daha hızlanıp yetiştim. Merdivenlere yakın bir konumda birden önüne geçerken "Yakalandın," dedim. "Sensin."
Çatık kaşlarla yüzüne bakarken duraklamak zorunda kaldı. Kahverengi gözlüydü. Saçları da kahvemsi bir renkti. Yaşı benim gibi üniversiteye gitmek için uygundu. Fakat daha önce onu bir yerde görmediğime emindim.
"Anlamadım?" dedi dediğime. İfadesinde de şaşkınlık olsa da sahte olmalıydı.
"Sensin o," dedim tekrardan. "Can, sensin."
"Herhalde biriyle karıştırdınız beni. Benim adım Can değil."
Tabi ki de böyle söyleyecekti.
"İtiraz etmezsin tabi." Kaşlarım daha da çatıldı. "Ama beni kandıramazsın. Sensin o."
"Kimden bahsettiğiniz hakkında hiçbir fikrim yok. İzin verirseniz..."
"Hayır," diyerek önünü kestim. İtiraf etmeden hiçbir yere gidemezdi. İtiraf ettiği anda da beni kimse engelleyemezdi. Haftalardır başıma musallat olmasının bedelini ödeyecekti.
"Hanımefendi," dedi geçişine izin vermeyerek durakladığında. "Beni kim sandıysanız ben o değilim." Buna inanmamı mı bekliyordu? Çok beklerdi. "Beni sizi şikayet etmeye zorlamayın."
Asıl o beni zorlamasa daha iyiydi.
Ona tiksinerek baktım. Tam ağzımı açmış konuşacakken kendi sesimi duyamadan kulaklarım tanıdık bir ses duydu. Duyduğum "Bir sorun mu var?" diyen Kasklı'nın sesiydi. Bakışlarım sesin olduğu tarafa gittiğinde Kasklı'nın ortamıza geldiğini fark ettim. Onun ne işi vardı? Bu saçma bir soruydu. Restorandan sorumlu olan adam her yerde olabilirdi. Şimdi de merdivenlerin olduğu taraftaydı. Belli ki asansörü kullanmamıştı. Soruyu bana mı yoksa müşteri olarak gördüğüne mi sormuştu, bilmiyordum ama Kasklı'nın gözleri üstümdeyken yavaşça Can olarak bulduğum kişiye dönmüştü. "Sarışın, sorun ne?"
Bana soruyordu.
"Siz?" diye sordu Can olarak bulduğum kişi, Kasklı'ya.
Kasklı'nın tepkisi, "Cevap alabilecek miyim?" olurken, bir kez daha bana sorduğunu anladım. Ne desem bilemedim. Başıma gelenden kimsenin haberi yoktu. Kimseye de söyleme taraftarında değildim ama bulunduğum şu konumda gerçekten başka söyleyebileceğim alternatif yok gibi görünüyordu.
"Hanımefendi, beni biriyle karıştırdı," dedi karşımdaki adam yerime. Karıştırmamıştım. Can, bu adamdı. Olmalıydı.
"Doğru mu?" Kasklı'nın bakışlarını üstümde hissettim. Öfkeli gözlerle Can olarak emin olduğum adama bakıyordum.
Gerçeği söylemeliydim. Hatta polisin gelmesini istemeliydim. Haftalardır rahatsızlık veren bu adamdan şikayetçi olmalıydım. Sonuçta gerçek kimliğini tam olarak bilmesem de yüzünü artık biliyordum. Bu andan itibaren şikayette bulunabileceğim kadar somuttu. Ama bunlardan önce kendi hıncımı kendim almak istiyordum. Mesela bana mesaj attığı, aradığı telefonu parçalara ayırsam hiç fena olmazdı. İçimdeki öfke sonlanmazdı ama hafiflerdim.
Kelimeler dudaklarıma gelirken elimdeki telefon titredi.
Konuşamadan, Can araya girdi. "Siz buranın sorumlusu musunuz?" diye sordu. Kasklı'ya hitap ediyordu. Gözlerim ekranını açtığım telefon ekranına kaymıştı. Gelen bir mesajdı. Mesajın içine bile girmeme gerek yoktu. Üstten ne yazdığını görebiliyordum.
Kahretsin.
Beni aramaya başlamışsın güzelim, aferin sana.
Şok dalgası yüzüme çarptı. Değildi. Karşımdayken bana mesaj atamayacağına göre karşımdaki adam Can falan değildi. Olamazdı ama gerçek Can, onu aradığımı biliyordu. Beni izliyordu. Restoran alanını benim gördüğüme göre şu an olan biteni görmüştü.
"Sarışın?" diyen Kasklı'nın sesini duydum. Benden hala bir cevap bekliyordu.
"Yanlış..." diye kekeledim. Bakışlarımı acelece kaldırdım. "Yanlış anlaşılma oldu," diye devam ettim durumu toparlamaya çalışarak. Kasklı'yı işaret ettim. "Kendisi patronum olur. Şikayet etmek isterseniz sizi dinleyecektir. Ben özür dilerim."
Daha fazla bulunduğum alanda kalamadım ve arkamı döndüğüm gibi uzaklaşmaya başladım. Telefon yine titredi, aldırmadım. Nereye gideceğimi bilmiyordum ama adımlarım bu kattaki lavaboya doğru yönlendirdiğinde direnmedim. Düşünmem gerekiyordu. Sessiz, sakin bir yere gitmek istiyordum.
Lavabo çalışanların kullandığı lavabo değildi. Müşteri lavabosuydu ama umurumda değildi. Arkamdan kapının kapandığını duyarken lavabonun ortasına doğru ilerledim. İçeriye girdiğimde içeride kimsenin olmaması kendimi sakinleştirmek için avantajdı.
Rezil olmuştum. En kötüsü de paniğe kapılmış, hiçbir suçu olmayan birine neredeyse iftira atacak konuma gelmiştim. Oysa onun Can olduğuna kendime fazlasıyla inandırmıştım. Neye göre inandırmıştım? Telefonuma gelen mesaj zamanlamasına göre buna karar vermiştim. O an diğer detayı bile görmezden geldiğimi fark ettim. Önceden düşündüğüm ses olayını bile analiz etmeden hareket etmiştim. Halbuki adamın sesini duyduğum an telefonda konuştuğum kişiye benziyor mu, diye düşünmem gerekiyordu. Düşünseydim, benzemediğini anlayabilirdim. Düşünmemiştim.
Yavaşça nefes verip aldım. Kendimi telkinlerde bulunurken telefonumu tekrardan gözden geçirdim. En son atılan mesajı okumamıştım.
Ama anlaşmamız yoktu. Kabul etmedin. Beni bulsan bile yararına değil. J
Onu bulsaydım, yararıma mı değil mi olduğunu anlayacaktı ama elime yüzüme bulaştırmıştım. Sakinleşmek palavraydı. Parmaklarım telefonun ekranına giderek bir karşılık verdi.
Sen tam bir korkaksın.
Numaraların arkasına saklanan korkağın tekiydi. Beni korkutmak istiyordu ama o buydu. Korkaktı.
Cevap yazmasını beklemeden telefonu tamamen sessize aldım ve cebime koyduktan sonra aynadan yüzüme baktım. Karmaşık ruh halim yüzüme elbette yansımıştı. Toparlan dedim, kendime. Saçlarımı omuzlarımdan aşağıya salkıtarak düzelttim. Başımı dik tuttum. İyiyim, dedim bu kez de. İyiydim. Sorun yoktu. Halledecektim. Başımdaki her sorunu teker teker halledecektim.
İçeriye müşteri kadınlardan biri girince lavaboda daha fazla kalamadım. Ne kadar zamandır içerideydim, bilemiyordum ama çok fazla dakika geçmemişti.
Restoran alanına geldiğimde Kasklı yoktu ama yanlış anlama yaşadığım adam masasına geçmişti. Beni şikayet etmiş miydi acaba? Ettiyse de yapacak bir durumum yoktu. Yalnızca uyarı alırdım. Kovulmazdım herhalde. Adam ile göz göze gelmemeye özen göstersem iyi olurdu. İşimi yarım bıraktığım masaya doğru hareket edeceğim zaman masanın temizlendiğini görünce şaşırdım. Nermin ortalıkta yoktu. Benim yerime yapmış olmalıydı.
Ozan'ın yanına geldiğimde "Nermin mi halletti?" diye sordum. Benim o zaman farkına vardı.
"Sen nereye gittin?" diye sordu, net cevap vermek yerine. Böyle bir soru sorduğuna göre olaydan haberi yoktu.
"Lavaboya gitmek durumunda kaldım," dedim bende. Yalan değildi. Olayın sonunda oradaydım. "Acildi."
"Anladım," dedi. "Ve evet sen yok olunca Nermin halletti. Birazdan gelir."
"Teşekkürler," deyip önüme dönecekken Ozan'ın cebinden çıkardığını fark ettim. "Buldun mu?" Şaşırmıştım. Elinde tuttuğu yaka kartımdı. "Nerede buldun?"
Yaka kartımı elinden aldım.
Ozan, "Sedat Bey getirdi," dedi. Şimdi daha da şaşırmıştım. Kasklı mı yaka kartımı bulmuştu? "Her nerede kaybettiysen bulan o olmuş. Hadi, gözün aysın."
Aşağıda yaka kartımı kaybettiğimi ona söylemiştim. Acaba bunun için mi yanıma gelmişti? Ama söylememişti. Tabi söylemezdi. Adamı tam konuşturmamıştım ki. Zaten sonra da hızlıca yanından ayrılmıştım. O an aklıma başka bir düşünce daha geldi. Yukarıya bana kartımı vermek için mi gelme ihtimali neydi? Bu yüksek bir ihtimaldi. Yoksa ben lavaboya kaçarken, kartımı Ozan'a vermezdi.
"Rahatladım cidden," dedim, önüme dönerken. Öyleydi. Bir sorundan Kasklı sayesinde sonunda kurtulmuştum.
Yaka kartımı yerine takarken Kasklı'ya başka bir anlamda borçlandığımı düşündüm.
***
Mesai bitimine kadar bir daha telefonuma bakmadığım gibi masaları da incelemeyi bırakmıştım. Tamam, yalandı. Tam bırakma söz konusu değildi. Gözlerim masalardaydı ama nefretle bakmamak için kendimi zorladığım da bir gerçekti. Bir daha yanlış anlaşılma gibi bir durumla karşılaşmamak için de pek bir şey yapmamıştım. Yani hiçbir şey yapmamıştım.
Zaman geçerken Can'ın o söylediği ikinci sürpriz ile ilgili bir gelişme de olmamıştı. Büyük ihtimalle beni korkutmak için böyle bir mesaj atmıştı. Mesajlarından ve konuşmalarından dengesiz biri olduğu anlaşılıyordu. Korkmam, tedirgin olmam için her şeyi yapacak birine benziyordu. Yapıyordu da.
Üstümü değiştirmek için giyinme odasına en son kişi olarak indiğimde kızlar çoktan giyinmiş ve çıkmaya hazırlanıyorlardı. Geç kalmamın sebebi müşterilerden sonra paylaştırılan masaların bana kalanını bir türlü bitiremememdi. Tüm gün o kadar yorulmuştum ki diğerlerine göre baya yavaştım. Bugün benim ilk tam gün çalıştığım gündü. Bu kadar yorulmam ve yorgunluğumu hissetmem normaldi. Ama diğerleri bu tempoya alışık olduklarından benden daha dinçlerdi. Ben masalarımı temizlerken onlar, etrafı bile temizlemişlerdi. Yine de sona kalan ben olmuştum.
Herkes, iyi geceler dileyerek odadan çıktığındaysa yalnız kaldım. Herkesin evinin yakın olmasına aşırı özeniyordum. Ben ise restoranın valesinde kim varsa onun taksi çağırmasını bekliyordum. Beklediğim gibi uzun bir yol da çekerek eve gidiyordum. Bu saatlerde trafik gibi bir sorunum olmuyordu ama yorgun bir halde olduğumdan takside uyumamak için kendimi zorlamam gerekiyordu.
Kabinde mavi kot pantolonumu ve açık lila rengindeki dümdüz kısa kollu tişörtümü giyip çıktım. Gündüzden hava güzel olduğundan ince bir tişört seçmiştim. Bedenime tam yapışan tişörtlerdendi ama yanıma ne olur olmaz diye de kısa kesim siyah bir ceket almıştım. Restoranın kıyafetini dolabıma koyup geri kalan eşyalarımı aldım. Restoranın kıyafetlerini çoğunlukla dolapta bırakıyordum. Yalnızca yıkamam gerektiği zamanlarda yanımda eve götürüyordum ve kıyafetleri daha yeni yıkamıştım.
Restoranda kalanlara da iyi geceler diledikten sonra valenin yanına gittim. Bu akşam mesaide olan valenin adı Arda'ydı. Genç çalışanlardan biriydi. Zayıf ve uzundu. Birkaç aydır, bu restoranda valelik yapıyordu. Valeler de zaman zaman değişiyordu ama daha önce Arda ile karşılaştığımdan neden yanına geldiğimi biliyordu. Bu yüzden beni görünce "Çağırıyorum," der demez, telefonuna sarılmıştı.
Taksinin gelmesini restoranın kenarında beklerken saatlerdir bakmadığım telefonumu ceketimin cebinden aldım. Ekrana bakmadan kasklının restorandan çıkıp çıkmadığını merak ettim. Giyinme odasından çıktığımda kapısı kapalıydı ama akşamın geri kalanında bir daha kendisini görmemiştim.
Arda'ya doğru döndüm. Kulübesinin önündeydi. Elinde sigarası vardı. "Sedat Bey çıktı mı?" diye sorduğumdaysa bana baktı.
Sigara dumanını üfledi. "Çıktı," diye cevap verdi.
Ne zaman çıktığı gibi ayrıntıları sormadım. Çok fazla inceliyormuş gibi gözükmek istememiştim.
"Tamam, sağ ol," diyerek önüme döndüğümde telefonuma bakışlarımı değdirdim. Normalde eve gidene kadar bakmak istemiyordum çünkü Can'dan gelen hiçbir şey ile ilgilenmeyecektim. Ama annemden mesaj ya da tanıdıklarımdan herhangi bir bildirim gelme olasılığı vardı. Bu yüzden ekrana baktım.
Keşke bakmasaydım.
Tanıdığım kimseden bildirim yoktu ama kahrolasından mesajlar bulunuyordu. İki kere de aramıştı.
Korkak olduğumu düşünmen beni yaraladı, Betül.
Ama ben korkak değilim. Korkak olsam seninle aynı ortamda olmayı göze alır mıydım? Ya da sana sürprizler hazırlar mıydım?
Ona cevap yazmamı beklemiş olmalı ki bu mesajıyla diğer attıklarının arasında on dakika vardı.
Anlaşılan telefonunu eline almayacaksın.
Sonraki bir buçuk saat sonraydı.
Tam önünden geçtim, haberin olmadı. Güzel gözlerin beni izlemedi bile. J
Ama biliyor musun? Hala aklımda bana korkak demen var. Sana ikinci sürprizimden bahsetmiştim. Sana onun fotoğrafını göndereceğim.
Aşağıda bir görüntü vardı. Görüntüye tıkladığımda başta neye baktığımı anlayamadım. Bir kapının önündeki kırmızı kurdeleli bir kutuya bakıyordum. Kutu orta büyüklükteydi ve bir kapının eşiğinde duruyordu. Altındaki yazıyı okuyana kadar da bu kapının neresi olduğunu anlayamamıştım.
Bana korkak dedin ama sana sürprizim bak nerede, seni bekliyor.
Bu kötü bir şaka olmalıydı! Ama değildi. Kesinlikle değildi.
Görüntüdeki tanıdık ayrıntıları yakaladıkça da olmadığını anlıyordum. Bina zeminin mermer deseninden, çelik kapının modeline kadar orasıydı. Binamdı. Evimdi. Nasıl? Nasıl adresi mi bilebilirdi? Kendimi savunmasız hissetmeye başlarken zihnim olanı kavramakta zorluk çekiyordu.
Adresimi biliyordu ve bildiğini bilmemi isteyerek kapıma kadar lanet olası bir kutu bırakıyordu. İşyerime gelerek de aynısını yapmıştı. Ama bu... Bu çok fazlaydı. Kapımdaki o kutu çok fazlaydı.
"Betül, taksin geldi."
Arda'nın sesini duyduğumda taksinin kaldırımda durduğunu ve akşamın ilerleyen saatlerinin içinde bulunduğumu idrak ettim. Elimde telefonla kalbim hızlı atmaya başlamıştı. Ürpermiştim de ve bu havanın gündüze göre soğumuş olmasından kaynaklı değildi.
"Teşekkürler," diyerek taksiye ilerledim. Ödeme olayını valede çalışan hallediyordu. Zaten restoran çalışanı olarak bir ben taksi kullanıyordum. Gideceğim semti valedekiler biliyordu. Akşam mesaisinden ilk kez taksi ile döneceğimde restorandan valedekine bildirim yapılmıştı. Kimin bu konu hakkında bilgilendirme yaptığı muammaydı ama ben hiç adresimi söylemek zorunda kalmamıştım.
Bu akşam ise taksiye binmek bile istemiyordum. İşin doğrusu o görüntüyü gördükten sonra eve gitmek istemememdi ama saat ilerliyordu. Gece yarısı olmak üzereydi ve ben koskoca İstanbul'da sokakta kalamazdım.
Nasıl adresimi bilebilirdi?
Bu soru aklımı kaçırmama neden olabilecek kadar güçlüydü. Restorana gelenlerden sonra ikinci atak olarak aklıma hiç evim gelmemişti.
Taksiye bindiğimde aklımdan geçen tek şeyi yaparak numarayı engelledim. Parmaklarım ekrandayken kasıldı, açıp kapattım. Telefonu çantamın içine yollarken, Sorun yok, dedim kendime. Bugün kaçıncı kez bu cümleyi kullanıyordum?
Ne yapmam gerekiyordu?
Polise gitsem kim olduğunu bilmeden arkasına düşebilirler miydi? Bu yüzden onun kim olduğunu bilmek istiyordum. Bildiğim takdirde şikayet edebileceğim gerçek biri olacaktı. Şimdi ne görüntüsü, ne kimliği belliydi.
Yine de polise gitmeliydim. Evet, gitmeliydim ama bu gece olmazdı. Çok yorgundum. Polis gittiğim an kaç saat sonra karakoldan çıkacağım belirsizdi. Sabah... Sabah polise gidecektim. Diğer yandan bu akşam eve gitmek istemiyordum. O kutuyu görmek istemiyordum. Tüm bu günün sonunda evde tek kalamazdım. İtiraf etmeliydim, kendimi o kadar cesaretli hissetmiyordum.
Bugün yeterince kendimi güvensiz hissetmişken daha fazlasını bünyem kaldırmazdı.
Teyzemlerden birine gitme imkanım vardı ama o zamanda belli bir açıklama yapmam gerekiyordu. Yapamazdım. Ne diyecektim? Gece yarısı kapılarında belirince hiçbir şeyin açıklamasını yapamazdım.
Bu gece sadece ama sadece güvende olduğumu kendimi hissettirmek istiyordum.
Sakinleşmeye odaklı bakışlarımı taksinin camından dışarıya çevirdim. Sahil yoluna çıkmıştı. Yolda tek tük insanlar vardı. Taksinin camını azıcık açtığımda temiz havayı içime çekerken gözlerimi kapattım. Nasıl güvende hissedecektim? Soru birden fazla zihnimde dönüp durdu. O an gözlerimin önüne bir sahne belirdi. Kendimi en son bu kadar çaresiz hissettiğim zamanlardan birini daha yaşamıştım. Yine tek başımaydım. Yine kendimi güvende hissetmemiştim çünkü bir arabanın içindeyken dışarıdaki psikopat iki adam tarafından sıkıştırılmıştım.
Ama sonra... Dakikalar sonra kendimi güvende hissetmeye başlamıştım. Sedat. Yani Kasklı. Onun sayesinde bu hisse geri kavuşmuştum ve o an bu hisse tutunarak kendimden beklemediğim, belki de sonra pişman olacağım bir şeyi yaptım.
***
Aklımı kaçırmış olmalıydım. Kesinlikle buraya gelerek aklımı kaçırmıştım. Taksiden inip denizden gelen esintiyi hissettiğim an aklımın hangi tarafına uyduysam uymamalıydım. Neden böyle bir şey yapmıştım ki? Hem de bu saatte. Gecenin bir saatinde, hiçbir insanın olmadığı yalnızca yatların olduğu bu limanda ne işim vardı? Aklımdaki sebep çok saçmaydı ve gitmeliydim. Çocukluk yapmamalı evime gitmeliydim. Pişman olmuştum. Pişman olduğum gibi indiğim taksiye tekrardan binmek üzere arkamı döndüğümdeyse taksinin ne zaman hareket ettiğinden bir haberdim. Çünkü tam şu an bu olmuştu. Taksi hareket etmiş, oldukça ilerlemiş, hatta neredeyse kaybolmak üzereydi.
Kahretsin.
Sağıma soluma baktım. Taksiden limanın yolunda inmiştim. Şaşkın bir şekilde dikilen benden başka kimse yoktu. Neyse ki buranın aydınlatması iyiydi, kendimi karanlık bir yolda bulmamıştım. Ama yine de dikildiğim yerde tek olmam, hiç iyi değildi. Anayoldan geçen arabalar vardı ama yoldan ne zaman boş bir taksi geçerdi, bilmiyordum. Bana kalırsa istesem dahi artık bir taksi bile bulamazdım.
HATA. Bu yaptığım kocaman bir hataydı.
Tek başıma geç bir saatte durduğum yerde dikilmek kendimi berbat hissettirirken adımlarımı ileriye atmaya başladım. Buraya kadar gelmiştim, bir bahane uydurup Kasklı'dan benim için bir taksi çağırmasını isteyebilirdim. O bahane hakkında ise hiçbir fikrim yoktu.
İlerledim. Rüzgar saçlarıma konarak hafifçe uçuştururken şu anın tek iyi yanı, tertemiz havanın ciğerlerime dolmasıydı. Buraya bir kere gelmiştim. Yatının ne tarafta olduğunu öyle böyle hatırlıyordum. Tabi, belki de bu gece yoktu bile. Yatlarla ilgili bir şey bilmiyordum. Her zaman aynı yerde mi olurdu? Demirlendiği yer kendilerine mi özgüydü? Fikrim yoktu. Eğer bir durum söz konusuysa o zaman içinde bulunduğum durum daha berbat bir hale dönerdi.
