Biz geldik bebekler nasılsınız? Ben bu sıra biraz yoğunum o yüzden ara açıldı.
Bilmeyenleriniz için duyurayım YAŞAMAYANLAR ULYSSES yayınları aracılığıyla kitap oluyor🎉 Arat Zemheri ve Yargı Yargıcı'yı ellerimize alacağız az kaldı. Yeni okumaya başlayanlar için birkaç gün daha bekleyip yayın haklarını devrettiğim için bazı bölümleri kaldıracağım bilginize✨
Darısı finalden sonra pamuk şekere 💝
Oy verip yorum yapmayı unutmayın olur mu💌
Duyurular ve editler için beni Instagramdan takip edebilirsiniz: t.k.yildirim
Gelecek bölüme kadar sevgiyle kalın 💕 🍭
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;
Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum;
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
İstanbul'u dinliyorum.
Orhan Veli Kanık
Bölüm 57. İki His Tek Duygu
Yeni yıla girecektik. Son birkaç yıldır ilk defa bu kadar heyecan doluydum. Art arda gelen düğünlerin üzerinden haftalar geçmişti. Çok şükür ki her şey yolundaydı. Canımın canı arkadaşım aynı bahçe içerisinde bulunduğumuz eve taşınmıştı ve şimdi hiç olmadığımız kadar yakındık. Amcam yengem kızacak derdimiz yoktu. İki yetişkin kadındık, candan arkadaştık ve şimdi de komşu olmuştuk. Daha Allah'tan ne isterdim?
Sağ salim doğum yapmayı isterdim elbette. Hamileliğimin en rahat dönemlerine gelmiştim. Kusmalarım, mide bulantılarım, koku hassasiyetim nihayet azalmıştı. Şimdi hapur hupur ne gördüysem yeme vaktiydi.
Yüzümü yıkayıp gelene kadar yastığıma sarılmış kocama baktım. Öyle rahat uyuyordu ki dokunmaya vicdanım el vermedi. O yüzden mutfağa gidip kahvaltı hazırlamaya başladım. Hazırlayana kadar uyumasına müsaade edebilirdim. Tüpün üzerine çayı koyup ardından patatesleri soyarken sessizlik hoşuma gitmedi.
"Oy annelerinin güzelleri acıktınız mı siz? Durun çiğ patates yiyemem bir zeytin atayım ağzıma." Karnımla konuşmak son zamanlarda en eğlendiğim faaliyetti. Kimse deli diyemezdi artık çünkü yavrularımın kulakları oluşmuş, beni duyabiliyorlardı.
Son patatesi de tavaya atıp şen şakrak odaya gittim. Hala aynı pozisyonda duran adama kınayıcı bakışlar atarken yavaşça yanına süzüldüm. Burnumu burnuna sürttüm, dudaklarımı yanağında gezdirdim, sonra uykulu yüz hali dağıldı ve yerine daha huzurlu bir şeyler geldi. Yüzünün her karışını öptüm, gözlerine çıktım, dudaklarına indim ve ama oradan hemen ayrılamadım. Yakalanmıştım.
"Yemekten önce beni yemek midir niyetin?"
"Doktor bağışıklığınızı güçlendirin diyor, günde üç vakit, ne üçü beş vakit Piraye şart diyor." Elimle saçlarını geriye doğru tararken mırıldandım.
"Hangi doktormuş o?"
"Aşk doktoru."
"Uyan artık canım günaydın."
"Günaydın mı bugün paydos günüm?"
Söylediğine kıkırdarken boynumda buldum bir anda onu. Günlük dozunu almaya başlamıştı tabii. "Ali Ata," derken uzata uzata keyiflenerek söyledim adını. Karşılığında hoşnut bir mırıldanma aldım. "Hadi kalk artık. Kahvaltı yapalım ve yavrularımızın cinsiyetini öğrenmeye gidelim." Bunu duyduğu an hareketleri kesildi. Sanki anın heyecanını şimdiden hissediyor gibiydi. Dudakları boynumdan yavaş yavaş inerek artık daha belirgin olan karnımda durdu.
"Evlatlarım, gün sizi görme günü. Sakın inatçılık edip poponuzu döneyim demeyin, sonra anneniz üzülür dayanamam." Bir önceki gittiğimizde de görebilirdik ancak kendilerini gizlemeyi tercih etmişlerdi.
"Kime çekti bu çocuklar anlamıyorum ki, hayır ben hiç inatçı değilim."
"Ben miyim inatçı yani Piraye Hanım?"
Karnımdan yukarı doğru yeniden yükselirken bir anda panikledim. "Ayy, patatesler yandı be adam beni ne lafa tutuyorsun? Ne yiyeceğim şimdi?"
"Tamam yavaş kalk, yanmışsa yanmıştır zaten beş saniye geç gidersin." Hayretler içinde ona bakarken kalkabilmem için belimden ittirip destek verdi. Hiç yanık kokusu alamazken biraz fazla gevrediklerini gördüğüm an içim rahatladı. Bu gevrekleri Ali'ye verir bir önceki yumuşakları kendim yerdim olmadı. Ya da ona da bir iki pay ederdim madem yanmaları sorun değildi, paşa gönlüm nasıl isterse artık.
Keyifle kahvaltı yapmış, birlikte ortalığı toplamış ve hazırlanıp çıkmıştık. Şimdi doktorun kapısının önünde dua ederek bekliyordum. Öyle heyecanlanıyordum ki hamilelik, annelik fena bir duyguydu.
"Piraye Hanım buyurun içeri girebilirsiniz."
Giremedim. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Yan yana dururken birbirine değen ellerimizi avucunun içine hapsetti. "Hadi yüreğim, evlatlarımıza birkaç adım uzağız sadece," deyip sıcak dudaklarını elimin üzerine bastırdı ve güç verir gibi sıktı. Onun varlığı benim yanımdayken her şeyi yapabilirdim. Yılın başında durduğum noktayı hayal bile edemezken şimdi yaşıyor olmam bir mucizeydi. Parlayan gözlerine baktıktan sonra önden geçmem için kapıyı açıp bekledi.
"Hoş geldiniz, güzel annemiz nasıl?"
"Heyecanlı." Doktorun tatlı gülüşünü duydum.
"Çok iyi anlıyorum, içeri geçip hazırlanın yavrular da sizin gibi heyecanlı mı bakalım. Öncesinde evraklarınızı alıp bir göz atayım." Ali Ata çantadan çıkardığı dosyayı doktora uzatırken ben de gidip kazağımı sıyırdım. Ultrasona gelirken elbise mantıklı bir fikir olmadığında artık iki parça giyiyordum.
Doktor gülümseyerek yanıma geldiğinde soğuk jel karnımla birlikte içimi de ürpertti. Doktorun gözlerine ufak bir ipucu arar gibi bakıyordum ama hiç renk vermiyordu. "Evet, tahmininiz var mı?"
"Gösterdi mi?" Heyecanlı sesim titrerken bu kez de ekrandan gözümü ayıramıyordum sanki anlayacak gibi.
"Evladın ayrımı olmaz ama karım meraktan çatlayacak doktor hanım." Çatlayabilirdim doğru. Bu heyecanla çocukları şuracığa doğuruvermezsem iyiydi.
"O zaman gözünüz aydın iki duyguyu da aynı anda tadacaksınız. Bir kızımız birde oğlumuz geliyor." Nasıl nefes alınır unuturken yaşadığım sevinci dağa taşa haykırmam lazımdı. İçim öyle dolmuştu ki duygularım kalbimden taşmasın diye ellerimi göğsüme bastırdım. Allah'ım, şükürler olsun bunu tattığım için. Gözlerim ekrandan siyah gözlere çevrildi. Benim kalbimin ışığı onun gözlerine yansırken doktor çoktan bir şeyler söyleyip odadan çıkmıştı. Alnıma bastırdığı dudakları artık üç kere döngü halinde devam ediyordu.
Eline aldığı peçeteyle karnımdaki jeli sakince silerken gülümsemesi hala yüzündeydi. "Ali'm, kızımız ve oğlumuz gelecek. Şu cümlenin güzelliğine bir bak kurban olayım."
"Sağ salim gelsinler yeter ki. Senin canından gelen parçalara gözüm gibi bakacağım. Piraye, sanki hep baba olmak için an kolluyormuşum gibi hissediyorum. Bir an önce doğsalar olmaz mı?" Temizledikten sonra karnımı da öptü iki kere.
"Daha yolun yarısındayız ama babanız sabırsız çocuklar, siz yine de onu dinlemeyin zamanında gelin." Erkeksi bir gülüş döküldü dudaklarından. Sesini duyunca zaten tepki veren yavrularım öpücükleri de tekmeyle karşıladılar. "Şşh yaramazlık yapmayın, uslu durun ki size güzel yemekler gönderelim bugün de."
"Nereye gideceğiz?"
"Sürpriz."
Minibüsle Trilye'ye gelmiş, deniz havasıyla tazelenmiş şimdi de balık ekmek yiyorduk. İki gün önce alalım deyip sonra temizlemeye üşendiğim için vazgeçmiştim ama tadını aldığım an yanlış karar olduğunun farkına vardım. Öyle ki birer yarım daha yemiştik.
Sahilde kim ne der düşünmeden el ele tutuşup gezerken huzur bedenimin her yerini sarmıştı. Bir yerde simit satan teyze varken, diğer köşede elma şekeri satan amca vardı. Biraz daha ilerleyince pamuk şeker arabasını gördüm. Zihnim anında görüntüyü değiştirip hayal kurarken biz bankta oturuyorduk, yavrularımız büyümüş sahilde koştururken arabayı görüp pamuk şeker diye koşturuyordu.
İç çekip başımı kocamın omzuna yasladığımda ellerimiz ayrıldı ve kolunun altına aldı beni. Sessizdik, huzurlu bir sükunet vardı zihnimizde dolanan. Başımı kaldırıp baktığımda gözlerinin arabacıda olduğunu görünce anladım bir şeyler düşündüğü. Belki bir pamuk şekerle pekişen hayatımızı düşünmüştü belki de çocuklarımızın neşeli çığlıklarını bilmiyorum. Bunu bilse bilse zaman bilirdi ve yapmamız gereken tek şey akışa uyum sağlamaktı.
***
Dönerken yeniden çarşıya uğramış ve birkaç parça eşya alalım demiştik. Satı anneye kalsa yine hemen almayın derdi ama Ali Ata hepsi bir araya sıkışmasın başlayalım artık diye geri çevirmişti. Dükkanların ardından gördüğüm tahta beşiklere içim giderek baktım. Elim karnımda onları severken alışveriş yapmak eğlenceliydi, zira her attığımız adımı onlara duyuruyordum. Doğdukları ilk an giymeleri için tam takım iki çift eşya almıştık. Öyle ya bundan sonra ne alırsak çift olacaktı.
Oyuncak kısmına bakmadan geçmemizin nedeni Ali'nin tahtaları oyarak yavrularına oyuncak yapmasından ötürüydü. Bu işle meşgul olmak onu yoruyor olsa da emeğini vererek yaptığı her parçanın değerli olacağına adım gibi emindim. Küçükken bir marangozun yanında çırak olarak çalıştığından eli çok yatkındı. Bu yüzden Suat'a da kol derneklerini kolayca yapmıştı.
Beşik satan mobilya dükkanına girince birkaç model gösterdiler. Yavaşça ona yaklaşıp mırıldandım. "Ali'm acaba bir tane alsak da ayaklı başlı mı yatırsak?" Bu fiyatlar da neydi böyle, kiradan pahalıydı beşikler.
"Piraye'm hiç olur mu o dediğin, çocuklar öyle kalmayacaklar ya elbet büyüyecekler. O zaman nasıl sığdıracağız. Hem ben tedarikli geldim düşünme bunu. Hangisini istiyorsan seçelim."
Mantıklıydı söylediği. Elim beşiğe gidip nasıl sallandığına bakacakken yan taraftan bir ses duydum. "Boş beşik sallanmaz kızım aman yapma!" Bana değil yanındaki kızına diyordu teyze ama neden sallamıyorduk? Elim öylece havada kaldı, batıl inanç diye düşünsem de büyüklerin bir bildiği vardır muhakkak deyip sallayamadım. Tahtadan yapılmış, bazı kenarları farklı renklere boyanmış, bir köşesinde ise büyük boncuklarıyla dikkat çekici duran beşiği seçtim hemen. İki tane alacağımızı duyunca esnafın ağzı kulaklarına vardı.
Bugünlük bütçe aşımına ulaşmıştık zaten ama öylece göz gezdiriyordum diğer dükkanlara. Sonra bir çift kurdeleli minik ayakkabıyı görünce duraksadım. Kanım çekilir gibi olunca nasıl adım atacağımı unuttum. Birkaç adım önümde kalan Ali ona neden eşlik etmediğimi anlamaz gibi omzunun üzerinden dönüp baktı bana, hissettim ama yine de gözümü çekemedim o kırmızı parlak ayakkabıdan.
Nefesim soluk boruma dar gelirken boğazımı açmak ister gibi çekiştirdim kazağımın yakasını. Alamazdım, ben çocuklarıma ayakkabı alamazdım. Onlar da mı benim gibi yün çoraplarla gezecekti? Ali'yi de gönderemezdim. Yok mümkün değildi.
"Yüreğim, bak bana. Bak bana. Piraye'm, gözlerime bak. Akıl edemedim özür dilerim, bu sokakta hep çocuk malzemeleri var düşünemedim affet. Bak bana, gözlerimi gör ve pişmanlığımı hisset, kopar gözlerini oradan."
"Yapamam Ali, yapamam ben, istemiyorum."
"Tamam güzelim."
"Sen de yapamazsın, kimse yapamaz."
"Piraye?"
"Olmaz Ali, kimse ayakkabı almaya çıkamaz, kırmızı hiç olmaz. Geride Piraye'ler kalsın istemez gönlüm. Hem onlar daha minicik doğmadılar bile bensiz ne yaparlar. Yapamam Ali alamam, sen de alamazsın. Kızına son kez gülümseyemezsin." Nefesim yetmezmiş gibi derin bir iç çekerken kırmızı minik ayakkabıdan kopmayan bakışlarımı bedeniyle kesip kopardı. Sokağın ortasında kollarını bana dolarken affet demeyi dilinden düşürmedi ama ben bunu nasıl daha önce düşünmemiştim?
"Alamazsın!"
"Tamam, tamam yüreğim almıyoruz. Gidelim." Sarıldığı bedenimi bir an olsun bırakmadan ilerletti ve köşeden bir taksi çağırdı. Ayakkabı alamazdık bu mümkün değildi. Kendi kendime başımı sallarken arabaya nasıl bindim ne yaptım bilmiyorum. Camdan boşluğu izlerken gelen titremeyi hissetmesin diye iyice köşeye çekilmiş oturuyordum.
Alamazdık. Ben aileme ayakkabı alırken veda etmiştim, yavrularıma veda etmeye hazır değildim!
***
Ali Ata, Piraye'nin gözünün kilitlendiği yeri görünce şaşırmış, gerilmiş, kalbi patlayacak noktaya gelmişti. Nasıl akıl edemediğiyle ilgili kendine bir ton küfür sıralarken kadının mırıldanmalarının önüne geçti. İstemezse almazdı elbette, bunun için önlerinde uzun zamanlar vardı ama baktığı yerde yalnızca onu görmediğine emindi. Öksüz ve yetim kalışını görüyordu, acıları bağrından kopuyor ve boğazını düğümlüyor gibi eli yakasını açıyordu. Nefes alamıyordu Piraye.
Şimdi evlatları için aynı korku oluşmuştu içinde. Daha fazla yürütmemek için taksi çevirip bindiklerinde kadının köşeye sinmesini gördü. Bu derin bir yaraydı, içten tutan kabuklar tek bir görüntüyle kanamış gibi gözüküyordu.
O yolculuk nasıl geçti eve nasıl girdiler belli değildi. Bahçedeki yavru köpekler onları görünce oynamak istemiş ama ilgilenememişlerdi. Piraye'nin sürekli laf atmasına alışkın olduklarından paçalarında dolanmış ama karşılık alamamışlardı. Köpeğin üzgün mırıltısına dayanamayan adam kendini de tıpkı böyle hissediyordu. Piraye'yi içeri bıraktıktan sonra dönüp gönüllerini aldı, yemeğini suyunu tazeledi ve geri içeri girdi. Bu akşamdan sabaha kadar karısından başka bir şeyle ilgilenmek istemiyordu ama onlar da candı. Allah iki yavrusuna nazaran iki yavru göndermişti onlara nasıl yüz çevirirlerdi.
"Güzelim, güzel karım, su hazırladım sana iyi gelir ne dersin? Hastanenin mikrobundan arınırsın hem hep öyle derdin."
"Almayalım Ali!"
Üzgün bakışları çaresizce kocasına tutunurken tek bir odak noktası vardı ve dışına çıkamıyordu. Uzun zamandır aksi giden bir işi, kötü geçen bir günü olmadı diye nazar mı değmişti?
Bebek kucaklar gibi kaldırıp banyoya getirdi kadını. Onun bomboş bakışları eşliğinde kıyafetlerini çıkardı, suyu istediği gibi ılıtıp üzerinden dökmeye başladı. "Keşke tüm olumsuz düşünceleri bu şekilde su ve sabunla temizleyebilsek! Keşke Piraye'm yaşadığın tüm kötü anları böyle silsem zihninden, bedenini sildiğim gibi."
Elindeki lifi köpürtüp nazikçe yıkadı bedenini. Karnına gelince bir ihtimal deyip karısının yaptığı gibi onlarla konuşmaya başladı. Köpürttü, okşadı, konuştu en çok orayla ilgilendi. "Benim güzel yavrularım, anneniz biraz üzgün ama geçer. Siz de üzülmeyin olur mu?" Piraye'nin boş bakışlarında bir yaşam belirtisi oluştu. Deminden beri kendini tutup yalnızca başından su döktüğü zamana sığdırmıştı gözyaşlarını anlaşılmasın diye.
"Üzülürler mi?" Sessiz ve kopuk gelen sesi duyunca bakışları kesişti. "Doktor demişti ya yüreğim, üzüntü stres bebekleri etkiler diye ondan dedim. Ama çok üzülmemişlerdir. Annelerinin yaşadığı bu habis olayı bilmiyorlar. Bunun sana nasıl sirayet ettiğini bilmiyorlar." Piraye elini kavradı adamın hemen, telaşlandı.
"Bilmesinler Ali Ata. ne olur bilmesinler. Üzülmesinler de."
"O zaman sen de üzülme iki gözüm. Sakladın benden gözyaşlarını görmem mi sandın? Geçmişi değiştiremem, keşke elimde olsa ama yapamam. Yapabileceğim bir şey var; geleceğimizi şekillendirmek. Şu dört duvarın içinde ailemizle mutlu mesut yaşamak."
"Ama alırsak..."
"Ştt biliyorum, biliyorum almayacağız dedim bir kere, ağzımdan çıktı. Bana baksın o zehirli güzel gözlerin. Yanındayım tam burada acını hissediyorum, ağla akıt zehrini dök dışarıya. Bir kere yapalım bunu ama şu kapıdan çıkınca yapmayalım. Ne karımın içinin ezilmesine izin veririm daha fazla ne de çocuklarımın."
Gözyaşları damla damla düşerken yanağındaki yoldu izledi adam. Ardından bastırdı dudaklarını oraya, sahiplenir gibi, acısını içine çeker gibi. "Üzülürler mi?"
"Üzülürler..." Masum sesine sakince karşılık verdiğinde birkaç damla da onun gözlerinden süzüldü. Piraye şimdiye kadar neler yaşamıştı, bu kadar ölüm, bu denli çaresizlik reva mıydı karısına? O mutlu olsun geçmiş kötü günleri hatırlamasın diye elinden geleni yapıyordu lakin gördüğü bir görüntü patlak vermişti böyle.
"Tamam o zaman, daha doğmadan çocuklarını üzen bir anne olmak istemiyorum." Bedenleri birbirine dolanırken çok sevdiği gece karası saçlarını okşadı adam. Piraye bir anneydi ama bu gece sevdiği adam tarafından bir bebek gibi sevildi. Ertesi güne yeniden doğması için içindeki irini böylece dışarı akıtmıştı. Su ve sabun düşünceleri temizlemezdi belki ama ilgili bir çift göz ve dudakları arasından çıkan her kelime ruha şifa olurdu.
Ali Ata sabaha kadar uyumadan güzel şeyler anlattı karısına, hayallerinden bahsetti. O habis anı zihninden uzaklaştırmak için her şeyi yaptı. Öyle ki uyuduğundan emin olduğu anlarda bile bitmedi dilindeki tüyü, bırakmadı kolları arasından karısını. Bilinçaltı o uyurken açığa çıkmasın diye fısıldadı durdu tüm güzel şeyleri. Gözleri yorgunluktan kapanmadan hemen önce yavrularının gözleri kimin genlerini alacak diye kendi kendine tartıştı durdu. O baktığı yeşillikler çoğalsın, çevresi ormana dönsün ona oksijeni bolca versin isterdi ama Piraye uyanık olsaydı şayet buna itiraz eder, güven veren siyahları, ilk görüşte vurulduğu aşkla yanan o gözleri yavrularına baktıkça hatırlamak istediğini söylerdi. Günün sonunda kazananı ancak doğumda anlayabilirlerdi...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
71.28k Okunma |
7.16k Oy |
0 Takip |
74 Bölümlü Kitap |