Selaamm
Yorum ve oylar beni motive eder şimdiden teşekkür ederim 😇
Neden hep iyiler hasta
İyiler yorgun, iyiler mutsuz
Gamsızlar sefada, arsızlar sağlam
Hep mi kötülerin gemisi yürür bu hayatta...
ÇINAR GÖKSOY
Ecrin gelmemişti.
Kapının açılıp da onun gelmediğini anladığım an, içimde yankılanan sessizlikle tanıştım. Kelimeler kifayetsizdi, çünkü bazı hayal kırıklıkları sadece hissedilir, anlatılamaz. Tatlı umutlarla yoğrulmuş kalpli kurabiyeler bir anlamda çöpe gitmişti artık. Sabah içimde filizlenen heyecan, güneş batmadan solup gitmişti. Bu derbi, bizim evde izlenecek ilk derbiydi. Onu evimde ağırlama düşüncesi, uzun süredir kalbimde en sevdiğim düşlerdendi. Belki de sırf bu yüzden kalbimin kırıklığı daha derindi.
İçeri herkes geçmişti, ama ben hâlâ kapının önünde, içimde susmuş bir coşku ile dikiliyordum. "Abartıyorsun," derdi biri belki ama bilmezdi ki onun gelişiyle hayatımın neresine dokunacağını. Kurabiyeler sadece un, şeker ve biraz da çikolata değildi; onlar bir niyetin, bir duygunun ifadesiydi. Ama o gelmemişti.
Kapının önünden çekildim, son bir umutla dışarıya baktım. Ama sokak, onun gelişini müjdeleyecek hiçbir iz taşımıyordu. Umut, o anda içimde resmen küle döndü.
İçeri geçtiğimde, saate gözüm takıldı. Maçın başlamasına on beş dakika vardı. Feride abla çayı getirdiğinde, yüzümdeki hayal kırıklığını okumuş olmalıydı ki göz kırpıp gülümsedi. O gülümsemede “üzülme, geçecek” diyen sıcak bir şefkat gizliydi.
Yaptığım kurabiyeler masaya konmamıştı. Belki de artık onların bir anlamı yoktu. Kafamı dağıtmasam, bu gece beni dağıtacaktı. Asaf’ın Güneş’le şakalaşması buna yardım etti. Küçük kız kardeşimin abartılı tepkileri, Asaf’ın yaramazlığı ve Feride ablanın “Ne var ya, fotoğraf çekemez miyim?” diyerek ortalığı şenlendirmesi, içimdeki boşluğu bir nebze olsun örttü.
Maç başladı. Düdük sesiyle birlikte ekranın başında toplandık. O an bile zihnimin bir yanı hâlâ Ecrin’in boş kalan yeriyle meşguldü. Derbiydi, ama bu defa bir eksiğimiz vardı.
Yine de düşünceleri bir rafa kaldırmak için çaba gösterdim, yüzümü asıp herkesin keyfini kaçırmak istemiyordum. Kendimi maça konsantre etmiş ekranda olup biten her şeyi saniye saniye inceliyordum.
Ve… maçın 21. dakikasında kırmızı kart! Djiku'nun oyundan atılmasıyla tansiyon yerle bir oldu. Ege'nin mırıldanışı, Toprak abinin “10 kişi kalmak için çok erken” deyişi hepimizi ortak bir endişede buluşturdu. İşte o anda kapı çaldı. Hiçbirimiz umursamadık, dikkatimiz ekrandaydı. Feride abla kapıya yöneldi.
Feride ablam içeriye tekrar geldiğinde Toprak abimin gelen kim demesine kalmadan arkadan gelen kişi kalbimin ritmini değiştirdi.
Ecrin.
Gözlerim onun siluetine iliştiği an, kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu. O gelmişti. Şaşkındım. Sevinçten titriyordum. Az önce içimde kül olan o duygu, şimdi kor gibi yanıyordu.
"Çok şey kaçırdım mı?"
Sesi... yüzündeki mahcupluk ve üzerindeki 19 numaralı forması... Hepsi bir araya gelince içimde kıyametler koptu.
"Neden geç kaldın, gelmeyeceğini sandım." Benim içimden geçen cümlelere tercüman olan Ada merakını bastırmadığı sesiyle sorusunu sormuştu.
"Uzun hikaye" diyen Ecrin ile merakımın askıya alındığı düşündüm, fakat Ada Ecrin'in biraz daha üstüne gittiğinde Ecrin anlatmaya karar verdi.
"Ömer, baş belası geçen okulu astığını babama söyledim diye formamı saklamış. Ben bu forma olmadan hayatta maç izlemem, o öküz de bunu gayet iyi bildiği için sakladı, iki saat aradım ama bulamadım." Ömer kardeşiydi, tam olarak tanışıyor olmasak da adını duymuş ve isim olarak onu tanıyordum.
"Ee nasıl buldun formayı?" Bir kez daha soru soran Ada olmuştu.
"Ümidi kestim artık bulamıyorum. Gözlerime azıcık soğan sürdüm başladım ağlamaya. Annem görüntülü aradı Ömer'i "bak yazık ağlıyor söyle forma nerde?" Falan dedi bizim ki yaptığımız oyunu yedi. Formayı buldum, koşarak geldim."
Neden gelmediğini anlattı, kardeşi Ömer'in yaptığı çocukluk, formanın saklanması ve Ecrin’in gözlerine soğan sürüp ağlaması... Dinlerken gülmekle duygulanmak arasında gidip geldim. O, sadece bir kız değildi. O, kalbimi kimsesiz bırakıp sonra yeniden sahip çıkan tek kişiydi.
Güneş'in yerini alarak yanıma oturduğunda içimde bir şey kıpırdadı. Kırmızı kart yemiştik ama Ecrin gelmişti. Fenerbahçeliliğim affetsin beni, ama o an için maçtan çok onun gelişi önemliydi.
İkinci yarıya 0-0 girdik. Umut hâlâ vardı. Ecrin’in sesiyle güç buldum:
"Gol yok, eşittiz, hâlâ şansımız var."
Hepimiz ekrana kilitli kalmıştık, her ne kadar Ecrin'in gelişi ile kırmızı kartı bir nebze unutmuş olsam bile hâlâ devam eden maç hepimizin odak noktasıydı.
"Fenerbahçe korner kazandı, topun başına geçen isim szymaňski"
Spikerin sözleriyle Toprak abimin yerinde dikleştiğini görmem dudağımın kenarını yukarıya doğru kıvrılmasına sebebiyet verdi. Bu koca adamın böyle heyecanlı biri olması beni mutlu ediyordu.
"Szymaňski korneri kullanıyor, veeeee GOOOOOL!! Fenerbahçe 1-0 önde GOOOOOL!!!"
Ve gol… Çağlar'ın attığı golle hepimiz yerimizden fırladık. Sevinç, coşku, çığlık… ama benim için o golün adı başka bir şeydi. Çünkü golle birlikte herkes birbirine sarılırken benim belime dolanan bir çift kol her şeyden özeldi.
Ecrin.
Evet, kolları belime dolandı. Bu, bir hayalin ete kemiğe bürünmesi gibiydi. Rüyalarımda bile hissedemediğim bir sıcaklıktı bu. O an hayat durmuş, dünya sadece ikimizden ibaret kalmıştı. O sarılmadan ayrıldığında, içimde buruk bir his belirdi ama aynı zamanda tarifsiz bir mutluluğa dönüştü. Artık ona sarılmanın nasıl bir şey olduğunu biliyordum.
“İki türlü de kazanıyorum,” demişti. Gülümsemesi bir bahar sabahı gibi içime doldu. Cümlesini anlamam biraz zamanımı aldı, fakat neticede ne demek istediğini anladım. İddia dan bahsediyordu, hem iddia da kazanıyor hem de desteklediği takım kazanıyordu. Cümlesinde ki anlam buydu.
Doksan dakika tamamlandı.
Maç bitti. Fenerbahçe kazandı. Ama bu gece, kazanan sadece takım değildi.
Ben de kazandım.
Yıllardır süren bir derbi geleneği, içimde yıllar önce yitirdiğim bir babanın boşluğuyla birleşince, yanımda bana baba olan adamla, Toprak abimle, göz göze geldim.
“20. derbimiz” dedim.
“Saymayı bırakma,” dedi.
“Sayıyorum abi, unutmuyorum.”
Ve unutmuyorum.
Ne Ecrin’in gelişiyle içime düşen baharı, ne de yıllar sonra bile beni korumaya hazır bir adamın varlığını. Bu bir derbiydi, evet. Ama aslında bu, kalbin en sessiz yerinde oynanan bir maçtı.
Ve sonunda kalbim kazandı.
Feride abla "şimdi kutlama falan diye ben bir şeyler hazırlamıştım bekleyin getireyim." Ecrin
" Feride abla bizde yardım edelim" teklifini sunduğunda Feride abla oturmasını kendisi halledeceğini söyledi. Feride abla sakin adımları mutfağa geçtiğinde, sokakta yankı bulan müzik sesini kulaklarımıza ilişti.
"Beni terk ediyormuş
Ne kadar da üzüldüm
Yakıyormuş gemileri birileri
Duyduğumda ne güldüm (hahahahaa)
Şarkı sesini duyduğumuzda, Ecrin gelen müziğin kaynağını merak etti kalkarak balkona doğru gittiğinde bizde kalkarak balkona yöneldik. Gördüğümüz manzara, üç veya dört Fenerbahçe formalı çocuk belli ki galibiyeti şarkı ile kutluyorlar. Fenerbahçeli çocuklar görmek sevindiriyor.
Kaçıyormuşum ondan
Çok uzaklaşmışım
Değişmiş olabilirim
Bende haklıymışım (hahahaa)
Bir yandan da şarkıya onlar da eşlik ediyorlardı. Ecrin bir anda şarkıya yüksek sesle eşlik etmeye başladı.
"Söyle ona sebastian
Ağzımı açtırmasın
Kalbini kırdırmasın akşam akşam
Eğer bir derdi varsa gelsin burada konuşsun
Öyle atıp tutmasın arkamdan"
Diye yüksek sesle şarkıya ve çocukların neşesine eşlik ederken, bana nasıl bir manzara sunduğundan bir haberdi. Bu doğal halleri beni büyüleyen en etkili silahıydı, çocuklar kendi seslerine bir sesin daha eşlik ettiğini fark edince bir süre etrafa bakınarak sesin kaynağını aradılar. Sonunda Ecrin'e baktılar.
Ecrin onlara gülümseyip el salladı, çocukların yüzünde oluşan galibiyet gülümseyişi bana çok tanıdık geldi. Zira bugün benim de fazla galibiyetim vardı. Ecrin güzel gülümsemesinin hemen ardından da "Hadi devam" dediğinde çocuklar da Ecrin'e el sallayıp devam ettiler. Onlar gözden kaybolana kadar balkondan onları izlemeye devam ettik. Çocuklar bir süre sonra gözden kaybolduğunda ise bizi Feride ablam'ın çağırması üzerine solanda tekrar yerlerimizi aldık.
Feride abla, her zamanki gibi hazırladığı yiyecek ve içeceklerle gelmişti. Bu sefer, tabakta benim yaptığım kalpli kurabiyelerden de vardı. Gözüme iliştiğinde, bana göz kırptı.
"Sende de az değilsin, abla," diye geçirdim içimden.
Ecrin'in kurabiyeye uzandığını fark ettiğimde, oturduğum yerde birden dikleştim. Kalbim çocuk gibi heyecanla çarpmaya başladı. Belki bir lokma alır da, bir şey söyler diye bekledim. Sırf bir kurabiye için bu kadar heyecanlanmak akıl kârı değildi belki ama, zaten bir insanı bu kadar sevmenin akılla bir ilgisi yoktu. Kalbin işiydi bu.
Ecrin kurabiyeyi eline aldı, şekline dikkatlice baktı.
"Feride abla, bu çok tatlı olmuş! Bunu nasıl yaptın?" dedi. Kalbim gümbür gümbür atıyordu. Bilmeden de olsa, benim onun için yaptığım kurabiyeyi beğenmişti.
Beğendi. Bilmeden de olsa beğendi.
O an Feride abla çıkıp, "Bu kurabiyeleri Çınar yaptı," deseydi, olduğum yere düşüp bayılabilirdim. Ama o sadece,
"Sen de öğrenirsin nasıl yapıldığını," dedi. Ardından da bana o meşhur, imalı bakışlarından birini attı.
Tamam abla, anladım. İmalı bakışlarınla zirvedesin. Yeter artık. Çaktırmadan bir nefes verdim. İçimde tuhaf bir rahatlama.
Ecrin,
"Bu şekli yapmak zor olmadı mı? Uğraşılmış gibi duruyor," dedi.
Evet, uğraşmıştım. Hem de her saniyesine değmişti. Çünkü o kurabiyelerin onun için olduğunu bilmesini istemiyordum. Sadece görsün, tatsın, beğensin istiyordum. İşte benim isteklerim bu kadar basitti.
Feride abla ise,
"Evet, oldukça uğraştım ama değdi. Biliyorum," dedi. Bu sözleri benim yerime söylediğini anladım.
"Sen söyleyemiyorsun ama ben senin yerine söylerim," der gibiydi.
Ben de söylerdim elbette ama… İnsan bazen elindekini kaybetmekten korkuyor işte.
Tabaklar boşaldı, içecekler içildi. Feride abla çay teklif etti ama bizimkiler kalkmak isteyince daha fazla ısrar etmedi. Kapıya kadar geçirdik hepsini. Tam çıkarken Ecrin bana dönüp,
"Bak, iddiayı ben kazandım. Ne istersem yapacaksın, ona göre!" dedi.
"Tamam, anladım. Sen kazandın. Ne dersen yapacağım," dedim. Sanırım artık bu iddiayı Feride abla da biliyordu. Zira o da yanımızdaydı ve hafifçe gülümseyerek bize bakıyordu.
Onları yolcu ettikten sonra Feride abla hiç vakit kaybetmeden bana döndü:
"Ah, o kurabiyeyi Çınar yaptı demesini içimden öyle istedim ki… Ama dedim ki, eğer isterse kendisi söyler. Lanet olsun insanın kendi fikrini kendisinin söylemesi gerektiğine olan saygıma!"
İyi ki vardı o saygı. Yoksa bu gece hiç ummadığım bir anda ifşa olabilirdim.
İçeri geçtiğimde, Toprak abi alışık olmadığım bir şekilde tabakları, bardakları toplamaya başlamıştı. Sessizce üst kata kaçmayı planlarken arkamdan sesi geldi:
"Hop Çınar Bey, nereye? Tıpış tıpış yanıma gelip yardım ediyorsun."
Kaçış yoktu. Mecburen geri döndüm.
Beraberce ne varsa topladık. Feride abla sabahtan beri yorulmuştu, Toprak abi de işi ona bırakmak istememişti. Hem örnek bir baba hem de örnek bir eşti. Bulaşıklar makineye yerleşti, düğmeye bastım.
Bingo. İş tamam.
"Abi, iş bittiğine göre paydos verebilir miyiz?" dedim.
"Kaçmaya çalıştığını not ettim, şimdilik hadi git yat," dedi. Güldüm. Bu cümleyle birlikte usulca odama çekildim.
Hayal kırıklığıyla başlayan gece, hayal ettiklerimin tek tek gerçek olmasıyla sona ermişti.
Daha güzel günlere…
Eveeeettt
bölüm sonu inşallah beğenmişsinizdir.
Yeni bölümde görüşürüz.
Oy ve yorum bırakmayı unutmayinn🎀
Okur Yorumları | Yorum Ekle |