Haftalar önce geldiğim iskelenin önüne geldim. İskelenin iki yanında o zaman ki gibi yatlar duruyordu. Adımlarımı devam ettirmeden önce görmek istediğim yatın burada olup olmadığına bakındım. Onun yatı sol taraftaydı. Beyaz bir yat olduğunu hatırlıyordum. Gözlerim yatların üstünde gezerken birden durakladı. İşte oradaydı. Akşam karanlığında gündüzden daha fazla parıldıyordu. Beyaz inci gibiydi.
Kalan adımlarımı attım. Yatın önüne geldiğimde kendime bir kez daha kızdım çünkü yatın görüş açımda olan yerinin ışığı yanmıyordu. Belki de bu akşam burada değildi. Belki de gerçek bir evde kalmaya başlamıştı. Belki de hiç buraya gelmemişti bile. Sonuçta ne arabasını ne de şu motosikletini görmüştüm. Yine de yatın içine geçmek üzere platforma çıkıp ilerledim. Hafifçe sallandım, dengemi buldum. Bu saatte en son istediğim şey, denize düşmek olurdu.
Yatın açık alanıyla içeriyi ayıran camlı kapı kapalıydı. İçerisi de karanlıktı ama cama birden fazla kez arka arkaya tıkladığım an geri dönüp gitmeyi düşünsem de artık çok geçti. Başta içerisinin karanlık olduğunu düşünmem ise yanılgı olduğunu kısa sürede anladım. Aşağıya inen merdivenlerin olduğu tarafta bir ışık süzmesinin yansıması vardı.
Geri dönmeliydim.
Geri dönmeli ve şansımı taksi bulmaktan yana kullanmalı, cüzdanımdaki paranın taksimetreye yetmesi için dua etmeliydim.
Ama dikilmeye devam ettim. Sanki ayakkabılarım yere yapışmıştı, hareket etmiyordu. Geri dönemediğim gibi dikilirken de ne söyleyeceğimi safça düşündüm. Hiçbir şey aklıma gelmiyordu. Belki de gördüğüm o ışık yansıması, burada olduğunun kanıtı değildi. Işığı kapatmayı unutmuş olabilirdi.
Bir kez daha geri dönmeliyim, diye kendime söyledim. Buradaysa ortaya çıkmadan, yok olmalıydım. Zaten gelen giden de yoktu. Ama eve de gitmem sıkıntıydı. Bu gece bunu düşündükçe ruhuma sıkıntı basıp duruyordu. Omzumdan arkama doğru bakındım. Acaba yatının dışarısında bu gece kalsam sorun olur muydu? Gece boyunca her yerimin tutulacağı dışında başıma bir bela gelmezdi.
"Sarışın?"
Bu düşüncelerin içindeyken önünde durduğum kapının açıldığını fark etmediğim gibi gözlerim o tarafa döndüğünde de şaşkınlıkla Kasklı'nın yüzüne bakan da ben oldum. Karşımdaydı. Onlarca geri dönmek ile ilgili düşüncelerimden geçmişken Kasklı'yı karşımda görünce bu düşüncemin ne kadar da haklı olduğunu tokat yemişim gibi hissettim. Elbette, onun da yüzünde bir afallama vardı. Haklı bir tepkiydi.
Bu yaptığım çok ama çok saçmaydı.
"Ne işin var burada?" Evet, ne işim vardı benim burada? Kolundaki pahalı saatine bakıp bakışlarını kaldırdı. "Bu saatte? Bir sorun mu var?"
Ne söyleyecektim?
"Rahatsız ettiysem... Kusura bakma," diyebildim ilk. "Durumun tuhaf göründüğünün farkındayım," diye de devam ettim. Saçmalamadan düzgün bir cümle nasıl kuracaktım? "Senin de söylediğin gibi neden bu saatte yatında olduğumu merak ediyorsundur. Açıkçası ben de seni kapımda bu saatte görsem merak ederdim. Yani haklısın." Rezil olacaktım. Bugün durmadan rezil olmuştum. Sayı yükselecekti. "Ama... Taksiyle evime doğru giderken şöyle bir şey oldu." Ne oldu? "Aklıma şey geldi. Şey..." Afallaması yüzünden silinmişse de şu an söylediğim saçma kelimeleri dinlerken dediklerimi anlamaya çalışıyor gibi bir ifade belirmişti. "Çoraplarım!" Çoraplarım mı? Bunu dediğime ben bile inanamadım ama bir kere söylemiştim. Devamını getirmeliydim. "Yatından düştüğüm günü hatırlıyorsundur. Tamamen ıslanmıştım. Sen de bana kuru kıyafetler vermiştin. O gün çoraplarımı burada unutmuştum. Aklıma gelmişken de almaya geldim."
Sonunda cümlemi bir şekilde bir yere bağladığım için kendimi tebrik etmek istedim ama anlattıklarım saçma sapan olunca tebrik işi anlamsızdı.
"Bu saatte," dedi tekrardan Kasklı. "Aklına bu mu geldi?"
Şüphe. Şüpheli gibiydi.
"Evet," dedim net olmaya çalışarak. "Aklım değişik zamanlarda böyle kararlar verebilir."
O sıra çıkmaza giren düşüncelerimle o kadar meşguldüm ki, karşımdaki halinin farkına varmamıştım. Uyumaya mı hazırlanıyordu? Öyle olmalıydı çünkü üstünde rahat kıyafetler vardı. Bisiklet yaka haki renginde sweatshirt ile siyah eşofman giyiyordu. Ve diğer halleri gibi bu halde fazlasıyla... İyiydi.
"Onu anladım," dedi son söylediğime. "Kararların tahmin edilemez."
Hayır, doğru kelime bu değildi. Yakışıklı görünüyordu.
Niye şu an böyle düşünüyordum ki?
"Bazen ben bile kendime şaşırıyorum ama buraya kadar geldim," dedim sağlam aklımla. Aklımın ne kadarı sağlam kalmıştı acaba? "Çoraplarımı alabilecek miyim?"
Konuşmadan önce durakladı. "Sana kötü haber, Sarışın," dedi sonra da. "Çoraplarının nerede olduğunu bilmiyorum."
"Çöpe mi attın yoksa?" Atmışsa onu suçlamazdım. "Senin bana verdiğin çoraplar da benimle gitti. Şu an yanımda olmasalar bile. Evdeler. Eğer attıysan çorabını vermem."
Doğruydu. Onun çorapları da bendeydi. Bir çamaşır yıkama günümde o çorapları da yıkamıştım, sanırım dolabımın herhangi bir yerine koymuştum. Şu ana kadar çorap takası yapmak aklımda olmadığından gözümün önünde bir yerde tutmuyordum.
"Çöpe çorap attığımı da hatırlamıyorum," dedi tane tane.
"Ama çoraplarımı hatırlıyorsun değil mi? Üstünde emoji deseni vardı. Belki başkasının sanmış olabilirsin ama onlar benimdi. Başkasına mı verdin?" Başkası? Kim çorabını bir adamın evinde benden başka unutabilirdi ki? Ya da unutur muydu? Kasklı'nın özel hayatı hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Görüştüğü biri var mıydı? Ya da çorap unutacak kadar daha ciddi bir ilişkisini? Bilmiyordum. Bu düşünce nedensizce kendimi kötü hissettirdi. Aslında o ana kadar hayat tarzı hakkında da bilgim yoktu. "Yaptın mı? Çoraplarımı başkasına mı verdin?"
Son söylediğimle kaşlarım çatıldı.
"Sakin ol, Sarışın. Kimseye çoraplarını vermedim."
Vermemiş miydi? Kaşlarım normal haline dönerken ruhumda da bir rahatlama oldu.
"O zaman neredeler?" diye sordum.
Omzunu silkti. "Bilmiyorum."
"Bilmiyorsun ama çoraplarımı gördün o zaman?"
"Gördüm."
"Ama nerede olduğunu bilmiyorsun?"
"Olabilir," dedi bu kez de.
"Niye bunda net değilsin?"
"Üstünden günler geçti."
"Üstünden günler geçmiş olabilir ama gördüysen nerede olduklarını da biliyor olman gerekir."
"Haklı olabilirsin ama bugünlerde çok fazla durumla uğraştığımdan çoraplarının nerede olduğu hakkında bir yorum yapamayacağım."
Ah.
Enişte beyden yani sütkardeşinden bahsediyordu. Yani başka bir durum yoksa en önemli sorun o günleriydi. Önemsiz bir çorabı nereye koyduğunu elbette hatırlamıyor olabilirdi.
"Madem öyle o zaman tek bir çözüm var."
"Nedir?"
"Arayacaksın ve bulup bana vereceksin."
Onunla dalga geçiyormuşum gibi baktı. "Şimdi mi?"
"Neden olmasın? Saat çok geç değil." Geçti. Yalnızca itiraf edemezdim.
"Taksini bekletmek istemezsin," dedi o da. "Sabah getiririm."
"Beni bekleyen bir taksi yok. Çünkü adam taksiden indiğim an gazladı, gitti." Bu kısmen doğruydu. Geri dönmek istediğim an taksinin gittiğini farkına varmıştım. "Anlayacağın çoraplarımı aldıktan sonra bana başka bir taksi çağıracaksın."
Yine konuşmadan durakladı. Belki de karar verme aşamasındaydı. "Bu çoraplar bu kadar önemli mi?"
Karar verme aşamasındaydı.
Başımla onayladım.
"Pekala," derken o ifadesiz haline geri dönmüş gibi geldi. Biraz da kenara doğru kaydı. "Ben şu önemli çoraplarını ararken içeride bekle."
Bunu hiç söylemeyecek sanmıştım.
"Teşekkürler," diyerek yanından geçtim. Masanın olduğu tarafa değil de onun karşısındaki bej rengindeki koltuğa oturdum. Oturduğum an bedenimin ne kadar yorgun olduğunu hissettim. Tüm kaslarım ağrıyordu. Kasklı'nın ben otururken kapıyı kapattığını ve aşağıya indiğini anlamam ise sonra oldu. Etrafıma baktığımda bulunduğum yerde yalnızdım.
Nasıl da saçmalamıştım öyle?
Kendime inanamıyordum. Yine de saçma da olsa bir bahane bulmuştum. Bahanesiz olmaktan iyiydi değil mi? Öyle olmalıydı. Yoksa eve gidemeyip buraya neden geldiğimi açıklayamazdım? Güvende olmak için yanına geldiğimi söyleyemezdim. Söylediğim an diğer şeyleri de anlatmak durumundaydım. Neden onun yanında güvende hissettiğimi ise kendime bile tam açıklayamıyordum.
Çantamı yanıma koydum. Yatın içi kendi düşüncelerimin dışında oldukça sessizdi. Etrafıma kısa bir bakış atıp camda durakladı. Yatın camlarından denizin üstüne örtülen karanlık uçsuz bucaksız görüntüsünün yanında ıssız bir görüntü de sunuyordu. Issız hissettirmesi doğaldı. Buraya gelirken pek canlılık görmemiştim. Etrafta yattan başka bir şey yoktu. Yatlarda insan olup olmaması belli değildi. Aynı orman yolunda arabamın bozulduğu an gibiydi ama arada fark vardı. Buraya gelmemin sebebi de oydu zaten. Güvende hissetmem.
Koltukta geriye iyice yaslanırken ne kadar da rahat olduğunu düşündüm. Bu akşam başıma gelenler olmasaydı, ne güzel yatağıma girecek ve uykunun kollarına kendimi bırakacaktım. Ama ben buradaydım. Odamdan birkaç saat uzaktaydım. Uyumak istiyordum. Şimdi yatağımda olmak için nelerimi feda etmezdim. Tek bir noktaya bakmam yorgun gözlerimi sanki daha da yormuştu.
Kasklı aşağıya ineli kaç dakika olmuştu?
Telefonumu hiç çıkarmamıştım. Ekrana bakmayı istemiyordum. Numarayı bir kez daha engellemiştim ama kaç kez bunun işe yaramadığını şahit olmuştum.
Aşağıdan ses de duymuyordum. Bugün fazlasıyla gürültülü bir gün olduğundan sessizlik şu an ihtiyacım olandı. Aynı uyku gibi.
Uyku.
Uyumam gerekiyordu. Gözlerim benden izinsiz kapanmaya başlamıştı bile. Fark ettiğim gibi göz kapaklarımı açıyordum fakat yine başa dönüyordum. En son gözlerimi açtığımda nerede olduğunun farkına varırken oturduğum yere baygın gözlerle baktım.
Şuraya kıvrılsam ne olurdu?
Hiç kimseye zararım olmazdı.
Oturduğum yer o kadar cazip geliyordu ki... Bedenimin dinlenmesine, gözlerimin ve zihnimin kapanmasına ihtiyacım vardı. Ben de daha fazla dayanamadım. Çantamı koltuktan aşağıya indirdim. Ayakkabılarımı çıkardığım gibi de koltuğa doğru yavaşça uzandım.
Gözlerimi kapattığımda bunun ne kadar iyi geldiğini düşündüm. Birkaç şey daha aklımdan geçti ama onları tam yakalayamadım. Zaten daha fazlası gelmediği gibi zihnim sıfırlandı.
Uyuya kaldım.
DEVAM EDECEK
***
Oy ve yorumları unutmayalım.
Whatsapp kanalı mevcut. Bana yazarsanız sosyal medyadan gelebilirsiniz.
İnstagram: author.cigdem
Tiktok: __okuyan94__
Lütfen destek olmayı, bizi önermeyi unutmayın.
NASİPSE YENİ BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |