"Bir fotoğraf, aslında bazen birçok anlam, duygu, hissiyat barındıran bir fotoğraf."
ÇINAR GÖKSOY
Kafenin kapısından çıkarken hesap ödenmiş, bardaklarda son yudumların izleri kalmıştı. Güneş, gün batımının pastel tonlarını gökyüzüne sererken Asaf ellerini cebine sokarak gevşek bir sırıtmayla döndü:
“Lunaparka gidelim la, bize de değişiklik olur.”
Sesinde sinsice kıvrılan o ince tını, insanın içini kurcalayan türdendi. Bir şeyler fısıldıyordu ama kulağımı tıkadım; çünkü böyle seslerin kokusu zaten eninde sonunda ortaya çıkar.
“Lunaparka mı?” dedi Okan, sesi hafifçe yükselmiş, hayretle bükülmüştü. Sanki ağzından çıkan kelimelerle aynı fikirde değildi. Lunapark kelimesi ağzında yabancı bir tat gibi durmuştu; “Bizim ne işimiz var orada?” der gibiydi. Bu şaşkınlık tonu Ada’nın dikkatinden kaçmadı.
Ada başını çevirip Okan’a baktı; kaşlarını hafifçe kaldırdı. Bu tek hareket, bir kılıcın kınından yarım çekilişi gibiydi.
“Niye? Siz lunaparka gidemiyor musunuz?”
Sesinde hafif bir meydan okuma, bir de Okan’ın içinde kıpırdanan bir tedirginlik vardı. Yutkundu. Neredeyse boğazındaki düğümü ben bile hissedebiliyordum.
“Yo, yo öyle bir şey demedim. Gideriz tabii, niye gitmeyelim... Sadece... şaşırdım işte.”
“Tamam o zaman, gidelim,” dedi Ada, hâlâ Okan’dan gözünü ayırmadan. Gözleriyle konuşmayı iyi bilen Okan’a bu sessiz bakış, sayfalar dolusu cümleden daha çok şey anlatmalıydı.
Asaf’ın fikrinin ardındaki gerçek niyeti biliyordum: Lunapark sadece bahane, asıl hedef korku eviydi. Şehrin göbeğinde, rengârenk dönme dolapların hemen yanında, gölgelerin içine saklanmış bir yapı: Korku Evi.
“Korku evine de gireriz,” dedi Asaf. Sesindeki sinsi sevinç, bir çocuğun yaramazlık planlarını yetişkinlere belli etme şekli gibiydi. İçimden, “Keşke sizi bu kadar iyi tanımasaydım,” diye geçirdim.
“Bak sonra ağlarsın Antepli,” dedi Ege, dudaklarının kenarında alaycı bir kıvrım.
“Peh, hadi oradan! Ben korkmam bir kere oğlum,” dedi Asaf, göğsünü hafifçe kabartarak. Korkmam diyenlerin, genellikle çığlıkları ilk atanlar olduğunu hepimiz biliriz. Ama bu düşüncemi şimdilik saklıyorum; zamanı var.
“Yav he he,” dedi Okan, gülümseyerek. Artık o da iddialaşmaya katılmıştı. Üçü tartışa tartışa yürürken, günün sonunda hepsiyle dalga geçenin ben olacağımı hissetmeye başlamıştım. Kötü bir his değil ama biraz fazla tanıdık.
Korku evinin önüne vardığımızda, içerideki görevli bizi karşıladı. Siyah üniformasının göğsünde koca bir kurukafa amblemi, suratında ifadesiz bir ciddiyet.
“İçeride, buradan fotoğraflarınızı çekebiliriz. İster misiniz?”
Onayladık. Çünkü bazı anlar, kahkaha kadar korkuyu da hak eder; kayıt altına alınmalı.
Kapkaranlık bir koridordan içeri girdik. Sadece loş, donuk bir mavi ışık süzülüyordu yukarıdan. Ortam öyle gerçekçiydi ki, tavanlardaki örümcek ağları bile sahici görünüyordu. Nemli taş duvarlar, insanın tenine değmeden önce içini ürpertiyordu.
“Hoş geldiniz! Nihahahaha!" dedi tiz ve metalik bir ses. Gülüşü... anlatması zor. Biraz Joker, biraz bozuk bir radyo frekansı.
"İsminiz ne bakalım?" dedi ses.
Soruyu duyunca içimden bir homurdanma yükseldi. Mecbur muyuz yani? Korkudan değil tabii... Sadece soruyorum. Netleştirelim.
Ege hemen Okan’a seslendi: “Söyle sen lan ismini.”
“Ben niye söylüyorum? Çok istiyorsan kendin söyle,” diye cevapladı Okan. Bu ikili, az önce ben korkmam asıl ben korkmam diye atışan kişiler değil miydi?
O an Ada bir adım öne çıktı. Yan gözle Ege ve Okan’a bir bakış fırlattı. Okan kardeşim, o bakıştan diplomatik bir nota da, tehdit de çıkar; sen karar ver.
“Ben Ada,” dedi net bir sesle.
Okan, Ada’nın gölgesinden çıkmak istercesine derin bir nefes aldı: “Ben de Okan.”
Sonra sırayla hepimiz isimlerimizi söyledik. Ve ses, karanlığın içinden bir kez daha yankılandı:
“Gelin bakalım. Size çok güzel sürprizler hazırladım. Niahahahaaa!”
Bende pek etki yaratmadı ama bazı arkadaşların gözleri bir parça daha büyümüştü. Adımlarımız karanlık zeminde yankılanırken ses, hedef değiştirip Ege’ye döndü:
“Ege.. bu arada sevdim seni. Haberin olsun ahahahaa.”
Ege dondu. Yüzü solgun, gözleri büyümüş, gülümsemeyle panik arasında bir yerde takılı kalmıştı. İçinden “devir kötü, kolla götü” diye geçirdiğini biliyorum.
“Neden kimse benim yahşi cazibeme karşı koyamıyor?!” diye bağırdı sonra, korkusunu komediyle örttü ama nafileydi. Biz onu iyi tanırız.
"Tamam devam edin, bir oda var.. oraya gireceksiniz! Nihahahhaaa”
“Asla! Abla Allah rızası için... ne olur sen gülme!” diyen Asaf’tı. Fakat bunu söylerken yaptığı gafın farkında değildi. Çünkü sesi duyan, onu hedef almıştı bile.
“Sen, gülmemi istemeyen çocuk... odadaki küpü çözün derim. Yoksa seni yanıma alabilirim! Hahahahahah!”
“Ney? Bana mı dedi o? Yok yok, bana dememiştir…”
Asaf, ne oldu senin Antepli hallerine?
“Kaçışın yok, Asaf! Sana dedim, SANA!”
Evet, artık kesin. Kadın Asaf’a sesleniyordu. Biz de çok uzatmadan odaya girdik. Gerçekten de, odada bir Rubik küp vardı. Sesin söylediği gibi, çözmemiz gerekiyordu. Oda iki kapılıydı. Demek ki bu bölümü geçince diğer kapıya yönleneceğiz.
Asaf, küpü görünce dehşete kapıldı ve hemen:
“Hadi çabuk çabuk çözün!” diyerek ortalığı birbirine kattı.
Sürekli ısrar ediyordu. Ecrin küpü eline aldı ve çözmeye başladı. O an dayanmakta zorlandım, neredeyse “gel kendin çöz” diye küpü onun ensesine yapıştıracaktım. Ama tutundum. Ecrin çözdükçe ben de onun zekâsına bir kez daha tutuluyordum.
Fakat bir yerde takıldı. Hepimiz nefesimizi tutup onu izlerken ses yeniden belirdi:
“Süre daralıyor! Hahahahahah!”
“NE?! SÜRE Mİ VARDI?! BİZİM NİYE HABERİMİZ YOK?!”
Bu, kulak zarlarımızı tehdit eden Asaf’ın çığlığıydı. Bir zamanlar hiçbir şeyden korkmazdı, şimdi bambaşka biri olmuştu.
Asaf, gardaşım... gazan mübarek olsun. Seni iyi tanırım. Ölümüne değil ama korkmana Fatiha okurum.
“Çünkü seni yanıma almak istiyorum, Asaaaff! Nihahahah!”
Yine de onu o kahkahalı kadına yem etmeye içim elvermedi. Ecrin’in elinden küpü nazikçe aldım. Gülümsedim de elbette.
Ecrin’in gözden kaçırdığı basit hatayı fark edip kısa sürede küpü çözdüm ve yerine bıraktım.
Asaf, hızla bana sarıldı:
“Gardaşım benim! Allah ne muradın varsa versin. Allah tuttuğunu altın etsin. Allah dualarını kabul eylesin!”
Bu dualar beni altı ay götürür, net.
Sonra kendi kendine de bir beddua okudu:
“Bir daha birinin gülüşüne laf edersem, Allah da beni bildiği gibi yapsın!”
Diğer kapı açıldı. Koridor zifiri karanlıktı; artık mavi ışıklandırmalar da yoktu.
“Ayaklarınızın önünde el fenerleri var. Herkes bir tane alsın. Yolculuğunuz karanlıkta devam edecek! Hahahahahah!”
Eğildik, el yordamıyla fenerleri bulduk. Açtık ve yürümeye başladık. Fakat birkaç adım sonra:
“Okan, omzuma dokunan sensen... siktim belanı!”
“Ben kimseye dokunmuyorum, ama galiba biri de benim omzuma dokunuyor!!”
Ege arkasını döndü ve feneri tuttu: Joker maskeli bir adam!
“O ne biçim maske lan?! Hoşt! Az ötede korkut!”
Ege çığlığı bastı ve tokadı da bastı... adamın suratına.
Absürtlüğe gülmeden edemedim. Ta ki Ege bana dönüp:
“NE GÜLÜYORSUN!?” diye bağırana kadar...
“Abi bana niye vuruyorsun? Şirazem kaydı!”
Bu sözler maskeliden geldiğinde, bir an hepimiz ona döndük.
“Sen niye korkutuyorsun lan bizi?! Ne anladın Yurdagül?” Ege'nin bağrışına karşı
Karanlığa rağmen çocuğun gözbebekleri büyümüştü.
“Abi... burası korku evi, farkında mısın?”
Ege bir sağa bir sola baktı.
“Pardon kardeşim. Haklısın.”
“Abi... bir dahakine böyle sert vurma. Valla öbür dünyaya gittim, geldim.”
“NE?! SEN BİR DAHA MI GELECEKSİN?!”
Maske zaten yeterince ürkütücüydü. Bir de o Joker gülümsemesi yok mu...
“Asla bilemezsin.”
Çocuk hızla kapıdan içeri süzüldü. Maskeye rağmen gülümsediği belliydi. Bu gülümseme... hayra alamet değildi.
“Nihahahaha! Ege nasıl korktu! Beş metre zıpladı!”
Yönlendirici kadın yine kahkahalara boğuldu. Bu sefer ben de tutamadım, saldım kahkahayı. Ecrin, Ada, Asaf, hatta korkudan eli ayağı tutmayan Okan bile kahkahalara boğulmuştu.
Asaf, hönkürmeli ve püskürtmeli gülüşüyle Ege’yi parmağıyla işaret ederek gülüyordu.
“YETER ARTIK!!!”
Ege’nin çığlığı gülüşleri kesti.
Asaf ise gülmemeye çalışıyor ama kıpkırmızı yüzüyle kendini ele veriyordu.
Yönlendirici kadın bu kez ciddi bir sesle:
“Bu arada Osmanlı tokadı attığın kamu malı için çıkışta ödeme yapacaksın.”
“Çalışanlar ne zamandan beri kamu malı oluyor?”
“Ben öyle dediğim zamandan beri. PUAhahahahha!"
Cevap vermedik. Koridorda ilerleyip başka bir odaya girdik. Bu oda az da olsa aydınlıktı. Duvarlardaki çıkıntılar dikkat çekiciydi.
“Çıkıntıları fark ettiniz. Peki, sandığın içindeki şekilleri kapı kapanmadan yerleştirebilecek misiniz? Bol şans. İhtiyacınız olacak...”
Kadının bu seferki sesi ciddi ve karanlıktı. Müziğin de devreye girmesiyle ortam iyice gerildi.
Kapının gıcırtısı bir işaretti. Hemen sandığa atıldım. Şekilleri dışarı çıkardım ve:
“Çabuk! Herkes gördüğü boşluklara şekilleri yerleştirsin!”
Ecrin yanımdaydı. Çıkıntılara dokunuyor, uyumlu şekli arıyordu. Eli benim elimin üstüne geldiğinde… hızla çekti.
Ama yanan o değil, bendim.
Dokunuşla kalbi yarış atına dönen, tüyleri diken diken olan, çaresizce âşık olan... yine bendim.
Aşkını itiraf edemeyen… o da bendim.
Kapının yüksek gıcırtısı beni anın içinden çekip çıkardı. Geriye düşünmek kalmıştı. Şimdi değil.
“Herkes bitirdi mi?!”
“Bitti.”
“Bitti.”
“Bitti.”
“Bitmediiii!”
Elbette Asaf’tı.
Kapı kapanmak üzereydi, gıcırdayan ses yükselmişti. Okan, Asaf’ın elindeki şekli kaptığı gibi duvara yöneldi ve yerine koydu.
Madem yerini biliyordun, niye bizi strese sokuyorsun gerizekalı?
Kapı durdu... ve sonra yavaşça açıldı. Hepimiz yavaş ve temkinli adımlarla çıktık. Nereden bir Joker daha fırlayacağı belli değildi.
Koridor üç kapılıydı.
“İkişerli gruplara ayrılın. Ege ile Asaf, siz bir grup olun. Sizi sevdim. Nihahahaha!”
Ege ve Asaf göz göze geldi.
“Boku yedik.”
Bu cümleye mühür, kaşe, imza… ne varsa basarım.
Asaf başını iki yana çevirdi, aniden arkasını dönüp koşmaya başladı:
“Hiçbir Allah’ın kulu beni o tünele sokamaz!”
Peşinden gelen yoktu. Arkasına bakıp emin olunca, kurtulmuşçasına sevinmeye başladı.
Tam o sırada...
“Bööh!”
Joker surat bir anda karşısına çıkıverdi.
Asaf: “AAAGAGAGA!”
Bir çığlık, birkaç adım geri, bir takılma… ve hop, kıç üstü yere.
Joker kahkahalara boğuldu. O kadar güldü ki yere yığıldı. Maskesini çıkardı; gözlerinden yaş geliyordu.
“Pardon, maske gülmemi zorlaştırıyor.”
Okan ileri çıktı:
“Aaa... abarttın. O bizim arkadaşımız. Onunla sadece biz dalga geçeriz.”
Ege, Asaf’ı yerden kaldırdı. Ama hâlâ şoktaydı Asaf. Ege onu sarsarak bağırdı:
“Kübra! Kendine gel!”
“Bırak gerizekalı... başım dönüyor!”
Asaf, Ege’yi itip kendine gelmeye çalışıyordu.
"Ee Asaf bey hala 'Hiç bir Allah'ın kulu beni o tünele sokamaz' konusunda kararlı mısınız? Çünkü çıkışa gidene kadar sizi bir çok sürpriz bekliyor olacak Niahahahaha"
Bizi yönlendiren kadının sesini duyunca Asaf'ın yüzü ağlamaklı bir hale geldi.
"Bu tünel bitince çıkacak mıyız?" Diye sordu sesi her an kaçacak gibi çıkıyordu.
"Bu tünel son sonra çıkış. Anlayacağın Asafcığım ya bu tünele gireceksin ya gireceksin"
Hayret bu sefer o itici kahkahayı atmadı.
Asaf yürüyerek Ege'nin yanına gelip orta kapının önünde durdu. Derin bir nefes alıp 'huh' diye nefesini verdiğinde;
"Ya tarih yazacağız ya tarih olacağız." Ege de ona katılıp başını salladığın da kahkahası ile ortamı inleten Ada oldu.
"Hele hele şunların rollenmeye bakın. Sanırsın savaşa gidiyorlar." Diyip gülmeye devam ediyordu.
"İkiz bozma bizi. Acayip gaza geldik." Diyen Ege Adaya gözünün yanıyla bakış attıp tekrar kapıya döndü. Sanırım Asaf'la ikisi kapıyı zihin gücüyle kırmaya çalışıyorlar. Başka bir açıklaması olamaz. Ada ikisine de gözünü devirip sağda olan kapının önüne geçti. Ecrin ise Ada'nın yanına gitmek yerine benim yanıma geldi.
Demek bu tünel mecrasında yanımda olan kişi Ecrin olacak. Sanırım artık içeride olan herhangi korkunç olay benim kalbimi hızlandıramaz. Zaten yanımda sevdiğim oldukça ondan başka hiçbir şey kalbimi hızlandırmaz. Kalbimin küt küt küt atmasına bir tek o sebep oluyor her zamanda öyle olacak.
Sanırsam Ada ile Okan eşleşebilsin diye benimle gelmeyi tercih etmişti. Yani benim aklımda olan düşünce bu. Okan da yüzünde silik ama benim seçebildiğim gülümsemesi ile Ada'nın yanında yerini aldı.
"Hazır mıyız." Diye gruba soran bendim.
"Hazırım"
"Hazırım."
"Hazırım"
"Hazırım'
"Hazır değiliz" diye bağıran muhtelen herkesin tahmin ettiği ikiliydi. Asaf ve Ege zaten hazır mıyız diye sorma amacım ikilinin durumunu öğrenmek içindi.
"Herkes hazır olduğuna göre, sağ kalanlarla dışarıda buluşuruz." Dediğimde Ecrin'in kıkırdama sesi kulaklarımı şenlendirdi. Asaf ile Ege'yi korkutmak için yaptığımı gayet iyi anlıyordu. Bu kız bence benim ruh eşim yoksa nasıl anlasın
Asaf ile Ege gözlerini olabildiğine büyütmüş söylediğim sözlerin doğruluğunu anlamak için gözümün ta içine bakıyorlardı.
"Şaka yapıyorum hadi girelim artık." Diyip ilk önce Ege ile Asaf'ın girmesini bekledik. Bekliyoruz, bekliyoruz, ee bunlar girmiyor.
"Girsenize hadii." Diyen Ecrin'in haklı sözlerine karşı ege çok boş yaptı
"Biz girince sizin gireceğiniz ne malum?"
O kadar da boş yapmamış
Ecrin mantıklı mantıklı konuşuyor. Ege hep boş yani bomboş konuşuyor. Kesinlikle öyle.
"Ödlek" diyen Okandı seni gördük koçum pek bir cesurdun. "Tamam bırakın kim korkak kim cesur muhabettini iki saatir dikiliyoruz burada aynı anda girelim olsun bitsin." Diyen ada oldu, aslında mantıklı bir fikir
Asaf ve kankisi Ege tekrar birbirine bakıp hiçbir şekilde yırtamıyoruz dercesine suratlarını ağlamaklı hale getirdiler. Tamam ama artık fazla oyalandık.
"Hadi girelim." Dediğimde herkes beni onayladı. Asaf ile Ege bile gönülsüz de olsa beni onayladılar.
"Bir iki üç ." Dedim ve kapıları açıp hepimiz kendi tünelimize girdik. Tünelin içine adım attığımız an kapı kendiliğinden kapandı. Ecrin ile kapanan kapıya doğru dönüp baktık, ve daha sonra göz göze geldik.
"Sağ çıkacak mıyız dersin?" Diye sorarken bu karanlığın içinde yeşil harelerinin parlaklığını seçebiliyordum. Biraz önce söylediğim sözlere atıfta bulunarak kendince eğleniyordu. Burada içinde olduğumuz oyun hoşuna gidiyor, onu heyecanlandırıyordu. Güzel zaman geçirip eğlenmeyi seviyor, ben de onu seviyorum.
"Hallederiz" diyip çenemle yolu işaret ederek önden gitmesini istediğimi belirttim. Ecrin çağrımı kayıtsız bırakmayarak, önden yürümeye başladı. İlk başta sessiz ve karanlık başlayan yolculuk giderek sesli olmaya başladı. Zira sanki ayağımızın her yer ile temasında çalan ürkünç senfonin ses düzeyi artıyordu. Bu nasıl bir düzenek?
Ecrin önden yürüyor yürümesine ama illa ki düzenli aralıklarla arkasına dönüp beni kontrol ediyor. Geliyor muyum? Yoksa gelmiyor muyum diye sanırım joker suratın beni kaçırmasından endişe ediyor. Merak etme Ecrin, sen hariç beni kimsenin kaçırmasına müsaade etmem. Tünel bu noktada yön degiştiriyor sağ tarafa doğru dönüyordu. Dönemeç vardı.
Ecrin adımını atarken sağ ayağı yere temas ettiği anda senfoni baş ağrıtacak kadar yüksek bir sese ulaştı. Öyle rahatsız edici bir boyuttaydı ki Ecrin'in elini kulaklarına bastırdığını gördüm. Ecrin ayağını çektiğinde ayağının altında ufak bir düğme olduğunu gördük. Fakat bu detayı fark etmemize kalmadan, Ecrin'in önünde olan duvarda fark edemediğimiz bir kapak açıldı içinden yaylı bir paylaço fırladı. Yaylı olduğu için nerdeyse Ecrin'in yüzüne vuracak olan paylaço, kulak çınlatacak türden bir kahkaha atıyor gözleri yeşil mavi yanıp yanıp sönüyor kahkahası asla dinmiyordu. Ecrin'in ağzından "hiiiiiii" gibi bir çığlık kaçtığında korkması ile geriye doğru bir adım attığında sırtı gövdeme çarptı. Ecrin'in sırtı gövdemle buluştuğunda hızlı hızlı nefes alıp vermesinden kalbinin atışlarının hızlandığını anladım.
Beklenmedik anda olan çıkan palyaço korkmasına sebebiyet vermiş olmalıydı. Fakat şuan sırtının gövdeme yaslı olması sanki ben onun güvenli limanıymış hissi yaratıyor, ve benim bu his ile ne kadar mutlu olduğumu tahmin bile edemiyordu. Saçlarının dalından kopmamış yeni açan bir çiçek gibi olan kokusu burnuma çalınıyor, hayatımda bundan daha güzel bir koku alamayacağımın sinyalini veriyordu. Beynim bu kokuyu kaydetmeye çalışsa bile bunun mümkün olmayacağını bilir gibi telaş ediyor, kalbim hızlandıkça hızlanıyor içime çekebildiğim kadar bu nadide kokuyu çekmem gerektiğini haykırıyordu.
Fakat bu güzel anı benim zihnimde tasarladığım kadar uzun sürmüyor, Ecrin korkusunu dindiğinde geri çekiliyordu. Saçlarının kokusunu duyumsamak, bir an için güvenli limanı gibi hissetmek bir çok şeye değermiş bunu anlıyorum. Her gün bir insan ne kadar çok sevilir dersini onunla yeniden yeniden ondan habersiz bir biçimde tekrar ediyorum. İçimde azalmıyor günden güne çoğalarak benliğimde benden daha fazla yer edinmeyi başarıyordu. Heves değildi heves olsa şimdiye geçerdi. Heves olamayacak kadar bağlı, tutku denilemeyecek kadar şefkat dolu hissediyorum Ecrin'e karşı bu tenden tene bir durum değil bu benim kalbimin Ecrin'in kalbine doğru yaptığı bir yolculuk.
"Pardon Çınar, bir an korktuğum için fazla yaklaştıysam fark edemedim."
Kafamı iki yana sallayarak bir sorun arz etmediğini ifade ettim. Şu an Ecrin'e içimden geçenleri anlatsam deli bile diyebilirdi bana. Deliysem ona deliydim ya buda başka bir zamanın konusu olsun.
Yürümeye devam ettiğimizde artık yan tünelde ne oluyorsa bağrışlar peş peşe geliyordu. Asaf ve Ege'nin bağrışları birbirine karışıyor sadece bir kısmını anlayabiliyorduk. Anladığım kısımda Ege "Bak ben boks biliyorum bak fena olur diyorum!!!" Diyerek tabir yerindeyse götünü yırtıyordu.
Hemen ardından Asaf'ın bağırış sesleri kulaklarımıza doluyor daha ne kadar saçmalayabileceklerini düşünmemize yol açıyordu "Biz aşiretiz ha bak aşiretiz diyorum!!" Diyerek Egeden aşağı kalmayacak şekilde gür bir sesi olduğunu ayan beyan ilan ediyordu. Bunların aklı ile buraya gelende kabahat.
Ecrin bana dönerek iki kaşını kaldırmış "Aşiret?" Diyip o müptelası olduğum gülüşünü açığa çıkarmıştı. Pekâlâ, Ecrin böyle benim aşık olduğum gülümsemesini sunacaksa Asaf ile Ege'nin salaklarına tahammül seviyemi biraz daha yukarıya çekebilirim. Bilirsiniz iyi bir arkadaşım.
Asaf ile Ege'ye kulak tıkayarak yolumuza devam ettik, buradan sonra bizim tarafımızda fazla bir aksiyon gelişmemiş ve ufak tefek mankenler dışında yolumuza hiç bir şey çıkmamıştı. Çıkışa vardığımızda Okan ve Ada çiftinin yani çift olmamış ama benim gözümde çift olmuş Okan ile Ada'nın bizden önce çıktığını gördük. Biz onların yanına doğru giderken nefes nefese Asaf ile Ege çıktı. Kosmuşlar gibi nefes nefese çıkmışlardı.
"Ne oldu?" Diye soran Ada oldu. Hallerine bakmış ve sesinden akan merak ile sormuştu. Nefesini ilk düzenleyen Ege konuşmaya başladı
"Kadın ben sizi sevdim, kapıyı kapatıyım da burada kalın diye yeri göğü inleten kahkahasını atınca topuklarımızı kıçımıza vura vura kaçtık." Asaf da kendini toparlayınca Ege'nin kafasına bir şaplak attıp
"Sen konuşma. Zaten kadın seni sevdi diye oldu. Bundan sonra o yahşi cazibeni biraz evcileştir her yerde ortaya çıkmasın."
Asaf'ın sözleri herkesin gülmesine yol açtı. Galiba yahşi cazibeli olmak her zaman için mükemmel bir durum değilmiş. Kapıda fotoğraflarımızın çekilmesini ister misiniz? Diye soran görevli yanımıza gelip
"Buyrun fotoğraflarınız" diyerek elinde olan 10 15 kare fotoğrafı verdi. Hepimiz elimize almış fotoğrafları incelerken bir kare fotoğraf hepimizin dikkatini üstüne çekmeyi başarmıştı.
Asaf ile Ege'nin birbirine sarıldığı fotoğraf
Fotoğrafa baktıktan sonra hepimizin gözünü üzerlerinde hisseden ikilinin ikiside başka yönlere bakmaya başlamış ıslık çalıyorlardı. Asaf "Bugün de hava çok güzel." Diyerek konuyu üstünden atma çabasına giriyor ama bu durumu daha da komikleştiriyordu.
"Cesur yürekler hayırdır ne bu hal?" Diyerek kıkırdayan kalbimin sahibine Ada eşlik ediyordu. Asaf sanırım hava hakkında yorum yapmaktan sıkılmış olacak ki
"O kadın sizi sevseydi siz görürdünüz" diyor ve sözleri bittiği gibi kendimi tutamayıp ben dahil bu ikili dışında hepimiz kahkahalarla gülmeye devam ediyoruz. Fakat benim dikkatimi çeken bir fotoğraf daha var. Ecrin'in sırtınım gövdeme yaslı olduğu o an. Bir fotoğraf karesi ile belgelenmişti. El çabukluğu ile fotoğrafı aradan çektim ve cebime indirdim.
(İyi ki futbolculuğu seçmis ya yan kesici olsaydı ndmdmslslslekekekk)
Ege artık gülüşümüzü dinlemekten sıkılmış olacak ki "hız trenine binelim." Diyerek ses tonu ile kimseye seçim tanımlamıştı, ama zaten herkesin gönlü vardı. Ama ada midesinden endişe ediyor bu yüzden de karasız kalmıştı. Hepimiz trende yerini aldığında Ada Ege'nin yanına oturmuş "Kusarsam ikizimin üstüne kusayım." Demişti Ege senden iğreniyorum bakışları cevap verirken Ada asla üstüne alınmamış ve oturmuştu. Ada'nın onun yanına oturmayışı ile suratı düşen tabi ki benim avel mi avel olan kuzenim hemde yakın dostum Okandı. Asaf ile Okan oturunca Ecrin benim yanıma gelip oturmuştu.
Hepimiz oturduğunda ise tamamdık. Tren ilk önce yavaş başlayıp giderek ivme kazarak hız treni olmanın hakkını vermeye başladı. Dik yokuşları çıkarken bir nebze olsun yavaşlıyor, fakat inişi bir o kadar hızlı oluyordu. Ecrin tren ne zaman yokuş aşağı inse iki ellini de havaya kaldırıp kahkahalar ile eğlenirken ben her bir mimiğini hafızama asla unutmayacak bir şekilde kazıyorum. Onun bu eğlenmiş hallerini izlerken yüzümde oluşan tebessümü fark edemiyorum bile.
Tren yolculuğu sona erdiğinde ilk aşağı inen ada oldu. Belli ki korktuğu başına gelmişti. Ardından Ecrinde hızla trenden inerek Adanın yanına koştu. Ada'nın kısık sesle "midem bulanıyor" dediğini işitmiştim. Ecrinde duymuş olmalı ki hemen bir satıcıdan poşet alıp gelerek Adaya uzattı. Ada poşeti açıp istifra ederken Ege onun saçını tutmak amacıyla ilerlerken ondan önce Adaya yardımcı olarak saçını tutan Okan oldu.
Okan'ın sabah ne yediğinin araştırılmasını talep ediyorum. Yürek yemiş olabilir.
Muhtemelen Ege bu davranışı Okan'ın Adaya daha yakın olmasına bağlayacaktı. Davranış şekli herşeydir bana kalırsa, bu ikili birbirine açılmadıysa ikisinde de sorun var. Net olarak bir davranış şeklinde ikiside bulunmuyor. Okan bir kaç kez niyetini belli etmiş gibi olsa bile sadece gibiydi işte. Egeden çekiniyorlar belki hafifte olsa tepkisi ne olur diye büyük bir tepki beklemiyorum. Ama Ege bu ne yapacağı belli olmuyor, onları biraz çekindiren de zaten bu.
Ada'nın mide bulantısı geçmeyince daha fazla kalmak istemedik. Lunapark'tan çıkacakken Ecrin'in gözünün küçük bir peluş ayıya takıldığını fark ediyorum.
"Ecrin Güneş için bir hediye alacağım, karar veremedim. Rica etsem bana yardım eder misin?" Gözlerimi Ecrinden tarafa çevirerek konuşmam üstüne Ecrin hafifçe gülümseyerek "tabi ki" dedi birlikte az önce gözünün takıldığı peluş ayının olduğu standa doğru gittik. Bebekleri biraz inceledikten sonra elime bir bebek alarak
"Bu nasıl?"
"Çok rüküş. Bizimle değilsin Çınar"
Şimdi bebeğin elbisesinin rüküş olup olmadığının ne gibi bir önemi olabilir ki? Ecrin ise eline peluş bir ördek alıp
"Bu olabilir mi?"
"Güneş'in zaten bir uyku arkadaşı var"
"Bu iş git gide zorlaşmaya başlıyor."
Biraz daha bebeklere bakıp en sonunda rüküş olmayan bir Barbie bebekte karar kıldık. Barbie bebeği satın aldığımda yanında Ecrin'in gözünün takıldığı peluş ayının da parasını ödedim. Ecrin'e uzattıp
"Ecrin hanım, bana yardım ettiğiniz için teşekkür ederim. Benden size küçük bir teşekkür hediyesi." Diyip yüzüme küçük bir gülümseme yerleştirdim. Ecrin elimde olan peluş ayıya baktığında yüzünde oluşan güneş kadar parlak ay ışığı kadar cezbedici olan gülümseme her şeye değerdi.
"Çınar bey, asıl bu küçük hediye için ben teşekkür ederim." Dedi üstüne birde referans yapıp gülmemi sağladı. Lunapark'tan bu defa gerçekten çıkıp arabalara yöneldik. Asaf'ın evi yakındı zaten arabası da yok. Yürüyerek gelmişti, öyle de gitmek istiyordu. Ege ile Adayı Okan bırakacaktı. Egelerin evine yakın oturduğu için Ecrin'i de Okan bırakıyordu.
Ecrin ile geçen bir araba yolculuğu elbette beni çok daha iyi yapabilirdi. Fakat elimde olan ile yetinmem tek çaremdi. Bu yüzden kendime Güneş için aldığım Barbie bebeği yol arkadaşı seçerek yola koyuldum.
Kısa sürede eve geldiğimde ise çalabildiğim bir kapım olduğu için mutluydum. Gülebilirdim kimi zaman mutlu olabilirdim. Ama bu benim içimde var olan burukluğu kapatmak için yeterli değildi. Hiç bir şey kırıkları yapıştıramaz, yaraları iyileştiremez, kanamayı durduramazdı.
Kapıyı çaldığımda beni karşılayan Toprak abi oldu. Kafasında ise her zaman benim taktığım pembe tavşan kulaklı taç vardı. İnsanlar bu adamı ciddi birisi zannediyor.
"Abi iyi ki kapıda ben varmışım. Yoksa girmişti senin karizma."
"Giderse gitsin. Kızıma değil karizmam canım feda"
Baba böyle oluyormuş. Öğrendik. Belki benim babam olmadı, ama bana sahip çıkan bana baba nasıl oluyormuş öğreten kişi oldu Toprak abim.
İçeriye girdiğimde "minik bak sana ne aldım" dediğimde oyun oynayan Güneş'in dikkatini çekebilmiştim. Benim yanıma paytak paytak gelip "ne aydın?" Diye sorunca pakettinde duran bebeğini ona verdim. Gözlerinde yanan ışıklar yeni oyuncağını oldukça beğendiğini gösteriyordu.
"Kızım ne diyoruz abiye?"
"Teşşeşüy edeyim abi."
"Ecrin ablanla birlikte aldık." Bana meraklı gözlerle bakıp
"Abla neyde?" Ecrin'i severdi hatta bir araya geldiklerinde epeyce eğlenirlerdi.
"Yarın gelecekmiş" dediğinde gülümseyip
"Ona da teşşeşüy edeyim gelince."
"Edersin" derken kapı çaldı. Toprak abi kapıya bakmaya gittiğinde gelenin Feride ablam olduğunu çoktan tehmin etmiştim.
Böylelikle bizim çekirdek aile tamamlanmıştı.
Arkadaşlar bir şey söylemek istiyorum. Eminim ki Çınar neden söylemiyor? Neden Ecrin'e açılmıyor? Ecrin nerden bilsin Çınar'ın onu sevdiğini? Diyenleriniz oluyor ama Çınar'ın yoğun bir kaybetme korkusu var geçmişinden dolayı elbette bu geçmişi tam anlamı ile bilmiyorsunuz henüz. Ama şimdilik Çınar elinde olan ile yetinip kaybetme korkusunu aşamadı. Fakat sonunda bir gün artık elinde yetmiyor olacak
Yakında..
Bölüm sonu 😔
Mükkemel yazmıyorum ama yapıyorum birşeyler 🙈
Diğer bölümde görüşürüz İnşallah 👋🏻
Okur Yorumları | Yorum Ekle |