Selamm
İnsanlara değer veriyorum sonra bu değere değmediklerini görüyorum, ama o değeri vermeye devam ediyorum. Neden diye sormayın ben salağım
Neyse siz bunları boşverin okumaya devam edin
Benim mezarlarımda ölü yok;
Hep yaşamış olanlar var..
Anılarımda bir yer
Dinmeksizin acıyor,
Günbegün
Bundan
Güldüğümü görenler
Bana bakıyor
Görüyorum..
Ağlasam geçer,
Biliyorum..
Ağlanmıyor.
- Özdemir Asaf -
ÇINAR GÖKSOY
Sabahın ilk ışıkları daha perde aralığından içeri süzülmeden, Güneş’in sesiyle uyandım. Küçük bir serçenin sabah ötüşü gibi neşeli ve ısrarcıydı:
“Abi kayk… Abi kayk…”
Bu kız beni uyandırmaktan gizli bir haz duyuyor, artık bundan eminim. Göz kapaklarımın arasından süzülen loşlukta kıpırdanarak sordum:
“Güneş, ne zaman uyandın sen?”
“Biyaz önce uyaydım,” dedi aceleyle. Ardından küçük bir çocuk ciddiyetiyle ekledi:
“Annemle babam uyuyoydu, onyayı uyaydıymadım. Yazık abi…”
Kardeşim herkese yazık diyor, ama bir tek bana yazık olduğunu düşünmüyor. Bunu düşünmeyi daha sonra kendime saklıyorum. Önce sabahın sıcaklığını yakalamalıyım.
“Demek onlara yazık, ama bana değil mi küçük cadı?”
Bu sözüm üzerine önce gözlerinde hafif bir mahcubiyet beliriverdi. Ardından o tanıdık meydan okuma… Sanki Feride ablanın minyatür bir yansıması gibiydi. Küçük omuzlarını dikleştirip konuştu:
“Ama abi sen kaykmazsan ben nasıy kafaytı hazıylayım? Annemle babama süypiz yapmamız lazım.”
“Süypiz.” Evet, onun ağzından böyle dökülünce kelimenin bile şekli değişiyor. Sevimliydi, inkar edemem. Ama ben böyle söylesem aynı etkiyi yaratmazdım, orası kesin.
“Demek süypiz yapacağız. Tamam o zaman, koş mutfağa, geliyorum,” dedim.
Sevinçle ellerini çırptı ve minik adımlarıyla merdivenleri koşarak indi. Onun neşeyle uzaklaşan siluetine bakarken içimden bir söz geçirdim:
Hep böyle kal Güneş… Işığın hiç solmasın.
Kan bağı mı? Geçin onları. Kardeşlik, kalpten olur. Ve Güneş benim kardeşim. Ben de onun abisiyim.
O uyanalı epey olmuş olacak ki, henüz gerçek güneş daha yeni yeni dünyayı ısıtıyordu. Gözlerimi ovuşturarak yataktan kalktım, elimi yüzümü yıkadım, ve mutfağa indiğimde Güneş beni mutfak kapısında heyecanla bekliyordu. Gözleri ışıl ışıldı, içinde bir çocuk değil, sanki sabahın kendisi vardı.
“Senin mutfak yasağın devam ediyor, değil mi? O yüzden mi beni uyandırdın?” dediğimde, suçüstü yakalanmış gibi başını eğdi. Sessizce onayladı.
“Sen çok fenasın sen…” dedim gülümseyerek. O da bana gülümsedi.
İşe koyulduk. Onun heyecanı bulaşıcıydı; mutfakta oradan oraya seğirtiyor, bir yandan da yardım ettiğini sanıyordu. Gerçekten de yardım ediyordu… küçük elleriyle tabakları, bardakları taşıyordu. Ben çayı demledim, kahvaltılıkları hazırladım, o kaşıkları, çatalları tek tek yerleştirdi.
Masa tamamlandığında ikimiz de sanki büyük bir görevi başarmışız gibi gururluyduk.
“Ortak! Çak bi beşlik, görev tamam!” dedim, elimi uzattım.
“Göyev tamam!” diyerek elime çak yaptı, ardından heyecanla yukarı koşmasını söyledim. Kafasını sallayıp fırladı adeta.
Birkaç dakika sonra neşeyle döndü:
“Geyiyolar abi! Geyiyolaaaar!”
“Tamam, sakin ol. Onlar gelince ikimiz aynı anda ‘süypiz’ diye bağırıyoruz, tamam mı?”
“Tamam abi!”
Ayak sesleri yaklaşırken heyecan doruktaydı. “Üç… iki… bir…” dedim ve Feride abla ile Toprak abi görünür görünmez ikimiz bir ağızdan:
“Süypiiiz!”
İlk bize, sonra da hazırladığımız kahvaltıya bakan yüzlerinde kocaman bir tebessüm belirdi. O an her şeye bedeldi.
Toprak abi Güneş’i kucağına aldı, gülerek “Bizim çocuklarımız bize kahvaltı mı hazırlamış?” dedi.
Feride abla ise yanıma gelip koluma girdi, başını omzuma yaslayarak “Hayır, bize ‘süypiz’ hazırlamışlar,” dedi.
Güneş’le birlikte başımızı aynı anda salladık. O an aile olmanın tanımını yeniden yazdık sanki. Toprak abi güldü:
“Hadi geçelim masaya, kahvaltı heba olmasın.”
Tam yanıma oturacaktı ki Feride abla öne atıldı:
“Sen kızının yanına otur, ben oğlumla oturacağım.”
Toprak abi şaşkın “Benim kızım? Senin neyin? Senin oğlun benim neyim?”
O an gülmemek mümkün değildi. Feride abla elini sallayarak:
“Hadi hadi, yerine otur,” dedi.
Kahvaltı başladı. Masada sohbet, kahkaha, sevgi… Hepsi birbirine karışmıştı. Bir noktada Feride abla bana eğildi:
“Dün akşamki iddia meselesi neydi?”
Ablacım, canım… Her şeyi de sormasan olmuyor değil mi?
“Maç skoru üzerineydi. Ecrin kazandı. Şimdi ne isterse yapacağız,” dedim.
Bir süre sustu, düşündü. Sonra:
“Yani şimdi Ecrin ne derse onu yapacaksınız, öyle mi?”
“Evet, öyle.”
“Peki, bugün tesiste mi olacak?”
“Hayır, bugün değil. Belki akşam maça gelir… İnşallah gelir.” Son kısmı daha sessiz söyledim. Belki kendime söyledim.
Toprak abi “Ne fısıldaşıyorsunuz öyle?” dedi. Feride abla hemen “Hiç… hiçbir şey,” dedi. O kadar belliydi ki, saklamak daha çok şüphe uyandırdı.
Toprak abi gözlerini kısmışken su bardağına uzandı ama bardak boştu. Onu yormak istemedim, hemen ben kalktım.
“Ben su getireyim,” dedim, ama Güneş’in küçük ayakları benden hızlı davrandı. “Ben getiyeyim!” diye sevinçle atıldı. Toprak abinin bardağını kaptığı gibi mutfağa doğru ilerledi.
Arkasından bakan Feride abla bir an endişelendi, gözlerinde o tanıdık telaş:
“Umarım suyu üstüne dökmez…”
Güneş az sonra geri döndü. Küçük ellerinde taşıdığı bardak suyla, gözleri suyun yüzeyine kilitlenmişti. Sanki suya bakarak onu dökmeden taşımayı başarabilecekti… ama o suya baktıkça, önündeki engeli göremedi.
Bir anda ayağı sandalyenin ayağına takıldı. Bardağın içindeki su, zaman ağır çekimde akar gibi süzüldü, sonra tümüyle Toprak abinin üzerine döküldü.
“Özüy diyeyim baba,” dedi hafif mahcup bir tavırla
Toprak abi bir an ıslanmış gömleğine, sonra Güneş’in ürkek gözlerine baktı. Dudaklarının kenarında belli belirsiz bir gülümseme kıvrıldı.
"Önemli değil kızım."
Benim zihnimde yaşananlar ise bambaşkaydı. Devrilen bir bardak, acı dolu bagrışlar, korku dolu gözler, çaresizce atılan yardım çığlıkları Ama sonra o ses geldi. O ses. Kalbime gömülmüş, ruhumu yıllardır titreten ses. O adamın yankısı:
"Üstümün başımın haline bak it!"
Ve ardından bir başka ses, Toprak abimin sesi
“Sen iyi misin kızım? Bir şey oldu mu sana?”
Anılar tokat gibi indi yüzüme. Beş dikiş… Kafamdaki sargı… Her ‘baba’ kelimesiyle yeniden kanayan bir çocukluk…
“İyiyim baba, yayıklışla döküydü…” dedi Güneş.
Feride abla koluma dokundu. “Çınar?” diye fısıldadı. Sesindeki tını, zihnimde dönüp duran fırtınayı bir anlığına durdurdu. Ama sadece bir anlığına… O anılar, o sesler… Puslu, karışık, acı dolu…
Şimdiki zamanda değilim. Masada değilim. Güneş’in yanında değilim. İçimde, geçmişte bir yerdeyim.
Bir anda sandalyeden kalktım.
“Siz devam edin, benim…”
Boğazım düğümlendi. Yutkunamadım. İçimde bağırmak isteyen biri vardı. Sus! diye haykırmak istiyordum zihnime. Ama sesim çıkmıyordu.
“Benim çıkmam gerek… Antremana geç kalacağım.”
Cümle tamamlanmadan hızla salondan çıktım, odamın kapısını araladım, sonra kapattım. Sessizce, ama içeride fırtınalarla.
O anılar… Yeniden, bir film şeridi gibi dönmeye başladı. Sesler üst üste bindi. Bağırışlar, ağlayışlar, o adamın öfkesi… Benim suskunluğum…
Kulaklarım çınlıyor. Gözlerim kararıyor. Kalbim boğazıma düğümleniyor.
Ellerim başımda. Sanki ellerimle zihnimi tutabilirmişim gibi. “Geçti, Çınar… Geçti oğlum, bu geçmiş,” dedim kendi kendime.
Ama aslında hiçbir şey geçmemişti.
Oturduğum koltuk, içimdeki ağırlığı taşımakta zorlanıyor sanki. Dili susmuş bir çığlık gibi yutkunuyorum. Ama sözcükler dilimin ucunda öylece asılı. Boğazımda düğüm, içimde bir yük…
Bir yük ki taşınmaz.
Düşünmek istemiyorum.
Düşünmek istemiyorum.
Ama zihnim susmuyor. Susturamıyorum. Aynaya döndüm. O an… orada, karşımdaki yansımada bir çocuk belirdi. Küçücük. Korunmasız. Gözleri kırmızı, yanakları ıslak.
Benim küçüklüğüm. Kendini koruyamayan, sevdiği her şeyi kaybeden o çocuk. Bakıyordu… bana, gözlerimin ta içine. Ve ağlıyordu. Hıçkıra hıçkıra. Gözyaşları sel olmuştu.
Ama ben ağlayamıyordum.
Annem yanımda olmayalı yıllar oldu. Ve ben hâlâ ağlayamıyorum. Gözlerim sanki ağlamaktan vazgeçmiş. Kan çanağı gibi ama bir damla yok.
Güldüğümü görenler
Bana bakıyor
Görüyorum..
Ağlasam geçer,
Biliyorum..
Ağlanmıyor.
Birkaç düzenin arasına sıkışmış bir hayatın içinde sıkışıp kalmışım. Ne ileri, ne geri. Sadece duruyorum. Donmuş bir anın içinde yaşıyorum.
Aynaya bir kez daha baktım. Ama bu kez başımı çevirdim. O çocuğa daha fazla bakamadım. Cesaret edemedim. O çocuk, benim en kırık yanım. Her seferinde kalkmaya çalışan, ama artık kalkamayacak kadar yorgun olan yanım.
O an üstümü değiştirdim. Sessizce. Gözlerimin kızarıklığı belli olmasın diye yere bakarak merdivenlerden indim. Salona tek bir kez bile göz atmadan geçtim. Evden çıktım.
Ve dışarıda, içimdeki savaş devam etti.
(Benim çocuk kalbi paramparça olmuş Çınar'ımı kim toparlayacak 🚬 🥺 😭 💔)
İLAHİ BAKIŞ AÇISI
Sofra toplandığında Güneş hazırlanmak için kendi odasına çıktı. Feride kızını hazırlamak istese bile Güneş artık tek başına üstünü giyebileceğini söyleyerek annesinin elinden kurtulup odasına çıkmıştı. Feride ile birlikte anneannesi Nesrin hanıma gideceklerdi. Toprak ise öğrencilerinin yanına gidecek gelecek yarışlara çalışacaktı. Güneş yukarıya odasına çıktığında Toprak
"Yine bir şey hatırladı, sende fark ettin değil mi? Yine bir şey hatırladı ve yine kendi kendine halletmeye çalışıyor" dedi sesinde çaresizlik vardı, yaşananları kabullenemeyen bir tarafı vardı.
"Biz hiç mi iyi gelemedik bu çocuğa Feride?" Sorduğu soru ilk önce Toprağın genzini yaktı da öyle dışarıya çıktı. Ağzından çıkan her kelime damağında keskin bir acı bıraktı. Çınar'ı karşısına alıp bu soruyu sormak istiyordu biz sana hiç mi iyi gelemedik be oğlum? Diye sormak istiyordu. Sorduğu soru kendi canını yakmıştı. Çınar'ın arkasından gidip iyi misin oğlum? Sorusunu sorup sarılmak istiyor, sonra evden çıktı demek ki yalnız kalmaya ihtiyacı var diyor yerinden kalkamıyordu. En son isteyeceği durumlardan birinin yaşıyordu, eli kolu bağlanmıştı.
Hayat arkadaşına Feride'ye sığındı ondan bir teselli bir cevap aradı. Zaten hep böyle olurdu ne zaman biri sıkıntı içinde olsa ikiside birbirine sığınır teselli arardı onlar birbirinin yuvasıydı.
Toprak hep Çınar'a iyi gelmek istemişti. O kimsesiz çocuğun kimsesi olup yüzünü güldürmek istemişti. Çınar'ı henüz on on bir yaşlarında iken tanımıştı.Sessiz bir çocuğun tek başına sadece top ile oynaması dikkatini çekmişti. Ne kadar Çınar'ı diğer çocuklar ile kaynaştırmaya çalışsa bile Çınar hep tek kalmaya yöneliyordu.Konuşmuyor hep sessiz bir çocuktu. Toprak bazen teneffüste bahçeye çıkar.Çınar ile birlikte oyun oynardı.Daha o zamanlar Çınar'ın ne kadar yetenekli olduğunu fark eden ilk kişiydi.
Toprak belki bilmezdi ama annesi gittikten sonra Çınar'ın ilk oyun arkadaşı olmuştu.
Bir gün elini Çınar'ın omzuna koymak için kaldırdığında Çınar'ın irkilmesi onun yüreğini sızlatmıştı, o gün bunun nedenini anlamamıştı.Daha sonra elindeki yanık izini görmüştü "ne oldu eline" diye sormasına rağmen Çınar dan bir cevap alamamıştı.Başka zaman Çınar'ın kolunda ki morluğu görmüştü. Bu artık son noktaydı anlamıştı bu çocuk şiddet görüyordu öylece duramazdı.durmadı da ne gerekiyorsa onu yaptı. Çınar'ı Kemal'in elinden aldı.
Çınar Kemal'in oğlu değildi. Böyle bir çocuk o adamın oğlu değildi. Çınar onun oğluydu bu değişemezdi. Güneş neyse Çınar oydu ikisi arasında hiç bir fark yoktu.
Çınar bir gün ona 'baba' desin çok isterdi. Çınar şimdi 19 yaşındaydı, 19 yaşında artık bir çocuk bile sayılmayan yetişkin sayılan Çınar ona baba desin diye gözünün içine bakıyordu.
Feride "Toprak sen niye öyle diyorsun? İyi gelmez olur muyuz? Çınar ilk zamanlar nasıldı hatırlasana, bizimle bile zar zor konuşuyordu. Bir de şimdi ki haline bak konuşuyor, kimi zaman kahkaha bile atıyor espri yapıyor artık espri hayal edebiliyor muyduk o zamanlar bu çocuk bir gün espri bile yapacak diye ama yapıyor işte. Güneş'e nasıl abilik yapıyor baksana sadece kolay şeyler yaşamadı biliyorsun yaşadıklarını anlatabilen biride değil. Hala bize bir şeyler borçlu olduğunu düşünüyor, bunun yanı sıra bizi seviyor Toprak ve üzülmemizi istemiyor. Sen sanki bunları bilmiyor musun? Tanımıyor musun Çınar'ı?"
Biliyordu Toprak tabi tanıyordu oğlunu ama bir yanı da kırılıyordu. Oğlu gibi görüp, sevdiği Çınar ona gelsin derdini,kederini, hüznünü düşündüğünü anlatsın elbette istiyordu onu anlıyordu da Çınar'ı anlamaz olur muydu Çınar onun canıydı.
"Tanımaz olur muyum Feride oğlum o benim zaten o yüzden kızıyorum ya benim oğlum bana baba desin diye gözünün içine baktığım çocuk bana gelip anlatmıyor,sana anlatmıyor. Kendini yiyip bitiriyor ben ona kıyamıyorum.
Dediğinde Feride gelip kocasına sarıldı. O da dayanamıyordu ki bu hallere üzülüyordu. Biraz önce evden çıkan oğluna üzülüyordu. Kollarında teselli arayan kocası için üzülüyordu. "Hadi toparla kendini Güneş geliyor" dedi Feride ve kocasının yanağına bir öpücük kondurup geri çekildiğinde Güneş salona girdi. "Anne gitmiyoy muyuz?" Diye sordu
Feride kızına bakarak "Gidiyoruz annecim babayı öp çıkalım" dedi Güneş babasına yaklaşarak yanağına küçük bir buse kondurdu.Toprak ona hafifçe gülümsedi ve o da kızını alnından öptü.Karısı ile kızını yolcu ederek hazırlanmaya başladı fakat aklı hala Çınar da idi.
Feride yolda giderken planını tekrar aklından geçiriyordu. Annesinin evinde fazla kalamazdı. Güneş'i annesine bırakıp oradan Ecrin'in evine geçmeliydi. Çınar'a sormuştu Ecrin bugün evdeydi staj günü değildi. Erken gitmeliydi ki Ecrin'i evde yakalayabilsin. Bu iddia meselesini ikisinin birlikte vakit geçirebileceği bir olaya dönüştürmesi gerekiyordu. Kurnaz olması gerekiyordu çünkü aklında bir fikir yoktu ama aklına bir fikir gelse bile bunu Ecrin'e öyle belli etmeden yapmalıydı ki bir de şu vardı belki de Ecrin sadece Çınar dan bir şey isteyecek kendisi kenara çekilecekti buna da izin vermemeliydi. İşi oldukça zordu.
Bu işi kendine vazife edinmişti. Eğer görev başarı ile tamamlanırsa Çınar'ın oldukça sevineceğini biliyordu Ecrin'i görse bile onunla fazla vakit geçiremediğinin farkındaydı. Bu yüzden bu iş fazla önem taşıyordu hemde birlikte vakit geçirmeleri Ecrin'in Çınar dan hoşlanması için alan yaratıyordu bu da demekti ki bir taşla çok kuş avlanabilirdi.
Ama ne yazık ki bu işi nasıl yapacağı konusunda aklına muazzam bir fikir gelmiş değildi. Yolda hala düşünüyordu ama plan bu kadardı Ecrinlerin evinde aklına bir şeyler gelmesini ümit ediyordu.
Annesinin evine vardığında ilk önce Güneş'i çocuk koltuğundan indirdi. Daha sonra apartmandan içeriye girip asansöre bindiler. 3. Katta indiler ve kapıyı çaldıklarında Nesrin hanım bekletmeden kapıyı açtı Güneş
" Anneanne" diye hemen Nesrin hanıma sarıldı Nesrin hanım da Güneş'e sarılıp saçları okşadı torununun Güneş daha sonra içeriye geçti Feride de annesine sarılıp
"Anne güneş bir kaç saat burada kalsın zaten seni özlemiş" dedi gülümseyerek Feride bunları söylerken Nesrin hanımın gözü hala arkadaydı sanki birini arıyor gibiydi.
"Oy bende kuzumu özledim de Çınar nerde?" Diye sordu.
"Anne Çınar gelemez dedim ya"
"Bende getir dedim ya" dedi Nesrin Hanım zaten Feride'nin ailesinin hiç bir zaman Çınar ile bir sorunu olmamıştı. Feride babasını henüz bir kaç sene önce kaybetmişti hamilelik döneminde hem hamilelik üstüne babasının kaybı ve Çınar'ın onların yeterince derdi olduğunu düşünüp kendi yaşadıklarını onlarla paylaşmaması Feride'yi o dönem oldukça yıpratmıştı. Nesrin hanım Çınar'ı kendi torunu olarak kabullenmişti, sever sayardı.
"Başka zaman hep birlikte geliriz, şimdi benim de bir işim var çıkmam lazım." Diyen Feride annesi ile vedalaştıktan sonra apartmandan çıktı.
Ecrin'in annesi Hazal ile bir maçta tanışmışlardı. Ege'nin ailesi ile yakın olan Korkmaz ailesi o gün destek için gelmişlerdi. Bu sayede tanışan iki kadın birbilerinden kopmamış ve bir arkadaşlık bağı kurmuşlardı. Yani Feride'nin o eve gitmesi şaşkınlık yaratacak bir durum değildi.
Yolda giderken Hazal'ı aradı. Birkaç kez çalan telefon sonrası Hazal telefonu açtı. İlk konuşan Feride oldu
"Alo Hazalcım nasılsın?" Diyerek hemen konuya girmedi.
"İyiyim çok şükür sen nasılsın?" Diyen Hazal'a karşılık
"İyiyim bende ne olsun iş güç, iş güç demişken ne zamandır gelemedim size bir uğrayayım diyorum müsaitsen?" Diye sordu Hazal arkadaşının gelecek olmasından bir hayli memnun olmuştu.
"Çok iyi düşünmüşsün Feride, gel tabi müsaittim" dedi Ecrin'in evde olup olmadığını öğrenmek isteyen Feride;
"Bak müsait değilsen gelmeyeyim evde biri varsa falan" diyen Feride avukatlık mesleğinin gereğini yapıyor Hazal'ın ağzından laf alma işini iyi yapıyordu.
"Yok canım kim olsun evde Ömer kursta, Hamza işe gitti, Kaan zaten yok biliyorsun bir tek Ecrin evde müsaittim yani gel sen" diye sözlerini noktaladı Hazal,
Kaan en büyük oğluydu, Tabi Ecrin'in de abisi. Kendisi eve pek sık gelmezdi. Zira şuan Kara Harp Okulu Son Sınıf öğrencisiydi. Ailesi onu sık göremese bile onunla gurur duyarlardı. Kaan da bunu bilir hemde hissederdi. Kim bilir belki de Kaan Korkmaz Okulu birincilikle tamamlar.
Ömer en küçük kardeş kendisi bugün kursta çünkü okulu astığını öğrenen ablası anında babasına yetiştirmişti. Tabi Ömer de boş durmamış ablasının maçta mutlaka giydiği formayı saklamış ve evden de kaçmıştı ki ablası ona zorla o formanın yerini söylettirmesin. Ama aslında mesele Ömer'in okulu asması değil takıldığı kişilerdi hepsi serseri güvenilmez tiplerdi. Bunu bilen Ecrin konuyu babasına açmış Ömer'le konuşmasını istemişti. Hamza oğlu ile oturup konuşmuştu kırmak istemezdi hiç bir çocuğunu ama sert olmak gerekirse de sert olurdu. Tabi burada çok sert olmalık bir durum yoktu güzelce anlatmıştı, zaten Ömer de anlayacağını anlamıştı bir daha ki okul asma macerasında yanına düzgün arkadaşlar alacaktı.
Hamza Ecrin'in babası kendisi yazılım mühendisi ve işinde oldukça başarılı bir adam. Büyük bir şirketin siber güvenliğinden sorumlu, Eşi Hazal ise Hemşire idi. Hamza Eşi ile çocuklarını kırmamak için elinden geleni yapan, çocuklarını ayırt etmeyen biri. Hazal ile severek evlenmişlerdi ama Hazal'ın nazı naz dı Hamza'yı peşinden bir hayli koşturmuştu.
Feride aldığı bilgilerden memnun kaldı ve geleceğini söyleyerek Hazal ile vedalaştı. Evet şimdi saksıyı çalıştırma vaktiydi. Ama o saksı bir türlü çalışmıyor o fikir aklına gelmiyordu.
Eve vardığında kendi kendini gazlamaya çalışıyordu 'hadi yaparsın çalıştır saksıyı hallet şu işi' diyordu. Kapıya vardığında derin nefes aldı ve kapıyı çaldı içinden ise "gazam mübarek olsun" demeyi ihmal etmedi.
Kapıyı açan Ecrin onu gülümseme ile karşıladı.
"Hoşgeldin Feride abla"
"Hoşbuldum Ecrin"
Feride içeriye girdiğinde Ecrin "Güneş yok mu abla geçen gün size geldiğimde de uyumuştu göremedim" dedi Feride ona gülümseyerek
"Yok anaannesinin yanında özlemiş oraya bıraktım gel gör bir gün sen"
"Özledim prensesi çok tatlı bir kız doğurmuşsun Feride abla insan müptelası oluyor"
Diyince Feride içinden "yanlış çocuğuma tutulmuş" diye geçirmeden edemedi.
Birlikte salona girdiklerinde Hazal kalakarak Feride ile sarıldı. Oturduklarında Hazal aniden "Ay sen geliyorsun diye ben kurabiye koydum fırına hemen ona bakıyım çayları da alıp geliyorum"
"Anne bende yardım ediyim mi?" Diye kalkmaya hazırlanan Ecrin'i Hazal
"Yok sen otur Feride tek kalınca canı sıkılır" dediğinde Feride gülerek
"Nasıl da tanıyor beni" dedi Hazal da ona gülerek karşılık verip mutfağa geçti
Evet işte Feride'nin aradığı fırsat bu olabilirdi ilk önce havadan sudan bir sohbet açmalıydı ki aklına bir fikir gelebilsin.
"Ecrin sen neler yapıyorsun staj nasıl gidiyor? Alıştın mı tesise?"
"Alıştım abla hem Mithat abi ve Ege'nin olması benim daha kolay alışmama yardımcı oldu. Zaten alışmam kolay olsun diye tesiste yapıyorum stajımı"
"Aklıma geldi bak geçen gün Çınar'a yardımcı olmuşsun bebek alması için Güneş çok sevdi. Teşekkür ederiz seni de sormuştu hatta."
"Ne demek abla, beğendiyse ne mutlu bana" o anda Feride'nin gözüne ünitede duran bir Barbie bebek çarptı.
"Aa bu Barbie kimin? Elbisesi falan da çok güzelmiş" dediğinde Ecrin bebeğe bakıp gülümsedi.
"Benim bebeğim çocukken en sevdiğim Barbie bebekti. Saklıyorum şimdi de hala seviyorum özellikle Barbie bebekleri, Geçen gün misafir çocuğu oynamak isteyince orada kalmış"
Feride'nin aklında işte o an bir ampul yandı. Barbie, sinema, Ecrin, Çınar. İşte o muazzam fikir şuan aklına gelmişti. Ecrin belli ki bu bebekleri oldukça seviyordu bu Feride'nin işine gelirdi.
"Ya Barbie bebek Çınar böyle bebekleri hiç sevmez. Neymiş bir sürü bebek varmış barbie bebek neymiş kokoşmuş, abartıymış zevksiz bu çocuk zevksiz. Baksana kendi bebek bile seçemiyor senden istemiş öyle bir şey yani sevmez"
Ecrin içinden 'Çınar beye bak sen oyuncak bebek sevmiyomuş bir de kız kardeşi var hayır Barbie bebeğin nesini sevmiyor olabilirsin?' diye söylemeden edemedi.
"Hatta Barbie diye bir film çıkmıştı bilirsin sen ilgilisin böyle şeylere, Çınar'ı görmen lazım yok efendim kim izlermiş bu filmi yok buna para veren var mıymış film epey kazanınca da millet enayi demişti onu o filme götürüp yüz ifadesine bakmak isterdim."
Diyip üstüne bir de kahkaha patlattı. Ecrinse bilmeden Feride'nin oyununa kanıyordu içten içe 'Bunu öğrenmem senin adına hiç iyi olmadı Çınar şimdi ben sana o filmin biletlerini aldırıp üstüne seninle gelip yüz ifadene bakmaz mıyım?' diyordu o an fark etmeden dışından
" İddia için ne isteyeceğimi buldum" demiş bulundu Feride meraklı ifadesine bürünerek
"İddia mı Çınar söylemişti. Ne isteyeceksin?" Diye sordu içinden dua ediyordu lütfen planım ise yaramış olsun diye. Ecrin anlamış oldu ki dışından söylemişti en azından bir kısmı, söylemekte sakınca görmedi bu yüzden
"Barbie filmi bileti aldıracağım. Daha sonra da hem gittiğinden emin olmak hemde yüz ifadesini görmek için onunla gideceğim."
Diyince Feride içinden zafer naraları atmaya başladı. Plan ise yaramıştı görev başarılı olmuştu. Artık onun keyfine diyecek yoktu.
"Ama şimdi ben sana söylemiş oldum kötü olan oldum şu an" dedi sanki bilerek yapmamış gibi içinden 'Gol Allah'ım Goooolll' diye bağırmıyormuş gibi
"Yok abla senin ne alakan var sadece sen böyle seyler diyince aklıma geldi sen ne bilecektin?" Ya ya asla bilemezdi.
"Tabi haklısın orası öyle" dedi Ecrin'e sevincini belli etmemek için tüm oyunculuk yeteneğini kullanıyordu. Neyse ki Hazal geldi de Feride tüm neşesini ortaya çıkararak arkadaşı ile sohbet ederken, çayından büyük keyifli bir yudum aldı.
Ama bir şey daha vardı ne demişti Çınar? Ecrin inşallah maça gelir evet böyle demişti. Bir işi yaptın mı tam yapmalıydı o zaman bu işi de halletmeliydi.
"Hazal akşam işiniz var mı?"
"Yok neden sordun ki şimdi."
"Bizim çocukların akşam maçı var sizde gelin hem önemli bir maçmış ne kadar taraftar o kadar iyi." Dediğinde Hazal bunu mantıklı buldu hem daha iyi bir işleri yoktu.
"Tamam geliriz o zaman."
Dediğinde Feride sanırım hayattaki tüm şansını bugün kullanmıştı. Çınar gerçekten Feride'nin kıymetini bilmeliydi.
🍀✨💃🏻
ÇINAR GÖKSOY
Antrenmandayım. Zihnim sessiz, düşüncelerim kilit altında. Kafamı susturmayı öğrendim hayır, hayata karşı bir zafer değil bu, tam tersine, hayattan yenile yenile edindiğim bir savunma mekanizması. Bazen düşünmemek, hissetmemekten daha iyidir. Kimi acılar düşünülmeyi hak etmez, çünkü içinden geçmek zaten yeterince kanatır.
Sahanın ortasında, ayaklarım toprağı öperken, bir an için başımı kaldırdım. Gözlerim Eren Hoca’nın gözleriyle buluştu. Sertti bakışı, ama altında bir anlayış gizliydi. Başımı hemen çevirdim, disipline dönüştürdüm dikkatsizliğimi.
Bu, son antrenmandı. Kendi sahamızdayız evimizde. Ve bugün kaptanlık bandı kolumda. Kaderin ya da hocanın tercihi değil bu, sorumluluğun doğal akışıydı belki de. Takımda üç kaptan var: Ben, Asaf ve Ege. Ama farklı yönlerden parlıyoruz. Asaf stratejiyi yönetirdi, Ege ruhu... Ve ben? Ben oyunu okurdum. Kim ne yapabilir, kim ne zaman düşer, kim ne zaman uçar… Bilirdim. Gözlerimle değil, kalbimle izlerdim hepsini.
Okan yaklaştı. Onun sesi, sahadaki uğultudan sıyrılıp doğrudan içime dokundu.
“Çınar, bir şey mi var? Geldiğinden beri durgunsun. Eğer bir şey varsa ve söylemiyorsan, bozuşuruz.”
"Sorun yok, olursa söylerim biliyorsun" dediğimde bana gözünün yanıyla baktı.
"Nah söylersin. Ben bilmiyor muyum söylemeyeceğini gördük en son nasıl söylediğini."
Bahsettiği konuyu es geçip olayı farklı noktaya çevirmeye çalıştım. "Feride abla burada olsaydı ağzını dikerdi senin, görürdün nah demeyi" dediğimde
"Hee ilk önce benim ağzımı dikerdi. Sonra da bu olayı hatırladığı için, senin başının etini yerdi oh olurdu sana."
"Aman aman hatırlamasın o zaman savunmayı öğretiyorum sana ayağına attığı dayaklar yetti bana" dediğimde arkamdan gelip bir anda ortaya çıkan Asaf
"Kim dayak attı lan sana benim kardeşime kim dayak atabi-" o henüz sözlerini bitiremeden Asaf'ın yan sanayisi olan Ege
"Ne ne oluyor kim kim dövüyor?" Bize söz hakkı vermede bağırmaya başladı.
"KİM DÖVDÜ SİZİ NE OLDU ABO BENİM KARDEŞLERİMİ KİM DÖVDÜ?" Üstüne üstlük bağırırken bir de dizine vuruyordu. Allah'a şükür ki Eren hoca şu an ilerdeydi bu salağın bağrışlarını duymuyordu. Okan Ege'nin yanına hızla giderek elini Ege'nin ağzına kapattı.
"Sus gerizekalı sus. Allah beyin dağıtırken üstüne şemsiye mi tuttun?" Dediğinde Ege
"Hı hığğı ğğıı ııığı" diye bir şeyler diyordu. Şuan durmuş üçümüz de onun ne dedigini anlamaya çalışıyoruz. Asaf
"Bence 'el' kelimesi kesin var, ama gerisini anlamıyom" diyip daha dikkatli bakmaya başladı. "Yok 'el' diyor ama gerisi yok anlamıyom"
Bende "acaba elini çek ağzımdan diyor olabilir mi?" Diye sorduğumda Asaf ile Okan başını sallayarak
"Çok mantıklı" dediler
"Allah'ım benim etrafım niye salak dolu?" Diye yakındım. Ama Okan hala böm böm bana bakıyor "Lan çeksene elini çocuğun ağzından" dediğimde
Okan "Haaa" diye bir nida ile Ege'nin ağzından elini çekti.
Ege 'haaahh' diye bir nefes aldı. "Elini niye çekmiyorsun boğuluyordum" dedi Okan'a daha sonra hepimize dikkatli bir şekilde bakarak "Oğlum sizin nerenize vurdular. Yüzünüzde hiçbir şey yok" dedi anlamamış gibi soruyor bir de
Sakinim. Sakinim. Sakinim
Elimi alnıma vurduğumda 'şak' diye ses çıktı. Bu defa Asaf
"Nasıl ses çıktı la şak diye" dediğinde artık sakin falan değildim. Anlıyorum insan salak olur ama bu kadar da olmaz yok yani salaklığın bile bir sınırı var.
Tam ağzımı açtım Eren hoca "Hey! arka dörtlü muhabbet iyi mi çay söyleyim mi?" Diye bize seslendi
Ege "olabil-" diyeceği esnada bu defa Asaf elini onun ağzına kapatarak "geliyoruz Hocam" dedi Ege'nin kafasını iki eliyle tutup sallayarak
"Sen aklını sabah peynir ekmekle yiyip öyle mi geldin buraya ha çocuğum bak konuşma bir daha ağzına çarpacağım yoksa"
Diye tehdit etmeyi de ihmal etmedi. Koşu yapmaya devam ederken Ege yine konuşmaya başladı konuşma demekten anlamıyor bu çocuk illa vur ağzımın üstüne bir tane diyor
"Şimdi sizi kim dövdü söylemediniz bak merak ettim söyleyin utanmayın herkes bu yollardan geçer." Dedi
"Ege sus kardeşim. Bak Allah rızası için ne olur sus" diyen ben oldum. Hızlandım ve onları arkamda bıraktım. Okan'ın arkamdan Ege'ye
"Sen orijinal bir Türk malısın tamamen yerli üretim" dediğini duydum ve tabi Asaf'ın kahkasını...
Yazar bakışı
Evet, onlar hep böyleydi. Gülüşleri, takılmaları, didişmeleri. Ama bu aptallık değildi, değildi işte. Bu dostluğun başka bir diliydi. Çınar’ın sessizliğini fark ettiler. Üstüne gitmediler, sadece kahkaha oldular etrafında. Düşmesin diye değil, düşerse birlikte kalksınlar diye.
Biri hepsi içindi, hepsi biri.
Bu hikâyenin adı kardeşlikti.
Ve bu sahne, onun en güzel şiiriydi.
Eren hocanın yanına vardığımda bizimkiler de arkamdan geldiler. Hoca hepimizin toplandığını gördüğünde konuşmaya başladı.
"Biliyorsunuz bu maç önemli anlatmama gerek yok ligin ortasındayız, ve maç fazlası ile Beşiktaş ilk sırada biz ikinci ve karşılaşacağımız Göztepe üçüncü yani eğer bu maçı kaybedersek lider ile aramızda puan olur. Kazanırsak lider oluruz. Bu maç rakiplerimize gözdağı vermek için önemli." Dedi
Takımdaki herkes hocayı onayladı. Elbette biliyorduk bu maçın önemini, kazanmalıydık ve bunun sorumluluğu vardı hepimizin üzerinde. Hoca tekrardan sözü aldı ve,
"Saat öğleyi geçmiş, dağılıyoruz. Gidin dinlenin maçtan 1,5 saat önce hepiniz burada olacaksınız. Anlaşıldı mı?"
Hep bir ağızdan "Anlaşıldı" dediğimizde Eren hoca arkasını dönüp ilerledi.
Asaf "Hoca bunlardan bir cacık olmaz diyip bize götünü döndü" dediğinde Okan ile Ege'nin kendilerini gülmemek için zor tuttuklarını gördüm.
Zaten Asaf'ın dediğine takımdan birkaç kişi gülmüştü bile, benimde yüzümde hafiften gülümseme oluştu, fakat kendimi kaptırmadan bu defa kaptan olarak sözü ben aldım.
"Evet takım ne kadar Asaf'ın dediğine gülmüş bile olsam, hoca bize güveniyor biliyorsunuz. İki seçeneğimiz var" burada sesimi yükselttim "Ya hocanın yüzünü kara çıkartmayacağız ya çıkartmayacağız bu maçı ne olursa olsun alacağız o liderlik koltuğuna adımızı yazdıracağız" dediğimde takımdan Sefa ıslık çalarak
"Yürü be kaptan" dediğinde güldüm "Hadi dağılalım" dedim hepimiz soyunma odasına doğru adımladık.
Okan yanıma gelerek "Bayılıyorum senin kaptan konuşmalarına" dediğinde Ege anında dahil oldu.
"Nasıl yani benimkilere bayılmıyor musun canım?" Dediğinde Okan güldü ve
"Canın mıyım gerçekten" dedi yakıştı mı kardeş çok klişe. Ege ona yandan bir bakış atarak benim omzuma kolunu attı.
"Seni Çınar'ımla arama sokar mıyım sandın?"
Dediğinde gülerek ona ayak uydurdum, ve bende kolumu onun omzuna sararak gülümsedim. Okan elini kalbine götürmüş dudak büzerek bize bakıyordu. Tam bu sırada bir 'çıks' sesi duyuldu. Asaftan tarafa döndüğümüzde bizim fotoğrafımızı çektiğini anladık fotoğrafa gülerek bakıyordu.
"Çok ikonik bir fotoğraf oldu. Bunu Instagram'a attıp altınada "bizim salaklar" yazacam" dedikten sonra kötü adam gülüşü atmaya çalışarak "Hahahaahaaa"
Gülüşü Beğenmedim vasat.
Okan gözlerini kısarak ona baktı. "Demek bizim salaklar öyle mi?" Dedi ve telefonunu açıp ve bakmaya başladı "Ben bu fotoğrafı ne diye paylaşıyım?" Diye sordu.
Fotoğraf korku evi gününden kalma olan Ege ile Asaf'ın birbirlerine sarılmış olan fotoğrafıydı. Fotoğrafı görünce bana yine bir gülme geldi ve gülmeye başladım. Ama Ege ile Asaf'ın yüzü gülme gibi değildi daha çok ikisininde rengi solmuştu.
Ege "Asaf şu lafını geri al. Yoksa bu fotoğraf medyada paylaşılırsa karizmamız çizilmez karizmamız yok olur."
Asaf tedirginlik ve endişe ile "Ne lafı ben bir şey demedim ki demedim, yani yok asla ağzımı açmadım. Salak olsa olsa benimdir yani size salak demek kim ben kim."
Okan ile benim kahkaha seslerim birbirine karışmış haldeydi. Katıla katıla gülüyorduk. Ege ile Asaf resmen resmen yavru köpek bakışı atarak Okan'ı insafa getirmeye çalışıyorlardı. Okan
"Aferin adam ol. Canımı sıkma yoksa gereğini yaparım alemde karizmanız kalmaz" diye adeta mafya babası edalarında konuştu. Özellikle gereğini yaparım kısmında kendimi Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz setinde gibi hissettim.
Bu defa sözü ben aldım. "Tamam, tamam yeter bu kadar hadi herkes evine görüşürüz maçta. İyi dinlenin kendinizi hazırlayın biliyorsunuz ki zor bir maç olacak"
Hepsi ciddiyete büründü bu defa. Kafallarını sallayıp beni onayladılar.
Asaf "Arabayla gelen var mı beni bıraksın" dediğinde kimseden çıt çıkmadı. Ben kafam dağılsın gelene kadar yürümüştüm.
Ege "benim araba daha doğrusu babamın satmadığı eski arabasını bana vermemekte kararlı ben yürüyerek geliyorum ya da otobüs" dediğinde hepimiz Okan'a baktık.
"Boşuna bakmayın araba ile gelmedim. Araba asıl sahibinde yani ablamda"
"Mehir ne zaman geldi?" Diye soran ben oldum. Çünkü Okan'ın ablası Mehir kendisi şu an Oxford üniversitesinde son 3. Sınıf psikoloji okuyor ve ailesinin yanına zaman zaman gelebiliyordu. Benim için değerli birisiydi. Zira Mehir ve Okan beni kuzenleri gibi kabul eden ikili olmuştu. Aslında ona mehir diye hitap etme sebebim kendiydi. Neymiş biz ona abla diyince millet onu büyük zannediyormuş, halbuki kendisi daha genç çıtır bir kızmış. Bir tek okan abla diyor eğer Okan abla demezse de saygısız diye Okan'a bağırıyordu.
"Dün akşam geldi. Sürpriz yapmak istemiş şimdi ağzımdan kaçtı benim. Oysa bu akşam maça gelip size de sürpriz yapmış olacaktı. Sakın söyleme keser beni"
"Tamam söylemem"
Söyleyeceğim
Anlaşılan o ki yürüyeceğiz evlerimiz birbirine çok uzak değildi. Otobüste tıkış tıkış gitmektense yürürdük.
"Hadi o zaman çıkalım yürüyerek gideriz."
Diyen ben oldum ve çare olmadığı için üzerimizi değiştirdiğimizde tesisten çıktık.Biz biraz oyalandığımız için diğerleri bizden önce çıkmıştı. Bizde çıkıp yürümeye başladık. Asaf
"Otobüs durağına gidelim. Çok dolu değilse bineriz"
"Çok dolu değilse dediği ayakta duracak yer varsa bineriz diyor" diyen Ege oldu ama gayet haklıydı.
Yine de şansımızı denemek için otobüs durağına doğru yol almaya başladık. Biz yürürken Ege'nin bizden biraz geride kaldığını fark ettim. Arkamı dönüp baktım, bana bakıp göz kırptığında anladım ki Asaf'ın veya Okan'ın sırtına atlayacaktı. Bu çocuk hep böyleydi bende onun oyununa katıldım ve sessiz kalıp diğerlerine çaktırmadım.
Ta ki bedenim şiddetle sarsılana kadar belli ki Ege kurban olarak beni seçmiş olmalı ki şu an sırtımdaydı.
"Tek kahpe Bizans değilmiş" dediğimde gülerek
"Tabi sen hedefimin diğerleri olduğunu sanıp sustun oy kıyamam ben sana" diyip yanağımı sıktığında eline vurup
"İn sırtımdan öküz gibisin belimi kıracaksın"
Sırtımdan indiğinde bana bakarak "Kas onlar kas henim kas kütlem fazla" dedi kendini beğenmiş biçimde, Asaf ile Okan ise yolun ortasında durup birbirlerine Ege'yi gösterip gülüyorlardı.
Asaf gülüşlerinin arasında "kası varmış kas bunun kası" diyip yine gülüyordu Ege son derece bozulmuş biçimde yanımda duruyordu. Aslında Ege'nin vücudu fitti antramanların bize kattığı yegane şey buydu hepimizin abartılacak derece olmasa bile kas kütlemiz vardı. Yediğimize içtiğimize dikkat etmemiz de buna yardımcı oluyordu.
Ege'nin gerçekten bozulduğunu fark ettim. Böyle kilo mevzularını kafasına fazla taktığı olabiliyordu. Geçmişten gelen bir mevzuydu bu da, Bazen sen geçmişini bıraksan bile o seni bırakmıyor, Hepimizin halı altına süpürdüğü anılarımız vardır. Geçmişten gelen yaralar, kabuk bağladığını düşündüğümüz ama kan sızan yaralarımız vardır. İnsanın geçmişinden kurtulması imkansız.
Ege'nin yanına giderek "Takılma sen onlara, şaka yapıyorlar kas kütlen gayet var yani merak etme" diyip kolumu omzuna attım. Ege de kolunu omzuma attıp Asaf ile Okan'a bakarak
"Bu da size kapak olsun" dedi. Yine ilerlemeye başladık. Otobüs durağına vardığımızda Asaf söyle bir içeriye göz attıp
"Otobüste yer var hepimiz bineriz" dediğinde Ege de hemen Otobüse binip "Bana bu kadar yürüme macaresı yetti ben otobüsle devam" dediğinde bende otobüse binecektim ki Okan kolumdan tutarak beni durdurdu, ve
"Siz gidin biz Çınar ile yürüyeceğiz"
Sıkıntı şuydu benim neden yürüyeceğimden haberim yoktu? Fakat kimse Okan'ın dediklerini fazla üstelemedi. Otobüs binip gittiler.
"Evet Okan bey niye yürüyoruz biz?" Diye sorduğumda bana baktı. Yüzündeki ifadeyi seçemedim. Heyecan, tedirginlik, panik vardı bir çok şey vardı.
"Çınar ben Ada'ya açılmaya karar verdim"
"Sonunda be sonunda, sonsuza dek bu kaçamak bakışlar sürecek sanıyordum."
"Sen çok mu farklısın benden?" Diye sorunca bi tık nefesim kesilmiş olabilir.
"Farklıyım tabi ada senin için bir kaç kez yeşil ışık yaktı. Benim durumum öyle değil biliyorsun."
Dediğimde biraz üzülmüş gibiydi. Sonra sözlerine devam etti.
"Ada bana olumlu cevap versin her şeyden çok isterim biliyorsun, ama eğer ki bana cevabı olumsuz olursa bile Egeye söyleyeceğim sanki ona ihanet ediyor gibi hissediyorum."
"Bir de bayıl istiyorsan ne ihanetti abarttın" dediğimde bir an bana baktı. O da abarttığının farkında olmuş olacak ki
"Haklısın, abarttım biraz. Demek istediğim söylemeyerek onun arkasından dolanıyormuşum gibi oluyor. Ama sonuçta gönül bu padişah gelse onun fermanını bile dinlemez. Sen Ecrin'i seçebildin mi?"
Sorusu üstüne fazla düşünmeye gerek yoktu, cevap çoktan hazırdı. Beynim düşünmeye fırsat bulamadan kalbimden akan cümleler dilimden döküldü.
"Ben Ecrin'i seçmedim. Gülümseyişini gördüğümde kalbim burada kalıyoruz dedi ve ben kaldım öylece kaldım." Gülümseyişi vardı ya onun ah o gülümseyişi.. Ecrin'in gülüşünü düşleyip onu zihnimde tekrar yenilediğimde Okan'ın sesi düşümü böldü.
Bana "Ooooo senin içinde romantik bir bey yatıyormuş." Diyen Okan'ın muzip sesi laçka gülüşü ile benimle dalga geçiyordu. Bana bir pas atmıştı, fakat golü onun kalesine atacağım dan bir haberdi.
"Sanırım senin de Ada'ya hislerini açarken bir kaç romantik cümleye ihtiyacın var? Ne zaman konuşmayı düşünüyorsun?" Bana attığı pası gol'e çevirdikten hemen sonra yüzüne baktım. Fakat bu sefer yüzünde çocuksu oyun oynayan ifade yoktu. Ciddiyet vardı.
"En kısa zamanda hem de en kısa. Bugün maç var bugün olmaz. Sizden yardım isteyeceğim zaten Ecrin ve senden, Ecrin Ada'yı evden çıkartır. Sende yanımda olmalısın tabi heyecandan bayılmak istemiyorum." Kısa bir bakış attım Okan'a sözleri üzerine, ciddiydi kararlıydı o zaman bana da onu desteklemek düşüyordu.
"Bayılmazsın bayılmazsın. İyi düşünmüşsün. Bu heyecanla fazla dayanamazsın zaten."
Dediklerim her ne kadar alaycı gibi gözükse de gizli desteğim omzuna konan elim ile her daim yanında olduğumu gösterdim. Benden gördüğü destek onun için bir hayli önem taşıyordu ki omuzları gevşedi gözlerindeki panik yerini bir rahatlamaya bıraktı. Ama heyecanı dinmiş gibi gözükmüyordu.
Birkaç adımdan sonra ise yollarımız ayrıldı.
Bölüm sonuuuuuu
Güzel olmuştur inşallah
Bu bölüme kadar geldiyseniz begenmişsiniz demektir oy ve yorum bırakırsanız sevinirim 🫶🏻
Kitap hakkında bilgi almak isteyen merak eden beğenen kullanıcılar bu Instagram hesabını takip etsin @kitaap_dunyasii
✨
Okur Yorumları | Yorum Ekle |