48. Bölüm

39. BÖLÜM EVVELDEN EZELE

Çerkezkizi
55cerkezkizi055

Merhaba can tanelerim, ben geldim. 💖

Sizleri çok bekletiyorum, farkındayım. Ama yaz sezonu bazen aşırı yoğun geçiyor. Ben de sizler gibi sıradan bir hayat yaşayan bir bayanım. Çalışmadan olmuyor; ev, iş ve kızım arasında mekik dokuyorum.

Kızım bu sene 1. sınıfa başladı. Bizi nasıl bir macera bekliyor, inanın ben de bilmiyorum. Ama zorlu bir sürece gireceğimiz kesin. Bu yüzden belki bölümler gecikebilir, belki eskisi kadar aktif olamayabilirim. Fakat iki satır da olsa yazmaya devam edeceğim. Er ya da geç size bölümleri atacağım.

Sizleri bırakmaya hiç niyetim yok. 🙏 Bu süreçte beni anlayışla karşılayacağınızı ümit ediyorum. Umarım beni anlarsınız. Belki çoğunuz bu süreci çoktan atlatmışsınızdır, bilemiyorum. İşte bu yüzden sizlere durumu en uygun şekilde arz etmek istedim.

Lütfen bol bol satır arası yorum yapalım. Bu yola tek başıma çıktım ama şimdi sizlerle kocaman bir aile oldum. 💕 Desteklerinizi benden esirgemezseniz çok mutlu olurum.

Çok konuştum yine, farkındayım. 😅 O yüzden sizi hemen hikâyeyle baş başa bırakıyorum.

Instagram, TikTok, Kitappad ve Dream hesaplarım:
👇👇👇👇👇
55Cerkezkizi05
___________________________________________
"Kaç baharları tüketip güz ettik,
Kaç kara kışı devirip yaz ettik.
Bir sevdanın atesinde yandıkda
Hayatı kendimize zindan ettik..."

=55Cerkezkizi05=

Bölüm Şarkısı: Orhan Gencebay - Mevsim bahar olunca

Zamanın bize neler getireceğinden habersiz yaşıyoruz hayatı. Bazen sorgusuz sualsiz, bazen ise en derinden sorgulayarak. Hatalarımız büyütüyor bizi. Yanlışa düşe düşe öğreniyoruz hayatın en gerçeğini.

Diyorum, zaman! Daha biz gençliğimizi anlamadan akıp giden koca bir zaman dilimi...

Yade Zergül, hayatı boyunca çok sınav vermiş, her türlü zorluğa göğüs germiş bir kadındı. Yüzündeki kırışıklıklar da, ellerindeki sertlik de, gözlerindeki karanlık da yaşadıklarının simgesiydi.

Bugüne kadar dimdik durmuştu. Namusuna laf söz getirmemiş, kocasına sadık kalmış, evlatlarına ise düşkün bir anne olmuştu. Şimdi kendi soyundan olan torunu, onun adını dillere mi düşürecekti? Peki Yade Zergül bu kadar basit bir kadın mıydı? Torunu ne çabuk unutmuştu kim olduğunu? Oysa hatırlamasını en iyi o bilirdi.

Öfkeliydi. Ama öfkesine yenik düşecek kadar da kendini kaybetmiş değildi. Silahın namlusu Yağız'a doğrulmuştu. Kızlar çığlık atarken, Yade Sultan şaşkınlıkla ahretliğine bakıyordu.

Bir anda namlunun ucunda bir silüet belirdi. Kara gözler, kendisi gibi kapkara olan gözlerle kesişti. İkisi de inatçı, ikisi de kendinden emindi. Bakışlarında adeta bir savaş vardı. Biri "yapma" der gibi bakarken, diğeri "önce benden başla" diyordu.

Geçmiş geldi ikisinin de gözünün önüne o dakikalarda. Yıllar öncesi... O gün Yavuz için bir milat olmuş, babası bir daha elini kaldırmamıştı.

"Yağız nerede Leyla? Nasıl yalnız bırakırsın onu?" diye telaşla sordu Yavuz. Huysuz kuzeni sürekli başını belaya sokuyor, akşam olduğunda da olaylar Yavuz'a patlıyordu. On beş yaşına gelmişti ama hâlâ azar işitiyordu. Yağız ve Leyla ise on üç yaşlarındaydı.

"Abi vallahi iki dakika lavaboya gittim, yoktu. Erik toplamaya gitmek istedi, ben de tamam dedim. Beni bekleyecekti ama gitmiş." Yağız da şaşkındı.

Yavuz ile birlikte sokak sokak Leyla'yı aramaya başladılar.

"Off, başımın belası off..." dedi Yavuz. Leyla onun kırmızı çizgisiydi. Sanki kaderinde o zamandan belli gibi onu çok farklı seviyordu. Dayı çocukları, teyze çocukları da vardı ama Leyla hep ayrı yerdeydi. Üstelik herkesten kıskanıyordu, daha o yaşında bile.

Bir saattir arıyorlardı. Konağa yarım saat uzaklıktaki bir bahçeden sesler geliyordu. Hızla oraya yöneldiler.

"Bak cadı ya, bir de utanmadan ceplerini doldurmuş! Utanmaz, terbiyesiz! Sana haramı helali öğretmediler mi?"

Leyla'nın hem canı yanıyor, hem de duyduğu sözlerle kalbi kırılıyordu. Çocuktu o; ne vardı sanki bu kadar kızacak? Dalında çürüyüp gidecekti. Birazcık erik aldıysa ne olmuştu yani?

"Amca, parasını vereyim. Lütfen kolumu bırak, canım acıyor." Adam, Leyla'nın kolundan tutmuş çekiştiriyordu. Tam bu sırada Yavuz, çocuk yaşına aldırmadan koşarak geldi; öfkeli kara gözlerini adama dikip eline yapıştı var gücüyle.

"Çek lan elini!" diye kükredi, karşısındaki babası yaşında adama aldırmadan. Adam şaşkınlıkla bir Yavuz'a, bir de kolunu tuttuğu kıza baktı.

Yavuz'u tanıyordu. Behram Ağa'nın yanında çok görmüştü. Ama bu küçük kızla ne alakası vardı, işte onu bilmiyordu.

"Küçük ağam, bu kız benim bahçemdeki erikleri çaldı." Diyerek koskoca adam, Miroğlu ailesinin gelecekteki ağasına açıklama yapıyordu.

"Amca, sana saygısızlık etmek istemiyorum. Ama o kolunu tutup çekiştirdiğin kız benim kanımdan; o yüzden elini çek." Dedi dişlerinin arasından tıslayarak.

Kimse onun canını yakamazdı. Kimse amca kızını sürükleyemezdi. Saçının teline dokunmaya kıyamıyordu Yavuz; gözlerine bakarken içi titriyordu. Şimdi bir erik yüzünden kolundan tutulup çekiştirilmesi, Yavuz'un kalbine hançer saplanmış gibiydi.

"Bilmiyordum ağam, kusura kalma. Kızım, sen de desene," diyerek Leyla'ya yalandan bir sevgi gösterisi yapıp saçını okşadı.

Yavuz, o saçına değen eli kırmamak için kendisiyle büyük bir mücadele veriyordu.

"Zararın neyse birazdan konaktan bir adamım gelir, öder. Sen de bir daha hiçbir çocuğa bu şekilde davranma. Yoksa dalını tutacağın bir ağacın bile kalmaz." Diyerek Leyla'nın elinden tuttuğu gibi öfkeyle oradan uzaklaştı.

Hiç kimseden çıt çıkmıyordu. Yavuz öfkeli, Leyla suskun, Yağız ise pişman ilerliyorlardı. Az ilerideki çeşmenin önünde durdu Yavuz. O durunca Leyla ve Yağız da durdu.

Yanda Leyla'ya bakıp boynunu büktü. Tam bir baş belasıydı.

"Gel, şurada elini yüzünü yıkayalım; salya sümük olmuşsun," dedi yüzünü buruşturarak.

"Tamam," dedi Leyla, nazlı nazlı.

Yavuz suyu avcuna doldurup Leyla'nın yüzünü nazikçe yıkadı. Burnunu sildi. İğrenmeden bunu yaptığına inanamıyordu. Kardeşlerinin burnu aktığında midesi bulanırdı ama konu Leyla olunca hiç tiksinmiyordu.

"Kaç kere dedim sana başkalarının bahçesine girme diye?" Hem işini yapıyor, hem de Leyla'ya kızıyordu.

"Dedin ama... çok güzellerdi. Kızma, dayanamadım; ne yapayım?" diyerek hayıflandı Leyla.

"Çok kızgınım sana. Düş önüme, gidiyoruz," dedi Yavuz ve elinden tutup yürütmeye devam etti. Leyla öyle korkmuştu ki artık yürüyecek mecali yoktu.

"Tamam, kızma lütfen ama ben çok yoruldum," diyerek kehribarlarını kara gözlere dikti. Orada yalvaran bir Leyla daha vardı.

"Off, başımın belası off... Atla sırtıma da gidelim. Artık evdekiler çok merak etti."

"Yavuz! Tamam, kızma ne olur," dedi Leyla, üzgün gözlerle bakarak.

Yavuz için sabır sınavıydı bu kız. Hiç mi bir günü huzurlu geçmezdi? Leyla'nın erik aşkı bir gün ölüm sebebi olacaktı.

"Tamam, tamam, kızmıyorum. Düşürme hemen kehribarlarını," dedi. Yine onun bir bakışına yenilmişti Yavuz. Leyla'nın yüzünde güller açtı.

Ayak parmaklarının ucunda yükselip Yavuz'un yanağına naif bir öpücük kondurdu.

"Yaaa, sen bir tanesin. Seni çok seviyorum," diyerek Yavuz'un sırtına atlaması bir oldu. Yavuz ise şaşkın şaşkın kalakalmıştı. Yağız ise abisi ve Leyla'nın hallerine kıs kıs gülüyordu. Ona da malzeme çıkmıştı.

Yavuz kendini toparlayıp hemen sırtındaki Leyla'yı tuttu. Ama kalbi sanki yüzyılın koşusuna çıkmış gibi atıyordu. Hayır, bu kız kendisine bu şekilde yaklaşınca neden kalbi böyle atıyordu? Yavuz bir türlü anlamıyordu.

Eve geldiklerinde akşamüzeri saat beşti. Behram Ağa ve Berwan Bey o gün işlerini erken bitirip gelmişlerdi. Olanları öğrendiklerinde Berwan Bey hırçın kızının yaptıklarına gülerken, Behram Ağa öfke ile dolmuştu.

Yavuz, Yağız ve Leyla hem korkarak hem de çekinerek konaktan içeri girdiklerinde herkes avluda onları bekliyordu. Yavuz'un yüreğine bir korku düştü. Babasının bakışları hiç hayra alamet değildi.

Leyla koşarak babasına gitti.

"Baba, seni çok özledim," diyerek boynuna sarıldı.

Berwan Ağa eğilip kızını aşkla kucakladı.

"Yine kimin bahçesine daldın, huysuz prensesim?" dedi.

"Ya baba yaaa... Ama Yavuz abim beni kurtardı," deyince Berwan Bey yeğenine minnetle bakıp göz kırptı. Biliyordu ki ne olursa olsun Yavuz, Leyla'yı bulup koruyacaktı. Adı kadar emindi. Yavuz yaşına göre çok olgun, çok cesur bir çocuktu. Bazen onun da bir çocuk olduğunu unutup büyük bir adam gibi davranmasını bekliyorlardı. Amcasının sonsuz güveni Yavuz'un hep boynunu büküyordu.

Behram Bey, Yağız'ın yanına gelip öfkeli bakışlarını gözlerine dikti.

"Lan it! O kız evden giderken sen neredeydin?" diyerek elini kaldırdığında, Yavuz kardeşini arkasına çekip babasının karşısına dikildi. Havaya kalkan el, onun yüzünde tokat olarak patladı.

Yavuz'un yüzünde oluşan beş parmak izi ve yana düşen yüzü, konakta bomba etkisi yaratmıştı. Azade Hanım ve Leyla Hanım'ın yüreği aynı anda yanmıştı.

Yade Zergül yerinden öfkeyle kalktı. Berwan Bey'in belindeki silahı alıp havaya ateş etti. Silah sesi, korumaların ellerinde silahla içeriye koşmalarını sağlarken, konaktakilerin çığlık atmasına sebep oldu.

"Behram! Eğer bir daha o elin benim torunlarıma kalkarsa, bu defa havaya değil; torunlarıma kalkan o elini hedef alırım." Sesinde öfke, bakışlarında ise yapacağından şüphe olmayan bir kararlılık vardı. Evladı da olsa karşısındaydı; adaletinden şaşmazdı Yade Zergül.

Behram Ağa, annesini ilk defa bu şekilde görüyordu. O günden sonra bir daha evlatlarına ne öfkelenmiş ne de elini kaldırmıştı. Ama Yavuz'un da burnundan getirmişti dünyayı.

Şimdiki Zaman

Yade Zergül... Eğer bir silahı çekiyorsa, o kurşun namludan çıkmadan asla o silahı bırakmazdı. Kara gözleri hâlâ hedefinde keskinleşmişti. Ama yüreği, namlunun ucunda duran gözlere isyan ediyordu. Pes eden yine kendisi oldu; lakin elini bir milim dahi indirmedi.

Sesi, gecenin sessizliğinde konakta yankılandı:

"Bir daha bana yanlış yaparsan, bu defa bu kadar ucuz kurtulamazsın. Sen beni unutmuşsun belli... Ama ben hatırlatmasını bilirim. Bu sana bir ders olsun."

Dedi ve eli havaya kalkıp tetiği çekti. Silah patladı. Ardından silahı indirip Yavuz'a verdi, göz kırptı.

Kulaklar uğuldadı. Korumalar silahlarına davrandı, sesin geldiği yere doğru koşmaya başladılar.

Yağız hatasını anlamıştı. Yaptığı büyük bir hataydı ama komutanının buraya kadar geleceğini o da düşünmemişti. Ve ikinci kez abisi onu kurtarmıştı. Yağız, ilk defa yaptığından utandı; pişman oldu.

Yade Zergül, dersini alan torununa bakıp:

"Şaka öyle yapılmaz, böyle yapılır. Senin karşında yılların Yadesi var. Aklını alırım, aklını!" dedi ve kahkaha attı.

Herkesin eli aynı anda kalbinin üzerine gitti.

Derinden bir "ohh" çektiler. Yağız koşarak gelip Yade Zergül'ün elini öpüp boynuna sarıldı. Bu kadın iyi ki hayatlarındaydı. Varlığı onlar için büyük bir nimetti.

Yavuz ise artık bu delilerin arasında olmaktan yorulmuştu. Gözleri karısına kaydı; o da korkmuştu. Aklına minik fasulyeleri geldi. Hemen Leyla'nın yanına gidip:

"İyi misin, Leyla?" diye sordu.

"İyiyim, iyiyiz merak etme," dedi Leyla, Yavuz'a aşk ile bakarken.

"Bize zaten ancak böyle bir kız isteme yarışırdı. Aşağısı Berdan Zaloğlu'na yakışmazdı. Yade, helal olsun sana, geceme renk kattın," diyerek kahkaha attı.

Berdan'ın konuşması herkesi güldürmüş, hep birlikte oturma odasına geçmişlerdi.

Behram Bey, Albay'a bakıp:

"Ben size demiştim, gençlerin eğlence anlayışı bu şekilde. Boşa telaşlandınız," dedi.

Albay gülerek yerine oturdu. Silah patladığında, Hakan ile birlikte onlar da silahlarına davranmış ama Behram Bey durdurmuştu.

Adem, korumalara görev yerlerine geçmelerini söylerken kahya Ali Bey ise gereken talimatları verip dinlenmek için odasına çekilmişti. Nasıl olsa Adem buradaydı ve gerekeni yapardı. Hem rahatsızlığı hem de yılların yorgunluğu artık eskisi gibi aktif olmasına engeldi.

Adem aşağıya inmeden önce Asmin'e bir bakış atmıştı. Kaşlarıyla arkaya gel diye işaret verdi. Yavuz bunu fark etmiş ama ses etmemişti. Birazdan bahane bulup onları basacak ufak bir oyun oynayacaktı. Eh, karısını da buna dahil etmekte bir sakınca görmüyordu.

Herkes yerine geçtikten sonra Behram Bey, ailesinin diğer üyelerini de tanıttı. En son odaya Leyal Hanım girdi. Albay'ın gelişi, kaynanasının korkutan şakası derken ürkmüş, lavaboya gitmişti. Leyal Hanım gidip Azade Hanım'ın yanına oturdu. Lakin bir çift gözün radarına girdiğinden habersizdi.

"Albay'ım, sizi Leyal ile tanıştırmadım. Rahmetli kardeşim Berwan'ın eşi Leyal Miroğlu. O da tıpkı sizin gibi Ordulu."

Albay'ın duyduğu isim hiç yabancı değildi. Yüzü de o kadar tanıdık gelmişti ki... Ama çekinmiş, soramamıştı.

"Öyle mi? Sima olarak çok tanıdık geldiniz. Aileniz kimlerden acaba? Yani tanınmış bir aile ise mutlaka bilirim. Uzun yıllar orada yaşadım," diyerek nereden tanıdık geldiğini öğrenmek istedi Korhan Albay.

"Akçaylar'ı bilir misiniz? Babama 'Fırtına Rıfat' derlerdi," diye sordu Leyal Hanım.

Albay da kendisine çok tanıdık geliyor ama hafızasında çıkaramıyordu.

"Bilmez miyim ya! Az kovalamadı bizi fındık bahçesinden. Ordu Lisesi'nde okuduğum dönemde, fındık zamanı arkadaşlarla birlikte gider, Rıfat amcanın fındık bahçesinden fındık toplardık. Önce bizi kovalardı, sonra da yanına çağırıp nasihat eder, ardından da istediğimiz kadar yiyebileceğimizi söylerdi. Nasıl peki kendisi, iyi mi?"

Leyal Hanım şaşırdı; bu kadar tesadüf olamazdı herhâlde. Babasını bu kadar iyi tanıyor olması, aynı lisede okumuş olmaları... Yıllar sonra karşılaşmaları tam anlamıyla bir tevafuktu.

" Siz de mi Ordu Lisesi'nde okudunuz? Ben de orada aldım eğitimimi."

Albay da şaşırmıştı. Birbirlerini sima olarak tanıyor olabilme ihtimalleri buradan mı geliyordu acaba?

"Yoksa İstiklâl Marşı'nı en güzel okuyan ve okulumuzu temsil eden Leyal Akçay siz misiniz?" diye sordu. Tuhaf bir şekilde, kalbinin en derinlerinde bir yer sızladı.

Leyal Hanım mahcubiyetle tebessüm etti:

"Ta kendisi."

O an Albay, kaçırdığı bakışlarını doğrudan Leyal Hanım'ın gözlerine dikti. Yıllar önce bir şiirle âşık olduğu kadın, şimdi karşısında bambaşka biri olarak oturuyordu. Yıllar, onun güzelliğinden hiçbir şey almamış; aksine daha da olgunlaştırmıştı.

Odada bulunan herkes bu duruma şaşırsa da sohbete kimse dâhil olmadı. Asmin, fırsattan yararlanarak sessizce odadan çıkmıştı. Bunu gören Yavuz ise odadan çıkmanın yolunu arıyordu ve o anda minik fasulyeleri aklına geldi.

Yavuz, Leyla’ya kaş göz işareti yapmış ama karısı anlamamıştı. İş yine kendisine düşmüştü.

“Efülim, sen vitaminlerini almayı unuttun. Hadi gel de iç.” diyerek karısının elinden tuttu ve müsaade isteyerek, daha Leyla ne olduğunu anlamadan odadan dışarıya çıkardı. Aile büyükleri ise onların bu mutlu hallerine şükrederek baktı.

Dışarıya çıktıklarında Leyla kocasını durdurdu ve:

“Yavuz, ne oluyor Allah aşkına yine? Ben vitaminlerimi içtim, ne var aklında acaba?” diyerek kocasını sorgulamaya başladı.

“Efülim, işimiz var senle. Birilerini basmaya gideceğiz, sen de bana destek olacaksın.” dedi Yavuz meraklı karısına. Leyla hâlâ durumu anlamamıştı, kocasına anlamayan bakışlar attı.

“Çok safsın hatun, çok! Etrafında neler oluyor görmüyorsun. Asmin diyorum, Adem diyorum.” deyince Leyla sinsice sırıttı. Demek iki kaçak gizli buluşacaklardı.

Kocasından önce yürümeye başladı. Kocasının gelmediğini fark eden kadın arkasına hafif döndü:

“Gelmiyor musun?” diye sordu. Yavuz kafasını sağa sola sallayarak,

“Benden de hevesli… Ah bu kadınlar.” dedi.

“Geliyorum hatun, geliyorum.” diyerek merdivenlerden inip konağın arka tarafına doğru ilerlediler.

Gelenlerden habersiz olan iki genç âşık, birbirlerine sarılmışlar özlem gideriyorlardı.

“Özledim seni be kızım. Hasret kalır oldum kokuna.” diyen Adem dert yanıyordu. Asmin de ondan farksız değildi. Bir yanda okul, diğer yanda üniversite sınavlarına hazırlanıyordu. Bu sürede ise Adem’i doğru düzgün göremiyordu. Bir de sevda belası vardı başında, belli etmese de deli gibi kıskanıyordu.

“Ben de seni çok özledim. Adem, biz ne zaman konuşacağız ailelerle?” diye sordu. Adem’in bir dersi kalmıştı; onu da verdiğinde mezun olacaktı. Onu bekliyordu Yavuz ile konuşmak için. Önce ondan müsaade isteyecekti. Her ne kadar biliyor olsa da ondan izin almadan adım atmayı Yavuz’a ihanet olarak görüyordu.

Yavuz ve Leyla, iki genç âşığa bakarken bir zamanlar kendi halleri akıllarına geldi. Asmin ve Adem şanslıydı; sevdalarını söylemişlerdi. Yavuz ve Leyla ise gizli gizli yaşamıştı o zamanları. Şimdi ikisi de “keşke” diyordu ama zamanı geriye almak mümkün olmuyordu.

“Yavuz, çok güzel değiller mi? Lütfen onlara kimsenin dokunmasına izin verme. Bizim gibi geç kalmasınlar hiçbir şeye.” diyerek içindeki yarayı da dile getirdi Leyla.

“Merak etme güzelim, onların arkasında hep biz olacağız. Kimse dokunamaz onlara ama…” dedi ve bıyık altından güldü. “Birazcık korkutsak fena olmaz, hıı?” deyip göz kırptı. Leyla kafası ile kocasını onaylayınca Yavuz yüzüne sert bir ifade takındı.

“Ne yapıyorsunuz siz ikiniz burada?” diyerek sert bir şekilde konuştu. Leyla bile korkmuştu onun ses tonundan. Adem ve Asmin ise birbirlerinden yıldırım çarpmış gibi uzaklaştılar. Adem az kalsın yere düşecekti korkudan.

“Abii…” dedi sesi titreyerek. Asmin’in ise gözleri dolmuştu. Abisine yakalanmak, en son isteyeceği şeydi. Üstelik bu baba yeri koyduğu Yavuz olunca, utancından yerin dibine girmek istedi.

“Abi, be… ben…” dedi sesi titreyerek.

Yavuz gülmemek için kendini zor tutuyordu. Leyla da burada oyuna dâhil oldu.

“Yavuz, biraz sakin ol. Misafirler var, duyacaklar.” dedi.

“Nasıl sakin olayım Leyla? Benim çatımın altında biri kardeşim, diğeri hem dostum hem kardeşim olan adam sarmaş dolaş… Nasıl sakin olayım?” dedi. Adem başını yere eğmişti. Yavuz ne dese haklıydı. Zaten kendini bu aileye ibadet etmiş gibi görüyordu, şimdi bir de Asmin ile yakalanmıştı. Kendisine içinden sayıp sövüyordu Adem.

Asmin ise korkudan tir tir titriyordu. Gözlerinden yaşlar yanaklarına doğru süzülüyor, lakin başını kaldırıp da abisine bakamıyordu.

Yavuz ellerini beline koyup:

“Ne yapayım ulan ben şimdi size? He Asmin, söylesene abicim. Ya sen Adem, sana ne demeli? Sen ne söz verdin bana?”

“Ne desen, ne söylesen haklısın abi… Karşında duracak yüzüm yok.” dedi. Sesindeki mahcubiyet, Yavuz’a bir kez daha “İyi ki sen Adem” dedirtti. Yavuz yıllarca arasa kendisine bu denli bağlı, bu kadar sadık bir dost bulamazdı. Ailesini gözü kapalı emanet edebileceği nadir adamlardan biriydi Adem.

Leyla, korkudan titreyen Asmin’i görünce yüreği daha fazlasına el vermedi. Yavuz’un elini tuttu ve Asmin’i gösterdi:

“Bence yeter bu kadar, kız düşüp bayılacak.” dedi.

Yavuz, ağlayan kardeşini görünce kalbinde en derinde sakladığı o yara cız etti. Babasından korktuklarında kanatları altına sığınan kardeşleri geldi gözünün önüne. Asmin ise küçükken peşinde “Baba, baba.” diye gezerdi.

“Kaldırın kafanızı ve bana bakın.” dedi. Sesindeki o sertlik emir verir komutundaydı.

İki genç de kafalarını kaldırıp Yavuz ve Leyla’ya baktılar. Yavuz kollarını yana açtı ve yüzündeki sertliği silip hafif tebessüm etti.

“Gelin buraya bakayım.” dedi.

İki genç şaşırsa da ilk koşup gelen Asmin oldu. Sıkıca sarıldı abisine. Adem ise çekiniyordu. Yavuz kafası ile “Gel buraya.” diye işaret verdi. Leyla ise gözlerini kapatıp açtı, gelmesi için. O da gelip diğer tarafına sarıldı.

Leyla ise o anda ağlamaya başladı. Kocasının merhameti, bu denli sevgi dolu oluşu, üstelik hamileliğin verdiği o psikoloji ile gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı.

“Abi, özür dilerim.” dedi Asmin ağlarken.

“Şişşt! Abisinin nazlı çiçeği… Sakın. Korkma, geçti. Ufak bir ders vermek istedim be kızım. Bakın, gençsiniz sizi anlıyorum ama bu böyle kıytı köşede olmaz abicim. Ben büyüklerle konuşana kadar siz de biraz dikkatli olun, tamam mı?” diyerek Asmin’in saçlarına dudaklarını bastırdı. Merhametli yanı onlara kıyamadı. Eski Yavuz olsa tepkisi belki daha sert olurdu. Lakin yaşadıkları onu olgunlaştırmıştı.

Asmin ve Adem gereken dersi almışlardı. Leyla, Yavuz ve Asmin yukarı çıkarken Adem kapıya, adamlara bakmaya çıktı.

Tuhaf bir sessizlik çökmüştü oturma odasına . Bu sessizlik Bekir Bey'in sözleriyle son buldu:

"Behram, müsaadeniz olursa buraya geliş sebebimizi arz etmek isterim."

Azade Hanım, kaşlarıyla Leyla'ya kahveleri yapmalarını işaret etti.

Leyla, Hasret ve kızlar topluca odadan çıktılar. Albay'ın bakışları ise ara ara Leyal Hanım'a kayıyordu. Yaptığının doğru olmadığını biliyordu ama yine de bakmaktan kendini alıkoyamıyordu.

Yavuz, Berdan'a "Sen bittin!" bakışları attı. Yerinden kalkıp mutfağa, kızların yanına inmeye başladı. Berdan, Yavuz'un bir şeyler çevireceğini biliyordu ama sesini çıkarmadı.

Yavuz ağır adımlarla mutfağa indi. Yüzünde, yapacaklarının verdiği o sinsilik okunuyordu.

Kızlar, şen kahkahalar eşliğinde kahveleri yapıyorlardı.

"Hasret abla, Antep Antep olalı böyle isteme görmedi. Silahlar havada uçuştu," diyerek kıkırdadı Yaren.

"Sorma canım ya, vallahi ben bile bu kadarını beklemiyordum," dedi Hasret.

"Yalnız, Yade'm bir an Yağız abiyi vuracak sandım," diye korkusunu dile getirdi Senem.

"Siz Yade'mi bilmez misiniz? O bize asla kıyamaz. Bakmayın sert görünüşüne, o görüntünün altında pamuk gibi bir yürek var," dedi Leyla.

Tam o sırada Yavuz mutfağa girdi:
"Hanım kızlar, kahveler hazır mı?"

Leyla, kocasına yandan bir bakış attı; "Ne işin var burada?" der gibiydi.

"Hasret, o puştun fincanına eline geçen tüm baharatlardan koy. Yoksa seni ona vermem özellikle karabiber koyun, " dedi Yavuz.

Leyla kaşlarını çattı:

"Siz niye o kahveden içmediniz Yavuz Bey? Babam beni size verdi ama... Berdan'ın suçu ne peki?" dedi, hemen Berdan'ı korumaya alarak.

Yavuz, hayretler içinde baktı karısına. Sanki normal bir kız isteme olmuş da kahveyi o içmemişti. Oysa Leyla'nın elinden zehir olsa içerdi.

"Hatun, ben senin ellerinden zehir olsa içerim. Sen beni onunla kıyaslama," dedi.

Mutfaktan hep bir ağızdan "Ooo!" sesleri yükseldi. Yavuz Miroğlu vurdu, gol oldu! Leyla'nın kalbinin ritmini her defasında değiştirmeyi nasıl başarıyordu, Leyla hâlâ anlamış değildi.

"Yavuz abi, şu Antep'te senin üstüne hanımcı yok," dedi Hasret gülerek.

Leyla, sahte bir yüz buruşturmasıyla bıyık altından gülen kocasına bakıp:

"Bu mu hanımcı? Ula, ha bu beni terk edip gitmiş adam neresi hanımcı?"

O an Leyla bunu şaka niyetine söylemişti ama bir anda herkesin yüzündeki tebessüm silindi. Gözler kederle doldu. Söylenen söz hançer gibi Yavuz'un kalbine saplandı. Hiçbir zaman değiştiremeyecekti bu durumu. Ne yaparsa yapsın, Leyla o günleri asla unutmayacaktı.

Yüzündeki tebessümü korudu ama kara gözlerine hüzün bulutu çökmüştü. Kimse anlamasa da Leyla, Yavuz'un gözlerindeki hüznü gördü. Leyla ise söylediği kelimeden pişmanlık duydu.

Gerilen ortamı Yaren dağıttı:
"Eee, hadi kahveye ne katıyoruz şimdi?" diye sordu.

Kızlar muzır bakışlarla Yaren'e döndüler. Hasret ise gözleriyle "Yapmayın!" diye itiraz ediyordu ama artık çok geçti...

Yaren bir çay kaşığı tuzu alıp:
"Bu, ablamızı beklettiği için," dedi ve cezveye attı.

Zeynep bir çay kaşığı bal aldı:
"Bu da kızımıza tatlı dilli olması için," diyerek balı cezveye döktü.

Senem, acı kırmızı pul biberi eline aldı:
"Bu, bunca yıl susup ablamızı kurtarmadığı için," dedi ve kaşıktaki biberi cezveye boca etti.

Asmin, bir çay kaşığı karabiber ekledi:
"Bu da ablamın kıymetini bilmesi için bir uyarı," dedi ve kaşığı cezveye boşalttı.

Sıra Leyla'ya geldiğinde Yavuz, ne yapacağını merakla bekledi.

Leyla bir tatlı kaşığı şekeri aldı:
"Evliliğiniz, yuvanız bu şeker gibi tatlı olsun. Acı ve hüzün hanenize ve aranıza uğramasın, kardeşim," diyerek şekeri cezveye boşaltıp karıştırdı.

Yavuz, hayranlıkla izliyordu karısını. Ve o an bir karar aldı. Mutfak kapısından çıktı, kardeşine seslendi:

"Yaren!"

Abisinin sesini duyan Yaren hızla dışarı çıkıp karşısına dikildi.

"Efendim?" dedi, meraklı gözlerle.

"Kahveleri getirmeden, aynı fincandan bu defa bana da yapın. Karımın içinde ukde kalmasın; bu gece o heyecanı o da yaşasın. Ama yengene belli etmeyin, hadi güzelim. Elinizi korkak alıştırmayın," dedi göz kırpıp merdivenlere yöneldi.

Karısının içinde bir şey kalsın istemiyordu. Madem evde kalabalık vardı, hazır herkes buradayken Leyla'yı da kendisine isteselerdi.

Oturma odasına girdiğinde Bekir Ağa'nın yanına gidip kulağına eğilerek bir şeyler söyledi. Bekir Ağa öyle hoşnut oldu ki yüzünde güller açtı, başıyla "tamam" dedi. Odadakiler ne olduğunu anlamasa da meraklarını belli etmediler.

Mutfakta Yaren kızları organize etmişti. Leyla diğer kahveleri pişirirken, Hasret işe ilk koyulan oldu. Elindeki büyük bardak suyu Leyla'ya doğru yaklaştırıp ayağı takılmış numarası yaparak dostunun üzerine boca etti.

Elbisesi ıslanan Leyla, "Canın acımadı değil mi?" diye Hasret'e sordu. Onun için elbiseden ziyade dostunun iyi olup olmaması önemliydi. Elbise değişirdi nasılsa. Hasret "İyiyim," dedikten sonra Leyla'yı alıp zar zor ikna ederek üzerini değiştirmeye odalarına götürdü.

Leyla'yı banyoya yollarken kendiside dolap kapağını açti ve kıyafetlerin arasından zümrüt yeşili kadife bir elbise çıkardı. Hasret biliyordu; bu renk Leyla'nın gözlerini daha da belirginleştirirdi. Hem Yavuz, karısına en çok yeşili yakıştırırdı. Eline aldıği elbise ike banyo kapaısına gitti. Kapıya birkez vurdu ve kapı açıldı.

Leyla, dostunun seçtiği elbiseye beğeniyle baktı, eline alıp kapıyı kapıyı kapattı ve hızlıca giyindi. İnce kumaşıyla sıkı bir görüntü veren elbise, belini saran kuşak sayesinde zarif bir incelik katıyordu. Derin V yaka boynunu ortaya çıkarıyor, kısa kabarık kollar klasik bir şıklık sağlıyordu. Asimetrik inen etek ucu, basamaklar gibi kıvrılarak diz hizasının biraz altına dökülüyordu.

Banyodan çıkan Leyla'ya dostu Hasret hayranlıkla baktı. Yeşil, bir kadına ancak bu kadar yakışabilirdi.

"Leyla, benim dibim düştüyse Yavuz abi ne yapar bilmiyorum. Çok güzel olmuşsun be kızım. Hamilelik sana ayrı bir güzellik katmış," dedi.

Leyla utanmıştı; yüzleri al al olmuştu. Hele ki Yavuz'u düşününce kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Bazen bu sevgi ona fazla geliyor, taşıyamamaktan korkuyordu.

Daha fazla oyalanmadan aşağıya indiler. Yaren, büyüklerin kahvesini bir tepsiye koydu. Zeynep kızlarınkini aldı. Berdan için özel hazırlanan kahveyi ise Hasret aldı heyecandan elleri titriyordu.

Yaren, Hasret'e bakıp:

"Kız bakma bakma önüne dökeceksin" diyerek şive yapmış, ortamda kısa bir kahkaha tufanı yaşanmasına sebep oldu. Böyle güzel zamanların kıymetini biliyorlardı. Çok acı çekmişlerdi artık mutlu olma zamanıydı. Geriye tek bir fincan kalmıştı, Leyla merakla sordu:

"Bu niye tek, kızlar?"

Yaren ciddiyetini toplayarak cevap verdi, gülmemek için kendini zor tutuyordu.

"Abim kahvesini senin elinden içmek istedi, biz de o yüzden ayırdık."

Leyla, şaşırsada kocasının huyunu bildiği için ses etmedi. Arkasından dönen oyunları bilseydi, o tepsiyi eline alır mıydı hiç?

Kızlar ondan önce mutfaktan çıkıp kahkahalarını gizlediler. Yoksa Leyla herşeyi anlardı.

Sırayla odaya girdiklerinde kahveler dağıtılırken, Bekir Ağa söze girdi:

"Behram, Zergül Ana... Sebebi ziyaretimiz malumunuzdur. Buraya hayırlı bir iş için geldik."

Hasret elindeki tepsiyi Berdan'a uzatırken elleri titriyordu. Kalbinin sesi Berdan'a kadar ulaşıyordu. O da aynı heyecanı yaşıyordu.

"Eline sağlık," dedi Berdan, aşkla bakarken.

"Afiyet olsun," dedi Hasret, özlemle gözlerine kilitlenerek.

Leyla odaya girdiğinde Yavuz, dostunda olan bakışlarını kapıya çevirdi. Nerede olursa olsun, karısını gülleri anımsatan kokusundan tanırdı. Leyla'yı gördügü o an, eli göğsüne gitti; o güzellik kalbine dokunmuş, nefesini kesmişti.

Yeşil giymişti ya... Şimdi şuracıkda ölse gam yemezdi.

Bir adam bir kadını ne kadar sevebilirse, Yavuz daha fazlasını hissediyordu. Onu her gördüğünde Rabbine şükrediyor, sadakalar veriyordu. Bugün mutlu ve evlilerse bu, Rabb'in sonsuz merhameti ve şefkatindendi.

Leyla fincanı kocasına uzattığında, Yavuz'un gözlerinde kendi yansımasını gördü. Kehribar bakışlar, aşık olduğu kara gözlerle buluşmuştu. O anda zaman, sanki yalnızca onlar için durmuştu.

"Ellerine sağlık, efülim," dedi Yavuz.

"Afiyet olsun, çavreşamın," dedi Leyla, kısık bir sesle. Geriye doğru çekilip yerine oturdu.

Bekir Ağa'nın sesi odayı doldurdu:

"Biz, Allah'ın emri Peygamber Efendimizin sünneti üzerine... Kızınız Hasret'i oğlumuz Berdan'a " dedi, sonra gözlerini Yavuz'a çevirdi, onay aldı. "Kızınız Leyla'yı ise oğlumuz Yavuz'a istiyoruz."

Berdan, tam ağzına götürdüğü kahveyi duyduklarıyla püskürttü. Yalnızca o değil, odadaki herkes şaşkındı. Bir tek Yavuz, tadı zehir gibi olan kahvesini Leyla'nın şaşkın gözlerine bakarak keyifle içiyordu.

Yezda Hanım, Berdan'ın üzerine dökülen kahveyi silerken, Berdan dostuna dönüp:
"Ulan sen zaten evlisin! Karını niye istiyorsun benim gecemde?" diye tepki gösterdi.

Yavuz ise gayet rahat bir şekilde, "Kıskandın mı? Karımı isterken sana mı soracaktım? Ayrıca bak, Hasret sana ters ters bakıyor kahveyi içmediğin için," dedi.

Berdan sevdiği kadına çevirdi bakışlarını. Hasret gözleriyle fincanı işaret etti. Berdan kahveyi tek seferde içti ama içindeki karışım ağzına gelince öksürmeye başladı.

Kızlar artık kendilerini tutamadılar; odada kahkaha tufanı koptu. Hatta Korhan Albay bile Berdan'ın kıpkırmızı hâline gülmekten kendini alamadı.

Yavuz, dostunun sırtına vurarak:
"Helal, helal," dedi, eline bir bardak su tutuşturdu.

Berdan nefes nefese, "Senin başının altından çıktı değil mi? Ulan benim karabibere alerjim olduğunu bilmiyor musun?" dedi.

Nefesi kesilir gibi olmuştu ama Allah'tan Yavuz tedbirliydi. Yanında alerji hapı getirmişti, hemen Berdan'a içirdi. Kısa süreli telaş yaşansa da herkes Yavuz'un sayesinde sakinleşti.

Birazdan Berdan kendine geldi. Ortam toparlanınca Bekir Ağa yeniden söze girdi.

Yade Zergül ile Behram Ağa birbirlerine baktılar, sonra sözü Behram aldı:
"Bekir, seni tanırım severim. Berdan'ı da kendi evlatlarımdan ayırmam. Lakin kızıma da sormam icap eder. Bakalım kızım ne diyecek?"

Hasret utançla başını öne eğdi:
"Siz nasıl uygun görürseniz."

"Bize de bu iki gencin mutluluğunu görmek düşer. Verdik gitti," dedi Behram Ağa.

Sıra Yavuz ve Leyla'ya geldiğinde ise söze Yade Zergül girdi. Torun oyun istiyorsa, o da oynayacaktı.

"Bekir oğlum, bu Yavuz ne iş yapıyor? Kızıma bakabilecek mi? Hâleti, durumu iyi mi? Benim kızım nazlıdır, hassastır; kalbini kırar mı? Benim gözüm pek tutmadı bu oğlanı," dedi.

Biraz da Yade Zergül'ün Yavuz'la uğraşma vaktiydi.

Berdan ise içinden "Oh olsun!" diyordu.

Yavuz, babaannesine hayretler içinde baktı. Bir de ne demişti: Gözüm tutmadı. Yok yok, el alem değil, onun düşmanı kendi ailesiydi. Yedi düvelle savaşır, kazanırdı; lakin bir babaannesine gücü yetmezdi. Kadın, terminatör gibiydi; her şeye hazırlıklı...

Bekir Bey ne diyeceğini bilemedi, lakin Yade Sultan’ın sözleri ortama bomba gibi düşmüştü.

“Oğlumuz efendi, ahlaklı, mert, sözünün eri bir yiğittir. Namı civar illere kadar uzanan, adaletli, gözü kara bir aşiret ağasıdır. Bunun yanı sıra başarılı bir iş adamıdır. Evine, ailesine, sevdiklerine bağlı, tam bir beyefendidir. Hali vakti yerindedir; kızınızı üzmez.”

Söylediği her söz, her kelime Azade Hanım’ın gözlerinin dolmasına sebep olurken, Behram Ağa’yı ise gururlandırmıştı. Lakin biri vardı ki, onun kalbinin sesini değiştirmiş, bir kez daha gönlünü fethetmişti. Ve bir kişi daha vardı ki, kıskançlık bütün bedenine sirayet etmiş, gözlerinden dışarıya fışkırmıştı.

Jiyan, o dakika Leyla’yı elleriyle öldürse gözüne gelmezdi. Kardeşi, ablasının bakışlarını sezdiği andan itibaren ellerini tutmuş, onu sakinleştirmeye çalışmıştı. İnsanın kalbi kötü olmaya görsün; etrafındaki hiçbir güzelliği görmez. Jiyan da kalbindeki güzellikleri, düşünceleri ve içindeki kötülüğüyle yok ediyordu.

Yade Zergül’ün koltuk altları kabarmış, ahretliğine bakıyordu. Doğru söze ne denirdi ki zaten?

“Madem oğlunuz kızımızı üzmez diyorsunuz, eh, bir de kızıma sorayım bakalım o ne diyecek.”

Odadaki tüm gözler Leyla’ya dönmüştü. Leyla ise utançtan kıpkırmızı olmuş, kalbi heyecandan duracakmış gibi atıyordu.

Yavuz’un kara gözlerine çevirdi kehribarlarını. O anda odadaki her şey silindi ve Leyla’nın dudaklarından o sihirli kelimeler döküldü:

“Evvelden ezele, ezelden ahire ben bu adamla yaşlanmak isterim, yadem.” Yavuz'un sözleri ile Yavuz'a evet demişti.

Bu sözler Yavuz’un gönlünde baharlar açtırdı.

Güzel yüze doyulur ama güzel seven kalbe bir ömür doyum olmazdı.

Yade Zergül gözleri dolu dolu baktı iki evladına da. Yıllar önce gönlünden geçen, şimdi kanlı canlı karşısında duruyordu.

“Bize diyecek söz kalmadı Sultan, verdik gitti.” dedi. Odada ıslık, zılgıt sesleri ve alkış tufanı koptu. Berdan ve Hasret ile birlikte Yavuz ve Leyla da büyüklerin ellerini öptüler. Berdan ve Hasret’in yüzüklerini Korhan Albay taktı. Tatlılar eşliğinde iki gencin mutluluklarını kutladılar. Yavuz ise Leyla’nın bir gönül yarasını daha tamir etmişti.

Gecenin ilerleyen saatlerinde Miroğlu ailesi misafirlerini tek tek yolcu etmişti. Marazoğlu ailesi konaklarına, Korhan Albay ve Hakan ise ısrarlara rağmen konakta kalmamış, otele geçmişlerdi. Berdan ise Hasret’i evine götürmüştü. Bir hafta sonra düğünleri olacaktı. Yolları uzun, lakin zaman kısıtlıydı...

Kızlar ortalığı toparlarken Behram Ağa ve Azade Hanım odalarına çekilmişlerdi. Leyal Hanım ise Asmin’le birlikte bir ders konusu hakkında konuşmak için Asmin’in odasına geçmişti.

Yavuz, Yade Zergül ile konuşmak için en uygun zamanın bu gece olduğunu düşünerek yanına gitmişti. Kapıya bir kez vurup yavaşça açtı ve yıllar sonra babaannesi ile dedesine ait odaya girdi.

Hâlâ o eski havasını koruyor, her bir köşesinde dedesine ait izleri taşıyordu.

“Yadem, gelebilir miyim?” diye sordu Yavuz.

“Gel deli oğlan, gel.” diyerek yanındaki mindere eliyle iki defa vurup oturması için Yavuz’a yer göstermişti Yade Zergül.

Yavuz yavaşça gidip babaannesinin dizinin dibine oturdu. Odada gözlerini gezdirdiğinde içini tarifsiz bir huzur kapladı. Dedesi varken bu odadan çıkmazdı ama sonrası da sanki dedesinin yokluğu bu odaya da küstürmüştü Yavuz’u.

“Uzun zaman oldu he, kara oğlum.” diyen Yade Zergül, Yavuz’un saçlarına elini sürdü. Yavaşça okşadı saç tellerini.

“Oldu be Yadem. Omuzlarımdaki yüklerden bu odaya uğramaz oldum. Görüyorum ki hiçbir şey değişmemiş ama ben değiştim, yaşlandım be babaannem.”

Yaşadıkları büyütürmüş ya insanı... Yavuz çocuk yaşta büyümeyi öğrenmişti.

“Seni layıkıyla koruyamadım, üstüne bir de evlilik yükledim. Hayatından çok şey aldık da sen yine de bir ah etmedin be oğlum.” Babaannenin ve torunun yılların yüzleşmesini yaptıkları andı bu.

“Zamanı geriye almak mümkün değil Yadem ama geleceğimizi güzelleştirebiliriz. Ben çok bedel ödedim ama isterim ki kardeşlerim mutlu olsun. Benim gibi olmasınlar; hayatlarını kursunlar, mesut olsunlar.”

Gözlerinde yılların kederi vardı konuşurken. Yade Zergül de en az torunu kadar kederliydi.

“Haklısın. Ama merak etme, gönlünü ferah tut kara kuzum. İlk fırsatta Yağız ve Zeynep kızın da yüzüklerini takalım. Yaren de zamanı gelince uçup gidecektir bu evden.”

Yavuz, kafasıyla babaannesini onayladı. Ama konuşmak istediği bunlar değildi.

“Yadem, ben seninle başka bir şey konuşmak istiyorum.”

Yade merakla baktı torununa.

“Hayır olsun, Yavuz?”

“Hayır Yadem, hayır şerle işimiz olmaz.” diyerek Asmin ve Adem’in arasındaki durumu Yade Zergül’e uygun bir dille anlattı. Birilerine daha yakalanmadan bu işi halletmeliydi.

Yılların Yade Zergül’ü ilk defa şaşırıp kalmış, ne diyeceğini bilememişti. Biri torunu, diğeri torunlarından ayırmadığı Adem... Nasıl olmuştu da onların hallerini görememişti?

Kahya Ali Bey ve Sultan Hanım yıllardır konaklarında çalışan işçi değil, ailelerinden biri gibiydi. Düğünleri bile bu konakta olmuş, Berzan Ağa ve Yade Zergül yapmıştı düğünlerini.

Hiçbir zaman onları konağın çalışanı yerine koymamışlar, sofralarında bile yer vermişlerdi. Adem ise ellerinde büyümüş, edepli, ahlaklı bir gençti.

Yade Zergül hiçbir zaman sevdanın önünde duran bir kadın olmamıştı. Madem torununun gönlü Adem’e düşmüştü, ona da yanında olmak düşerdi. Lakin Behram Ağa bu durumdan hiç hoşnut olmayacaktı; adı kadar emindi.

Yavuz ile uzun uzun her şeyi konuştular olumlu yanını da olumsuz yanını da.

Yavuz, babaannesinin elini öptü, iyi geceler dileyerek odadan ayrıldı. Üzerinden bir yük kalkmış gibiydi. Zorlu bir yol olacaktı ama kardeşleri için elinden gelenin fazlasını yapmaya hazırdı. Hele ki şimdi Leyla’sı da yanındaydı ya, gücüne güç gelmişti.

Sabah ola hayrola diyerek o da kehribar gözlüsünün yanına, odasına gitti. Miroğlu Konağı ise bir mutluluğun ardından sessizliğe gömülmüştü.

Sabah herkes yine erkenden kalkmıştı. Behram Ağa, dostu Perwer Ağa ile birlikte gidip Hasret’in ailesiyle görüşecek, ardından aşiretten ağalarla buluşacaktı. Bu yüzden erkenden evden çıkmış, kahvaltıya dahi kalmamıştı.

Azade Hanım ve Leyal Hanım, Yade Zergül’ün odasında kayınvalidelerinin konuşmasını bekliyorlardı. Yade, dün gece Yavuz ile konuştuklarını gelinlerine anlattı. Asmin ile Adem’in arkalarında olduklarını da net bir dille belirtti.

Azade Hanım şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemedi. Adem’i severdi; düzgün bir çocuktu Allah var, ne bir kötü hareketini görmüş ne de duymuştu. Saygısı, ahlakı ve edebiyle herkesin gönlünde taht kurmuş biriydi.

“Ana, iyi dersin hoş dersin de el âlem ne der? Koca ağa kızı, yanlarında çalışan adama kız vermiş demezler mi? Üstelik Behram asla bunu onaylamaz. Sen oğlunu benden iyi tanırsın; bilmez misin ne kadar kuralcı olduğunu?”

Yade Zergül hepsini biliyordu. Oğlu da kendisini çok iyi tanırdı.

“Sen ne dersin gelin? Biz ne zaman el âleme göre hareket ettik? El konuşur, susmaz; kimsenin diline kilit vuramayız. Önemli olan el âlemin ne dediği değil, bizim ne düşündüğümüz. Hem ne olmuş, yanımızda çalışan işçiyse? Elli tane ağa oğluna değişmem ben Adem’i.”

Azade Hanım, söylediklerinden bir an utandı. Kaynanası haklıydı; onlar hiçbir zaman böyle şeyleri sorun etmemişlerdi.

“Kusura bakma ana, düşüncesizlik ettim. Adem’i ben de severim. Sen uygun gördüysen vardır elbet bir bildiğin.” dedi Azade Hanım ama içten içe kızının geleceği için endişeliydi.

Leyal Hanım ise o ana kadar sessizliğini korumuştu. Onun da söyleyecekleri vardı. Kayınvalidesi kendisine baktığında, o da düşüncelerini açıkça belirtti:

“Ana, Asmin daha küçük, genç ve toy. Üniversiteyi bitirsin önce. Sonra, sevgileri hâlâ güçlüyse, birbirleri için kalpleri atmaya devam ediyorsa evlendirirsiniz. Ama şimdi sırf laf söz olmasın diye böyle bir şeye kalkışmak delilik olur.”

Yade Zergül gelinine hak verdi. Her zaman az konuşur ama doğru konuşurdu. Bu yüzden gelinine ayrı bir saygısı ve sevgisi vardı.

“Çok doğru konuştun Leyal. Yavuz da aynı şeyleri söyledi akşam. Ama bunlar genç, aynı çatı altındalar. En azından bir yüzük takalım. Madem bize, Yavuz’un karşısına çıkmayı göze alacak kadar seviyorlar birbirlerini, bu işin adını koymak da bize düşer.”

Bir süre daha konuştuktan sonra oturma odasına geçtiler. Asmin ve Berzan ise kahvaltıya kalmadan evden çıktılar; sabah ilk ders sınavları vardı.

Senem, Zeynep ve Yaren hazırlanmış, gecenin kritiğini yapıyorlardı. Yağız ise evinde, yatağında hâlâ keyifle uyuyordu.

Leyla, bugün cuma olduğu için erkenden kalkmış, duş almıştı. Dün gece kocası birazcık kendisini yormuş, üzerindeki yorgunluğu da bu sayede atmıştı.

Banyodan çıkıp hızlıca giyindi ve kocası için kıyafet hazırladı. Geriye, uykucu kocasını kaldırması kalmıştı.

Yavuz bebek gibi mışıl mışıl uyurken Leyla usulca yanına sokuldu.

“Yavuz, hadi kalk, sabah oldu.” diyerek kocasının omzuna dokundu.
Yatakta huysuzlanan adam, Leyla kalk dedikçe daha çok yatağa gömülüyordu. Normalde Leyla’nın yaptığı şeyi Yavuz yapar, Leyla’ya küçük bir çocuk gibi mızmızlanırdı.

“Azıcık daha, Efulim, çok uykum var.” dedi.

Leyla, kocasının bu hallerine gülerek baktı ve hayranlıkla yüzünü izledi.

“Hadi koca bebek, kalk. Daha cuma’ya gideceksin.”

Yavuz gözlerini yavaşça araladı. Bıyık altından gülüp Leyla’yı kolundan tuttuğu gibi yatağa dikkatlice çekti. Leyla’nın dudaklarından ufak bir çığlık koptu.

“Yavuz, ne yapıyorsun, delirdin mi?” diyen kadın, kocasına sahte bir kızgınlıkla baktı.

“Yooo, delirmedim ama karım o kadar güzel ki sevmek istedim.”
Leyla pes dercesine kocasına baktı. Bu adam iyice doyumsuz olmuştu.

“Ee, yuh be adam! Sabaha kadar ne yaptın? Yeteri kadar sevmedin mi?”

“Cık cık cık… Hatun, ayıp ama bu güzelliğe hiç doyum olur mu? Kaç yıl bekledim ben seni, haberin var mı? Öyle iki sevip bırakayım ha?” diyerek Leyla’nın dudaklarına doğru eğilmişti ki, Leyla eliyle onu durdurdu.

“Hey hey! Yaramazlık yok, kalk hadi, duş al. Cuma’ya gideceksin. Hem yeter bu kadar sevmek, azıcık özle beni.” dedi ve Yavuz’un boşluğundan yararlanıp yataktan kalktı.

Yavuz, el mahkûm, yataktan hoşnutsuz bir şekilde kalktı ve banyoya doğru gitti.

“Vicdansız kadın.” dedi ve kendini banyoya attı.
Leyla ise duyduğu sözle kahkaha attı.

Yavuz banyodayken Leyla camları açtı, yatağın nevresimlerini değiştirdi. Sonra aklına gelenlerle sinsice sırıttı.

Yavuz belinde havluyla banyodan çıktı. Leyla’nın bakışları kocasının bedenini yukarıdan aşağıya süzdü. Bu adam kalbine zarardı. Karşısında biraz daha böyle yarı çıplak durursa, üzerine atlaması an meselesiydi. Zaten hamilelikten sonra hormonlarıyla başı beladaydı. Herkes çilek, karpuz, turşu aşerirken, Leyla kocasını aşeriyordu.

Derince yutkunan karısını gören Yavuz bıyık altından gülümsedi.

“Leyla, öyle uzakta durma. Gel, yakından bak; hatta dokunabilirsin de. Nasıl olsa tüm her şeyimle sana aidim. Lakin odadan çıkabilir miyiz, emin değilim.” dedi.
Karısıyla uğraşmak en büyük zevkiydi.

Leyla o anda bakışlarını kocasından çekip yerdeki nevresimleri aldı.
“Terbiyesiz! Hadi hadi, oyalanma, git üstünü giy.” dedi ve hızlıca banyoya girdi.

Yavuz gülerek giyinme odasına geçti, hızlıca kurulanıp giyindi.
Leyla ise az öncenin rövanşını almak için kocasının yanına geldi.

“Yavuz, seni camiye ben bırakıp alayım mı?”

Yavuz karısının sorusu karşısında önce şaşırdı, sonra altından yatanı öğrenmek için merakla sordu:

“Hayırdır hatun, nereden çıktı bu? Sen beni hep evden uğurlardın?”

Gözlerini kısıp karısına baktı. Vardı bunun dilinin altında bir şeyler.

“Azerbaycan’dayken bana demiştin ya, sana hasta olan şu Antep kızları vardı. Ben de dedim ki, gideyim de hani sana hasta olan şu Antep kızlarına bir de ben görüneyim.”

Yavuz şimdi anlamıştı karısının derdini. Allah, kadın milletinin eline ve diline düşürmeye görsün; bir olayı kırk yıl geçse de unutmazlardı.

“Hahaha! Ulan kadın, sen kalbime zararsın yeminle. Sen o mesajı hâlâ unutmadın mı? Sizden korkulur hanımağam.”

Leyla, haklı olmanın gururuyla Yavuz’a doğru yaklaştı ve gömleğinin yakalarını düzeltir gibi yapıp cilveli bir ses tonuyla cevap verdi:

“Eee ağam, siz de benim kalbime zararsınız. Ama siz erkekler biz kadınları hep hafife alıyorsunuz.”

Yavuz şimdi bu kadına ne dese, ne yapsa, içindeki sevgiyi anlatamazdı. Bazen kelimeler bile yetmiyordu Leyla’ya olan aşkını anlatmaya. Elini kaldırıp Leyla’nın yanağına koydu ve hafifçe başparmağıyla okşadı.

“Seviyorum lan seni... Tamam ula, bırak da al da. Âlem çift görsün be!”

“Heh! Şöyle yola gel ağam. Görsün bakalım âlem bizi. Ben de sana bakan o gözleri oyayım.” diyerek hafifçe kalçalarını sallayarak giyinme odasından çıktı. Arkasında kendine hayran, çapkınca bakan, yanan bir beden ve bir adam bıraktı.

“Oyy Efulim oyy… Başımın belası.” dedi Yavuz. Bu kadın kendisini günaha davet eder, sonra da ortada bırakırdı. En iyisi, abdesti bozmadan odadan çıkmasıydı.

SİNOP

Levent’in haberini alan abisi Atahan Turalı, ilk uçakla bulunduğu şehirden Sinop’a gelmişti. Gelir gelmez ilk işi kardeşini ziyaret etmek oldu. Lakin gördüğü manzara hiç de iç açıcı değildi. Gözlerinde öfke ve intikam ateşiyle kardeşinin yanından çıktı.

Babası Nedim Bey’in yanına gittiğinde, öfkesi gözlerinden taşan ateşten belliydi.

“Baba, sen kardeşimi o hale getirmelerine nasıl müsaade edersin? Yahu sen nasıl bir babasın ki, evladını ölüme terk ediyorsun?”

Nedim Bey, oğlunun öfkesini bildiği için önce içini boşaltmasını bekledi; elbette o da konuşacaktı.

“Ya kardeşimi ne hale getirmişler! Makinelere bağlı yaşıyor resmen, vücudunda kırılmadık kemik kalmamış. Baba, delirmek üzereyim! Bir şeyler söyle, konuş!” dedi ve duvara yumruğunu vurdu.

Kötü de olsa, iyi de olsa kardeş kardeşti; karındaştı. Aynı anne rahminde büyümüştü, diğer yarısıydı. Atahan için bu dünyada en değerli şey kardeşi Levent’in varlığıydı.

“Sen benden hesap mı soruyorsun? Kaç defa o salak kardeşine, ‘Bırak o kızın peşini,’ dedim; dinletemedim! Sonuç, bak geldiği durum bu!” dedi Nedim Bey. En az oğlu kadar öfkeliydi ama onun da gücünün yetmediği yerler vardı. Cihan Akdağ gibi bir adama karşı gelmek, ölüm fermanını imzalamak gibiydi.

“Kolay mı zannediyorsun evladımı o halde görmeyi? Ama benim de gücümün yetmediği yerler var. Baba olunca anlarsın beni. Şimdi konuşmak senin için kolay.”

Atahan babasının sözleri üzerine daha da sinirlendi. Kime, neye gücü yetmemişti? Kıytırık bir kıza mı?

“Ne saçmalıyorsun baba? Ezik bir kıza mı gücün yetmedi, yoksa kumarbaz babasına mı? Yoksa işine öylesi mi geldi?”

Nedim de öfkelenmişti. Duyduğu sözleri hak etmiyordu. O bir babaydı; kimse evladını ölüme terk etmezdi.

“Ezik kız mı? Senin ezik dediğin o kızın arkasında Cihan Akbulut var, anladın mı?”

Adının geçtiği yerde bile soğuk rüzgârlar estiren Cihan, yeraltı dünyasının da, yerüstünün de kralıydı.

Atahan içinse bu isim korkulacak biri değildi. O, yurt dışında öyle babalarla oturmuş, öyle çatışmalardan çıkmıştı ki, Cihan Akbulut onun gözünde büyütülecek biri değildi.

“Baba, Cihan kim ya? Güldürme beni! Cihan kim?”

İnsanı bitiren bir egosu, bir de kendini beğenmişliğiydi. Atahan da bunu zamanla yaşayarak öğrenecekti.

“Sen ne biliyorsun da konuşuyorsun! Senin küçümsediğin o adam, hem Metropol’e, hem Doğu’ya, hem de Orta Doğu’ya nam salmış biri. Atıp tutmakla olmuyor. Olsaydı oğlumu korurdum!”

Atahan öfkeden gülümsedi, sonra yüzündeki ifade yeniden ciddileşti.

“Bana bu Cihan Akbulut’un yediği yemekten içtiği suya kadar, hobisini, fobisini, zaafını, hatta aldığı nefese kadar her şeyini öğren. Bakalım ne kadar güçlüymüş.”

Nedim, oğlunun bu gözü kara ve cesur yanını beğeniyordu. Levent gibi değildi; en azından daha dikkatli ve planlıydı.

Ama Cihan Akbulut, acımasız, gaddar ve kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir düşman kazanmıştı.

Atahan Turalı, tozu toprağa katmaya, kardeşinin intikamını almaya gelmişti. Bu uğurda yemin edip and içmişti...

Bölüm sonu canlarım lütfen bol bol yorum yapalım. Sizler bölüm beklerken bizlerde sizlerin yorumlarını bekliyoruz. Yapacağı ız her yorum bizi daha çok motive ediyor. Keyifli okumalar diliyorum.

 

Leylanin giydiği yeşil elbise.

Bölüm : 05.10.2025 20:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...