
Canlarım ben geldim. Biliyorum sık sık bölüm istiyorsunuz ama bazen imkan olmuyor yazmaya bende istoyorum sizlere her hafta bölüm atayım maalesef mümkun olmuyor. Elimden gekdigince sizlere bölüm atmaya çalışacağım. İnanıyorum sizler bana her halikarda destek olursunuz beklersiniz. Sizin gibi ailem olduğu için çok şanslıyım. Hatalarim yanlışlarım kusurlarım hala var elimden geldikçe düzenlemeye çalışıyorum. Bazen hatalar yapıyorum ama mümkün olduğunca okuyabileceğiniz bolumlerle sizleri buluşturmaya gayret ediyorum. Satır arası bol bol yorumlar yapalım lütfensadece beğenip geçmeyelim. En azından verilen emeğe değer diye düşünüyorum. Sizleri seviyorum canlarim...
Tiktok, İnstagram, Kitappad ve Dream hesabım
👇👇👇👇👇
( 55Cerkezkizi055 )
__________________________________________
" Hangi hüznûme sığdırsam seni,
Hangi acıma ortak etsem..
Hangi gözyaşıma teselli
Hangi sevincimde sana gelsem...
Hangi sözün unutturur çektiklerimi
Hangi gülüşünde kaybederim kendimi.
Hangi yeminin derman olur yaralarıma
Hangi duan kavuşturur seni bana...
Hangi rüyanda senle buluşuruz,
Hangi söylediğin şarkı avutur beni.
Hangi mısra da bulurum seni.
Yada hangi evrende kapatırız gözlerimizi....."
=55Çerkezkizi055=
Bölüm Şarkısı: Gülay- Oy Gelin
"Bazen kadın olmak; savaşmadan yaşamak değil, yaşarken savaşmaktır..."
Zordur kadın olmak.
Daha doğmadan başlar çilemiz.
Doğarız, istenmeyiz.
Büyürüz; göz hapsine alınırız.
Genç kız oluruz; yasakların gölgesinde geçer gençliğimiz.
Evleniriz; her türlü eziyete boyun eğeriz.
En sonunda, eksik yanımızdan vurulur, eziliriz.
Kadınız ya... hep "eksik etek" sayılırız.
Oysa bir erkeği doğuran da bir ana, bir kadın değil midir?
Peki, diller neden bilmeden konuşur?
Neden bu kadar kolay dökülür dillerden zehir?
"Kadın"ı hor görüp, yaralayıp, sonra da "kuma" diye ortalıkta inlemeye ne hakkınız var?
Kadınsan, hayata bir sıfır geriden başlarsın.
Ama yılmazsın.
Tırnaklarınla kazırsın o karanlık duvarları.
Zafere, gücüne, onuruna böyle ulaşırsın.
Yürüdüğün yolda çakıllar olsa da, karşına çıkan çakallar olsa da ne yazar?
Biz kadınız!
Eksik etek görülen... ama yıkılmaz dağlar gibi dimdik duran...
Cesur, gözü kara, yiğit kadınlarız!
Ve Leyla...
O da bu kadınlardan biri.
Yolunun çetrefilli, kaderinin sert olduğuna bakmadan yürümüş.
Yıkılmış ama küllerinden doğmuş.
Ne hayattan, ne insandan korkmuş.
Boyun eğmemiş kimseye...
Ama...
Tek bir söz yetmişti.
Omuzlarını düşüren, başını önüne eğdiren o tek cümle...
Konağa ne hayallerle gelmişti...
Şimdi ise Yavuz'un kollarında, bir hastane odasında hayata tutunmaya çalışıyordu.
Zaman Leyla için hızla akıyor...
Ama Yavuz için durmuştu.
Çünkü Leyla yoksa, yaşamanın da bir anlamı yoktu.
Onun hayatı, nefesi, kalbi sadece bu kadındı...
Hastane koridorunda sessizlik vardı.
Dillerde dua, gözlerde yaş...
Tüm Miroğlu ailesi oradaydı.
Oysa sabaha umutla başlamışlardı...
Ta ki ağalar çıkagelene dek.
Yavuz, o anı tekrar tekrar yaşıyordu zihninde.
Adem'in kollarında solan kehribar gözlüsünü, Leyla'sını...
Adem'in yankılanan "Yenge!" sesi...
Firuz Ağa'nın ağır sesiyle "Kuma!" deyişi...
Ve Yade Zergül'ün, konağın balkonundan inen sesiyle ortalığı susturuşu...
"Bana bak Firuz Ağa...Senin konuşan o dilini köpeklere yem ederim! Siz kimsiniz ki torunumun üzerine kuma getirmeyi düşüneceksiniz? Çabuk terk edin konağımı!
Ben daha ölmedim! Buradayım! Torunlarımın selameti size düşmez! De hayde... yolunuz açık olsun!"
Ve Yavuz...
Katran karası gözlerini ağalarda gezdirmiş, içindeki yangını dizginleyerek fısıldamıştı:
"Dua edin benden büyüksünüz.Dua edin... karıma bir şey olmasın.Yoksa taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmam."
Leyla'yı kucakladığı gibi hastaneye koşmuştu... Kanaması vardı. Yavuz'u en çok endişelwndirende buydu....
Ve şimdi, bir saattir...
Hayatının gözlerini açmasını bekliyordu.
Yaren, Leyla ile ilgilenen hocasının odasına geldi. Kapıyı, yumruk yaptığı eliyle iki defa tıklattı. İçeriden "Gel!" sesini duyunca, kulpu indirip içeriye girdi.
"Gel Yaren'ciğim, buyur."
"Hocam, yengemin sonuçları çıkmış. Durumunu biliyorsunuz zaten. Yengem, abime ve aile üyelerine kendisi açıklamak istiyordu. Şimdi böyle bir durumda ne yapmamız gerekir?"
Hocası Süreyya Hanım, bilgisayarda olan gözlerini Yaren'e çevirdi.
"Yaren'ciğim, bu durumu gizleyemeyiz. Leyla Hanım'ın durumu biraz sıkıntılı, stres yapmaması gerek. Maalesef hastaneye geldiğinde ufak bir kanaması da vardı. Bu durumda en doğrusu, Yavuz Bey'e her şeyi anlatmamız olur diye düşünüyorum."
Yaren hak verdi, kendisi de olsa aynısını yapardı.
"Peki hocam, durumu abime ben anlatsam sizin için uygun mudur?"
Süreyya Hoca, Yaren'e baktı. Cerrahi asistanı olmasına rağmen işinde disiplinli ve başarılıydı. Duygularıyla olduğu kadar bilgisiyle de herkesi kendisine hayran bırakıyordu. İleride çok iyi bir cerrah olacaktı.
"Peki, sen abinle konuş. Ben de ailenle konuşayım." diyerek beraber odadan çıktılar.
Yaren, Leyla'nın olduğu odaya giderken Süreyya Doktor da aileye bilgi vermek için yanlarına gitti.
Yaren kapıyı açıp içeriye girdi. Abisi, yatağın bir kısmına hafif uzanmış, Leyla'nın başını göğsüne koymuştu. Bir elinde Leyla'nın eli, diğeriyse saçlarındaydı. İkisinin de gözleri kapalı bir şekilde duruyorlardı.
Yavuz, kapı sesini duymuştu ama parfüm kokusundan gelenin kardeşi olduğunu anladığı için gözlerini açmadan konuştu:
"Cadı, kapı vurmak adetten değil mi? Yağız ve sen, en güzel anlarımın katili olmak zorunda mısınız?"
Yaren şaşırarak abisine baktı. Oysaki çok sessiz hareket etmişti. Nasıl anlamıştı ki geldiğini?
"Abi, konuşmamız lazım. Önemli."
Konu ciddiydi ve Yaren abisine laf yetiştirmek istemiyordu.
Yavuz, kara olan gözlerini açıp bezgince Yaren'e baktı. Yine ne olmuştu acaba? diye düşünüyordu ama konunun karısı olacağı aklına gelmemişti.
Hafif doğruldu, Leyla'nın başını yastığa koydu ve yanından kalktı. Leyla, hissetmiş gibi huysuzca kıpırdanıp yüzünü buruşturdu. Yavuz, alnına bir buse kondurup:
"Buradayım güzelim." dedi.
Sesindeki tını, sakinleştirici etkisindeydi sanki. Leyla'nın buruşan yüzü, Yavuz'un sözlerinden sonra normale döndü.
Yavuz, odada bulunan kanepeyi gösterdi kardeşine ve beraber oturdular.
Yaren, söze nereden ve nasıl başlayacağını ilk defa bilemiyordu. Konu kendi ailesi olunca ister istemez daha stresli oluyordu.
"Abi, aslında bu konuşmayı Leyloş... ay pardon yengem, seninle yapacaktı. Lakin malum durumlar yaşandı, fırsat olmadı."
Yavuz, kardeşinin her sözünü pür dikkat dinliyordu.
"Ne konuşması Yaren? Sen bana 'iyi' demedin mi? Bilmediğim ne var?" diye sordu, kaşlarını çatmış bir şekilde kardeşine bakarken.
"Abim, sakin ol. Evet, bir şey vardı ama Leyla söylememize izin vermedi. Kendisi sana söylemek istiyordu çünkü. Ve bu onun en doğal hakkıydı, elinden alamazdım."
Yavuz hâlâ konuyu anlamış değildi. Tek derdi Leyla'nın iyi olmasıydı.
"Yaren, saçmalama da anlat artık. Nedir konu? Nesi var karımın? Sen nasıl bana söylemezsin? Ayrıca, her ne olursa olsun saklamamalıydın! Bunun hesabını ayrıca konuşacağız seninle. Anlat çabuk bana. Doktor terimleri kullanma, nesi var karımın? Söyle!" diyerek resmen kükremişti.
Sesini alçak tutuyordu ki Leyla uyanmasın diye ama buna rağmen Yaren yerinden sıçramıştı, öfkesi karşısında.
"Abi, haklısın ama yemin ettirdi, ne yapabilirdim? Neyse... Abiciğim." dedi Yaren, gözleri güneş gibi parlarken abisinin ellerini tuttu. Çok heyecanlıydı. Bu durumu söylemek yine kendisine nasip olmuştu.
Ama arkadan Leyla'nın cılız ve yorgun sesi duyulana kadar...
"Bağırma kıza, ben istedim kızdan susmasını."
Yavuz ve Yaren hızla kafalarını sesin geldiği yöne çevirdiklerinde, Leyla'nın uyanmış yüzünde silik bir tebessümle kendilerine baktığını gördüler.
Yavuz'un yerinden bir hışımla kalkıp Leyla'nın yanına gitmesi bir oldu. Yüzünü avuçlarının arasına alıp her bir yerini öptü.
"Çok şükür açtın gözlerini Efulim. Nasılsın? İyi misin?"
Leyla, Yavuz'un endişeli hâline kahkaha atmak istiyordu ama duydukları ve yaşadıkları yüzünden o kadar yorgundu ki parmağını kıpırdatmaya mecali yoktu. En çok da kalbi yorulmuştu. Ne savaşlar vermişti gencecik yaşında, ne acılara göğüs germişti. Şimdi ise tek tek mükafatını alıyordu ama rahat bırakmıyorlardı bir türlü.
"Yavuz, dur bir. Sakin olur musun? İyiyim, biraz halsizim sadece. Ayrıca o ağalara ne cevap verdin, onu de hele. Sonrasını konuşuruz." dedi, kehribarlarından muzurluk akıyordu. Yaren'e ise alttan göz kırptı.
Yavuz, "ağalar" kelimesini duyunca kara gözlerine kan indi. Vücudundaki bütün kan sanki gözlerine çekildi. Bakanı yakacak cinstendi. Öfkesi lav olmuş, gözlerinden taşıyordu.
"Senin tek tırnağına hepsini kurban ederim lan. Yeter ki sen yanımda ol, bana hep böyle güzel bak. Benim çocuğum da çoluğum da sensin. Başka bir şeye ihtiyacım yok. Ne ağalık umurumda, ne çocuk. Yeter ki sen iyi, sağlıklı, mutlu ol." dedi. Gözleri dolmuştu, bunları dile getirirken sesi titredi. Kaybetme korkusunu iliklerine kadar yaşamıştı Yavuz.
Leyla'nın kehribarları buğulandı, gözleri doldu. Duyduğu her bir kelime yüreğine su, yaralarına ve acılarına merhem oldu. Bir erkek, bir kadına daha güzel cevap veremezdi. İstese "çocuğum da olsun" diyebilirdi ama Yavuz sadece Leyla'yı istemişti.
Şimdi sıra Leyla'daydı. O da Yavuz'a bir şeyler söylemeliydi.
"Seni sevdiğime hiç pişman etmedin beni. Bırakıp gittiğin gün hariç... İyi ki sen, adam. İyi ki sen." dedi Leyla ve kafasını çevirip Yavuz'un avuç içini öptü. Kehribarları, kara gözlerin hapsine mahkum olmuştu. Bin yıl geçse orada sürgün olmaya razıydı.
Cesaretini topladı Leyla, yoksa bir daha söyleyemezdi, utanırdı. Anın büyüsünden mi, yoksa Yavuz'un etkisinden mi, kendinde öyle bir güç ve cesaret buldu ki hayret etti. Biraz önce parmağını kıpırdatamayan kadın, şimdi Antep'e kafa tutacak güce gelmişti.
"Çawreşamın! Bu ellerden başka bir el tutmaya, bu gözlerden başka bir göze aşkla bakmaya hazır mısın?" diye sordu.
Yavuz'un aşkla bakan gözlerine öfke sirayet etti.
"Sakın... Sakın o kelimeyi değil dilinle, aklından dahi geçirme! Kuma falan olmayacak! Ömür boyu baba olamayacağımı da bilsem, asla üzerine bir kadın getirmem! Antep'i de yakarım, kendimi de! Ama seni iki dakikalık zevk için, sırf soyum yürüsün diye o kor ateşte diri diri yakmam!"
Sesindeki keskinlik, itiraz istemeyen tını Leyla ile birlikte Yaren'i ağlatmaya yetmişti.
Bir erkek, bir kadını ancak böyle sever, böyle sahip çıkardı. O gün gidişinin sebebi, sevdiğine zarar gelmemesinden değil miydi zaten? Bugün yanındaydı ve ilk fırsatta hemen "kuma" demişlerdi. Yavuz kalsaydı, her defasında birini öldürmek zorunda kalacaktı. Leyla ise ömür boyu Yavuz'a hasret...
Leyla'nın kehribar gözlerinden yine gözyaşları firar etmişti. Bu kadar güzel sevilmeyi hak edecek ne yapmıştı, bilmiyordu. Ama artık biliyordu ki, zamanı gelmişti... Kocasına sahip çıkmanın, onu mutlu etmenin vaktiydi.
Gözleri dolu dolu, gülümsedi.
"Sen... Hangi duamın karşılığı, hangi işlediğim sevabın ödülüsün be adam? Ama üzgünüm..." dedi ve bir adım geri çekilerek gözlerinin içine baktı. "Artık başka bir eli aşkla tutacak, başka gözlere sevgiyle bakacaksın. Çünkü... baba olacaksın, şapşal!"
Güldü ardından, gözyaşıyla karışık bir sevinçle.
Yavuz, bir an donakaldı. Kelimeler ona ulaşmıştı ama zihni onları henüz işlememişti. Gözleri Leyla'nınkine kilitlendi, bir sıcaklık yayıldı yüzüne, sonra yavaşça dudakları aralandı.
"Ne?" dedi neredeyse fısıltıyla. Gözleri kocamandı artık, içine hem şaşkınlık hem de kabaran bir sevinç yerleşmişti.
Leyla'nın yüzüne baktı. Gerçekti. Bu bir şaka olamazdı. Kalbi göğsüne sığmıyordu artık. Nefesini tuttu, sonra hafifçe içini çekti. Gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı ama o farkında bile değildi.
"Ben... baba mı oluyorum?" dedi kısık bir sesle. O an, kalbinde bir şey yerinden oynadı sanki. Hayatında duyduğu en ağır, en güzel cümleydi bu. Dizlerinin bağı çözüldü, yatağın kenarına oturdu usulca. Yutkundu, zorladı kendini ama sesindeki titremeyi engelleyemedi:
"Nasıl !!! Sen hamile misin? Bu kadar güzel bir şey nasıl benim başıma geldi, Leyla?"
Sonra elini uzattı, Leyla'nın ellerini tuttu. Küçük bir çocuk gibi baktı ona; kırılgan, savunmasız ama içi sevgiyle taşan bir çocuk gibi.
"Sen bana hem ummansız sevgini verdin... hem de bir hayat daha. Bu.... Bambaska bir duygu be Leyla," dedi.
Başını eğdi, Leyla'nın ellerini alnına götürdü. O an konuşan sadece gözleriydi. Ve kalbi...
Yaren, iki sevdalıyı baş başa bırakıp odadan çıktı. Artık kendisine gerek yoktu burada. Hâlâ oluyordu ve çok mutluydu, içi içine sığmıyordu.
Süreyya Doktor ise müjdeli haberi aileye vermişti bile. Leyal Hanım ve Azade Hanım birbirlerine sarılmış, ağlıyorlardı. Yade Zergül ise hastaneyi inletecek bir zılgıt çekmişti. Senem ve Zeynep hâlâ olayın şokundaydılar. Teyze oluyorlardı, sonuçta! Asmin ve Berzan ise el ele girmiş, halay çekiyorlardı. Berzan yanlarına Adem'i de almıştı.
Senem ve Zeynep, kendilerine doğru gelen Yaren'e öfkeyle bakıyorlardı. Çünkü bu haberi onlardan saklamıştı.
"Kızlar, tamam kızmayın. Vallahi Leylos istemedi," derken Senem ve Zeynep üzerlerine yürüyordu; adeta öldürecek gibi...
Yaren geri geri gitmeye başladı. Bu ikisinin gazabından Allah korusun, ne yapacakları hiç belli olmazdı çünkü. İkisi de sessizdi - ve sessiz atın tekmesi pek olurdu.
Yaren'in sırtı duvarla buluşunca kaçacak yeri kalmadığını anladı. Senem ve Zeynep çoktan dibine kadar gelmişti.
İki genç kadın birbirlerine bakıp bir anda Yaren'e sıkıca sarıldılar.
"Oley bee, teyze oluyoruuuzz!" diyerek uzata uzata çığlık attılar.
Yaren'in az önceki korkusu yerini sevince bırakmıştı.
Leyla ve Yavuz ise sesleri duydukça kahkahaya boğulmuşlardı.
Bugün, Miroğlu ailesinin bayram günüydü...
Geçen dakikalarda, aile büyükleri Leyla'yı odasında ziyaret etmiş, tebrik edip hayır dualarını vermişlerdi. Leyal Hanım ise küçük kızının büyüyüp anne olduğuna hâlâ inanamamış ama çok mutlu olmuştu.
Yade Zergül ise alnına bir buse kondurmuş ve yıllar önce kayınvalidesinin, Behram Bey doğduğunda taktığı aile yadigârı yüzüğü Leyla'ya vermişti.
Senem, Tahir'i aramış ve güzel haberi vermişti. Tahir ise işi gücü bırakıp hastaneye geliyordu.
Zeynep ise müjdeli haberi vermek için Yağız'ı aramış ama telefonu kapalı olduğu için mesaj atmakla yetinmişti:
"Teğmen, sana müjdeli bir haberim var. Ama öncelikle senden müjdemi isterim. Mesajı görünce beni ara."
Şimdiden ondan ne istese diye düşünüyordu.
Asmin, Berzan ve Adem de Leyla'yı tebrik etmişlerdi. Geriye 4 genç kadın kalmıstı. Zeynep, Senem ve Yaren...
Onlar için en özel anlardan bir tanesiydi.
Kontrollerini yaptıran Leyla gayet sağlıklıydı. Sadece stresten uzak durması gerekiyordu. Henüz hamileliği çok yeniydi, dikkat etmesi lazımdı. Doktor Süreyya Hanım gerekli bilgileri verdikten sonra hastaneden ayrılmışlar ve konağa dönmüşlerdi.
Yade Zergül, kahya Ali'ye torunu için kurban kestirmesini ve fakir fukaraya dağıtmasını istemişti.
Behram Bey ise müjdeli haberi alır almaz dostu Perwer Ağa'yı arayıp haberi vermişti. O dakikadan sonra ise telefonları susmamış, aşiret ağaları tek tek arayıp tebrik etmişti.
Bugün hüzün yoktu, keder yoktu. Artık mutluluk vardı.
Bu konak hüzünlerine şahit olduğu gibi, mutluluklarına ve sevinçlerine de şahit olacaktı.
Sultan Hanım ve kızlar ise akşam için en güzel yemekleri yapmaya koyulmuşlardı. Bayramdı bugün. Mutluluktu.
Bu aile bunu çoktan hak etmişti...
****************************
Akşam olmuştu. Berdan, Tahir, Adem, Berzan ve korumalardan bir kac kisi daha konağın önünde tuttukları davul zurna eşliğinde halay çekiyorlardı. Yavuz ve Leyla ise o cümbüşün üzerine konağa varmışlardı nihayet. Yavuz kafasını iki yana salladı. Deliydi bunlar, tam bir zır deli. "Keşke Yağız da burada olsaydı." diye içinden geçirdi Yavuz. Özlemişti deli fişek kardeşini. Kim bilir, hangi dağın ardında, hangi kayanın arkasında düşmana göz açtırmıyordu.
Yağız, bu ailenin neşeli yanı iken, Yavuz tam tersi; hiç gülmeyen tarafıydı.
Arabadan el ele inen çifte değdi gözler. Berdan konağı inleten bir ıslık çalarken, kızlar da zılgıt çekiyorlardı. Ufacık bir can onlar için dünyalara bedeldi.
Berdan dostuna sıkıca sarıldı. Bu mutluluğu hak etmişlerdi. Az mı çekmişti dostunun kahrını? Onlar birbirlerinin hem kardeşi hem dostuydu. Her zorlukta sırt sırta vermişler, her mutlu anlarını birlikte paylaşmışlar, acılarına beraber göğüs germişlerdi. Biri düşerken diğeri tutmuş, diğeri düşerken öteki ona el, kol olmuştu. Hiçbir zaman birbirlerini bırakmamış, hep yan yana, aynı yolda yürümüşlerdi.
Tahir de Leyla'ya sarılmıştı. Dayı kızı anne oluyordu. Ne acılar çekmiş, ne gözyaşları dökmüştü. Her anına şahit olmuştu Tahir. Şimdi de mutluluklarına olduğu gibi...
Yavuz, dostundan ayrılıp çalgıcılara bir miktar para verdi. Sonra hep birlikte sarmaş dolaş konağa girdiler.
Onları ilk Sultan Hanım ve kızlar karşıladı. Güzel dileklerini ilettikten sonra Leyla ve Yavuz, Yade Zergül'den başlayarak büyüklerin ellerini öptüler. Behram Ağa ve Yavuz'un arasında ilk defa buzlar erimiş, baba oğul olarak sımsıkı sarılmışlardı.
"Sen benden çok daha iyi bir baba olacaksın evlat. Rabbim kucağınıza almayı nasip eylesin."
Yavuz sadece "Eyvallah." dedi babasına. "Senin gibi olmayacağım." demedi. Hatalarını yüzüne vurmadı.
Sıra Leyla'ya gelince, yeğeninin alnından öptü:
"Keşke baban da bu günleri görseydi, kızım." dedi, gözleri dolu doluyken.
Leyla, babasına o kadar kırılmıştı ki... Burada olmasını ister miydi, ondan bile emin değildi.
Hep birlikte, avluda kurulan uzun masanın etrafına toplandılar. Elinde pasta ile Hasret girdi kapıdan. Leyla, kocaman gülümseyerek dostunu ayakta karşıladı. Kızlar, Hasret'in elindeki pastayı alıp mutfağa götürdüler. Hasret de tebriklerini ilettikten sonra Berdan'ın yanına oturdu.
Kahkahalar eşliğinde bir akşam yemeğinin sonuna gelmişlerdi. Kızlar el birliğiyle masayı toplarken, erkekler de masa ve sandalyeleri içeri taşıyorlardı. Leyla da yardım etmek için ayaklandığında, Yavuz'un radarına girmiş, gerisin geri yerine oturmuştu. Kapkara gözler öyle bir bakmıştı ki, Leyla hemen pes etmişti.
Kızlar, hazır olan çayı Hasret'in getirdiği tatlı ile servis etmek için hazırlamışlardı. Konak kapısı bir kez daha açıldı; Azade Hanım'ın abisi Şiyar Ağa ve karısı Behnaz Hanım girdiler. Arkalarından ise yine Azade Hanım'ın kız kardeşi Amine Hanım ve eşi Bekir Bey geldi. Güzel haberi alır almaz yola çıkıp gelmişlerdi.
Azade Hanım kardeşlerini karşıladı. Onlar sedirlere otururken, bu defa da Tahir'in babası Mehmet Bey, Fatma Hanım ve kızları Fidan geldi. Onlar da yerlerine geçtiler. Yavuz ve Leyla, tebrikleri yüzlerindeki tebessümle kabul ettiler. Yavuz'u ilk defa gülerken gören aile fertleri şaşkınlıklarını gizleyemiyordu. Yade Zergül, tüm gece boyunca torunlarını okuyup üflemiş, dualarını üzerlerinden eksik etmemişti. Nazar olmalarından korkuyordu. Kızlar çayları servis ettiler, pasta ile birlikte.
Behnaz Hanım, bütün gece Zeynep'i radarına almış, her fırsatta kocasını dürtüp gözleriyle Zeynep'i ona göstermişti. Büyük oğlu için bulunmaz bir kızdı. Terbiyesi, ahlakı, güzelliği ve çalışkanlığı ile Behnaz Hanım'ın kalbini fethetmişti.
Ama biri daha vardı ki, Zeynep'i hiç kaçırmak niyetinde değildi. Behnaz Hanım'ın bakışlarını sezmişti; elini çabuk tutmalıydı. Ee, yılların yaşlı kurduydu kendisi.
Nihayet misafirler ayaklanmış, tekrardan hayır dualarını edip konaktan ayrılmışlardı. Berdan da izin isteyip ayaklanmıştı. Gözleri Hasret'e kaydı, o da hazırdı gitmek için. Yade Zergül, Berdan'a bakıp:
"Oğul, giderken Hasret kızımızı da evine bırak. Gözümüz arkada kalmasın," dedi.
Hasret tam itiraz edecekti ki, Yade Zergül'ün gözlerinde o emri gördü. Leyla ve Yavuz dostlarını yolcu ederken, kızlar da etraftaki son kalan bardak ve tabakları topladılar. Herkes yorgundu. Büyükler odalarına çekilirken, kızlar kalan bardak ve tabakları toparladılar.
"Teşekkür ederim kardeşim, yanımda olduğun için sağ olasın. Ve tebrik ederim; Rabbim hayırlısıyla kucağınıza almayı da nasip eylesin," diyen Berdan, dostuna sarıldı.
Yavuz ise dostunun sırtına eliyle vurup:
" Darısı senin başına kardeşim. Ama elini çabuk tut derim," dedi.
Berdan'ın yüzünde mevsimler açtı. Hasret deyince yüreği coşuyor, Fırat gibi taşıyordu.
"Bana kalsa şimdi gider yıldırım nikâhı basarım da... işte, olmuyor be abi. Hâlâ bir adım ilerleyemedik."
Yavuz dostuna güven verircesine bir bakış atıp omzunu hafif sıktı. Bu, Yavuz'un dilinde "Ben arkandayım, hallederiz." demekti.
Leyla ve Hasret ise kendi aralarında kısa bir sohbete dalmışlardı.
"Bana bak, artık şu çocuğu üzme. Kaç yıldır seni bekliyor, çektiği yeter. Ölecek be senin için. İnat etme, yolda giderken bu işi halledin. Hem benim Fındığım'a kardeş, arkadaş lazım."
Hasret gözlerini irice açıp:
" Yuh! dedi. Leyla'ya kalsa balayını hemen şu konakta yaptıracaktı kendilerine.
"Kız manyak, duyacaklar şimdi, rezil olacağız. Tamam, haklısın; Berdan'ı üzmeyi ben de istemiyorum ama korkuyorum Leyla. Ya ailesi beni istemezse? Ya Berdan'a kızarlarsa? Ben ailesiyle arası bozulsun istemiyorum."
Hasret kendince haklıydı ama sevda da korkaklık olmazdı. Seviyorsa, savaşmasını da bilmeliydi. Yoksa kaybeden, üzülen hep kendisi olurdu.
Sevdan için savaşmalı, ailen için yaşamalı, namusun için ölmeliydin; yoksa yaşamanın ne anlamı vardı ki?
" Sakın korkma! Berdan'ın elini tut, yeter. Gerisi hallolur. Biz ne güne varız? Baksana yiğidime, boşuna mı ağa oldu? Şu kaşa, şu göze, şu duruşa, şu asalete bak be! Analar neler de doğuruyor!"
Leyla'nın hormonları ilk günden kendini belli ediyordu. Belli ki bu hamilelik ona çok şey katacaktı.
"Adamı ayakta götürdün terbiyesiz. Utanmasan şuracıkta... tövbe tövbe! " dedi Hasret.
"Sus kız! Kocama zaafım var, ne yapayım? Ayrıca hormonlardan, hep. Benim ne suçum var?"
Hasret gözlerini devirdi.
"Tabii canım, hep hormonlardan..."
İki kadın birbirine bakıp kahkaha attılar. Yavuz ve Berdan ise onların yüzündeki gülüşlerde ömür tükettiler.
Vedalaşarak ayrılan çiftin arkasından, Yavuz ve Leyla birbirine sarılarak baktı.
" Bu işe bir el atmalıyız ağam. Bizim çocuğa arkadaş lazım," diyen Leyla ile Yavuz gür bir kahkaha attı.
"Hatun, bir Yade'mden bir de senden korkulur."
Beraber konağa girip kapıyı kapattılar.
Binlerce hüznün, sabahlara kadar akan gözyaşlarının ve güzel günlerin üzerine...
Berdan, bir yandan yola bakıyor, bir yandan da sevdiğine. Şimdi evli olup beraber evlerine gidiyor da olabilirlerdi; lakin yüreklerinde merhamet olmayan insanların kurbanı olmuşlardı.
"Kıvırcık, biz ne zaman mutlu olacağız? Yetmedi mi çektiğimiz? Tamam de, yarın akşama ailemi alıp geleyim."
Hasret'in yüreğinde fırtınalar kopuyordu. Konuşmanın başı kalbinde çiçekler açtırırken, sonu hüzün yağmurları ekti yüreğine.
"Korkuyorum Berdan... Senden değil, sakın yanlış anlama ama aileler... Onların vereceği tepki korkutuyor beni."
Berdan bunları bilmiyor muydu sanki? Annesi dünden razı olurdu, babası ise "evlense de kurtulsam" derdindeydi. Bu kadın hâlâ neden korkuyordu, anlamıyordu.
"Neyden korkuyorsun Hasret? Ailemden mi, ailenden mi?"
Sorusu açık ve netti.
"Ailemden korkmuyorum, onlar benim için artık yok. Ama senin ailen ya istemezse beni? Evlenmiş, boşanmış kadınım sonuçta. Bir de elalemden biri çıkıp karşına 'Ufuk'un artığını mı aldın?' derse ne yapacaksın? Ya seni kaybedersem tamamen?"
Berdan sabrının sonuna gelmişti. Hasret'i de anlıyordu ama o zaten her şeyi göze alıp çıkmıştı karşısına.
Araba ani bir frenle durdu. Hasret emniyet kemeri olmasa cama kafasını vuracaktı. Allah korumuştu.
"Bana bak kadın, beni seviyor musun sen?" diyerek öfkeyle sordu.
Hasret, kendisine kızgın boğa gibi bakan adama ne cevap vereceğini bilememişti korkudan.
"Sana diyorum kıvırcık, dilini mi yuttun?"
"Se... seviyorum," kelimesi dilinden döküldü Hasret'in.
"Eee, daha neyi uzatıyorsun? Bak ben her şeyi göze alarak geldim sabah kapına. Seninle konuşacaktım ama o ibne müsaade etmedi. Eğer beni seviyorsan bu elimi tutarsın. Ama korkup kaçacaksan, ne bana ümit ver ne de bu eli tut."
Ona doğru sağ elini uzatmıştı.
Hasret, bir Berdan'ın uzattığı eline, bir de gözlerine bakıyordu. Masumane bakışları arasında gidip geliyordu.
"Tut elimi işte kadın, ben varım, korkma..." dedi Berdan içinden.
"Korkuyorum... Ama seni de çok seviyorum ve özledim adam," dedi Hasret.
Yürekleri konuşuyordu, gözleri konuşuyordu ama Hasret'in dili lal olmuş gibiydi. Biraz daha cevap vermezse Berdan onu bu ıssız yerde bırakıp gidebilirdi. O potansiyeli veriyordu şu an.
Hasret, aklı ile kalbi arasındaki savaşta bir karar vermişti. Artık mutlu olmak istiyordu. Bunu da sevdiği, âşık olduğu tek adamın yanında başarabilirdi.
Ona uzatılan elin içine sıcacık küçük elini koydu.
Berdan sıkıca tuttu o eli. Artık hiç kimse ayıramazdı.
Yüzünde, gökkuşağını gören çocukların sevinci vardı.
Kemerini çözüp Hasret'e yaklaştı ve sıkıca sarıldı.
"Bana dünyaları verdin kadın. Söz veriyorum, bundan sonra mutlu olman için bu canımı yoluna feda edeceğim. Ne kadar ömrüm kaldıysa senindir," diyerek kulağına fısıldadı Hasret'in.
Özlem insanın ciğerini yakar mı? Berdan'ın yakmıştı. Yıllardır bu anı beklemişti ve şimdi muradına eriyordu.
İnsan sevdiğiyle mutlu olurdu.
Peki ya kavuşamayan sevdalılar?
Ya da karşılıksız olan aşklar?
Onlar ne yapacaklardı?
Mutluluk sadece sevdiğine kavuşunca mı yaşanırdı?
İnsan bir kere sevdaya düşerdi,
Lakin mutlu olmak için çokça sebep verilirdi.
Yeter ki, kıymeti bilinsindi.
Kaderimizde ne varsa onu yaşar, onunla mutlu olmayı bilmemiz gerekirdi.
Çünkü nasibimizde olan zaten bizimdi.
Ama nasibimizde olmayan ise hiçbir zaman bizim değildi ki zaten.
Sevmesini bilene aşk, nasibinde yazılandır.
Sevmesini bilmeyene ise yazılsa ne çare, yazılmasa ne çare.
"Sevdiğin değil, sabrettiğin kaderindir; çünkü aşk bazen kader kılığına giren hikmettir........"
*********************
Günün ilk ışıkları Antep'i çoktan aydınlatmıştı. Konakta sabah telaşı başlamış, herkes bir işin ucundan tutuyordu.
Yade Zergül, torunu Berzan'ı odasına çağırmıştı.
Berzan oflayarak gitti babaannesinin odasına. Kapıya bir kez eliyle vurup içeri girdi.
" Antep'in en güzeli beni emretmişsin. Söyle, bu Berzan yoluna paspas olsun."
Yade Zergül torununa şöyle ters ters bakıp:
"Zevzek zevzek konuşma da Yağız'ı ara, ver bana."
Berzan, yine ne tarafından kalktığı belli olmayan babaannesine gülerek cevap verdi:
"Bu Berzan da olmasa ne olacak senin sonun kız! De, birini soktun mezara, niyetin beni de mi öldürmek?"
Yade Zergül bastonunu kaldırdığı gibi Berzan'ın kıçına bir tane vurdu.
"Kure kere! Senin o dilini keserim. Tüh senin sıfatına! Azgın köpek! Çabuk ver şu telefonu!"diyerek kükredi.
"Vicdansız kadın, böyle vurulur mu? Yazık değil mi benim mabada? Sen vuruyorsun ama kızlar ona hasta!"
Berzan, babaannesine çemkirirken bir yandan kıçını eliyle ovuşturuyor, bir yandan da telefonundan abisinin ismini bulmaya çalışıyordu. Zalım babaannesi hiç acımamıştı.
"Tüh, rezil köpek! diyerek Berzan'ın yüzüne doğru tükürdü.
" Ya Rabbi şükür, yüzümüzü de yıkadın Yade'm! "diyerek telefonu babaannesine verdi.
Yade, eliyle "çık" işareti yaptı. Berzan bir saniye durur mu, o göt acısıyla hemen kaçtı dışarıya.
Telefon bir kez çalmıştı. Aynı saatlerde Yağız çoktan uyanmış, askerleriyle sabah sporunu yapmış, kahvaltısını bile etmişti. Elinde çayı, nöbet mevzilerini denetliyordu. Telefonun sesiyle bulduğu bir kayaya oturdu.
"Paşamm!"
"Paşalara gelesin inşallah! Neredesin sen, hayırsız?"
Yağız, bir kulağında kükreyen sese, bir de telefona baktı.
"Yade'm..." diyerek şaşkınlığını dile getirdi.
"Yade'n öle! Sen dağ bayır gez, ancak. Millet yuva kuruyor, çoluk çocuğa karışıyor!"
Yağız, kimseden çekmemişti babaannesinden çektiği kadar.
"Yade'm, yine kimin başını yaktın da yetmedi, bana mı sardın?"
Yağız işin dalgasındaydı lakin Yade Zergül hiç o modda değildi.
"Sen Yade'nle dalga geç, ancak... Neyse, yakında Zeynep kızla dayıoğlunun düğün haberini alınca ben de seninle alay ederim!"
Yağız'ı tam on ikiden vurmuştu.
Yağız, duyduğu isimle yerinden öyle bir ayağa kalktı ki, yanındaki askerler korkmuştu.
" Ne dedin sen? Zeynep'le kim?"
Doğru duymamış olmayı umut ediyordu.
"Benden bir tane var, başka yok! Ben lafı bir kere söylerim. Ee, neyse... Senin şimdi işlerin vardır, yoğunsundur. Ben de varıp gideyim. Nasılsa yakında konaktan bir kız daha gelin edeceğiz, çok iş vardır! "diyerek Yağız'ın suratına telefonu kapattı.
Torunu kudursun dursundu şimdi. Kendisiyle dalga geçer miydi! Biraz da onun yüreğine insin, akıllansındı.
Belki o zaman gelir, Zeynep'i kendine alırdı.
Keyifle yerinden, bastonuna tutunarak kalktı.
Birinci plan başarılı olmuştu.
Sıra ikincisindeydi.
Torunları kimle uğraştıklarının farkında değildi.
Yağız, elindeki telefonu kıracakmış gibi sıkıyor, gözlerinden adeta ateş fışkırıyordu.
"Ne demek Zeynep evlenecek?"
Bu dağ başında bu yapılır mıydı Yağız'a? Bu haber yüreğine hançer gibi saplanmıştı.
"Yade... Yadeee!" diye bağırdı avazı çıktığı kadar. Sonra telefonu cebine koydu, öfkesini bastırmak istercesine nöbet mevzilerini denetlemeye başladı. Ama içindeki yangını söndürecek bir şey bulamıyordu. Tam o sırada gözüne kum dolu çuvallar ilişti.
"Asker!" diye kükredi.
Bölükteki tüm erler ani komutla ip gibi hizaya geçti. İçlerinden hiçbiri bu öfkenin gerçek sebebini bilmiyordu ama ses tonundaki sertlik, hepsini silkeledi.
Kıdemli Başçavuş ve Uzman Çavuş, bir kenarda olup biteni izliyor, Yağız'ın hiddetinin erlere patlayacağından endişe ediyorlardı.
Bu sırada kıta çavuşu hızla koşarak gelip sert bir selam durdu, tekmilini verdi
"Emredin Komutanım!"
Yağız, gözlerini çuvallardan ayırmadan konuştu:
"Bu çuvallar neden nizami değil, çavuş? Hemen düzeltilsin!"
Çavuş önce çuvallara, sonra Teğmen Yağız'a baktı. Her şey aslında olması gerektiği gibiydi. Ama komutanının öfkesini görünce tartışmaya girmedi.
"Emredersiniz, Komutanım!" diyebildi sadece.
Yağız'ın gözlerinden hâlâ alevler yükseliyordu. Bölükte sessizlik hâkimdi. Bu öfke bütün bölüğü yakmaya yeterdi...
************************
Konakta herkes kalkmış, yeni güne hazırlanıyordu. Senem ve Tahir bugün buluşup, kendilerine amcasının hediye ettiği konağa gidip bakacaklardı. Yavaş yavaş artık düzenlerini kurup yuvalarına geçmek istiyorlardı. Yavuz'un sürekli darlamalarından ikisi de yorulmuştu. Nişanlı olmalarına rağmen Yavuz, aralarına kara çalı gibi girmiş,
"Evlenmeden kardeşime bir metre bile yaklaşamazsın" diyerek Tahir'e kırmızı çizgiler çekmişti.
Zavallı âşıklar, kızların desteği sayesinde gizli gizli buluşur olmuşlardı.
Senem ve Zeynep uyanmış, hazırlanmışlardı. Senem, Tahir ile buluşacağı için çok heyecanlıyken; Zeynep de kendi ofisini açmanın heyecanı içerisindeydi. Senem'in "Beraber açalım" teklifi ile şehrin merkezinde çok güzel bir ofis bulmuşlar, sadece kira sözleşmesini imzalamaları kalmıştı. Bir yanı Zeynep'in, diğer yanı Senem'in olacaktı. Çok büyük olmasa da onlara yetecek düzeyde bir yerdi.
Senem, telefonuna gelen bildirimle sehpada duran telefonunu eline aldı.
"Zeytin gözlüm, hazır mısın?"
Senem'in yüzünde güller açtı.
"Hazırım ama kahvaltı etmedim henüz" yazıp gönderdi.
"Yavrum, Antep'in gözde bekârını kapmışsın. Seninle çarşıda kahvaltı edelim de Antep kızları güzellik görsün."
Senem okuduğu mesajla kahkaha attı. Zeynep, deli gibi gülen dostuna baktı. Senem mesajı ona da okuttu. Bu defa ikisi bir olup güldüler.
"Yalnız bacım, seninkinin ego tavan" dedi Zeynep. Senem dostuna hak verdi.
"Sorma güzelim ya, sanırsın dünyanın en yakışıklı erkeği. Antep kızları bunu fazla şımartmış, belli" dedi ama sonrasında kendi dediğine kendi sinirlendi. Ne demek kızlar şımartmış? Onun olana kim bakabilir veya yaklaşabilirdi ki? Adamın gözünü oyar, eline verirdi.
Kıskançlık tüm bedenini esir almıştı şu an. Zeynep onun bu değişken durumunu fark ettiğinde güldü ama öyle böyle değildi. Yaren bile odasından koşarak merakla gelmişti.
"Ayol, kahkahalarınız konağı inletti. Neye gülersiniz bu kadar?"
Zeynep hem gülüyor hem de Senem'in değişken ruh halini Yaren'e anlatıyordu.
"Ben size diyorum, bunda akıl yok diye ama inanmıyorsunuz" diyen Yaren'e öfkeyle bakıyordu Senem.
"Sen bana beyinsiz mi diyorsun?" Yaren kafasıyla onayladı dostunu.
"Pabucumun hanımağası, sen önce kendine bak. Sap gibi geziyorsun ortalarda, beceriksizsin."
Yaren "Öyle mi?" der gibi bir bakış attı.
"Bak bak, aldı halamın oğlunu, nasıl bülbül gibi şakıyor. Ayrıca sap olduğumu nereden çıkardın?"
Zeynep ve Senem aynı anda şaşkınlıkla konuştular:
"Nasıl yani!?"
"Biri mi var?" dediler. Yaren gülerek arkasını döndü ve odadan kaçarak uzaklaşırken,
"Meraktan kudurun, ben beyinsizim sonuçta" diyerek kapıyı açıp çıktı. Arkasından baka kalan arkadaşlarını bırakarak...
Senem ve Zeynep bu işin peşini asla bırakmayacaklardı.
Leyla yataktan mide bulantısıyla kalktı, koşarak banyoya girdi. Klozetin kapağını açıp midesindekileri çıkardı. Hamilelik süreci belli ki onu bayağı zorlayacaktı.
Yavuz, karısının ardından banyoya girdi. Leyla'nın yine yüzü solmuştu. Biliyordu, hamilelikte bunlar olurdu ama Leyla böyle olunca Yavuz'un canından can gidiyordu. Karısının elinden tutup, âşık olduğu güzel yüzünü yıkadı, havluyla kuruladı.
"İyi misin?" diye sormayı da ihmal etmedi. Leyla zorlansa da evladını kucağına aldığında bunların hepsini unutacağını biliyordu. Tebessüm ederek baktı kocasına.
"İyiyim, merak etme. Artık bunlar normal. Fındığımız beni biraz yoracak babası" dedi.
Yavuz'un içi ılık ılık oldu. Sahi baba olacaktı, değil mi? Hâlâ inanamıyordu. Bu duygu Yavuz için çok başkaydı. Gözleri doluyor, yüreği coşup taşıyordu. Tarifi Yavuz için o kadar imkânsızdı ki... Bildiği ve emin olduğu tek bir şey vardı: Ne babası gibi gaddar ne de amcası gibi sorumsuz olacaktı. Onun hayatındaki iki baba figürü de sınıfta kalmıştı.
"Leyla'm, sen böyle söylediğinde içimi ummansız bir sevgi kaplıyor."
Leyla biliyordu, Yavuz muhteşem bir baba olacaktı. Ama yolları uzundu. Önlerinde dolu dolu geçirecekleri sekiz ay vardı.
"Sen dünyanın en güzel babası olacaksın, adamım." Yavuz, karısının alnına sıcak, merhamet akan sevgi dolu bir öpücük kondurdu. Onlar, gelecek evlatlarıyla mutlu bir aile olacaklardı.
Yağız, babaannesinden aldığı gazla Zeynep'i aradı. Telefon, ikinci aramanın sonunda açılmıştı.
"Hayırdır teğmen, rüyanda mı gördün beni?" Yağız burnundan solurken Zeynep gayet keyifliydi.
"Kadın, bana bak, gelir orayı yakarım ama seni kimseye yar etmem. Leyla'ya mı söylersin, abimle mi konuşursun, bilmem. Değil seni istemeye gelmek, adını ananın eceli olurum lan!"
Zeynep neye uğradığını şaşırdı. Delirmişti bu adam galiba. Kafasına darbe mi aldı diye düşünmeden edemedi. Yoksa bu sözlerin başka açıklaması olamazdı.
"Gece kıçın açıkta uyudun galiba, teğmen. Rüya görmeye başlamışsın."
Adam aşkından kafayı yemişti. Keşke gördüğü rüya olsaydı.
"Ne rüyası, kadın! Seni istemeye geliyorlarmış! Ulan ben Kadir abinle konuşacaksın diye beklerken, kim seni istemeye gelir? Sen nasıl kabul edersin? Ulan kafayı yiyeceğim bu dağın başında!"
Sabrının da bir sınırı vardı, o da dolmuştu. Bıçak kemiğe dayanmıştı.
"Ne istemesinden bahsediyorsun sen be? Kimse beni istemeye gelmiyor. Nereden çıkardın bunu?"
Yağız şimdi anlamıştı. Babaannesi çok güzel oyuna getirmişti kendisini. Telefonu kulağından uzaklaştırıp:
"Ulan Yade... Ulan Yade..." dedi.
"Yağız, orada mısın? Nereden çıktı bu isteme işi, kim dedi sana bunu?"
Yağız şimdi sıçmıştı. Nasıl cevap verecekti, ne diyecekti?
Boğazını temizleyip:
"Sen onu bunu boş ver. Konuştun mu Kadir abinle?" diyerek konuyu değiştirmeye çalıştı.
"Henüz fırsatım olmadı. Yani mesajımı okumadın mı sen? Bazı durumlar oldu burada."
Yağız mesajı görmemişti, bakmaya fırsat bulamamıştı. Sabah ezanına doğru dönmüşlerdi ve gelir gelmez yorgunluktan sızıp kalmıştı.
"Yok, fırsat olmadı. Bakıyorum hemen" dedi ve mesajlara girip Zeynep'in attığı mesajı okudu.
"Neler oluyor Zeynep? Ne müjdesi bu, Kadir abinle mi konuştun?" diyerek heyecanlanmıştı.
Zeynep, sesindeki tınıdan bile heyecanı belli olan adama gülerek cevap verdi.
"Teğmen..." dedi Zeynep.
"Söyle artık çimen gözlüm, öldüm meraktan."
"Müjdemi vereceksin ona göre: Amca oluyorsun! Leyla hamile!"
"Ne... Ne oluyorum?"
"Amca oluyorsun!"
Yağız, dağları inim inim inletircesine:
"Allahhh!" diye bağırdı.
Bütün karakol dışarıya çıktı, ellerinde silahlarla. Yağız arkasını döndüğünde silah arkadaşlarını ve askerleri telaşlı görünce:
"Amca oluyorum!" dedi.
Herkesin telaşını sevinç kapladı. Yağız tekrar telefondaki sevdiğine döndü.
"Çimen gözlüm, dile benden ne dilersen. Yapmayan Yağız namerttir."
Zeynep önce bir düşündü, sonra hınzırca gülüp:
"Gelinlik giydirsen bu sene..." dedi. Zeynep'in bu hayattaki tek dileği Yağız Miroğlu'ydu.
"Giydirmeyen Yağız'ı kurşuna dizsinler kadın!"
Zeynep'in yüreği sıkıştı. Hemen Yağız'a bir şey olma fikri canını acıtıyordu.
"Yağız, deme şöyle kötü şeyler. Sen yaşa... Yaşa ki ben de mutlu olabileyim."
"Senin yüzün hep gülsün yavrum. Bana çok güzel haber verdin. Sen de güzel haberler alasın. Seni çok seviyorum kadın. Ama kapatmam lazım."
Hiç istemeseler de konuşmaları bitmek zorundaydı.
"Ben de teğmen... Dikkat et kendine. Allah'a emanet ol" diyerek telefonu kapattılar.
Yağız, mutlu haberi alınca fazla beklemedi. Doğruca Şırnak çarşısına indi. Antep baklavası satan bir dükkâna girip bir tepsi baklava aldı, süsletti ve vakit kaybetmeden Alay Komutanlığı'nın yolunu tuttu.
Albay'ın makamda olduğunu Hakan'dan teyit etmişti. Babaannesine bir ders vermek gerekiyordu; planı hazırdı. Elinde tepsiyle Albay'ın odasının önüne kadar geldi.
Hakan, dostunu elinde tatlıyla görünce laf atmadan edemedi:
"Hayırdır tertip? Hangi kızın kaderini değiştirmeye gidiyoruz, istemeye mi çıkıldı?"
Yağız kısa ama manidar bir bakış attı:
"Tertip, sen espri yapma. Kadınlar korkup kaçar vallahi."
Sonra kapıya bir kez vurdu, hafifçe ittirip içeri girdi. Kapıyı da Hakan'ın yüzüne şak diye kapattı.
"Teğmen Yağız Miroğlu, komutanım!" diyerek esas duruşta selam verdi.
Korhan Albay tebessüm ederek karşıladı:
"Hoş geldin evlat. Hayırdır, seni buralarda görmek ne mümkün?"
Albay eliyle tekli koltuğu işaret etti. Yağız, elindeki süslenmiş baklava tepsisini masaya bırakmadan önce izin istedi:
"Komutanım, babaannem bu tepsiyi size takdim etmemi rica etti. Her gün telefonda tembihliyor, sizi Antep'teki konakta ağırlamak istiyor. Teşrif ederseniz çok memnun olurmuş."
Korhan Albay, bu zarif hediye karşısında mahcuptu:
"Sağ olsunlar, ne zahmet etmişler. Teşekkürlerimi bizzat ilet. Müsait zamanda mutlaka uğrarım."
Yağız devam etti:
" Komutanım, izniniz olursa iki günlüğüne Antep'e gidip gelmek istiyorum. Uygun görürseniz birlikte gitmeyi çok isterim."
Albay kısa bir duraksamadan sonra başını salladı:
"Selim!"
Kapı çalındı, içeri Kıdemli Yüzbaşı Selim girdi. Selam durdu.
"Emredin komutanım!"
"Selim, Antep'e sivil olarak intikal edeceğiz. Hazırlıkları buna göre yapın. Teğmen Yağız ve Teğmen Hakan da bizimle geliyor. Ben yokken emir-komuta Eren Komutan'da. Gerekli bilgilendirmeyi yap."
"Emredersiniz komutanım!" diyerek odadan çıktı Yüzbaşı Selim.
Yağız hemen sordu:
"Komutanım, intikale hemen mi çıkıyoruz? Hazırlık yapmamız gerekiyor."
"Hazırlıklarınızı tamamlayın. Öğleden sonra çıkıyoruz, vakit kaybetmek yok."
"Emredersiniz komutanım!" diyerek hızla dışarı çıktı Yağız.
Hakan'ın da geleceğini öğrendiği an canı sıkılmıştı ama yapacak bir şey yoktu. Emir demiri keserdi. Yalnız bu sefer babaannesini fena halde kudurtacaktı. Umarım dedesinin tüfeğiyle kendisini bu defa vurmazdı....
************************
Marazoğlu Konağı, Antep'in en güzel konaklarından biriydi. Aile ise bölgede tanınan, herkes tarafından sevilen ve saygı duyulan köklü bir aileydi.
Berdan, bugün ailesiyle konuşacak ve Hasret'le olan durumunu açıklayacaktı. Artık sevdiği kadını bu evde, yanı başında görmek istiyordu.
Herkes kahvaltı sofrasında toplanmış, yalnızca Berdan henüz gelmemişti.
"Bu oğlan ne zaman erken gelecek şu sofraya, hanım? İyice saldı kendini, işe güce baktığı da yok, şirkete de uğramaz oldu hayırsız!" diye dert yanan, Bekir Ağa'ydı.
" Bekir! O hayırsız olmasaydı, o şirket de olmazdı. Tırnaklarıyla kazıyarak kurdu o çocuk. Günahına giriysen, bilesin!"
Sultan Yade, her zamanki gibi torununun arkasındaydı. Biliyordu ki Berdan, bugüne dek ailesinin başını öne eğecek tek bir hareket yapmamıştı.
Jiyan, babaannesine gözlerini devirdi. Ona göre bu evde evlat ayrımı yapılıyordu. Kıskançtı. Kalbi kötülükle doluydu; ailesinden kimseye benzememişti huyuyla da suyuyla da.
Yezda Hanım ise üzgündü. Evladının içindeki kara sevdayı bilen, anlayan tek kişi oydu.
Tam o anda Berdan içeri girdi.
"Günaydın," dedi ve savaşa hazır bir asker gibi salona adım attı. Yade Sultan'ın elini öptü, yerine oturdu. Kahvaltı sessiz geçmişti. Berdan, elindeki çatalı yerine bıraktı, bir yudum su içti. Kolay değildi... Evlenmiş ve yeni boşanmış bir kadını bu eve gelin getirmek, hele bu sofrada dillendirmek.
" Yade'm, benim size diyeceklerim var. Müsaadeniz olursa..." dedi ve evin büyüğü Sultan Yade'den izin istedi.
" Hayırdır evlat?"
diye sordu kadın dikkatle.
" İnşallah siz de razı gelirseniz, hayırlı olacak,"dedi Berdan.
Yezda Hanım'ın eli kalbine gitti. Kocasının tepkisinden endişeliydi.
" Yade'm, baba... Ben evlenmeye karar verdim." Bu haber masada kısa bir sevinç dalgası oluşturdu. Bekir Ağa da memnun görünüyordu.
"Nihayet be evlat! Ben de ne zaman söyleyeceksin diye bekliyordum,"
dedi gülümseyerek.
Ancak Berdan hâlâ gergindi. Babası şu an olumlu karşılasa da, asıl mesele birazdan ortaya çıkacaktı. Annesinin gözlerinin içine baktı. Yezda hanım gözlerini kapatıp açarak oğluna " söyle" demişti.
" Baba... Ben, Akdağlar'ın kızı Hasret'le evlenmek istiyorum." Tek nefeste söylemişti. Masada derin bir sessizlik oluştu. Herkes anlamaya çalışıyordu.
İlk tepki her zamanki gibi Jiyan'dan geldi.
" Evlenmiş, boşanmış bir kadını mı istiyorsun abi?" dedi sinsice bir gülümsemeyle. Ona göre Hasret, abisine de bu aileye de layık biri değildi.
" Evet, Jiyan. Evlenmiş, boşanmış bir kadınla evlenmek istiyorum. Hoşuna gitmedi galiba?"
Jiyan omuz silkerek "banane" der gibi bir tavır takındı. Nasıl olsa babası buna izin vermezdi, diye düşünüyordu.
" Hasret'i bilirim oğul... Terbiyeli, ahlaklı kızdır. Lakin iyi düşündün mü? Bu kız boşanmış. Yarın biri çıkar laf söz eder, sen de delisin, öfkelenirsin; başın belaya girer..." diyerek Sultan Yade hem korkusunu hemde olabilecek ihtimali sorguluyordu. Madem karar verilmişti, arkasında durabilecek miydi?
" Yade'm, ben her şeyi göze aldım. Tek isteğim, yanımda olmanız, destek vermeniz." Bekir Ağa şaşkındı. Oğlu, olmayacak bir işe "amin" diyordu. Ama sevdanın önüne duvar örülmeyeceğini kendisinden biliyordu. Oğlu da kendi gibi inatçıydı bu konularda.
Yezda Hanım'la göz göze geldi. Karısının gözlerinde korkuyu gördü. Yıllar sonra yeniden, o bakışlarla karşılaşmak kalbini sızlattı.
" Baba, sen bir şey demeyecek misin?"
diye sordu Berdan.
Bekir Ağa derin bir nefes aldı. Karısının gözlerinden bakışlarını çekip arkasına yaslandı, oğlunun gözlerinin ta içine baktı:
" Yıllardır o kıza sevdalı olduğunu bu yüzden evlenmediğini bilmez miyim sanırsın evlat? Kim kara sevdanın önünde durmuş ki, ben sana "dur" diyeyim? Ama madem bu yola gireceksin, bana bir söz vereceksin."
" Buyur baba, ne istersin?"
" Olur da bir gün Hasret'le ters düşersen, o kıza laf edersen... Onu yaşadıklarıyla yargılarsan... Evladım demem, seni silerim! Hasret'i de bir daha göremezsin. Bunu bil, ona göre yola çık. Gideceğin yol çetrefilli, çakallarla dolu. Ama eğer istersen, ben hep arkandayım."
Sesinde kararlılık, gözlerinde ciddi bir tehdit vardı.
Yezda Hanım'ın gözlerinden yaşlar süzüldü. İçinden "İyi ki bu adama gönül verdim," dedi. Başta korkmuştu ama şimdi, iyi ki diyebiliyordu...
Berdan yerinden kalktı, babasının elini öptü:
" Namusum, şerefim üzerine yemin olsun ki, Hasret'e geçmişiyle ilgili tek bir söz edersem, vereceğin her ceza başım üstüne!"
Seven, sevdiğine sahip çıkar; yüceltirdi. Bir başkasıysa döver, kırar, rezil ederdi.
Mesele sevmek değil; herkes bir şekilde severdi.
Asıl mesele, sevdayı taşıyabilecek yüreğe sahip olmaktı.
O yürekse, Berdan Marazoğlu'nda fazlasıyla vardı.
Bekir Ağa, oğlundan aldığı söz sonrası:
" Hayırlı olsun o zaman," dedi.
Bu gelişmeden mutlu olmayan tek kişi yine Jiyan'dı. Bu evde Hasret'e huzur vermeyecek tek kişi de kendisiydi. Kalbinde iyilik ve güzelliğe dair tek bir kırıntı bile kalmamıştı.
Yavuz'a olan saplantılı aşkı, içindeki tüm güzellikleri öldürmüş; ruhunu karartmıştı.
" Yüzü güzele kırk günde doyulur , ama ruhu güzele bir ömür doyulmaz....."
******************************
Zeynep ve Senem, kahvaltıdan sonra konaktan ayrı ayrı çıkmışlardı. Senem, Tahir'le birlikte yeni evlerine bakmaya giderken; Zeynep de yeni ofisin işlemleriyle ilgilenmek için yola koyulmuştu.
Güneşli ama iç sıkıntısı taşıyan bir sabahtı. Zeynep'in içine anlam veremediği bir huzursuzluk çökmüştü. Direksiyon başındayken içi içini yiyordu. Radyoyu açtı, sonra kapattı. Camı araladı, derin bir nefes aldı ama nefes bile ağır geliyordu o an.
Konaktan birkaç kilometre uzaklaşmıştı ki, bir anda siyah renkli, son model bir araç önüne kırarak yolu kesti. Zeynep panikle frene bastı. Araç büyük bir gürültüyle durdu. Kalbi göğsünde atıyor, elleri direksiyona yapışmış haldeydi.
Önündeki aracın kapıları açıldı.
Takım elbiseli, iri yapılı iki adam yavaşça Zeynep'in aracına doğru yürümeye başladı. Tehditkârdılar. Soğuk ve hesaplı adımlarla yaklaşıyorlardı. Zeynep, hemen geri vitese takmak istedi ancak dikiz aynasından baktığında, arkasını da bir aracın kapattığını fark etti. Kapanmıştı... Tuzağa düşmüştü.
Boğazı düğümlendi.
Bir an... Gözlerini kapattı.
O an zihninde bir huzur dalgası dolaştı...
Kahvaltı masasındaki o sıcacık sabah...
Leyla'nın her zaman içini ferahlatan, içten gülümsemesi...
Yavuz'un Leyla'ya sevda yüklü, derin bakışları...
Yaren ile Senem'in çocukça didişmeleri, kahkaha dolu söz atışmaları...
Behram Bey'in baba gibi koruyan, güven dolu hali...
Azade Hanım ile Leyal Hanım'ın bir yorgan gibi saran anne sıcaklığı...
Ve son olarak, kalbinin tek sahibi...
Yağız Miroğlu...
O gülüşü, o derin bakışları, sessizliğiyle bile huzur veren varlığı...
Yüzü geldi aklına... O eşsiz yüz...
Kalbinde bir sığınak, gözlerinde bir yemin gibi duran Yağız...
Her şeyin ortasında sadece onun adı yankılandı içinde.
İçini bir titreme sardı. Oysa kaçmaya çalıştığı ne varsa, belki de kendini bekliyordu bu yolun sonunda. Ve artık yüzleşme vaktiydi.
"Kaçamadığın şeyle yüzleş. Artık zaman geldi..." dedi içinden.
Bölüm sonu canlarımmm
Bol bol satır arası yorum bekliyorum.
Sizce Zeynep'in yolunu kim kesti?
Arabadan inen o iki adam kimdi?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 29.04k Okunma |
2.55k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |