
Uzun bir bolum ardindan ben geldim canlarım. Hem duygusal açıdan, hem yoğunluk açısından bir onceki bolum beni aşırı yordu. Bu bolümde umuyorum ki çabuk biter ve sizlerle hemen buluşurum ama bazen işte hayat istediğimiz doğrultuda ilerlemiyor. Hayat zor savasmak gerek yaşamak istiyorsak mücadeleye devam. Hikayemiz çok guzel ileerliyor sizlerin de desteği ile giderek büyüyor ve kocaman bir aile oluyoruz. Varlığınız bana güç kuvvet veriyor. Bende elimden gelenin en iyisini size sunmaya gayret gösteriyorum. Bu yazarlık süreci bana çok şey kattı, bazen guzel ve değerli insanları, bazen de hataları. Ama en önemlisi beni tanımadan görmeden seven , destekleyen sizleri. Hepinize teşekkür ediyorum . Lutfen veto sayılarimizı tamamlayalım en azından emek emek yazdıklarımiza bir saygı olarak sadece okuyup, beğenip geçmeyın lutfen. Yorum yapıp takibe alın. İnstagram da Kitap sohbet grubumuz var gelmek isteyenleri beklerim Sizleri seviyorum...
İnstagram Tiktok, Kitappad ve Dream hesabım
👇👇👇👇👇👇
55Cerkezkizi055
______________________________________
"Hangi kalem yazsın şimdi bizi?
Söyle, hangi söz anlatır içimdekileri?
Yanarken kül oldum da sönmedim,
Bir güzelin narına; öldüm de gömülmedim.
Dağlarda kükreyen aslan iken,
Sevdanın yoluna köle oldum.
Bir çiçektin boz topraklarımda,
Gittin, benim kalbimi çöle çevirdin...
Sevdaya düşmek meğer zormuş,
Yükü ağır, yolu dikenli olurmuş.
Her zorluğu aşar sana gelirdim de,
Başkasına gidişini gönlüme kabul ettiremedim..."
=55Cerkezkizi05=
Bölüm Şarkısı: Hirai-Zerduş - Düşürdün Aşkın Narına
Yollar uzun, savaşlar çetin, düşman daha kahpeydi. Yorulmuştu Yavuz, mutlu olmak istiyordu. Huzurlu bir gün, ailesiyle güzel bir hayat... Ama bu mümkün müydü?
Ortalıkta bu kadar kalleş, şerefsiz varken mutluluk ve huzur ona haramdı.
Madem onlar rahat durmuyordu, Yavuz da kalemleri kırmayı iyi bilirdi. Cihan ile yine omuz omuza, sırt sırta bir çatışmaya daha hazırlanıyordu. Deponun etrafı korumalarla doluydu.
"Şerefsiz sanki kale koruyor. Ne kadar adam varsa yığmış buraya..." Yavuz sinsi bir tebessüm etti.
O adam yığıyorsa, Yavuz'da da plan bitmezdi. Zekâsıyla alay mı ediyordu bu adam?
"Hayırdır lan, korktun mu?" dedi Yavuz, dostuyla alay eder tonda konuştu.
"Kim, ben mi?" dedi Cihan.
"Evet sen. Eğer korktuysan, geride dur, biz hallederiz."
"Bana bak, ağa falan demem, kemiklerini kırarım senin! Karı mıyım lan ben, korkacağım?" dedi.
Yaren boğazını temizleyip öksürdü.
"Bacım, sözüm meclisten dışarı," dedi Cihan, taşı ters yere vurduğunu anlamıştı.
Yaren'in mavi denizleri kararmıştı. Depoyu patlatmaya hazır gibi bakıyordu.
"Abi, ne yapıyoruz?" diye ciddiyetle sordu. Ne bir korku vardı gözlerinde, ne de bir endişe. Bütün duygularını kaybetmiş bir robot gibiydi şu an. Yavuz, kız kardeşinin bu soğuk tavrına hayretle baktı. Sanki binlerce çatışmaya girmiş gibi, elindeki silahı profesyonelce tutuyor, inceliyordu.
"Abi, sen bunları elinde silahla mı yetiştiriyorsun? Oğlum, benim adamlarım bile silahı bu kadar güzel tutamıyor," diyerek Yaren'e hayran hayran baktı Cihan.
"Ben değil, deli karım yetiştirdi onları. Lan oğlum, baksan tırnağı kırıldı diye ağlayacak kadınlar bunlar... Ama Leyla'yı görmen lazımdı; sabah içinden zebani çıktı, ben bile korktum," diyerek bir itirafta bulundu Yavuz.
Cihan kahkaha atmamak için kendini zor tutuyordu. Dostu, bir kadından mı korkmuştu?
"Bana bak, o beyninden geçenleri siktirtme bana. Tek bir kelime edersen, dilini keserim senin," dedi Yavuz.
Hazırlardı. Tabletten, Cihan'ın adamının drone ile çektiği görüntülere baktılar. Depo, sığınak gibi inşa edilmişti. Etrafında yirmi adam vardı. Her biri bir köşede bekliyordu. Yavuz, girebilecekleri bir boşluk aramaya başladı. Keskin bakışları ekranda geziniyordu ve o aradığı boşluğu bulmuştu. Kör bir noktaydı ve girmeleri için çok uygundu.
"Cihan, ikişer gruplara ayrılalım. Ben ve Adem buradan gireceğiz. Mitat, sen Yıldırım, bu taraftan gireceksiniz. Sinan ile Cevat, siz de şu köşeden girin, etraflarını ablukaya alacağız. Cihan, sen ve..." kız kardeşine baktı. İstemese de mecburdu.
"Size de ön taraf kaldı," dedi.
Cihan şimdi uğraşsın dursun da nasıl girecek diye... Alay eder miydi, intikamını böyle alırdı o da.
"Lan oğlum, ben önden tek başıma nasıl gireyim, manyak mısın? Yaren'i mi koruyacağım, kendimi mi?" dedi.
Yaren çoktan Cihan'ın arabasının yanına gitmişti. Arkasını döndü:
"Ortak, geliyor musun? Tek mi gideyim?" dedi. Sesinde korku yoktu. O kadar profesyonelce hareket ediyordu ki, arkasındaki adamları şaşırtmayı ikinci defa başarmıştı. Eee, içindeki katil civcivi ortaya çıkarmışlardı.
"Allah sana kolaylık versin dostum..." diyen Yavuz, kafasıyla herkese emir verdi ve ormanlık alana dağıldılar.
"Lannn..." diyen Cihan sap gibi kalmıştı.
"Ulan Yavuz, bunu senin yanına bırakmam, şerefsiz..." dedi. Sesindeki öfke, adamları yakmaya bile yeterdi.
Arabaya, Yaren'in yanına ilerledi. Sinirleri had safhaya çıkmıştı. Dostu, çok büyük kazık atmıştı.
"Cihan abi, benim bir fikrim var."
Cihan kafasıyla "Nedir?" dercesine bir baş hareketi yaptı. Yaren sinsice sırıttı ve Cihan'a aklındakileri anlattı. Cihan bu fikirden pek hoşlanmasa da, yapabilecekleri pek bir şey yoktu.
Yavuz ve diğerleri depoya yaklaşmıştı bile çoktan Yaren ve Cihan'dan gelecek haberi bekliyorlardı harekete geçmek için.
Cihan , depoya yaklasınca arabadan indi ve olabildiğince deponun giriş kapısına yaklaştı. Yaren, bağlı olan saçlarını açtı, eliyle hafifçe dalgalandırdı. Üzerindeki gömleğin üç düğmesini açtı. Dudaklarına, çantasındaki bordo ruju sürdü. Artık hazırdı. Arabayı çalıştırıp yavaşça ilerledi.
Arabayı gören adamlar ellerini bellerine atıp tetikte beklediler. Araba yanlarında durunca, aralarında bakıştılar. Yaren derin bir nefes aldı ve arabadan indi.
"Ah, pardon beyler. Ben buraların yabancısıyım, yolumu kaybettim," derken saçlarıyla oynuyor, adamların dikkatini üzerine çekiyordu.
"Telefonumun şarjı bitti, arabanın navigasyonu beni buralara getirdi..." Sesindeki cilve, yüzündeki tebessüm adamları çoktan etkilemişti.
Konuşmaya devam etti:
"Ay rica etsem, arabada ki navigasyona bakar mısınız?"
Adamların ağızlarının suyu akıyordu. Gecenin bir vakti, dağın başında, köhne bir yerde, ilik gibi bir kadın. Sabaha kadar eğlence çıkmıştı onlara göre.
"Güzelim, yardımcı olayım ben," diyen iri yarı adam Yaren'e doğru sapık bakışlarla ilerledi. Bir yandan da eliyle pantolonunun önünü düzeltti.
"Gel gel, ben seni birazdan tamir edeceğim," dedi Yaren mırıltı şeklinde.
İri yarı adam, Yaren'in yanından geçerken saçlarını kokladı. Yaren biraz sabretmek zorundaydı. İşi bitince, ikisinin de beyninin pekmezini önündeki taşlı yola akıtacaktı.
Adam arabaya binip navigasyona baktı. Her şey normaldi. O işini yaparken, Yaren diğer adama çapkınca bakışlar attı. Elleriyle arabanın kaportasına yaslanıp hafifçe öne eğildi. Adamın gözleri, açık düğmelerden içeriye bakmak için deliriyordu. Daha fazla dayanamadı, o da Yaren'in yanına geldi.
"Eğer hemen gitmeyeceksen, beraber bir şeyler içelim mi, ne dersin?" diye sordu.
Yaren sahte bir tebessüm taktı yüzüne. İçinde fırtınalar kopuyordu oysa ki.
"Hımm, neden olmasın," dedi dudaklarını yalayarak. İçinden tam bir vahşi kadın çıkmıştı. Adamlar birazdan üzerine atlamasa iyiydi.
Diğer adam arabadan çıktı. Yaren'e pis bakışlarını dikti:
"Navigasyonda bir sıkıntı yok güzelim. Galiba sen gideceğin yeri yanlış yazmış olabilirmisin?" dedi. Yüzünde çapkınca ama pis bir tebessüm vardı.
Yaren için şimdi tam sırasıydı. Cihan ile göz göze geldiler. Bakışlarıyla anlaştılar.
"Hadi gidip bir şeyler içelim," dedi adam.
Yaren zamanında öğrendiği savunma sporlarını bunların üzerinde deneyecekti. Sinsice bir kahkaha attı. Adamlar daha ne olduğunu anlamadan, ikisinin de kasık bölgesine birer tekme savurdu. İki geri zekâlı acıdan kıvranırken:
"Ulan orospu çocukları! Size öğretmediler mi her kuşun eti yenmez diye?! İbneler! Olmayan beyninizi şu asfalta sürte sürte size öğreteceğim bir kadına nasıl davranılır!" dedi ve ikisini de dövmeye başladı.
Cihan manzarayı keyifle izliyordu. Yüzü bazen buruşuyor, bazen gülümsüyordu. Duyduğu küfürler bir kadından kolay kolay duyulacak gibi değildi. Yavuz'un kardeşi olduğu nasıl da belliydi.
Adamların aldığı her darbede Cihan "Uff..." diyordu. Sıra kendisindeydi. Allahtan Yaren'de kulaklık yoktu. Yoksa Yavuz, kız kardeşine sarkıntılık eden bu iki ibneyi şeyinden asardı.
"Ön taraf tamam, giriyoruz," dedi Cihan ve önden ilerleyip kapıyı yavaşça açtı.
Yaren ise haşat ettiği adamların ellerini ve ayaklarını bağlayıp, Cihan'ın peşinden içeriye girdi. Aynı zamanda, Yavuz ve diğerleri de diğer taraftaki adamları sessizce indiriyorlardı.
Deponun etrafını Yavuz ve adamları iyice sarmaya başlamışlardı. Cihan ve Yaren ise içeride, adımlarını sessizce atarak ilerliyorlardı. Karşılarına çıkan birkaç nöbetçiyi Cihan hızla ve sessizce etkisiz hale getiriyor, Yaren ise hiç zaman kaybetmeden ellerini ve ayaklarını bağlayarak onları devre dışı bırakıyordu. Her adımda gerginlik biraz daha artıyor, içerideki baskı atmosferi nefes almayı bile zorlaştırıyordu.
Depo dışarıdan sıradan görünse de içeri girdiklerinde her şeyin düşündüklerinden daha organize olduğunu anladılar. Tavanda yüksek, aydınlatma sistemleri yer yer çalışıyor, kamera sistemleri odaların köşelerinde kırmızı ışıklarıyla yanıp sönüyordu. Beton zemin çatlamıştı ama yeni dökülmüş boya kokusu, bu alanın yakın zamanda faaliyete geçtiğini hissettiriyordu. Buna rağmen içeride ağır bir mazot, demir ve nem kokusu hakimdi; havasız kalmış, havası temizlenmemiş bir mekânın burun yakan karışımı...
Arka taraftaki kapalı bölümden sesler geliyordu. Boğuk inlemeler, tıslayan sesler... Yaren ve Cihan kapının aralığından içeri göz attıklarında manzara netleşti.
Kenan ve Kadir zemine yakın konumda, sırtları demir dikmelere dayalı halde duruyorlardı. Ellerinden ve ayak bileklerinden bağlanmışlardı. Vücutları darp izleriyle kaplıydı; dudakları kan içindeydi, yüzlerinde morluklar, kaşlarında yarıklar vardı. Kenan'ın alnından süzülen kan yanağını boyamıştı, nefesi düzensizdi. Kadir'in ise başı öne düşmüştü; yorgun, bitkin ve umutsuz görünüyordu.
Fakat en önemlisi: Yanlarında silahlı üc adam vardı. Biri sabırsızca etrafı kontrol ediyor, diğeri arada sırada bağlı adamlara küfür savuruyor ve vuruyordu. Üçüncüsü ise sandalyeye oturmuş keyifle 8nleyen Kadir ve Kenan'a bakıyordu.
Yaren, Cihan'a sadece gözleriyle işaret verdi. O anda planın ikinci aşamasına geçme vaktiydi. Yaren derin bir nefes aldı, boğazına düşen saçlarını geriye attı. Ardından dik adımlarla loş ışıklı alana doğru yürümeye başladı.
Yaren'in aniden beliren silueti, içerideki adamları şok etti. Birkaç saniyelik bir donma yaşandı. Adamlar şaşkınlıkla birbirlerine baktıktan sonra refleksle silahlarını Yaren'e doğrulttular.
"Sen de kimsin lan?!" diye bağırdı biri, sesi yankı yaptı.
O an başını güçlükle kaldıran Kadir, Yaren'i gördüğünde gözlerini kısıp birkaç saniye öylece baktı. Bedeni yorgundu ama zihni bulanıktı; bu bir oyun muydu, yoksa artık ölmek üzere miydi?
"Tövbe... ben cennette miyim? Sen... sen Yaren misin? Hüri mi?" dedi zor duyulan bir sesle. Gözlerinden bir damla yaş süzüldü.
Yaren ise gözlerini Kadir'den ayırmadan, bir adım daha öne çıktı. Yureği yangın yeri. Sesi kararlıydı:
" Beyler sakin! Şimdi iyiliğiniz icin yerinizde olsam silahları indirip karşıdaki kişiyi sonra sorgulamak isterdim" sesindeki kararlılık yüzünede yansıyordu.
"Eğer ölmek istemiyorsanız, elinizdekileri bırakın!"
Adamlar şaşkınlıkla birbirlerine bakarken, deponun diğer ucundan Yavuz'un komutuyla sessizce içeri giren ekip harekete geçmişti. Artık son perde başlıyordu.
Yavuz'lar içeri girdiklerinde, Yaren'i meydan okur şekilde karşılarında bulmaları bir oldu.
Yaren Karşısındaki Üç Adamla Baş Başa Kalmıştı.
Depo loş ışıklarla doluydu, nefesler derindi ve gerilim havada hissediliyordu. Üç adam, ellerindeki silahlarla yavaşça ona yaklaşıyordu. Aralarından biri, gözleriyle Yaren'in vücudunu aşağı yukarı süzerek iğrenç bir gülümsemeyle saçına eliyle dokundu.
Depoda Sessizlik, Kirli Bir Nefesle Bozuldu.
"Çek o elini saçımdan... yoksa o elini alır, götüne sokarım senin."
Yaren'in sesi buz gibi soğuktu, ama içinde patlamaya hazır bir öfke vardı. Üç adam bir an duraksadı. Fakat biri, en küstah olanı - sırıtarak başını eğdi ve tısladı:
"Vay vay... Atarlı güzel."
Yavaşça Yaren'in etrafında dönmeye başladı. Gözleri, utanmazca bedenini süzüyor; elleriyle neredeyse her kıvrımı tartıyordu. Ardından iğrenç nefesiyle kulağına doğru eğildi:
"Yavru ceylan... burda yalnızsın. Biz üç kişiyiz. İstersen beraber güzel vakit geçiririz. Fena olmaz, ha? Seni buraya patron mu gönderdi... yoksa gökten benim için mi düştün?"
Yaren'in gözleri karardı. Bu adam, haddini aşıyordu. Ama o hâlâ sessizdi. Göz ucuyla sevdiği adama ve kardeşi Kenan'a baktı, ikisinin de elleri bağlı, köşede kıpırdamadan duruyorlardı.
Kadir yarı baygın hâlde zor nefes alıyor, ama gözleriyle adamları süzüyordu. Dişlerinin arasından hırıltıyla fısıldadı:
"Senin ona dokunan o elini kırmazsam... bana da Kadir demesinler."
Ama bunu sadece kardeşi Kenan duydu. Kadir'in gözlerinde tanıdık bir öfke vardı. Kenan, abisinin o kıza karşı bir şey hissettiğini ilk kez orada, net bir şekilde anladı.
Adam ise hâlâ Yaren'in saçına dokunuyor, etrafında geziyordu.
Ve işte o an... bardak taştı.
Yaren, ani bir refleksle adamın bileğini kıvırdı. Adam acıyla bağırırken, bir diğerine hızla dönerek karnına dizini geçirdi. Doktorluk bilgisini kullanıyordu; nereye vuracağını çok iyi biliyordu.
İlk adam bileğini tutarken yere yığıldı. Diğeri soluk alamadan çöktü. Sinir uçları, diyaframı, çene altı... hedefler belliydi Yaren için. İnce ince çalıştı üzerlerinde.
Üçüncü adam ise üzerine hamle yapmaya kalktı ama o sırada Cihan devreye girdi. Sessizce yaklaşıp; öfkeyle yumruğunu adamın suratına indirdi. Adamın burnu ile ağzı adeta yer değiştirdi.
"Ulan pezevenkler... sizin olmayan beyninizi siksinler, yavşaklar!" diye bağırdı Yaren. Sonra öfkeyle adamlardan birinin üzerine tükürdü.
Cihan hafifçe alkışladı.
"Helal," dedi gururla.
Olanlara tanık olan Yavuz ise, kardeşinden duyduğu küfürler ve dövüş becerileri karşısında neye uğradığını şaşırmıştı. Gözleri büyümüş, bakışları donmuştu. İçeriye yavaşça adım attı.
Cihan, ona eğlenceli bir sırıtmayla döndü:
"Sen de ağayım diye geziyorsun ha... Valla ben bundan sonra Yaren'le giderim tüm operasyonlara."
Yavuz kaşlarını çattı, sesi sertti:
"Lan sen benim kardeşimi nasıl böyle bir tehlikeye atarsın?"
Ama Cihan'ın umrunda mıydi? Asla... Hiç umrunda değildi bu sitemm. Pişman olmaktan çok gururluydu:
"Valla senden iyi bu işte, o kesin. Tam benim kafadan: tak tak! Senin gibi bir saat düşünmüyor. Yalnız helal olsun Leyla yengeye... kızları efsane yetiştirmiş."
Yavuz, Cihan'ın her kelimesinde biraz daha sinirleniyordu. Suratındaki şaşkınlık yerini sinire bırakmıştı.
"Hey!" diye araya girdi Yaren. "Birbirinizi yiyecekseniz sonra yiyin. Şimdi bana yardım edin, şu adamları çözmemiz gerek."
Kadir ve Kenan hâlâ bağlıydılar.Adem ve Yıldırım hızla yanlarına koştu, ipleri çözdü.
Kadir, Adem'in omzuna yaslanarak zar zor yürütüyordu. Fakat adamların yanına geldiklerinde birden durdu.
O durunca Adem de refleksle durdu.
Kadir, az önce sevdiği kadına iğrenç bakışlar atan, utanmadan saçına dokunan adamı buldu bakışlarıyla. Yüzüne bakarken gözleri karardı. Hiç düşünmeden, Adem'in belinden silahı çekti. Soğukkanlı bir adımla adamın karşısına geçti.
Silahı alnına dayadı. Sesi boğuk, ama içi öfke doluydu.
"Ulan, birine it olacaksan bile biraz şerefin, onurun, namusun olsun... Şerefsiz."
Tetiği çekti.
Kurşun sesi deponun içini sarstı.
Yavuz ve Cihan, refleksle Yaren'in önüne geçtiler. Onu hızla dışarı çıkardılar, gözünü adamdan uzak tuttular. Arkalarından diğerleri geldi.
Ama Yaren'in kulaklarında hâlâ o silah sesi yankılanıyordu. O bir doktordu. Müdahale etmesi gerektiğini biliyordu.
Ama Yavuz da, Cihan da bunu açıkça engellemişti.
Dışarı çıktıklarında, Yaren duraksamadan Kadir ve Kenan'a döndü.
Hiçbir şey sormadı. Hiçbir bakış göndermedi. Şimdi bir doktor olarak oradaydı.
Kadir'i arabanın ön kaputuna oturttu.
Nabzını ölçtü, göz bebeklerini kontrol etti. Parmak eklemlerine bastırdı, alnına baktı, başını sağa sola çevirdi. Üzerine sıçrayan kan midesini bulandırsada, o adam bunu haketmişti. Yinede ilk defa bir ölüme şahitlik etmişti. Kadir'in acımasız yanını ilk defa orda görmüştü.
"Başında darbe var mı?"
"Baş dönmesi?"
"Bulantı, çift görme?"
Kadir yalnızca kısa, net cevaplar verdi.
"Yok."
"Yok."
"Yok."
" Adamı öldürmek zorundamıydın? Ben gerekeni yapmıştım." Dedi fısıldayarak.
" Sana dokunan gözü bile oyarım." Sesi itiraz kabul etmez netlikteydi.
Yaren bu defa Kenan'a yöneldi. Onu da aynı ciddiyetle muayene etti. Kaburgalara bastırdı, kollarını oynattı, el ve ayaklarını kontrol etti.
"Nefes alırken ağrı?"
"İc basınç hissi?"
"Sersemlik?"
Kenan da abisi gibi kısa ve netti
"Yok."
"Yok."
"Yok."
Yaren bir süre iki kardeşe baktı.
Yüzünde ne korku vardı, ne de duygu. Sadece görev bilinciyle konuştu:
"Ciddi bir dış hasar görünmüyor. Ama iç kanama olasılığı göz ardı edilemez. Tetkikler şart. Hemen hastaneye gitmeniz gerekiyor."
Yüzünde yorgunlukla karışık bir ciddiyet vardı. Gözlerinde ise bir başka şey parlıyordu:
Artık kimseyi kaybetmeye tahammülü yoktu.
Kadir ve Kenan sessizce başlarını salladılar. Sadece teşekkür ettiler, ama göz teması kurmadılar.
Ve o an... herkes bir şeyi anlamıştı.
Kadının gücü asla hafife alınmamalıydı.
Onlar, yeri geldiğinde bir savaşçı; yeri geldiğinde bir şifacı, ve bazen de merhametiyle sizi sarıp sarmalayan bir sığınaktı.
******************
"Kaderim düşmüş bir zalimin eline,
Yaşasam ne çare, ölsem ne çare...."
Leyla'lar üç araçla evin yakınlarına kadar gelmişti. Ama daha ileri gitmeleri imkânsızdı. Sokakta bir sürü araba vardı ve korumalar kuş uçurtmuyordu. Levent işini sağlama almıştı, bu çok belliydi. Ama ne yaparsa yapsın, bu gece onun da hesabı kesilecekti.
Arabadan indiler, etrafa şöyle bir göz attılar. Maşallah, ev değil malikâneydi sanki. Şerefsiz, zavallı kızlar üzerinden kazandığı paralarla kendine saray yaptırmıştı.
"Yağız, abinler yolda geliyorlar. Kadir'le kardeşini almışlar," dedi Leyla.
Yağız, yorgun gözlerle yengesine baktı. En azından onlar kurtulmuştu.
Peki ya Zeynep?
Onu da alabilecekler miydi?
Yağız'ın kafasında binlerce soru dönüp duruyordu. İlk defa bu kadar tedirgindi. Zeynep'e bir şey olmasından çok korkuyordu.
"Biliyorum, korkuyorsun ama... biz kardeşimizi oradan sağ salim alacağız, tamam mı?" dedi Leyla.
Yağız'ın gözlerindeki o korkuyu görmüştü.
"Alacağız güzelim, alacağız..." dedi Yağız.
"Tertip.... Nasıl ilerliyoruz?" diye sordu Hakan.
Yağız önünde duran saray yavrusu eve baktı. Ellerini kollarını sallayarak giremezlerdi. Sessiz girmeleri gerekiyordu. Uyuyan aslanı uyandırmamak lazımdı.
"Tahir, sen bize dışarıdan destek verebilir misin?"
"Ayıp ettin kardeşim, biz de askerliği hanım evladı gibi yapmadık. Dağda komandoyduk," dedi Tahir, kaşlarını kaldırarak.
Yağız dudaklarını hafifçe kıvırdı.
"O zaman sen evi rahatça görebileceğin bir çatıya çıkıyorsun. Bizi uzaktan koruyup bilgilendiriyorsun. Hakan, sen iki kişiyle soldan; ben de diğer iki kişiyle sağdan gideceğim."
Leyla gözlerini kısıp Yağız'a baktı.
"Peki biz ne yapıyoruz?" diye sordu.
"Leyla, sizi tehlikeye atamam. Hele de karnında yeğenim varken. Siz burada kalıyorsunuz," dedi Yağız kararlı bir sesle.
Leyla, 'Öyle mi?' der gibi bakış attı. Zaten hazırlıklı gelmişti. Şöyle bir Senem'in kıyafetlerini süzdü. Uygundu. İki kız göz göze geldiler; sessizce anlaştılar.
Onlar deliydi belki ama Leyla ve Senem onlardan daha deliydi. Yağız bir şey diyecek mi derken Leyla kafasıyla işaret etti ve ikisi aynı anda koşarak giriş kapısına yöneldiler.
"Lan!" diye bağırdı Yağız ama kızlar çoktan adamların yanına varmıştı bile.
"Ayy yetiştik işte ablacığım, sen de beni acele ettirdin," dedi Senem nefes nefese.
"Ne bileyim hayatım, Lewent saat dokuz dedi. Ben de acele etmedim," diye karşılık verdi Leyla.
Korumalar, iki kadının sohbetine kulak kesilmişti.
"Ay abla, biz davetiyeyi unuttuk ya... İçeri almazlarsa?" dedi Senem.
Leyla sinsice sırıttı.
"Hayatım, yatağına giren kadına davetiye mi verir insan? Bizzat davet etti dün gece," deyip dudaklarını yaladı.
Senem 'yuh' der gibi baktı ona.
Yavuz duysa, bittiklerinin işaretiydi. Allah'tan kimse duymuyordu.
Leyla yüzüne cilveli bir tebessüm takınıp korumanın dibine kadar gitti.
Yağız uzaktan onları izlerken hayretler içindeydi.
"Yakışıklı, bizi içeri alacak mısın?" dedi ve eliyle adamın kravatını düzeltti.
Adam, patronunun metresi sandığı Leyla'ya çapkınca tebessüm etti.
Lewent Turalı çapkın bir adamdı. Her gece bir guzelin koynunda geceyi sö dürürdü. Koruma bu yüzden Leyla ve Senem'i yadırgamadı. Gerçi Lewent nasılsa adamları da öyle pis ve ahlak yoksunuydu.
"Alırım almasına da, patron evleniyor.Bu gece boşsundur. Gecenin sonunda benimle gelirsen, o dediğini yaparım," dedi.
Leyla'nın midesi bulanıyordu ama yüzünde hâlâ sahte bir gülümseme vardı.
"Ayıpsın... sabaha kadar uyumak yok ama," dedi.
Adam neredeyse tükenecekti. Libidosu tavan yapmıştı.
"Uyuyan şerefsiz olsun, sen yorulma yeter," diyerek kahkaha attı koruma.
"Emin ol, pes eden sen olacaksın yakışıklı," dedi Leyla. Koruma gülümseyerek yolu açtı ve içeri girdiler.
Yağız ise hâlâ nasıl başardıklarını anlamaya çalışıyordu.
Tahir çoktan gözüne kestirdiği noktaya doğru ilerlemeye başlamıştı.
Yağız ve diğerleri de harekete geçti.
"Senem, çıkarken hatırlat. O ibnenin bana bakan gözlerini oyup önündeki fazlalığı keseceğim," dedi Leyla.
Senem yüzünü buruşturarak baktı.
"Abla, midem bulandı ama ya," dedi.
Yavaş yavaş müziğin geldiği yöne doğru ilerliyorlardı. Her köşe başında, her kapının yanında korumalar vardı.
Leyla cebinden telefonunu çıkarıp Yağız'a mesaj attı:
"Kapı girişi: Sağ iki adam, sol iki adam. Geniş kapı: Kolonların yanında birer kişi."
Senem ise çaktırmadan fotoğraflarını çekiyor ve gönderiyordu.
Bahçeye vardıklarında etrafta yirmi'ye yakın kadar koruma vardı.
Hepsi de maşallah, dağ gibi adamlardı.
Gözleriyle kalabalığı taradılar ve nihayet onu gördüler:
Zeynep...
Gözleri yaşlıydı. Yüzünde hüzün vardı. Şerefsiz adamın kollarında dans ediyordu.
Aynı dakikalarda Yağız ve Hakan da iki ayrı koldan içeri doğru ilerlemeye başlamıştı. O kadar profesyoneldiler ki, adamlar ne olduğunu anlamadan kendilerini yerde buluyorlardı.
Zaman hızlı ilerliyordu Zeynep için, Yağız için ise geçmek bilmiyordu. Adamları etkisiz hale getirmek kolay olmasada en azından içeriye kadar girmişlerdi. Şimdi sıra gidip sevdiği kadını almaktaydı.
Yavuz'lar ise Kadir ve Kenan'ı da alıp gelmişlerdi. Cihan ve Yavuz arabadan indiler. Arkalarından ise Adem, Yıldırım, Mitat ve Aziz...
Kadir ve Kenan, arabadan inecekleri sırada Yaren'in ateş saçan bakışlarına maruz kaldılar.
"Sakın tek bir adım atayım demeyin. İkinizin de durumu sıkıntılı. Zeynep'i o kadar adam kurtarır, size gerek yok."
Sesi demirden bile sert, bıçaktan keskindi.
Kadir kaşlarını çatarak baktı ona.
"Yaren, canımı düşünecek durumda mıyım? Ailem o adamın elinde!"
Ama söyledikleri Yaren'e pek etki etmemişti.
"Burada doktor olan benim, hasta olan sensin. Şimdi benim ailem, senin aileni kurtaracak; sen de uslu uslu duracaksın Kadir Bey. Canımı sıkma, seni üç gün uyutacak iğne yaparım."
Kenan, iki aşığın kavgasını keyifle sırıtarak izliyordu.
Kadir, kardeşine bakıp:
"Ne gülüyorsun lan? Komik mi?" diye sordu.
"Abi, valla kusura bakma ama ikiniz çocuk gibisiniz. Ve şu haliniz gerçekten çok komik. Hadi ben sevdalı adamım, sevenin halinden anlarım da..."
Kafasıyla Yavuz'u işaret etti.
"O aşiret ağası seni anlamaz. Bence daha fazla tartışmayın."
Yaren ve Kadir, aynı anda Yavuz'un olduğu tarafa baktılar.
Yavuz bir yandan konuşuyor, bir yandan da göz ucuyla onları süzüyordu.
Yaren, korkuyla Kenan'a dönüp:
"Çok mu belli ettik yaa?" diye sordu.
"Valla yenge, ben anladıysam o kesin anlamıştır." Kenan özellikle böyle konuşuyordu ki ikisi kavga etmeyi bıraksın. "Yenge " demesi Yaren'in çok hoşuna gitmişdi. Yüzü hafifden pembeleşti, sanki biraz önce akıl almadık küfürleri eden o değilmiş gibi.
"Lan salak salak konuşup kızı korkutmasana! Ayrıca benim veremeyeceğim hesap yok. Aşiret ağası olsa da fark etmez."
Yaren, gururla baktı sevdiği adama.
Ama her şey için çok erkendi. Daha birbirlerini bile tam tanımıyorlardı.
Ailesinin öğrenmesini şu an için hiç istemiyordu.
Yağız ve Hakan, sessiz adımlarla loş koridorda ilerliyorlardı. Evin içinde çalan müzik, ayak seslerini gizliyordu ama tetikteydiler. Her an bir köşeden biri çıkabilirdi.
Hakan önden gidiyor, Yağız arkayı kolluyordu. Gözler birbirinden direktif bekliyordu. Derken...
Click!
Soğuk metal, Yağız'ın ensesine dayanmıştı.
"Kımıldama!" dedi kalın bir ses.
Yağız'ın yüzü bir anlığına gerildi ama panik yapmadı. Nefesini sakinleştirdi. Bu onun için sıradan olmayan bir gündü; nefes alışverişi, nabzı düşürdü.
"Teğmen..." diye mırıldandı alçak sesle.
Yağız anında dizlerini hafif kırdı, vücudunu sola kaydırırken sağ kolunu yukarı savurdu. Dirseğiyle silah tutan adamın bileğine bastırdı. Parmakların arasındaki silahta gevşeme oldu. Aynı anda diz kapağını adamın kasığına geçirdi.
Adamın nefesi kesildi, sendeledi.
Yağız ise geri adım atmadan devam etti. Sol eliyle adamın kolunu çevirip bileğinden kavradı, vücudunu çevirerek arkasına geçti. Aynı anda sağ yumruğu ile adamın ense köküne vurdu.
Adam yere yığıldı. Yağız diz çökmeden adamın omzunu çevirip silahını aldı, şarjörü kontrol etti. Boş değildi.
Arkasını döndüğünde Hakan bir adamla boğuşuyordu. Yağız hemen müdahale etti. Hakan'ın rakibi, eski boksör gibiydi, kalıplıydı. Ama Yağız fazla süre vermedi.
Ayağını 180 derece çevirerek adamın dizine yandan tekme attı. Dengede duran adamı anında yere indirdi.
Adam diz üstü çökerken Yağız, yumruğunu hızla adamın burnuna geçirdi. Kemik sesiyle beraber adam geriye doğru devrildi.
Hakan nefes nefese, şaşkınlıkla baktı:
"Ula tertip... sen var ya... Sen tam bir ölüm makinesisin!"
Yağız ise gözünü dikti koridorun sonuna
.
"Bu daha başlangıç." dedi sertçe
.
"Zeynep içeride, ve ben o pisliğin nefesini keseceğim."
Ardından hızlıca yere düşen iki adamı kenara çektiler, koridorun ilerisindeki büyük salona doğru ilerlediler. Her kasları gergin, her refleksleri açık... çünkü artık plan yoktu....
Onlar sessiz ve yavaş yavas ilerlerken, Yavuz cebinden telefonu çıkarıp Lewent'in babasını aradı.
Telefon çalıyordu ama cevap yoktu. Yavuz ise sabırlıydı, açana kadar arar, beklerdi.
Tekrar aradı ve telefon bu defa beşinci çalışında açılmıştı.
"Alo?"
" Nedim Turalı, ben Yavuz Miroğlu. Antep'ten, Miroğlu Aşireti'nin ağasıyım."
Nedim tam olarak anlamasa da karşıdaki adamın ses tonu pek hoş değildi.
"Şimdi o pezevenk oğluna söylüyorsun, yanındaki kızı bırakıyor ve düğünü iptal ediyor. Eğer dediklerimi yapmazsan, oraya gelir eğlencenizi başınıza yıkarım."
Nedim ilk başta birinin kendisiyle dalga geçtiğini düşündü. Onu tehdit etme cesaretini kimse gösteremezdi.
" Kimsin, nesin bilmiyorum ama dalga geçecek en olmayacak kişiyi bulmuşsun. Şimdi ben telefonu kapatacağım, sen de beni bir daha aramayacaksın, " dedi ve Yavuz'un yüzüne telefonu kapattı.
Kendinden o kadar emindi ki karşıdakini hafife aldı. Bilmiyordu ki Yavuz Miroğlu hafife alınacak bir adam değildi.
"Siktiğimin evladına bak, yüzüme kapattı! Ulan orospu çocuğu, senin o dilini söküp dilim dilim köpeklere yem etmez miyim!" dedi. Öfkesi gözlerine yansımış, alev saçıyorlardı.
Cihan telefonu elinden alıp tekrar aradı. Son çalınışında açıldı.
" Bana bak... dedi ama Cihan'ın sert sesi adamın lafını kesti.
"Nedim. Nedim! Ölümlerden ölüm beğen Nedim! Beş dakikaya yanındayım. Seni ve oğlunu uçkurunuzdan tavana asmazsam bana da Urfalı demesinler!"
Nedim, oturduğu sandalyeden bir anda ayağa kalktı. Beti benzi atmış, yüzü sapsarı kesilmişti. O, masanın lideri buradaydı ve birazdan gelirse başlarına gelecekler Nedim Turalı'yı korkutmaya yetmişti. İstanbul'da olduğu kadar tüm bölgelerde sözü geçen, mafya lideriydi karşışında ki adam.
"E-efendim siz?"Korkudan sesi titremiş kelimeler kesik kesik çıkmıstı ağzından.
"Ben ya, ben! Geliyorum Nedim, oğlunla senin ecelin olmaya geliyorum. Söyle o gavat oğluna, yanındaki kızı hemen bıraksın. Yoksa onu sabaha kadar inlete inlete öttürürüm!"
Nedim korkudan ne diyeceğini bilemiyordu.Karşıda ki adamın asla şakası yoktu. Duydukları kadar şahit olduklarıda vardı ve Urfalı sinirlenince acımasız, gaddar biri haline dönüşüyordu. Hemen buradan gitmelilerdi. Kına merasimi çoktan başlamıştı. Nasıl oğlunu kurtaracak, onu düşünüyordu bir yandan da.
"Efendim, hemen müdahale ediyorum. Merak etmeyin..."
Cihan'ın yüzünde zafer gülüşü vardı.
"Heh, işte böyle yola gel Nedim. Ama dostumun suratına telefon kapatmanın bir bedeli elbet olacak. Beş dakikan var... Yürü de endamını görelim!"
Yavuz ise dostuna sırıtarak bakıyor, keyifleniyordu. Cihan Akbulut isteyince içinden vahşi bir aslan çıkıyordu.
Kadınlar ve kızlar, Zeynep'in etrafında dönüyor, ellerindeki kına tepsisini havada gezdirerek ağır adımlarla ona doğru yaklaşıyorlardı. Fakat Zeynep'in gözleri çoktan başka bir noktaya kilitlenmişti. Elleri yumruk olmuş, o dakikaya kadar kendini zorla tutan genç kadının gözlerinden yaşlar firar etmişti.
Yağız'ın hayali bile yüreğini bu kadar yakıyorsa... Ya gerçeği karşısında olsaydı? Zeynep'in kalbi o an oracıkta durur, ruhu sonsuzluğa teslim olurdu belki de.
Ah Zeynep... Bilseydi sevdiği adam burda ve o tahtta çaresizce oturduğunu, gözyaşlarıyla süzülen yüzüne böyle uzaktan bakarmıydı... Gözlerini sımsıkı yumdu. Yeniden açtığında Yağız'ın silueti hâlâ oradaydı. Delirdiğini düşündü. Gerçek olamazdı. Ama... O kadar net, o kadar canlıydı ki.
Kadınların söylediği hüzünlü türkü sona erdiğinde, tepsi Zeynep'in tam önüne kondu. Yüzü kırmızı duvakla örtüldü. Tüm salon sessizliğe bürünmüştü. Lewent ise yüzünde kazandığını sandığı zaferin aptal gururuyla sırıtarak etrafına bakıyor, tahtında bir kral edasıyla oturuyordu. Oysa o taht, birazdan mezarı olacaktı...
İşte tam o sırada Leyla ve Senem, yüzlerinde alaycı ama bir o kadar da tehditkâr bir tebessümle kalabalığın arasından sıyrılıp öne çıktılar.
"Ah aşk olsun enişte!" dedi Leyla, sesi tok ve meydan okurcasına. "Bizsiz kına mı olurmuş hiç? Biricik kardeşimizi alırken bizi davet etmeyi nasıl unutursun?"
Tahtın önünde öyle bir dikildiler ki, Zeynep'in sönmek üzere olan umudu yeniden alevlendi. Gözleri heyecanla parladı, yaşlar bu kez sevinçle süzüldü yanaklarından. Kalbi umutla çarparken, dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm belirdi.
Lewent'in yüzündeki o küstah gülümseme ise bir anda dondu. Yerini şaşkınlık, ardından da öfke aldı.
"Siz?!" dedi, sesi titreyerek.
"Evet, biz," dedi Senem, dudak kenarında sinsice bir gülümsemeyle. "Sen unutsan da biz gelmeyi ihmal etmedik."
Leyla'nın bakışları sanki "birazdan cezanı keseceğiz" der gibiydi. Salonun atmosferi bir anda buz kesti.
Lewent yanındaki adama bakıp kaşları ile Leyla ve Senem'i almalarını istedi. İki adam biri Leyla'nın, diğeri Senem'in kolundan tuttu.
Leyla ve Senem atik iki hareketle adamları yere serdi. Leyla ve ellerini silkeleyip tokalaştılar. Lewent ise buniki cılız kadının iri yarı adamları nasıl yere devirdiklerini anlamayan gozlerle baktı.
O sırada Nedim, korku dolu gözlerle oğluna doğru hızla geldi ve eğildi.
"Lewent, hemen gitmeliyiz. Yoksa burası mezarımız olacak," dedi telaşla. Basıyla da adamlara işaret verdi yanlarına gelmeleri için.
Lewent kaşlarını çatarak yüzüne döndü. "Ne saçmalıyorsun? Neler oluyor?"
Nedim aceleyle yaptığı o kısa telefon konuşmasını anlattı. "O buradaysa, kellemizi almadan gitmez. Bırak bu salak kızı. Sana kadın mı yok? Hadi oğlum, ben seni kaybedemem!"
Tam o anda Leyla kükredi: "Hop hop! Ağzını topla babalık. Kimse benim kardeşime 'salak' diyemez!"
Ortamın enerjisi bir anda değişti. Herkes diken üstündeydi.
"Sen sus kadın! Burada oğlumun hayatı tehlikede. Başlatma kardeşinden!" diye bağırdı Nedim. Leyla ağzının ortasına yumruk atmamak için zor zapt etti kendini.
Lewent'in gözlerinden öfke fışkırıyordu. Henüz ne Yağız'ı ne de Cihan'ı tanıyordu. Ciddiyetin farkında değildi.
"Baba, iki çapulcudan korkup kaçacak değilim. Her yerde adamlarım var. Daha içeri bile giremeden ölürler!" diyerek sırıttı.
Ama kaderin alayına uğrayacaktı. Çünkü...
Yağız ve Hakan, dışarıda çoktan harekete geçmişti. Planları tam da bu kaosu yaratmak, dikkatleri dağıtarak sinsi bir şekilde içeri sızmaktı. Lewent'in etrafındaki adamların neredeyse tamamı sessizce etkisiz hale getirilmişti.
Bahçenin kenarında Melike, Dilek ve Melek, Leyla ve Senem'i görünce içlerine yeniden umut doğdu. Gözyaşlarını sildiler, başlarındaki adamların dikkatini çekmemeye çalışarak birbirlerine fısıldadılar.
"Amca, bak bunlar Leyla ablalar! Ablamı kurtarmaya gelmişler!" dedi Melek heyecanla.
Bağlı oldukları için kımıldayamıyorlardı, ama Yağız ile Hakan'ın adamları birer birer indirdiğini görür görmez özgürlüklerinin yakın olduğunu hissettiler.
"Abi, geldiniz değil mi?" dedi Dilek, sevinçle.
"Geldik güzelim," dedi Yağız. "Şimdi buradan çıkıyoruz."
Zeynep ise o karışıklığın içinde hâlâ Lewent'in iğrenç nefesini ensesinde hissediyordu. Kalbi kaskatıydı. Sevinemiyordu. Çünkü hâlâ ailesine ya da arkadaşlarına zarar gelmesinden korkuyordu.
"Bak baba," dedi Lewent öfkeyle. "O iki salağı elimde tuttuğum sürece kimse bana dokunamaz. Bu da dâhil!" diyerek Zeynep'i işaret etti.
Ne büyük konuşuyordu! Ama kul plan yapar, kader kahkahasını atardı. Lewent, o tahtın ona ait olduğunu sanıyordu. Oysa taht çökmeye hazırdı.
Nedim yeniden yalvardı: "Oğlum lütfen, gitmemiz gerek! Bu adam buraya geldiyse, senin adamın mı kalır?"
"Baba yeter artık!" diye kükredi Lewent. "Gitmek istiyorsan git! Ama ben bu gece bu kadınla evleneceğim! Kimseden de korkum yok!"
Ve o an... sesi, ortamı yırtan sert bir tonla yankılandı:
"Korkun yok öyle mi, Turalı?"
Herkes başını o yöne çevirdi.
Tüm ihtişamı, öfkesi ve kararlılığıyla YAĞIZ MİROĞLU oradaydı. Üniforması olmadan bile bir komutan gibi yürüyordu. Sanki ölümün ta kendisi gelmişti.
Adımları meydan okurcasına ağır, bakışları yırtıcı bir şahin gibiydi. Ellerinde öfkeyle çarpan yumruklar vardı. Lewent'in karşısına dikildiğinde, bir kaplanın avına son kez bakışı gibi baktı.
Öyle bir gelişi vardı ki... Ölüm bile geri adım atardı.
Zeynep, oturduğu tahtan ayağa kalktı. Gelmişti işte burdaydı tam karşısında. Dudaklarından cılız bir şekilde ismi döküldü.
" Yağız" dedi ama sanki binlerce Yağiz ismi döküldü dudaklarından. Lewent kıskanç gözlerle baktı Zeynep'e. Kendisine bir kez bile gülmeyen kadın karşısında ki adamı görür görmez ayaklanmış gozleri parlamiştı.
Zeynep'in kolunu sımsıkı tuttu. Kimsenin elinden almasına izin vermeyecekti.
" Vayy Teğmen geldin demek? Gözlerimi yaşarttın. Bu nasıl aşk?" Sesinde alay gözlerinde korku vardı. Zeynep'i kaybetme korkusu.
Korumalar silahlarını çıkarıp Yağız'a doğrultular. Misafirler koşarak uzaklaşmaya basladılar. Bahcede bir anda bir curcuna koptu. Yavuz ve Cihan ise yavaş adımlar ile bahçeye girdiler. Arkalarından ise Yaren, Kadir ve Kenan....
Nedim Cihan'ı görür görmez artık kurtuluşlarının olmadığını anladı. Lewent ise gelenlere şaşkınlık ile baktı onlar nasıl kurtulmuştu. Bunlar buraya elleri kollarını sallayarak nasıl girmislerdi?
Nedim, içinde büyüyen korkuyu artık bastıramıyordu. Bu işin geri dönüşü olmadığını anlamıştı. Gözleri kalabalıkta oğlunu aradı, titrek bir sesle bağırdı:
"Silahlar indirilsin! Hemen!"
Adamları, tereddütle birbirlerine baktılar. Ama babasının ciddiyetini bilen Lewent'in gözde adamları, birer birer silahlarını indirmeye başladı. Bahçedeki gerilim yerini sessizliğe bıraktı, sadece yüreklerin atış sesi duyuluyordu artık.
Tam o anda Zeynep, Lewent'in kolundaki tutuşun zayıfladığını fark etti. Gözlerinde aniden parlayan kararlılıkla, kolunu hızla ve sertçe çekti. Lewent'in elinden kurtulduğu gibi, ayağındaki topuklulara aldırmadan Yağız'a doğru koşmaya başladı.
Sanki dünya durmuş, zaman sadece onun için akmaya başlamıştı.
Yağız, kollarını açtı. Sevgilisinin gözleri gözlerine değdiği anda, yüreği yerinden fırlayacak gibiydi. Zeynep, hızla boynuna sarıldı. Tüm vücudunu Yağız'ın bedenine yasladı. Ağlamıyordu... Ama gözlerinden damlayan yaşlar, içindeki fırtınaların şahitleriydi.
"Geldin..." dedi Zeynep, sesi titreyen ama içi huzurla dolmuş bir fısıltı gibi.
Yağız, başını onun boynuna yasladı. Kollarını beline sarıp sıkıca sardı kadınını. " Sana geldim." Gözleri doldu, ama ağlamadı. Çünkü onun gözyaşı, kadınına dokunmaktı. İşte şimdi tamdı her şey. Eksiksiz, sağlam ve gerçek...
Kavuşmaların en sade, en dokunaklı hali... orada, o bahçede yaşanıyordu.
Ama mutluluk uzun sürmedi. Çünkü karanlık kalpler hiçbir zaman kolay pes etmezdi.
Lewent, olanları şaşkınlıkla izlerken yüzü bir anda gerildi. Göz bebekleri küçüldü. Kalbi, yıkılan egosunun enkazında nefretle çarpmaya başlamıştı.
"Benim olmayan, kimseye de yar olmasın..." dedi içinden.
Eli yavaşça beline gitti. Soğuk metalin varlığıyla birlikte gözleri karardı. Silahını çıkardı. Nefretle dolu bakışlarla, Zeynep ve Yağız'a doğrulttu namluyu. Hedefini netleştirdi. Parmağı tetiğe gitti...
Ve o saniyede bir gölge, yıldırım gibi üzerinden geçti.
"Hayır!" diye haykırdı Leyla.
Lewent'in bileğini son anda yukarı itti, silah patladı ama kurşun göğe savruldu. Sadece bir kuş havalandı korkuyla... Leyla nefes nefese kalmıştı.
"Bir kez daha dokunmana izin vermem!" dedi, sesi keskin bir hançer gibi.
Yağız, Zeynep'i arkasına aldı. Onu bir daha asla yalnız bırakmayacaktı.
Lewent'in elleri titriyordu. Silah yere düştü. Gözleri karanlık, yüzü hezimetti.
Ve o an... Zeynep ilk defa hiç korkmadan gözlerinin içine baktı:
"Bitti." dedi sessizce ama kararlı bir tonla. "Senin hükmün bitti."
Yavuz, yırtıcı bir aslan edasıyla iki uzun adımda Leyla'nın yanına vardı. Öfkesi bedenine sığmıyordu. Gözleri öfkeyle kısılmış, çenesi kasılmıştı. Bir an bile tereddüt etmeden, savurdu yumruğunu.
Lewent'in yüzüne saplanan o ilk yumruk, sanki sadece etine değil, yıllardır kurduğu kirli düzenin temeline de inmişti. Lewent, aldığı darbeyle sendeledi ve gürültüyle yere düştü. Yüzü öfke, korku ve acının karışımı bir ifadeyle buruşturuldu.
Yavuz, karısını arkasına aldı. Bir koruma içgüdüsüyle onu saklarcasına bedenini siper etti. Leyla'nın gözlerinde ise korku yoktu artık, yalnızca gurur ve huzur vardı.
Lewent, burnunu tutarak sendeleye sendeleye ayağa kalktı. Gözlerinden nefret fışkırıyor, ama karşısındaki adamın duruşu bile yeterince gözdağı veriyordu.
Yavuz, yeniden yaklaşırken tek kelime etmedi. Sessizliğin içinden yükselen öfkesini ikinci bir yumrukla dışa vurdu. Ardından üçüncü geldi. Yumruklar, birer hesap gibiydi, birinin, bir kadının, bir ailenin ve onca insanın intikamıydı hepsi.
Lewent, yeniden yere yığıldı.
Yavuz başında dikilirken, sesi kısık ama tok bir şekilde konuştu:
"Senin ecdadını da, soyunu da sikerim lan! Bir daha o el bir masuma kalkarsa, kolunu bedeninden söker atarım! Şerefsiz piç!"
Etraf çoktan Yavuz'un ve Cihan'ın adamları tarafından sarılmıştı. Silahlar toplanmış, tüm adamlar bir araya getirilmişti. Bahçede artık bir sessizlik hâkimdi, yalnızca ağızdan ağıza yayılan korku ve şaşkınlık fısıltıları duyuluyordu.
Cihan, yüzü ifadesiz ama bakışları keskin, Nedim'in tam karşısına geçti. Sert bir tonla konuştu:
"Al adamlarını, defol git buradan. Ama oğlun bizle kalıyor."
Nedim şaşkınlık ve korkuyla Cihan'a baktı. Ne yapacağını bilemedi. Ağzından çıkan sözler artık sadece birer yalvarıştı.
"Ne olur... O benim oğlum... Onu burda bırakamam, bak..."
Ama Cihan, yılların kararlılığıyla netti:
"Bugün burada adalet yerini bulacak. Bu işin pazarlığı yok."
O sözle birlikte Nedim'in tüm direnci kırıldı. Bakışları sönmüş, omuzları düşmüştü. Yenilmiş bir adam gibi başını eğdi, adamlarını yanına toplayarak sessizce oradan uzaklaştı.
Bahçede kısa bir süre sonra ailelerin kavuşma anları yaşandı. Kadir ve Kenan, gözyaşlarıyla babaları Rıza Bey ve anneleri Rukiye Hanım'a sarıldılar. Hasretle, boğazları düğüm düğüm... Ardından Melike, Melek ve Dilek... Tek tek kucaklaştılar.
Sonunda sıra Zeynep'e gelmişti. Kadir ile göz göze geldiler. Gözlerinden süzülen yaşlarla, içi titreyerek Kadir abisine sarıldı. Defalarca özür diledi Zeynep.
"Affedin beni... Ne olur affedin, sizi bu hale getirdigim için, sizi koruyamadığım için..."
Kadir, kardeşinin sırtını okşayarak sadece şunu söyledi:
"Geçti gitti Zeynep... Her şey geçti."
Ama Zeynep'in içindeki fırtına kolay dinecek gibi değildi.
O sırada, yerde yarı baygın hâlde yatan Lewent ayılmaya başlamıştı. Yağız'ın gözleri bir kez daha ateşle doldu. Hiç konuşmadan, bir anda adamın yakasına yapıştı. Öyle bir öfkeyle dövdü ki onu, her yumruğunda yaşanan her acının bedelini ödetircesine...
Ardından Lewent'i sürükleyerek dışarıdaki aracının yanına götürdü. Aracın arkasına bir halatla bağladı.
Yağız dişlerinin arasından tıslayarak konuştu:
"Benim sevdiğim kadına dokunmanın bedelini ödeyeceksin."
Motor çalıştı. Lewent, yalın ayak ve perişan hâlde, çamurlu zeminde metrelerce sürüklendi. Gömleği paramparça olmuş, yüzü kana bulanmıştı. Bağıracak hâli kalmamıştı; sadece sürünüyordu.
İşte Yağız Miroğlu'nun adaleti böyleydi: Sessiz, acımasız ve unutulmaz.
Arkasından gelen Hakan hızla arabaya yetişti. Aksi hâlde Korhan Albay, bu durumu affetmezdi. Hakan müdahale edince Yağız frene bastı. Arabayı durdurdu. Çünkü o bir katil değildi; ömrünü vatanına adamış bir askerdi.
O sırada Yavuz ve diğerleri de dışarıya çıktı. Kapının önüne geldiklerinde, ayaklarından vurulmuş iki adamı gördüler. Bunlardan biri, birkaç dakika önce Leyla'ya sarkıntılık etmiş olan kişiydi.
Leyla gözlerini kısarak adamın üzerine yürüdü. Onunla görülecek bir hesabı vardı. Sabaha kadardı demek... Ona sabahı göstermeye kararlıydı.
Adam acı dolu gözlerle Leyla'ya baktı.
"Yardım et... Ne olur..." diye inledi.
Yavuz, adamın gözlerini oymak ister gibi adım atacakken Leyla önce davrandı. Ayağını adamın yarasına bastırdı, saçlarından kavrayıp başını geriye çekti ve sert bir tokat savurdu.
"Bütün gece, ha? Hadi bakalım, şimdi gör bakalım bütün gece neymiş!"
Yüzüne doğru tıslarcasına konuştu. Ardından ayağını adamın kasıklarına sertçe savurdu. Adam çığlıkla iki büklüm oldu.
Senem, şokla sahneyi izlerken bir yandanda korkuyordu Yavuz'un duymasından.
"Ne gecesinden bahsediyor bu?"Diye sordu Yavuz.
Adam inledi ve ağzından şu cümle döküldü:
"Ama sen abinin metresi değil miydin? Ne oldu şimdi?"
Söz, Senem'in kafasına bir kurşun gibi saplandı. Yavuz ise duyduğu kelimeye inanamaz hâlde, önce gözlerini kısmıştı, sonra...
"Metres mi dedi o?" Gözlerinde Sinop'u ateşe verecek bir öfke vardı.
Senem, gözlerini kaçırarak kafasını çevirdi.
"Senem!" diye dişlerinin arasından hırladı Yavuz.
Senem, çaresizce olanları anlattığında, Yavuz iki adımda adamın üstüne atladı. Yumruklar art arda indi. Ne Leyla'nın "Dur!" diye bağırışı, ne de Senem'in yalvarışı Yavuz'u durdurabildi.
"Lan benim karıma bir de sulandın ha?! Senin gelmişini geçmişini sikerim! Orospu çocuğu, şeref yoksunu piç!"
Her kelimesi bir yumruktu, adamın suratında kırılmadık kemik bırakmamıştı.
Leyla dehşetle bakıyordu Yavuz'a. İlk defa onu böyle gözü dönmüş bir hâlde görüyordu.
Yavuz, öfkesini alamayınca çevresine bakındı:
"ADEM!" diye kükredi.
Adem hızla geldi.
"Bunu alın götürün! Bir daha hiçbir kadına bakamasın. Önündeki fazlalıktan kurtarın. Karı gibi yaşasın bu piç!"
Kızlar dehşet içinde gözlerini kaçırdı.
Bu kadarını yapar mıydı peki?
Leyla biliyordu... Konu kendisiyse Yavuz her şeyi yapardı.
Adem ve Aziz adamı sürükleyerek arka tarafa götürdüler. Adam yarı baygındı.
"Pantolonunu indir," dedi Yavuz.
Adem kemeri çözdü, pantolonu sıyırdı. Yavuz cebinden bıçağını çıkarıp Aziz'e verdi. Çünkü biliyordu: Adem bunu yapamazdı. Aziz ise geçmişte defalarca böyle işlerin içinden çıkmıştı.
Aziz, kararlı bir şekilde eğildi ve...
Adamın çığlığı gökyüzüne yükseldi. Ardından tam anlamıyla bayıldı.
"Götürün bunu. Ağzına da şeyini tıkın, tüm dünya Yavuz Miroğlu'nun karısına yan gözle bakılmayacağını öğrensin!" dedi.
Adamın yüzüne tükürerek ön tarafa doğru yürüdü.
O sırada Tahir, omzunda uzun namlulu silah, ağzında sigarasıyla aheste adımlarla geliyordu.
Senem, dolu dolu gözlerle ona baktı. Tahir böyle olsun istemezdi, ama Yavuz'dan bir şey gizlemek imkânsızdı. Senem gibi biri için özellikle...
Tahir, sigarasını yere atıp silahını omzundan indirdi. Hızla sevdiğinin yanına geldi.
Senem, gelen nişanlısına sıkıca sarıldı. Gözyaşları Tahir'in göğsüne düşüyor, ince gömleğini ıslatıyordu.
"Hişşş... Geçti güzelim..." diye fısıldadı Tahir, olanlardan henüz tam habersiz.
Ama herkes hak ettiğini bulmuştu...
Bir kişi hariç.
Macit.
Olanlardan habersiz, evin bodrumunda elleri bağlı, yüzü gözü kan içinde kurtarılmayı bekliyordu. Melek ve Dilek, her şeye rağmen babaları olan adamın yerini söyleyince, Adem ve Mitat onu bulup sürükleyerek kapının önüne getirdiler.
Yavuz, zifiri karanlık gözlerini Macit'in gözlerine dikti...
"Şu adamları görüyor musun? Sonunun onlar gibi olmasını istemiyorsan bir daha kumar oynamayacaksın."
Eliyle Dilek ve Melek'i işaret etti.
"O iki kıza adam gibi babalık yapacaksın. Ama önce Zeynep'e yaşattığın korkunun bedelini, hesabını vereceksin."
Macit, korku dolu gözlerle baktı Yavuz'a.
"Söz beyim... Ben hatamı anladım. Bir daha tövbe..." dedi ama bu söz, Yavuz için bir çözüm değildi.
"Hangi elinle imzaladın Zeynep için o senetleri?"
Sesindeki tehdit açıktı. 'Sakın bana yalan söyleme' der gibiydi.
Macit, korka korka sol elini gösterdi. Yavuz hiç tereddüt etmeden silahını çıkarıp onun sol eline ateş etti.
Adam acıyla yere çöktü. Dilek ve Melek, içleri giderek baktılar babalarına. Yaptıklarını hak ettiğini biliyorlardı ama yine de vicdanları, ona üzülmelerine engel olamıyordu.
"Bu, ilk ve son uyarım Mac..."
'İt' kelimesini özellikle uzatarak bitirdi sözünü.
"Bir daha kumar oynarsan, bu defa kafana sıkarım. Anlaşıldı mı lan?"
Korkudan tir tir titreyen Macit, acıyla bileğini tutarken zar zor bir sesle:
"Söz..." diyebildi.
Yavuz başını çevirdi, adamlarına seslendi:
"Bunu da hastaneye götürün."
O gece Sinop çok şeye tanık oldu...
Yaren'in gözü karalığı, Leyla'nın cesurca adamların inine girişi, Yağız'ın yakıcı intikamı ve Yavuz Miroğlu'nun şaşmaz adaleti...
**********************
" Zordur acıyla sınanmak, iliklerine kadar dolup yinede susmak..."
Hastanede yapılan ilk müdahalenin ardından, tetkikler yapıldı ve herkes doğruca Babadağların evine geçti.
Rıza Bey, misafirlerini kendi evinde ağırlamak istemişti. Uzun zamandır görmediği yeğeni Zeynep ile baş başa vakit geçirmeye can atıyordu. Bu isteğini Yavuz'a iletmiş, o da anlayışla karşılayıp kabul etmişti. Cihan her ne kadar gitmek istediğini söylese de Rıza Bey bu defa ısrarcı olmuş,
"Bu akşam burada kalacaksın," diyerek ona da izin vermemişti.
Ev, iki katlı ve geniş bahçeliydi. Girişteki tahta kapının ardından küçük bir veranda uzanıyordu. Bahçenin bir köşesinde dut ağacı, diğer köşesinde ise eski ama sağlam bir ahşap salıncak duruyordu. İçeri girildiğinde, genişçe bir salon ve yan tarafa açılan büyük bir mutfak karşılıyordu gelenleri. Her yer tertemiz, huzur dolu bir sadelikle döşenmişti.
Zeynep, eve girer girmez üzerindeki bindallıyı çıkardı. Bir an bile düşünmeden, elindeki bindallıyı buruşturup çöpe attı. O elbise, ona ait olmayan bir hayatın simgesiydi ve artık arkasında kalmıştı. Yağız, o an da dahil olmak üzere her saniye onun yanındaydı. Elini tutmasa bile, varlığını Zeynep'in yanı başında hissettiriyordu. Gözleriyle koruyor, bakışlarıyla sarıyordu sevdiği kadını.
Mutfakta, kadınlar hummalı bir şekilde yemek hazırlığına girişmişti. Rukiye Hanım, yeğenini görünce daha fazla dayanamadı. Ocağın başından dönüp Zeynep'i yanına çekti.
"Gel buraya kuzum," dedi, sesi titrek ama şefkatliydi.
Zeynep, yengesinin kollarına girdi. Rukiye Hanım sıkıca sarıldı, saçlarını okşadı, kokladı.
"Çok özledim seni. Gözüm yollarda kaldı," diye fısıldadı Zeynep'in kulağına.
Kızlar da dayanamayıp Zeynep'e sarıldılar. Melek ve Dilek, ablayla kavuşmanın huzurunu içten içe yaşıyordu. Gözlerinde pişmanlık, sarılışlarında özlem vardı.
Evde sıcacık bir aile ortamı hakimdi. Sofraya kadınların elinden çıkma nefis yemekler konuldu. Herkes yavaş yavaş toparlandı, sofraya oturdu. Sohbetler başladı, kahkahalar yükseldi, zaman zaman duygulu bakışlar havada asılı kaldı. Ardından demlenen çaylar geldi, yorgun ama huzurlu yüzlerle yudumlandı.
Bu gece... belki de her şeyin değişeceği geceydi. Sessizce filizlenen duyguların başlangıcı...
Hakan, geldiği andan itibaren gözlerini Melek'ten alamamıştı. Kumral saçları ve Zeynep'e benzeyen yeşil gözleri, genç adamı bir mıknatıs gibi çekiyordu. Melek utangaç ama farkında bir bakışla karşılık verirken, aralarında adı konmamış bir bağ oluşmaya başlamıştı bile.
Yağız, yanında oturan Hakan'ın dirseğine sertçe vurdu. Gözlerini Melek'ten alamayan kardeşine, gözlerini kıstı:
"Gözlerine sahip çık lan, başımıza bela alacaksın." dedi, uyarırken bile sesini alçak tutmuştu.
Kadınlar mutfakta tatlı tatlı sohbet ederken; salonda erkekler daha ciddi, daha ağır başlı bir havaya bürünmüştü. O esnada Yavuz, yanında oturan Rıza Bey'e döndü. Sesi net, duruşu dimdikti:
"Rıza Bey, kusura bakmayın... Bu şekilde tanışmak istemezdik. Lakin kader, bizi böyle bir zamanda bir araya getirdi."
Rıza Bey başıyla onayladı karşısındaki genci. Yavuz'un gözlerinde saygı, sözlerinde samimiyet vardı.
"Bunu söylemek elbette bana düşmezdi ama büyüklerim şu an burada değil. Bu yüzden, müsait bir zamanda, hayırlı bir iş için tekrar kapınızı çalmak isteriz." dedi Yavuz, kardeşinin gözünü koymuştu artık. Gelmişken işin resmiyetini de başlatmak istiyordu.
Rıza Bey derin bir iç çekti. O da karşısındaki delikanlının ne kadar kararlı ve dürüst biri olduğunu anlamıştı.
"Yavuz Bey oğlum, sizlerin hakkını ödeyemeyiz elbette. Bunca zaman kızımıza aile oldunuz, yuva oldunuz; koruyup kolladınız." dedi, sonra gözleri Zeynep'e kaydı.
"Lakin biz önce bir toparlanalım. Ben güzel kızımla baş başa konuşayım. Elbette kapımız size her daim açık."
Bu söz, gecenin en yumuşak ama en net vaatlerinden biriydi. Hem kabul, hem de ailece onay demekti.
Kadir, gözlerini Yaren'e dikmişti. Onun Karadeniz'i andıran o duru mavi gözlerinde sessizce boğuluyordu. İçinde büyüyen his, adı konmamış bir özlemle birleşmişti. Aşk dediğin, sevmeyi bilene yakışırdı; bilmeyenin elinde heba olur, savrulurdu. O ise, gözlerinin içine bakarak sevdiğini sustukça anlatıyordu.
"Aşk, yüreği olanı büyütür, olmayanı yakar. Kimi sevdayla tamamlanır, kimi onun ağırlığında ezilir."
Herkes yorgun olduğu için odalarına çekilmisti. Kızlar, hep birlikte bir odada kalacaktı. Hem kiz gecesi yapacaklar, hem de uzun zaman sonra hasret gidereceklerdi. Gülüşmeler, sessiz fısıltılar ve arada bir yükselen kahkahalarla odaları neşe dolmuştu.
Erkekler için ise iki oda ayarlanmıştı. Bir odada Yağız, Hakan, Kenan, Adem, Aziz ve Mitat kalıyordu. Diğer odada ise Cihan'in adamları kalıcaktı. Rukiye hanım, Yavuz ve Leyla'ya ayrı bir oda ayarlamıştı ama Leyla, "Kızlarla kalacağım" diye tutturunca Kadir, Cihan, Tahir ve Yavuz aynı odayı paylaşmak zorunda kalmıştı.
Cihan , bütu gece Yavuz ile alay etmişti. " Evlisin bizim gibi saplarla takılıyorsun. Vah ağam vahhh." Diyerek.
Hayat, onları sabaha daha güçlü, daha emin adımlarla ve daha mutlu yarınlara kaldıracaktı.Hepsinin içinde, bir yerlerde yarım kalmış birsey vardı. Şimdi o eksikler birer birer tamamlanacaktı.
Gece ilerledi. Ev sessizliğe bürünmüştü. Kadir, uykusuz gözlerle yatakta dönüp durduktan sonra verandaya çıkmıştı. Bir sigara yaktı, usulca ciğerine çekti. Gökyüzünde yıldızlar sakince parlıyordu.
Zeynep, su içmek için kalktığında mutfağın camından Kadir'i gördü. Usulca yanına çıktı.
"Uyku tutmadı mı?" dedi cıvıl cıvıl sesiyle.
"Gel cimcime," dedi Kadir kolunu yana açarak.
Zeynep o güvenli kollata sığındı. Öz abisi olsa ancak bu kadar severdi.
Rıza bey ve Rukiye Hanım, içeriden perdeleri aralayıo çocuklarını izlediler. Sessizce birbirlerine baktılar, icten bir " Şükür" ile....
"Size bir şey olacak diye çok korktum abi..."
Kadir, sigarasından derin bir nefes çekti. Sonra dumanını, sanki içindeki bıtün korkularla birliktr gökyüzüne üfledi.
" Geçti. Hepsi bitti güzelim..." Bir an sustu, sonra gülümsedi.
" Ee nedir bu hayırlı iş, anlat bakalım ?"
Zeynep, gözlerini kaçırdı. Yüzü hafif kızardı.
" Abi sana siyleyecektim ama... Olaylar karşınca fırsat ol.adım Yağız... Yani.... Anlamışsındır zaten." Kadir göz kırptı.
"Anlamamak ne mümkün? Adam senin için dağları aşıp gelmiş."
"Hakkınızda hayırlısı olsun birtanem," diyerek Zeynep'in başına bir öpücük kondurdu.
Yaren, doku dolu gözlerle izliyirdu onları. Yanı daki boşluğu fark edince, bir an Zeynep'in başına birsey geldi sanıp korkuyla kalktı. Sesleri duyunca verandaya yöneldi. Sevdiği adamı ve Zeynep'i o halde görünce, Yavuz'la yaşadıkları gozlerinij önüne geldi. Yavuz da onu hep böyle sarıp sarmalamıştı ....
Duygularını gozlemek istercesine gözyaşlarını silip, yüzüne yapmacık bir tebessüm takındı. Hafif sahte bir kızgınlıkla adımlarını hızlandırdı.
"Kaçak! Her yerde seni aradım. Basına bir şey geldi sandım!"
"Ben varken kimse onun kılına dokunamaz," dedi Kadir kararlı bir sesle.
"Gelsene," dedi Zeyneo, elini uzatarak yanına çağırdı. Yaten usulca yanlarına oturdu, başını Zeynep'in omzuna koydu.
"Bugün çok korktum be Zeyno. Size birsey olacak, bir daha göremeyeceğim diye..."
Aslında bu bir itiraftım Zeyneo, onun kendisi için korktuğunu sanıyordu ama... Yaren "Size" demişti. Baska kim için korkmustu?
Kadir, Zeynep'in saçlarında duran elini uzatıp Yaren'in saçlarına hafifçe dokundu. O an depoda onu ilk gördüğüan gekdi gözünün önüne. Şaşırmıştıama daha çok o adamlardan zarar görmesinden korkmustu.
Zeynep, yandan Kadir abisine baktığında Yaren'e olan bakışlarını fark etti. Bir anda taşlar yerine oturdu.
"Oha!" Dedi, içinden söylediğini sanarak. Ama Kadir ve Yaren duymuştu onu.
Yaren, kafasını kaldırıp şaşkınlıkla baktı dostuna.
Zeynep bir Kadir'e bir Yaren'e bakıyordu şaşkınlıkla. Olabilir miydi? Yok yok.. ama evet , belliydi bakışlarından!
"Yaşasııın!" Diye çığlik atarak ayağa fırladı. Kadir ve Yaren ona deli görmüş gibi baktılar.
"Kızım bağırmasan millet uyanacak! Ne oldu da delirdin gece gece?"
Siz ikinizz... Şeysiniz?" İki elinin işaret parmağını birbirine sürterek imada bulundu.
Yaren'in gozleri irice açıldı. Utanmıştı.
"Yuh Zeynep, ilan etseydin bari kızım ," dedi Kadir hafif bozulmuş bir sesle.
Zeynep, kollarını açıp ikisine birden sarıldı.
" Yaaa, çok sevindim?" Diye fısıldadı.
"Kızım dur , boğacaksın bizi!" Yaren hâlâ şoktaydı . Nasıl anlamıştı ki? Oysa çok dikkat etmişti. Hatta hastanede bile Kadir'den uzak durmuştu...
Zeynep, iki sevgilinin ortasına oturdu.
"Anlatın bakalım, ne zaman başladınız?"
Yaren öksürmeye başladı. Kadir ise Zeynep'e ters ters bakıp" senin yapacağın işi.." dedi içinden. Masada duran sürahiden bir bardak su doldurdu.
"Yaren, hadi güzelik bir yudum iç." Yaren bir dikişteiçti suyu. İçi yanmış çölde kalmış gibiydi. Eli ile dudaklarını sildi.
" Be... Ben yatıyorum, sende gekirsi ," deyio koşarak uzaklastı.
"Al iste,utandırdın kızı. Kızım senin ayarın yok mu?"
"Ay ne var utanacak? Bende onun abisiyle... şeyim..." dediğini fark edince elini ağzına kapattı. Sonra hızla yerinden kalktı.
"Ben çok yoruldum, yatayım bari..." Deyip odasına kaçtı. Kadir arkasından gülerek:
"Kaçın bakalım cadılar," dedi.
Odaya geldiğinde Yaren çoktan yatmış, pikeyi başına kadar çekmişti. Zeynep de yanına kıvrıldı.
"Tek kelime edersen seni öldürurüm Zeynep,"
Zeynep ise dudaklarına fermuar işareti yapıp arkasını döndü. Ama içten içe kırkırdamaya devam etti.
Sabah Kahvaltı sonrası vedalaşıp yola çıktılar. Rıza Bey, Yavuz'a "Artık sıra bizde, sizi de bekliyoruz" diyerek davetini yineledi. Zeynep için ayrılmak bir kez daha zor olmuştu.
Hava kararırken Antep sokakları sessizliğe büründü. Cihan Urfa'ya doğru ayrıldı, Yağız ve Hakan ise Şırnak'a, Korhan Albay'ın yanına gittiler. Yavuz ve kızlar ise konağın sokağına girdiler. Tahir de evine geçmişti.
Konaktan içeri girdiklerinde kimsenin yatmadığını, hatta Yade Zergül'ün bile avluda onları beklediğini gördüler.
Azade Hanım ve Leyal Hanım, Zeynep'e sıkıca sarıldılar. Onun için anne şefkati demek, bu demekti... Gözyaşları sel oldu o dakikalarda.
Yade Zergül, elini uzattı Yavuz'a.
"Yade, ben niye öpüyorum? Kaçırılan Zeynep'ti?"
"Köpek! Önce sen öp. Onlar her halükarda öper," dedi.
Yavuz sabır çekerek babannesinin elini öptü
"Ana çok yorgunuz, yarın ağlaşırsınız. Hadi herkes yatsın. Sabah bol bol dedikodu yaparsınız," dedi Yavuz.
Yade Zergül başını salladı:
" Torun haklıdır. Herkez odasına." deyip bastonuyla kendi odasına gitti.
Herkes odalarına çekilmeye başladı.
Yavuz ve Leyla odalarının olduğu kata çıktığında Leyla koşarak eşine yetişti, elini omzuna attı:
"İyi işti be ortak " dedi.
Yavuz , bir kol hareketiyle karısını kucağına aldı. Hasret kaldığı o dudaklara kendi kalın dudaklarını bastırdı.
"Demek sabaha kadar." Oda karısına bu gece gösterecekti sabahı.
Bu gece, onlar için uzun ve uykusuz geçecekti. Yavuz'un açlığı, Leyla'nın hormonlarıyla birleşince... Uykunun adı bile anılmayacaktı.
Sabah olduğunda her şey değişmiş olacak, hepsi yepyeni hayatlara uyanacaktı...
Bölüm sonu canlarım, lütfen satır arası yorumları unutmayalım. Umarım beğenir ve keyifle okursunuz.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 29.04k Okunma |
2.55k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |