Azıcık vicdanınız varsa final hakkında ve kitabın geneli hakkında yorum yaparsınız😂
FİNAL
Bölüm 61. Son Bulmayan Takvim Yaprakları
Bir kitabı içinden okurken nefesin tükenmez, duraksamaz ya da beklemezsin, o halde hayatı da yorulmamak için içinden mi okumak gerekir?
Piraye kendi hayatını önce dışından okumuş, düşmüş, tökezlemiş, nefesi daralmış, yeniden kalmış ve güzelliğini tatmıştı. Şimdi ise içinden okumaya karar verdiği ana gülümsüyordu. Hayatını hem dıştan hem de içten okumak için satır satır yazmıştı.
Çocukların doğumunun üzerinden üç yıla yakın geçmiş kah geceleri uykusuz kalıp ağlama krizleri geçirmiş kah da sevinçten gülme krizine girmişti. Çünkü hayat böyleydi; dümdüz ilerlemez inişli çıkışlı gideceğimiz yere varırdık. Kaç kere düşmüşsen o kadar ayağa kalkmalı ve çabalamalıydı insan, bu hayat sizin içindi; pes edip ağlayıp sızlayan değil yola devam eden kazanıyordu.
Çocuklar bahçede babalarının yaptığı salıncakta sallanırken Piraye kahvaltı hazırlıyordu. Bugün herkes evdeydi ve toplanıp keyifli bir an geçireceklerdi. "Ali'm taş toprak doldurmasınlar ağzına bakar ol."
"Bakarım sultanım. Doğdu doğalı şu yüreğin hiç sakinleşmedi, çocuk onlar biraz rahatla ya da ben rahatlamana yardımcı olayım." Arkadan beline sarılan adama gülümsedi. "Çocuklar görecek şimdi," dedi ama sesi de nazlanarak çıkmıştı.
"Ne görecek çocuklar? Sarılmak suç mudur? Annelerini sevdiğimi görüyor o güzel gözleri."
"Tamam şimdi git bir de onlara sarıl ki benim gözlerim de toprak yiyen yavrularımı görmesin." Kahkaha atarak bahçeye çıkan adam geriye dönüp yürek hoplatan bir göz kırpmıştı.
***
Perihan da çoktan uyanmış, yatakta uyuyan iki adamı öylece bırakıp bir şeyler hazırlamaya başlamıştı. Oğlu doğalı dokuz ay olmuştu ve dokuz aydır evinden bebek sesi eksik olmuyordu. Şimdi uyanmış güvercin gibi uğuldayışını dinliyordu. Kendi sesini keşfetmek istediği için ara ara çığlık atıp babasının kulağının pasını da bir güzel siliyordu.
"Peri kızım neredesin? Bu oğlan ayağını yedirmeye çalışıyor bana?"
"E ye o zaman."
"Yiyeyim mi diyor annen Aziz'im, ne istiyor bu kadın? Ama öyle çorabını ağzına almıyordun hani, bunun bakterisi var virüsü var sonra hasta olma sana bakmam ha?" Alttan çıkan iki dişiyle birden hekime gülmeye çalışan çocuğu kucakladığı gibi hoplatmaya başladı. "Demek babaya böyle günaydın ha?"
"Yine tıp bilgisi mi öğretiyorsun oğluma?"
"Yoo ağzımı açmadım." O açmamıştı ama oğlu yarım saat önce emdiği sütü ağzını açarak babasının üzerine bırakmıştı. Perihan kıkırdarken, hekim bomba tutar gibi şutladı çocuğu annesine. "Şu kadar keyif aldığın başka bir şey yok ya? Yüz verdik ayıya geldi sıçtı halıya!" Peri şaşırıp kalıyordu bazen hekimin laflarına ama bizzat kendinden öğrendiği için bir şey de diyemiyordu.
"Niye böyle anlarda peri kanatlarım gidip yerine boynuzlarım mı çıkıyor? Kaç kere dedim emzirip gidiyorum yanından sarsma çocuğu diye. Hem daha çok keyiflendiğim zamanlarda olmuyor değil hakkımı yiyorsun."
"Estağfurullah canım. Hatırlayamadım tam şimdi biraz yardımcı olsana?"
"Yarkın, çocuğun yanında şöyle konuşma diyorum."
"Çocuğun yanı diye diye düştüğümüz duruma bak ya? Bana bak oğlum sen hayırdır bacak kadar boyunla beni dışlıyorsun? Atarım seni koridora orada yatarsın bundan sonra?" O kendi kendine konuşurken altını değiştirmek için açan Perihan oğlunun gaz çıkarmasıyla yeniden gülümsedi. "Aldın mı cevabını? Benim oğlumu koridora atacak adam anasının karnından doğmadı daha?"
"Bu uşağı savunduğun gibi bir de beni savun da!"
"Şiven kaydı yine. Seni savunamam ama koridora beni atmanı teklif edebilirim hekim beyciğim. Hatta şöyle biraz daha ileriye sobaya yakınlaşabiliriz."
"İşte bana böyle ahlaksız tekliflerle gel canımı ye. Ne sinir kaldı ne bir şey gördün mü oğlum, kadınlar böyledir; bir bakışıyla bir sözüyle adamı yola getirir. Daha öğrenecek çok şeyin var çok." Oğlunun çıplak göbeğine burnunu sürtüp sesler çıkartarak onu güldürdükten sonra elini yüzünü yıkamaya ve üzerine kusulan tişörtünü çıkarmaya gitti. Evlat evin neşesiydi ve buna ancak kolların dolduğu an şahit oluyordun.
***
Feridun ağzında siyah bir gülle odanın kapısını açıp içeri girdi. Yokluğunu fırsat bulan zalim karısı çapraz yatmıştı yatakta. Boşluk olan bir köşeye uzandı ve gülü vücudunda gezdirmeye başladı. "Günaydın benim güzel yılanım aç bakayım şu gözlerini. Dün gece derilerini yere çıkarmışsın?"
"Sen fırlattın ya Feridun, konuşturma beni." Sırıttı adam.
"Biraz daha kalkmazsan yeni bir deri değişimi yapmak zorunda kalacağız."
"Doyumsuz bir adamsın."
"Doyumsuz bir adam değilim yalnızca sana doyamıyorum." Tek hamlede kucağına aldığı kadınla yatağa yeniden oturdu.
"Bilmukabele kocacığım. Lakin beş dakika daha."
"Bununla birlikte verdiğim dakikaların sayısı yirmi olacak ama." İşe gitmeye alışkın olduğundan kendisi erkenden uyanıyordu ama karısı da bir o kadar uykuyu seviyordu. Geçen yıllarda birbirlerine olan bütün çekingenliklerini atmış tamamen şeffaf bir şekilde yaklaşmışlardı. Gerektiği yerlerde birbirlerinden özür dilemesini de bilmişlerdi. Zehra hala doktora gidiyor ve gelişen teknoloji sayesinde başka hastaneleri de ziyaret ediyordu. Ne zaman yüzü düşecek olsa Feridun buna izin vermiyor ve birbirlerini hep topluyorlardı. Bu sırada büyüyen çocuk hasretlerini de yeğenleriyle gideriyordu. Onlara oyuncaklar örüyor çeşitli şarkılar öğretip eğleniyordu.
Köy yerinde çevreden elbette çocuk yok mu sorusuna maruz kalıyorlardı ama kaynanası Mehveş Hanım "Benim gelinim daha küçük önce kendini büyütsün elbet olur, fırın kızgın kürek düzgün," diyerek milletin ağzını kapatıyordu ama Zehra son söylediği sözü anlamak istemiyordu.
Feridun gülü göğüslerinin üzerine doğru getirince gülümsedi. "Geç kalacağız uykucu."
"Eyvah, bugün kahvaltıya gidecektik." Telaşla yerinde doğrulmaya çalışan Zehra doğrulamadığı gibi Feridun'la birlikte kayarak yere düştü. "Kızım işte böyle niyetini baştan belli et bana," dedi Feridun Zehra'nın üstünde kollarını yere bastırıp dikilirken.
"Ne niyeti ya panikledim sadece," dediği gibi boş zeminde kayarak kocasının kolları arasından sıyrıldı ve hemen hazırlanmaya başladı. Orada o şekilde kalmanın şokunu yaşayan adam birkaç saniye kirpiklerini kırpıştırıp bakakaldı. "Zehra'nın içindeki yılanı çıkarabilirsin ama yılanı Zehra'dan çıkaramazsın aga, kıvrıla kıvrıla kaçtı hatun gözümün önünde." Kıkırdayan Zehra, dünden yaptığı zeytinli ekmekleri ve poğaçaları koyduğu kabı kapının önüne çıkardı.
Hazırlanıp evden çıktıklarında bayağıdır baba evine uğramadığını fark etti. Orası iyi gelmiyordu ona, o evden çıkan ferahlıyor, kurtuluyor gibi hissediyordu işte. Fatih abisi çok uzak bir şehirde hapishanedeydi, Gürbüz abisi ise çalışmaya gurbete gitmişti. O ise çocukları alıp arada kendi evine getiriyor ve öyle zaman geçiriyordu. Suat'ın psikolojisi düzelmiş ve aldığı destekler sonucu artık üzülmeyi bırakıp kendisiyle barışmıştı.
Bahçe kapısından giren Zehra'nın kıvırcık saçlarını gören çocuklar ona doğru koşmaya başlayınca kollarını açan kadın neşeyle karşıladı. "Benim ballarım, ne çok özledim sizi."
"Biz de seni özledik teyze." Zehra cebinden çıkardığı minik kaplumbağaları sallayınca sevinçten çığlık attılar. Her geldiğinde küçük küçük hayvanlar yapıp getiriyor ve kaleyi içten fethediyordu. "Aziz Bey size de var gelin."
"Baba bak tosbağa, Zehra teyzem tosbağa örmüş bize."
"Çok güzelmiş, teşekkür ettiniz mi?"
"Teşekkür ederiz teyzeciğim."
"Güle güle oynayın, annenizi üzmeyin ben size yine yaparım."
"Hiç üzmeyiz ki."
"Aynen hiç üzmezler," diye konuya atıldı Piraye. "Dün sabah birlik olmuş dolabın üzerindeki ıvır zıvır poşetini indirmişler kardeşiyle.
"Hii, nasıl ulaşmışlar Piraye?"
"Yastıkları taburenin üzerine dizip oklavayla kendilerine yaklaştırmışlar."
"Ya düşseydiniz afacanlar, bana merhaba yok mu?"
Çocuklar bu kez de koşarak Feridun'a sarıldılar. Kimse onlara çocuk mevzusunu açmamış ve dillendirmemişti. İkisinin de çocuklara bakışlarından ve ara ara Feridun'un işten izin alıp doktora gidişinden anlıyor ve dua ediyorlardı.
Karakolda ise uzun zaman önce büyük uğraşlarla kızlar damına baskın yapmış ve kökleşmeye çalışan yerin hayatla bağını bir güzel kesmişlerdi. İçeride buna mecbur olan her kadına bir iş imkanı sunmuş ve istedikleri özgür hayatı yaşamalarını sağlamışlardı. Ele başlarından biri olan ve Uludağ'da karşılarına çıkıp avcı gibi kadınları toplayan büyük başı ise hapse atmışlardı.
***
Bahçenin ortasına kurulan büyük masada hep birlikte saatlerce oturdular, çaylar kahveler içildi, beyler biraz maçtan, yeni model arabalardan konuştu.
Firuze ve Ekrem, Aziz'e parmak oyununu öğretiyordu. Bu oyunu Hakan amcalarından öğrenmiş ve çok sevmişlerdi. "Bak Aziz tek tek açıyoruz."
"O bir bebek Fize, kontrol edemiyor."
"Of ne zaman edecek, ne zaman dediklerimi yapacak Eko?" İsimlerini dilleri döndükçe ve hoşuna gittikleri bu şekilde kullanıyorlardı.
"Biraz daha büyüyünce yapar."
"Tamam gel ben tutarım şimdilik ama çabuk büyü sen de hiçbir şey yapamıyorsun böyle olursan kimse evlenmez seninle. Bu baş parmak, badi parmak, orta direk, gül ağacı, küçük ağacı."
"Firuze nasıl konuşuyorsun öyle, seni babama söylerim. O bizden küçük dedi annem, güzel şeyler öğret çocuğa."
"Öğretiyorum işte, iş göremeyenler evde kalıyormuş duydum geçen öyle söylediler. Aziz evde kalmasın sonra benim başıma kalır yoksa?"
"Yanlış duymuşsun sen yok öyle bir şey." Aziz onların didişmesine gülerken ikizler ne için tartıştığını bile unutup işi inada bindirmişlerdi.
Konuşmaları bebeklikten çıkmıştı ama hala bazı harfleri yutarak söylemeleri herkesin hoşuna gidiyordu. Çocuk olmak, kötülüğün hiç değmediği masum bir kalp olmak, saf sevgiyi göstermek çok özel bir duyguydu.
Ne yazık ki bazıları bir zamanlar çocuk olduğunu unutuyor ve körelen kalbiyle baş başa kalıyordu. Nevin sessizce geçirdiği kaza sonrasında hastaneye kaldırılmış, hastane polisi durumu karakola bildirmiş ama kimse böyle bir kayıp ihbarında bulunmadığı için yakınlarına ulaşılamamıştı. Daha sonra orada bir işi olan komşularının kadını fark etmesiyle Atilla Bey'e haber vermesi bir olmuştu. Atilla bu duruma içten içe üzülse de düşmez kalkmaz bir Allah'tı ve bunun başına neden geldiğini iyi biliyordu.
Hastaneye gidince inme indiğini öğrendiği karısının karşısına geçip dakikalarca gözlerinin içine bakmıştı. Nevin'in bu saatten sonra akan gözyaşlarının hiçbir hükmü yoktu. Herkese yaşattığı habis durumlardan sonra bu dünyada onun için iyi dilek dileyecek tek kişi küçük oğlu Suat'tı. Ancak o da bu saatten sonra annesine bakamazdı. Nevin'in yaptıkları tüm çocuklarından bir bir çıkarken sonunda sıranın ona gelmesiyle durulmuş ve geriye dönük hallerini gözünün önüne getirip perişan olmuştu.
Büyük oğlu mutsuzluğa hapsolmuştu, küçük oğlu bir bacağından olmuştu, kızı ise önce mutsuz bir evliliğin içine gireceğim korkusunu yaşamış şimdi ise bambaşka bir derdi olmuştu. Sahi, Nevin gibi insanların soyu sürmeli miydi? Sürebilirdi, zira her ruh kendine özgü bir özgür irade ile doğardı. Kimse bu dünyaya kötü bir insan olarak gelmezdi, yaşadıkları ve seçimleri arasındaki ince çizgide debelenir ve bir gün geldiği gibi giderdi. Ölüm kibirli insanoğlunun sık sık unuttuğu şeyler arasında olan ama her an ensesinde gezinen olguydu.
Atilla Bey'in ağzından çıkan tek şey "Bunu hak ettiğini biliyorsun Nevin, şimdi ilahi adaletin sana dönmesini sağlayacak öncelikli kişiye gidip bu halini gösterelim. İçi soğur mu sanmam ama ona yaşatılanların bu dünyada bir karşılığı olduğunu görmesini isterim," olmuştu.
***
Kapıdan yükselen kahkaha seslerini dinleyen adam evdeki huzuru hissedebilmek için biraz bekledi. Sahi ne kadar zaman geçmişti böyle bir sofrada oturmayalı? Ailesiyle bir arada mutlu, huzurlu ve kaygısız vakit geçirmeyeli ne kadar zaman olmuştu? Abisi Ekrem ve yengesi Firuze bu dünyadan göçene kadar onların da sofrası böyleydi. Onlar birbirine kan bağıyla bağlı üç kardeşti; Ekrem, Atilla, İlyas... Peki nasıl dağılmıştı o sofra? Abisinin yılarca dua ettikten sonra doğan emanetine, öksüz ve yetim bir kıza sahip çıkamadığı o an dağılmış tuz buz olmuştu. Evindekilere lal olmuştu, şimdi de sustukları karşısında koca bir düğüm gibi önünde duruyor ve o eşiği geçemiyordu.
Masadan sesi yükselen üç adamın da birbiriyle kan bağı yoktu, onların can bağı kendi ailelerini ve sevdiklerini bir arada tutuyor huzurunu, bereketini arttırdıkça artıyordu. Ali Ata, Feridun ve Yarkın... Diğer üç adamın yapamadığını yapmıştı, demek ki iş sadece ailede bitmiyordu. Hangi ailenin içine doğacağını seçemezdin ama eğer bundan memnun değilsen ve seni rahatsız eden şeyler çoğunluktaysa can bağlarınla birlikte yeni bir aile kurabilirdin.
Demir bahçe kapısını açtı ama kendi aralarındaki sohbetten, çocukların cıvıltısından ve köpeklerin havlamasından onu duyan gören olmadı. Gözü biricik kızı Zehra'ya ilişti önce, ne büyük bir yanlıştan dönmüştü. Sarı oğlan inat etmeseydi annesinin attığından daha büyük bir ateşe atacaktı kendi öz kızını. Şimdi ise gülen yüzüyle birlikte gözleriydi. Cildi ışıldamış, hafif kilo almıştı. Varsa bir derdi üstesinden gelmeyi başarmış gibi birbirlerine güzel güzel bakıyorlardı.
Piraye'ye çevirdi gözlerini. Amcası olarak ona sahip çıkamamıştı ama o kendi kızına sahip çıkmış, ablalık etmiş arasına katmıştı. Zehra'nın annesinin öfkesiyle ancak bu şekilde baş ettiğini ve bunun Piraye'ye sektiğini, ona yaptıklarını çok sonra anlamıştı. Yeğeninin yarısı kadar yüce gönüllü olsa şimdi bambaşka bir noktada olurlardı. Adı kadar emindi ki Piraye, Zehra'yı istemese bu masada yeri olmaz ve bu kadar mutlu da olmazdı. Keza defalarca kapısına gelişine, özür dileyişine ve kalpten gelen bir pişmanlık hissine inanıp affetmişti kuzenini.
Birazdan bu mutlu aile tablosunun içine bomba gibi düşecekti Atilla. Nevin'in tekerlekli arabasını gıcırdayarak bahçeye doğru düşünce tüm gürültü bıçak gibi kesildi. Piraye'nin testiye su doldurmak için kalkan eli havada asılı kaldı.
Bir iki kere yolda gördüğü ufak çocukların şimdi üzerine bile bakamıyordu. "Selamünaleyküm demeye yüzüm yok pek ama birilerinin bu dünyada cehennemi yaşamaya başladığınızı bilmeye hakkınız vardır diye getirdim. Araba kazası geçirmiş, ne manidar değil mi? Ne almak için gittiğini sorun isterseniz ama size cevap veremez. Zaten siz de yanında çocukları olsa bile bunu o çocukların başına kakıp suçlamazsınız." Ailesini bale pabucu almak için gittiği yolda kaybeden Piraye'nin duyduğu sözlere ima yapıyordu Atilla.
"Günlerce hastanede kalmış, eve gelmediğini fark etmedim ilgilenmedim bile. Bu yaşlı halimle beni zaten yıllarca tüketti. Karakola kayıp ihbarı veren de olmadığı için bir köşede kalmış öyle. Komşu görünce haber verdi aldım geldim. Hesaplaşacak konularınız," derken Piraye'ye bakmış ardından başını kızına çevirmişti. "Akıtacak zehriniz vardır. Konuşmazsanız da bir köşede dursun öyle biraz vicdanına iyi gelir, belki gelir alırım. Hadi kalın sağlıcakla."
Geri gelip alırdı da Nevin'in bu hayattan çıkaracağı dersleri bitmedi diye bırakacağını düşünmesini sağlamıştı. Herkes öylece Nevin'e bakıp dururken onunla ilk konuşan çocuklar oldu.
"Aa anne bak teyzeye, hasta olmuş yazık." Nevin'e bakan Piraye'nin iç sesi devreye girdi.
O annenize yazık dememişti çocuklar.
"Susamış mıdır acaba bardağıma bakıyor?"
O annenize odada kalırken bir yudum su bile vermemişti çocuklar. Anneniz kustuğu yerin üzerinde saatlerce yatarken merak bile etmemişti.
Bu saatten sonra damlayan gözyaşlarında boğulsa bile Zehra da ona merhamet etmezdi. Sandalyesini bacaklarıyla geriye itip yavaşça ayağa kalktı. Yanına doğru yürüyüp başını eğerek baktığı kadından utanıyordu.
"Şuramda söylenecek o kadar çok şey var ki, şu halinle konuşup nefesimi tüketmeye bile değmez. Sonunda cehennemin ateşini biliyorum dediğim her an daha kötü bir yüzünle karşılaştım. Kendi ellerinle şeytana çevirdiğin çocuğunun bir gün yardımına muhtaç kalacağını nereden bilebilirdin? Artık o yardım benden sana gelmez anne, sana hakkım helal değil."
Omzunun üzerinden kocasına bakıp yürümeye başladığında Nevin'den inleme sesleri geliyordu. Çok daha kötüsünü de söyleyebilirdi ama yanındaki çocuklara olan saygısından susmuştu. Bunca sene çoğu şeye susmuşken şimdi haykırmanın ne anlamı vardı?
Hızlı hızlı yürüyüp köşeyi döndükten sonra kolundan yakalanmasıyla kocasının göğsüne çarptı ve onun kokusunu alınca tüm duyguları yerle bir olmuş gibi hıçkırarak ağlamaya başladı. Kötüler bu dünyada da cezasını çekiyordu ama kalbi muallakta kalanlar buna bile sevinemiyordu. Ona vicdansız olmayı öğreten annesine bile vicdanının sızlayacağı kadar değişmek istemişti Zehra.
İlahi adaletin dönüp dolaşıp Nevin'i bulmasına sevinememişti Piraye. Evinde sağlıkla oturup elinde kalan son çocuğunu güzelce büyütmesine bile razıydı. Yutkunduktan sonra ileriye doğru bir adım attı, bir adım daha atarken ayaklarına balyoz bağlamışlar gibi hissediyordu.
"Fazla vicdan insanın kendisine olan saygısını kaybettirir yenge. Evet elime düştün ama sana ben de bakamam. Allah kurtarsın." Çocuklarının daha fazla onu görmesini istemezmiş gibi yanlarına gidip kucakladı. O değil başka bir çocuğun, kendi çocuğunun bile kalbine kötülük ekmek istemezdi. "Evet çocuklar teyze hastalanmış babanız onu şimdi hastaneye götürüp yardım edecek." Her daim çocuklarına iyiyi ve doğruyu öğretecekti Piraye.
Aziz'i kucağına alan Perihan yanından geçerken bir çift laf etmekten geri kalmamıştı. Geceler boyu ağlattığı arkadaşının gözyaşlarının hatırınaydı bu cümle. "Kasnak yuvarlandı elek oldu eski şeytanlar melek oldu ha Nevin? Ee ne demişler; alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste..."
***
O günden sonra Nevin, merkezde bir bakım evine yatırılmış ve bir daha konusu açılmamıştı. Direkt ölse yaşattığı şeylerin pişmanlığını yaşayamazdı. Şimdi ölmeyip gün boyu bomboş bir duvarda kendini ve geçmişini görüyor, o anları yeniden yaşıyor, yaptıklarıyla yüzleşip kafayı yeme derecesine geliyor, inliyor, pişman oluyordu ama son pişmanlık fayda etmezdi.
Hep birlikte Mudanya sahiline gitmek için sözleşmiş ve güzel havanın tadını çıkarmak istemişlerdi. Çocuklar ayakkabılarını çıkardıkları gibi suyu hissedip özgürce koşuştururken hepsi huzurluydu.
Zehra doktor kontrolüne gideceği için onlar biraz gecikeceklerdi planlarına. Doktoru son zamanlarda umutlu konuşuyor olsa da Zehra kendini kötüye hazırlamaya çalışıyordu. Son günlerdeki mide bulantısını strese bağlıyordu ama gördüğü testi de alıp daha önce defalarca denememiş gibi denemek istemişti.
Şimdi hastanenin tuvaletindeki kabinin içinde elleri kalbinde çıkacak sonucu bekliyordu. Her seferinde olduğu gibi hüsrana uğrayacak olsa bile bu umut ona garip bir şekilde iyi geliyordu. Heyecandan yerinde duramadığı için gözleri teste kaydı ama sonra hızlıca tekrar baktı. Hayır yanlış görmüyordu. Çift çizgi oradan merhaba diyordu sessizce.
Önce çığlığını bastıramamış ardından elini ağzına kapatıp hızla atan kalbini sakinleştirmeye çalışmıştı. Kapının önünde hiçbir şeyden haberi olmayan adam onu beklerken çıkmasıyla duraksadı. Karısının boncuk gözleri parlıyordu ve hiç olmadığı gibi sırıtıp ona doğru yürüyordu.
"Zehra, bir şey mi oldu. neden gülüyorsun?"
"Oldu evet, çok mutlu oldum."
"Neye?"
"Baba olacağına?"
"Baba mı olacağıma?" Feridun anlık olarak kasılıp kalırken doğru duyup duymadığını düşünüyordu. "Baba, ben, nasıl?"
Elindeki testi çıkarıp adamın göz seviyesine yükselttiğinde bu sefer bir gürültü de ondan koptu. "Allah be!" Kadını kucakladığı gibi koridorda döndürürken etraftan ayıplayan bakışları görüyor ama aldırmıyordu. Geri yere indirdiği kadının alnını, saçını, yüzünü, gözünü öperken ikisi de sevinçten çıldıracak gibiydi. "Bizim çocuğumuz mu olacak şimdi?" Hevesle başını salladı Zehra. "Bin dokuz yüzlü yıllar bize şimdiden iyi gelecek desene güzeller güzeli pitonum, çoğalıyoruz." Zehra adamın belini çimdiklerken mutluluktan ne yapacağını bilememişti.
"Acaba koynumdan beslediğim hangi günün mahsulü? Çikolata mı, badem şekeri mi yoksa akide şekeri mi?"
"Sus Feridun çenen düştü senin, tek ayak üzerinde koştururum bak."
"Kızım şu an var ya sahile kadar koşarım ben. Neyse didişmeyelim hemen, gidelim de bir an önce müjdeli haberi ver verelim bizimkilere. Çok şükür."
"Çok şükür. Bugün de didişmeyelim kocacığım zira önümüzde didişecek çok güzel yıllarımız olacak."
"Olur karıcığım."
"Olur karıcığımmış." Birlikte kıkırdarken neşeyle doktorun yanına girdiler.
Anne olma duygusu kalbine o dakika girerken iyi kalpli, sağlıklı ve huzurlu bir evlat yetiştirmek için gülümseyerek dualar saldı göğe Zehra.
***
Hep birlikte düşe kalka eğlenen çocuklarına gülümserken gelin müjdeli haberle sevinçleri arşa çıktı. Dünya hali iyiliğiyle kötülüğüyle geliyordu ama artık onlar için en güzel çağları kalmıştı. Hepsi nasibine düşen acıyı, çaresizliği çekmiş ve daha güçlü adımlar atmıştı.
Köşeden gelen pamuk şeker arabasıyla dikkati oraya yönelen çocuklar koşuştu. Firuze, Aziz düşecek diye telaşla peşinden dolanıyor bir an olsun yalnız bırakmak istemiyordu. Ekrem de böylece ikisinin peşinden koşturuyordu. Aynı anda Ali'nin gazetede çalışan arkadaşı da başka bir köşeden onlara doğru yürüyordu. Piraye'nin hazırlayıp teslim ettiği yeni romanı ellerindeydi şu an. Kendi hayatını işlemişti bu kez satılarına hem ağlayıp hem gülerek. Sonu ise şu an tıpkı hayal ettiği gibi gerçekleşiyordu. Bugün bu kitabın sonuna yakışır bir finali gerçekleştirmek için sahile inmiş ve gökyüzüne güzel bir anı bırakmışlardı. Piraye ve Ali'nin aşkı bir gün takvim yaprakları son bulsa bile zihinlerde hatırlanmaya devam edecekti.
Pamuk şeker alan çocuklarına gülümsedi, bir parça alıp onun dudaklarına götürürken geceden kara ama bir tek ona aydınlık olan gözlerde tutuklu kaldı. Ali ise bir kere bakıp zehirlendiği ve bundan bir an olsun pişman olmadığı gözlerin kuytusuna daldı.
Bir parça daha koparıp verirken tanıştıkları ilk günlerde yaşadıkları bir diyaloğu geçirdi aralarında. "Sizi çok bekletmem, elim çabuktur beyefendi."
"Lütfen bekletin, Öyle ki tüm takvim yaprakları bitene kadar bekleyebilirim sizi."
Parmaklıklar arkasındaki mahkumiyetten, sahildeki özgürlüğe kadar ilerlemiş, güneş gözlerine vururken sevgileri yeniden kalplerine sirayet etmişti. Çocuklarının neşeyle elini yüzünü batırarak yediği şekere gülümsedi ikisi de.
Bir pamuk şekerle başlamıştı onların hikayesi ve yine ağızlarda kalan, satırlara işlenen o pamuk şeker tadıyla son buldu.
SON...
Herkese merhaba canımın içleri 💖
Nasılsınız umarım iyisinizdir✨ Yıldızı parlattıl değil mi 🌟
Birlikte bir maceranın daha sonuna geldik. Bu yolculukta benimle birlikte olduğunuz için çok teşekkür ederim 🌸 edit yapan, arkadaşına öneren, kurguya sahip çıkıp seven herkese öpücükler, iyi ki varsınız💖
Son noktayı koyarken içimin hüznü gözlerime yansıdı. Finali uzun zaman önce tasarlamıştım ama birkaç gündür zihnimde dolandı durdu. Yazdıkça kendimi ve fikirlerini geliştirdiğimi biliyorum.
Piraye ve Ali'nin aşkını çok sevdiniz, benimsediniz, yazarken bana da öyle huzurlu hissettirdiler ki bu duyguya bayıldım. Bir yandan dönem kurgusu olması beni araştırmaya ve dinlemeye teşvik etti ve buna da bayıldım.
Firuze ve Ekrem'i biraz daha okumak isteyeceğinizi tahmin ediyorum. Zaten kitabın başlarında evlilik olduğu için hemen evlendi son yaptık gibi bir durum söz konusu değil. Özel bölüm belki ilerleyen zamanlarda yazarım ama zaten bundan sonra Hakan'ın kurgusu geleceği için orada da zaman zaman okuyacağız. Tamamen kopmuyoruz onlardan.
Hakan Aslanboğa bir asker olacak gizemli mektupların peşine düşüp fotoğrafıyla kalbini sızlatan kadını arayacak. Henüz yazmaya başlamadım ama zihnimde toparlıyorum. Biraz NOKTA'yı ilerletmem gerek. Yaşamayanların yeni kitabına başlamam gerek. Bu yirmi dört saat bize getmiyor gibi ya 😂
Finale karar verdikten sonra tüm işaretler pembe geldi gözüme. Yazarken güneş vurdu masama ve içim kıpır kıpır oldu. Pembe kalemim elimi çizdi, kaybettiğim pembe postitim ortaya çıktı... Hepsinin o tatlı heyecanını hissettim.
Pamuk Şeker bana iyi geldi, umarım size de iyi gelmiştir. Gerçek hayatta da siyahlarımızı renklendirmek ümidiyle✨
Lütfen değerli yorumlarınızı benden esirgemeyin. Hepinizi çok ama çok seviyorum. Gelecek ve diğer kurgularıma kadar sevgiyle kalın ve her pamuk şeker yediğinizde bizi hatırlayın🌺🍭💖
Instagramdan soru cevap yapacağım katılmak ve takip etmek isterseniz
👉🏻 t.k.yildirim
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
71.28k Okunma |
7.16k Oy |
0 Takip |
74 Bölümlü Kitap |