12. Bölüm

11. Bölüm

Yazan bir kız ;)
1907_busra

 


Vayyyy be

 

Kaderde oturup bölüm yazabilmek de varmış

 

Galiba 1 aydır yada daha fazla bir süredir bölüm yazmadım attığım 10 bölümü daha önce yazmıştım

 

Aslında bölümleri düzenliyorum ama birkaç bölüm isteyen kişi olduğu için oturdum bölüm yazdım.

 

Bakalım ortaya ne çıkacak

 

Başlayalım

 

Çınar'ın Ecrin'e olan sevgisine ithafen okurken Kahraman Deniz - Böyle Sever dinlemenizi istiyorum.

 

İyi okumalar

 

 

Gözyaşı dökmem ağlarım kendim bile duymam bağırırım

Feryatlarıma yoldaş olmuş susmalarım

Bulamazsan anlarım ben görünürken koybolanım

Çok bilinirken gayb olanım

(Kahraman Deniz - Böyle Sever)

 

 

İLAHİ BAKIŞ AÇISI

Çınar’ın iç dünyası, kırık bir saat gibi durmuştu. Zaman işlemiyor, dünya dönmüyordu artık. Mesaj ekranındaki son kelimeler bir bıçak gibi saplanmıştı gözlerine:

"Kalbimde birisi var."

Bir cümle, bir ömür kadar ağırdı. Ve o cümle, genç bir yüreğin tam ortasına inmişti.

Kalbi, bir cam fanusun içinde kırılıyordu sanki. Ne kaçabiliyor, ne korunabiliyordu. Nefesi yetmiyordu, göğsü daralıyordu, kalbi... kalbi sadece ağlıyordu. Ağlamanın sessiz haliydi bu; gözlerden değil, iliklerden süzülüyordu yaş. Sadece yüreği değil, bütün benliği dökülüyordu yerlere parça parça.

Oturduğu yer dar geldi.

Oda dar geldi.

Ev dar geldi.

Ama aslında kendi bedenine bile sığmıyordu bu kalp artık. Kalbindeki ağırlık, kaburgalarını çatlatacak kadar büyüktü. Ve dışarı attı kendini. Adımlarında acele, içinde bir tufan. Nereye gittiğini bilmiyor, sadece kaçıyordu: Gerçekten, hatıralardan, hayallerden.

Rüzgâr suratına tokatlar savuruyor, gözleri yanıyor, ama o sadece yürüyor. Sanki yürüdükçe içindeki sesi susturabilecekti. Ama o ses, beynine kazınmıştı artık:

"Başka birini seviyormuş."

Ne yaparsan yap, bu cümle zihninden silinmiyor. Her tekrarında biraz daha parçalanıyor. Her hecesi, biraz daha yakıyor.

Ve sonra Okan geliyor. O dost eli, o endişeli göz...

Ama Çınar suskun. Çünkü bazı acılar dillendirilemez. Anlatılmaz, yaşanır.

Ve sonunda dudaklarından dökülüyor o kelimeler:

"Başka birini seviyormuş."

Üç kelime.

Bir yıkım.

Bir mezar taşı.

Kalbi öyle çok sevmişti ki; sevgisinin içinde umut, masumiyet, hayal vardı. Şimdi ise sadece boşluk. Kelimeler yetmiyor. Çünkü bu, aşkın reddi değil sadece; bir evrenin inkârı gibi.

Çınar artık bir boşlukta.

Bir zamanlar umutla bakılan formalar, gülümseyerek kurulan hayaller, bir tribünde hayal edilen o el hepsi şimdi küllere karışmış. Bu, bir aşkın değil, bir geleceğin çöküşü.

Ve işte o sorular:

"Unutacak mıyım?"

"Vazgeçecek miyim?"

"Başkasını sevdi diye ben ondan geçebilir miyim?"

"Gurursuzluk mu onun yanında kalmak istemek?"

Sahi, aşk bazen gurursuzluk muydu? Yoksa sadakatin başka bir hali miydi?

Kendi kalbinin ağırlığı altında eziliyor şimdi.

Her hayal, şimdi bir moloz.

Çınar artık bir enkaz.

Ve o enkazın altında kalan: umut.

Ecrin’in mesajlarını aldıktan sonra zaman bir anda yavaşlamış gibiydi. Sanki saatler, dakikaları değil, hisleri ölçüyordu artık. Kalbindeki boşluk, gözle görülmez ama dokunulabilir bir hale gelmişti. Adını koyamadığı, ama her anıyla yüzleşmek zorunda kaldığı bir eksiklik, bir reddediliş dolanıyordu damarlarında. Elindeki telefona bakarken gözleri değil, ruhu yanıyordu. Her harf bir jilet, her nokta bir çöküştü. “Bitti.” dememişti belki Ecrin, ama söylenmeyenler, söylenenlerden daha çok bağırıyordu.

Çınar, bankta oturmuştu ama bedenin taşıdığı bir ruh değil, ruhun sığındığı bir bedendi artık o. Denizin maviliği gözlerinin önünde kıpırdanıyor, ama onun için her şey gridendi. Kıyıya vuran her dalga bir hatıra getirip önüne bırakıyor, sonra çekip götürüyordu sanki. Fakat hiçbir dalga, içinde birikmiş olanı temizlemiyordu. Deniz onu ferahlatmıyor, gökyüzü ona umut taşımıyordu.

Telefonu tekrar çıkardı cebinden, belki bir mucize olurdu. Belki mesajlar değişirdi. Belki Ecrin her şeyi yanlış anladığını yazardı. Belki… Belki... Ama hayır. Hiçbir “belki” gerçeğin tokadını hafifletmiyordu. Parmakları titreyerek ekranı kaydırdı, tekrar ve tekrar aynı cümleleri okudu. Sanki bin kez okursa, anlamları değişecekti. Sanki cümleler yer değiştirecek, Ecrin “başkasını seviyorum” demeyecek, “seni bekliyordum” diyecekti.

Ama kelimeler taş gibiydi. Soğuk, katı, yerinden kıpırdamaz. Gerçekler gibi.

Kalbinde bir düğüm vardı, çözülmüyordu. O düğümde birikmişti sustukları, umut ettikleri, içine attıkları. Ve şimdi, o düğüm nefesini kesiyordu. Çınar, acısını içinde saklamaya çalışan biri değildi aslında, ama kimseye de tam anlamıyla gösteremezdi. Şimdi ise ne saklayabiliyordu, ne de anlatabiliyordu. Sözler yetersizdi. Sessizlik bile ağırdı.

Asaf'ın elinden telefonu alışı bir refleks değildi, bir merhametti. Arkadaşlık değil, kardeşlikti bu. Gözlerinin önünde yıkılan adamı daha fazla izleyemezdi.

“Okuma artık şu mesajları, görmüyor musun? Okudukça daha kötü oluyorsun.”

Çınar sadece baktı Asaf’a. Gözlerinde ağlamamış ama susarak ağlamış birinin kızıllığı vardı. Kötü mü oluyordu? Evet. Ama zaten kötüydü. Yüz kez okumakla ne değişirdi? Belki hiçbir şey. Ama bazen insan, canını acıtacak şeylere tutunarak kendini hissederdi. Acı bile bir varlık sebebiydi çünkü.

Çınar, Ecrin’in onu sevmediğini biliyordu artık. Ama kalbi, bu bilgiyi kabul etmekte inatçıydı. Sevginin reddi, kimlik reddi gibiydi. Kendine dair kurduğu hayalin, sevdiği kişi tarafından yerle bir edilmesiydi. Şimdi kimdi Çınar? Ne olacaktı? Ve daha da önemlisi: Ecrin nasıl bu kadar habersiz kalmıştı?

Ecrin ise bir başka yalnızlıkta, bir başka iç sıkışmasındaydı. Çınar’ın kendisine aşık olduğunu bilmiyordu. Kalbinde başkasına yer verdiği için huzursuzdu ama kime neyi yaptığını farkında değildi. Sözleri doğruydu belki, ama zamanlama, bilinmezlik, ihmal edilen duygular hepsi birleşince bir felakete sebep olmuştu. Kalbinde büyüyen sıkıntı, aslında farkında olmadığı bir kalbi incitmenin ağırlığıydı.

İki insan, iki kalp. Biri sevmiş ama söyleyememişti. Diğeri sevilmiş ama bilememişti.

Ve şimdi, biri susarak yıkılıyordu…

Diğeri anlamaya çalışarak daralıyordu.

...

 

 

 

 

 

 

Böyle Sever dinliyorsunuz değil mi? Hah tamam dinleyin

 

 

 

 

Hadi devam 💃🏻

 

"Neyine bağlandım ki bu kadar, bana bakmayan gözlerine mi benim olmayan kalbine mi?"

~Özdemir Asaf~

 

BİR HAFTA SONRA

ÇINAR GÖKSOY

Hislerimi aşamadan geçirdiğim bir hafta, Kalbimin unutamadığı beynimin ise unutmak için can attığı anılar ile geçen bir hafta. Sürekli onu düşünerek, kimi sevdiğini düşünecek kadar ileri gittiğim bir hafta. Dur durak bilmeden tek anımı bile onu düşünmeden geçiremediğim bir hafta.

Beynim onu unutmak için can atıyor diyorum ya aslında yalan söylüyorum, onu unutmak için can atıyor olsa nasıl her an onu düşünebilir? Bana gülümesediği anlar kafamın içinde oynuyor, sinema salonunda o filmi izlerken benim onu izleyişim, kar'ın altında kendi etrafında dönerken onu seyredip hayal kuruşum, onu ilk kez Fenerbahçe tribününde görüşüm.. Kafamda tribün güzeli olarak yer edinmesi, bir ay sonra onu gördüğümde tanıyışım herşey en ufak tebessüm edişi bile kafamda canlanıyor, anılar beni rahat bırakmıyor.

Yaşadığım tüm karmaşaları, hatırladığım zaman benliğimi en derininden sarsan puslu, acı, kirli anılarımı bile kendi içimde yaşayıp dışarıya yansıtmayan ben, şimdi içime atamıyorum, zihnimi boşaltıp yaptığım bir işe odaklanamıyorum.

Ne gülümseyebiliyorum, ne ağlayabiliyorum. Ne Ecrin'in karşısına çıkıp dürüstçe neyin ne olduğunu anlatabiliyorum. Tesiste Ecrin'i görüyorum yanıma geliyor kimi zaman, nasılsın diyor gülümsüyor ve benim kalbim her şeyi unutuyor. Sanki onun başkasını sevdiğini bilmiyormuş gibi kalbim hızlanıyor hemde sadece bir nasılsın diyişine tav oluyor.

Ama dudaklarım yukarıya doğru kıvrılmıyor, kalbim hızlanıyor ama hızlı hızlı atarken sanki acıyor. Benim kalbim aslında herşeyi biliyor, ama unutmak istercesine acı ile atıyor. Artık ne yapacağımı bilmiyorum, kafamı Ecrinden alıp hiçbir şeye veremiyorum. Sadece ben değil etrafımda olan herkes bu durumun farkında.

Feride ablam, Toprak abim sanki eski günlerdeyiz sanki karşılarında o eski Çınar varmış gibi hissetmekten kendimi alıkoyamıyorum. İlk günler hep etrafımda olup ne olduğunu anlamaya çalışmılardı, Feride ablam ise anlamıştı. Nasıl yaptı, nasıl anladı bilmiyorum, ama anlamıştı işte.

Bana sarılıp "Oğlum, her yolculuk bir reddediliş ile başlar. Yani kesin öyledir, öyle olması gerekiyor dimi?" Demesi bir haftadır beni gülümseten sayılı anlarımdan birisi olmuştu. Böylece onun olayı çözdüğünü anlamıştım. Belli ki Toprak abi'ye de birşeyler çıtlatmış olacak ki Toprak abimin gözleri daha bir anlayışlı bana karşı.

Sanki boşlukta oradan oraya savruluyorum, ve beni tutabilecek tek güç Ecrin'in elinde ama o bunu bilmiyor. Zihnim dopdolu, ama sanki bomboş. Sanki hiçbir şey düşünmüyorum, ama aslında çok şey düşünüyorum ve hepsi onunla alâkalı. Bundan nasıl kurtulacağımı bilmiyorum, ben Ecrinle ilgili olan herhangi birşeyden kurtulmak istiyor muyum bunu da bilmiyorum.

Bir bilinmezliğin tam ortasında kaldım. O bilinmezlik denizi sanki beni dalgaları arasında bir oraya bir buraya sürüklüyor ve bende o dalgalara karşı koyacak güç yok. Aklıma hiç mi gelmedi benim Ecrin'in başka birini sevme ihtimali, ama olmayışından hayatında başka birisi olmayışından güç alarak aklıma gelen düşünceleri kovmayı başarıyordum. Şimdi ise güç alacak bir şeyim yok.

Öylece yürüyorum, düşünüyorum aklıma olur olmadık herşey geliyor. Mesela futbolda işlerin iyi gitmediğini, Eren hoca'nın son zamanlarda olan performans düşüklüğümden hoşnut olmadığının da biliyorum. Zira bunu beni maçın ilk 11 koymayarak gayet net belli etmişti, bir an önce toparlanmamı bekliyordu. Sadece o değil aynı zamanda takımda öyle herkes ama herkes neyin beni bu hâle getirdiğini merak ediyor, ama sormaya çekiniyordu. Hiç görmedikleri bir Çınar olarak karşılarındayım ve şaşırıyorlar.

Üzgünüm bu defa birşeyleri içimde halledemiyorum.

Ben başaramadım, yapamadım. Ne düzelebildim, ne halimi anlatabildim. Dağıldım. Kendime gelemiyorum, kendimi bulamıyorum. Kayboldum. Ama öyle uçsuz bucaksız derinliklede değil, çöllerde değil. Kendi içimde kayboldum.

Ben Ecrin'i kalbimde halledemiyorum. Zihnimde, aklımda, beynimde halledemiyorum. Başka birini kalbine aldığını düşündükçe acıyan kalbimi halledemiyorum. Bir nasılsın diyişine tav olan, sevinen aşık yanımı halledemiyorum. Aşık yanım diyorum da benim hangi yanım ona aşık değil ki.

Acıyor, kalbim acıyor. Zihnim acıyor ona aşık her zerrem acı içinde kıvranıyor. Fakat benim Ecrin'e olan duygularım tertemiz, hastalık değil benim Ecrin'e olan duygularım. Unutmam gerektiğini biliyorum. Çünkü başkasını seven birini kalbimde taşımam doğru değil belkide. Unutmam gerektiğini söylercesine bakıyorlar, ben bilmiyor muyum unutmam gerektiğini ama kalbime söz geçmiyor. Aklım onu düşünmeden tek saniye geçirmiyor. Şimdi suç bende mi?

Bir şekilde, bir yolda, bir ışıkta bana geleceğine ufak bir umut dahi olsa inanıyordum. Ne kadar imkansız gözü ile baksam bile oluru var mı diyordum. Belki bir gün benim onu sevdiğim gibi sevmese bile sever diyordum. Niye olmasın diyordum. Şimdi yıkılışım bu yüzden, şimdi acımam bu yüzden, şimdi ağlamadan ağlayışım bu yüzden.

Kaybolmuşluk içinde yürüyorum. Ayaklarım beni nereye götürdüğünü biliyor, ama ben bilmek istemiyorum.

Siyah bir eşofman, siyah bir kapüşon, yağmurun serin serin dokunduğu bir İstanbul sabahı...

Sessizlik, sadece içimde değil, etrafımda da yankılanıyor. Sokaklar ıslak, taşlar gri ve ben griye karışmış bir gölge gibi yürüyorum.

Telefon cebimde titriyor ara ara, ama parmaklarım kımıldamıyor. Dünya kendi ekseninde dönüyor, ama benim dünyam çoktan eksenini kaybetti.

Bugün kimseyle konuşmak istemiyorum. Çünkü bugün annemle konuşacağım. Kendimi toparlamak için değil, dağınıklığımı onun toprağına bırakmak için gidiyorum.

Mezarlığın girişindeyim.

O keskin, tuzlu toprak kokusu ciğerlerime doluyor.

Bir adım, bir adım daha…

Taşlar sessizce iniltiyor altımda, sanki her biri içimdeki kırıkları taşıyor.

Gözüm tüm mezar taşlarını es geçiyor, çünkü yalnızca bir ismi arıyor: Bahar Zorlu

Ve buluyorum.

O an zaman duruyor. Bacaklarım sarsılıyor, kalbim boğazıma tırmanıyor.

İnanmak istemediğim o soğuk taş önümde. "Bahar Zorlu" yazıyor üstünde. Benim baharım, benim annem.

Bir zamanlar adını söylemenin içimi ısıttığı kadın, şimdi taş bir yüzeyde yaşıyor.

Diktiğim çiçekler büyümüş…

Ne garip değil mi, yaşarken çiçek açmamış bir hayat, ölümde renklenmiş toprağın altında.

Sanki şimdi mutlu, sanki şimdi huzurlu…

Ama ben değilim.

Dizlerim toprağa dokunuyor, ellerim titreyerek mezarın toprağını okşuyor.

Parmak uçlarım o serinliği annemin teniymiş gibi hissediyor. Sanki biraz daha kazarsam, sesini duyacağım.

"Anne ben geldim" diyorum.

Ve o an, içimde kopan fırtına dışarı sızıyor. Sözlerim toprağa dökülüyor, sanki onu suluyor. O toprak, bir avuç hatıra şimdi. Bir kadının hayatına sığdırılamamış tüm güzelliği, şimdi birkaç çiçekle konuşuyor.

Gözlerim, taşta yazan ismi okşar gibi bakıyor: Bahar Zorlu. Ama “Zorlu” kısmı boğazımda düğüm. Annemin bile kendi soyadını taşıyamadığı bu dünyaya öfkem büyüyor.

Kendine bile yer bulamamış bir kadının oğlu olarak, bu topraklarda sıkışıp kaldım.Ve şimdi onu, bu dünyanın bile sahiplenemediği annemi, bir mezara sığdırmışlar.

Mezarın kenarına oturup toprak kokusunu soluyorum. Annemden geriye kalan bir avuç toprak, bir mezar taşı, ve burnuma dolan toprak kokusu. Elim büyüyen çiçek yaprakları üzerinde gezinirken konuşmaya devam ediyorum.

"Anne seni özledim."

Boğazımda ki yumru büyüyor, ve ben ağlayamayışıma öfkeleniyorum. Ama öfkem kırgınlıkların önüne geçmiyor, aynı kırık tonla konuşmaya devam ediyorum.

"Saçımı okşayışını, elini yanağıma koyup yüzümü sevişini, dizlerine başımı koyunca ağlayabilişimi özledim."

Yutkundum, ama boğazımda ki yumru geçmedi. Ve ben göğüs kafesimi delil geçen onlarca acım ile birlikte sözlerime devam ettim.

"Kimi zaman saçını tarardım hani sırf benim için kesmezdin saçını o adam seni saçından sürüklerdi sen yine de benim için saçını kesmezdin. Anne bak, artık seni saçından sürükleyecek kimse yok ama sende yoksun. Saçlarını taramayı özledim."

"Anne benim sana burnumun direği sızlıyor." Dedim çocuk gibi, sesim titreye titreye. Benim çocukluğum çaresizdi, benim kalbim çaresizdi.

Benim anneme olan özlemimden burnumun direği sızlıyor. Her hücrem acı içinde parçalanıyor, ellerim çiçekleri sevmeyi bırakıp bu defa mezar taşına yöneldi. Annemin ismi yazılı mezar taşını, annemin ismini okşamaya başlıyorum.

"Annem, aklımdasın hep düşünüyorum seni evet kurtuldum, senin istediğin gibi güzel bir hayatım var ama birşey eksik büyük birşey eksik. Kimi zaman gülüyorum, geziyorum, uyuyorum hayat devam ediyor, ama içimde bir ölüyle yaşıyorum."

O ölü benim annemdi. Benim yasını tuttuğum kişi daha çocuk yaşımda benden kopardıları annemdi.

"Her şey yerli yerinde ellerim, kollarım, gözlerim ama kalbim eksik. Ben içimde olan ölüyle yaşamaktan yoruldum, anne ben her gün ölmekten bıktım. Her gün acı çekmekten ve sürekli aynı kabusları görmekten bıktım. Ben çok yorgunum anne."

Yere toprağa oturdum öylece, sırtımı soğuk mermere yasladım. Tüylerim ürperdi ama önemsemedim. Kelimlerim tükendi, ama acım dinmedi. Daha ne anlatmam lazım geçmesi için?

Annemin yanında otururken içimi döküyorum. Yorgunum diyorum yılların, anıların, yaşananların ve asla yaşanamayacak olanların yorgunluğu. Sırtım soğuk mermere yaslı dururken kafamı da yaslıyorum gücüm kalmamışçasına.

"Anne seni özledim. Çünkü, köksüz olmaktan yoruldum. Evet Toprak abim hiç olmayan babam oldu. Korudu, kolladı, sırtımı sıvazlayıp, başımı okşadı. Feride ablam bana arkadaş, sırdaş oldu. Ama ben hep köksüz oldum. Sen güçlü olayım diye adımı Çınar koydun ama ben sadece Köksüz Çınar olabildim."

Köksüz Çınar sıfatı içimde bambaşka yaraları kanattı. Ama ben durmadım bugün içimde var olan tüm yaralarımı kanatmak istercesine devam ettim.

"Ben bu mezarın yolunu sadece iki sefer içimde heyecanla yürüdüm. Birincisi kardeşimin Güneş'in doğumu, ikincisi ise aşık oluşum."

Derin bir nefes aldım, aldığım nefes boğazımda takılı kaldı.

"Ne çok anlattım Ecrin'i sana değil mi? Ne çok Ecrin hakkında konuştum, Formanın ne kadar çok yakıştığından bahsettim, ne kadar güzel güldüğünden, sesinden, saçından, yeşil gözlerinden, kızaran yanaklarından, çillerinden bahsettim. Anne ben çok aşık oldum."

Ben çok aşık oldum, ben bir kez olsun istedim. Bir kez olsun şu hayat bana gülsün istedim.

"Ben çok aşık oldum, ve benim aşık olduğum insan başka birini seviyormuş"

Yutkundum, ağır ağır yutkundum. Ağzımdan çıkan her cümle bir cam parçası ve dilimi kanatarak dışarıya çıkıyor. Boğazımın içi sanki cam kırıkları ile doluymuş gibi kesik kesik acıyor.

"Anne bir kez olsun istediğim olamaz mı? Belki senden sonra ilk kez genzim sızladı, ilk kez bu kadar çok ağlamak istedim. Hıçkıra hıçkıra ağlasam herşey geçecek gibi ama benim ağlayacak canım da kalmamış."

"Keşke yanımda olsan anne, ben senin dizlerine yaslanmak değil dizlerine yıkılmak istiyorum."

Derin bir nefes aldım, herşey üstüme geliyor gibi hissediyorum. İçimi ferahlatmak istiyorum, ama bunu yapabilecek güçte olan kimse yok. Annemin toprağında derman arıyorum, kafam karmakarışık duygularıma bir yön veremiyorum. Duygularım etrafa dağılmış, ve ben o duyguların hangisini toparlamam gerektiğini bilmiyorum.

"Şimdi ne yapmam lazım benim? Unutmam mı gerekiyor ama unutamıyorum ki gülüş sesini duymak istiyorum sürekli, yanımda olsun istiyorum. Bir nasılsın diyişi bana dünyaları vermesi gibi geliyor. Kafam sürekli onunla meşgul, düşünüyorum düşünüyorum düşünüyorum ve içimdeki düşünceler beni yiyip bitiriyor. Ben ne ara bu kadar sevdim?"

Sessizleştim. Çünkü bu sorunun cevabını kimse bana veremezdi, bu soruyu benim kendi içimde halletmem gerekiyor. İçimde halledemediğim meseleler yüzünden anneme gelmiştim, ama şimdi bana çare olmadığını görüyorum. Bana çare olacak birşey yokmuş gibi geliyor, keşke annem burada olsaydı. Keşke dizine yaslanmak yerine dizine yıkılabilseydim. Sanırım bana iyi gelecek tek şey buydu o da yoktu.

Sırtımı soğuk mermerden ayırdım, yavaşça ayaklandım. Son kez annemin toprağını okşadım. Çiçeklerin kokusu burnuma geliyor, hiç bahar olamamış annemin mezarı şimdi bahar gibi kokuyor.

Bu hayat bize çok haksızlık yaptı değil mi anne?

"Yine geleceğim" alabileceğim bir cevap yoktu. Sessizlik koca mezarlıkta hakimdi.

Mezarlıktan çıkmak için attım adımlarımı bu defa, ne kadardır mezarlıktayım bilmiyorum. Sanki saatlerdir buradayım, ama sanki henüz beş dakika olmuş. Ben gelirken az az çiseleyen yağmur durmuş, ama hava soğuk.

Mezarlıktan çıktığımda cebimdeki telefon titriyor, galiba artık telefonu açmam gerekiyor. Cebimdeki telefonu çıkardığımda Asaf'ın aradığını gördüm. Telefonu açıp kulağıma yasladığımda benden önce Asaf hızlı hızlı konuşmaya başladı.

"Çınar sen sabahtan beri nerdesin!? Arıyoruz açmıyorsun oğlum nerdeyse bir şey oldu sanacaktık."

Kızgındı, ama bu kızgınlık haklı bir kızgınlıktı. Kızıyordu ama nedeni benim bizzat kendime zarar veriyor oluşumdu.

Telefonum hep açık olurdu. Çalarsa da açmadığım nadir anlar olurdu, tamam bu kadar endişeli olmaları da biraz son zamanki hallerimden kaynaklı olabilirdi.

"Bir şey mi oldu?" Söylediği sözlere takılmadan sakince konuştum.

"Çınar, kardeşim aklın bu kadar mı uçtu? Hani bu sabah antreman vardı ya gelmediğin antreman, arıyoruz açmıyorsun Eren hoca küplere bindi. Seni bekliyor gel çabuk"

"Tamam geliyorum."

Asaf'ın birşey demesini beklemeden telefonu kapattım, bugün antreman varmış ve bu benim aklımdan tamamen çıkmıştı. Saatime baktığımda iki saatir mezarlıkta olduğumu fark ettim.

Telefonumda bir sürü cevapsız arama vardı Okan, Ege, Asaf üçü de onlarca kez aramıştı. Mezarlıktan çıkıp yürümeye devam ettim, kafam hâlâ allak bullaktı. Mezarlığa gitmek üstüme kasvetli bir hava gelmesine sebep olmuştu, ve şimdi de bu kasvetli havayı silemiyorum. Yürüyerek tesisin önüne gelmem yarım saatimi almıştı, bu da Eren hoca beni haşlayacak demekti.

Tesisten içeriye girdiğimde, bana arkası dönük Mithat abi ile bir şeyler konuşan Ecrin'i gördüm. Ecrin'e kırılmaya hakkım yok belki, ama kalbime söz geçmiyor işte kırgın biraz gücenmiş biraz da içine kapandı. Ha Ecrin'i görünce deli gibi atıyor ama bu sefer buruk içim buruk, kalbim buruk, anılar buruk, gülüşler bile buruk. Herşey yarım, eksik.

Kimseye görünmeden Eren hocadan azarımı işitip gitmek istiyorum, nasılsın diye sorduklarında formaliteden iyiyim demek istemiyorum. Gerçi iyiyim diyince ne oluyor ki iyi mi oluyorum, düzeliyor mu birşeyler kötüyüm desem bariz bir gerçeği dile getirmiş olurum ama bu da daha çok üstüme titremelerine benim için endişelenmelerine sebep olur bunu da istemiyorum. Sessizce görünmeden oradan geçmeye çalışırken;

"Çınar" diyerek bana seslenen naif sesi kulaklarımı doldurdu. Önceden benimle konuşsun diye can atardım, şimdi ise içimde kırık yanlarım heyecanlanmama bile müsaade etmiyor. Dönüp yeşil gözleri ile karşılaştığımda kalbim hasret kalmış gibi hızla çarpmaya başladı.

"Neden sabah antremana gelmedin?" Yeşil gözleri yüzümü tarıyor, birkaç gündür olan durgun hallerimden yanlış şeyler olduğunu anlıyordu. Bir arkadaş olarak benim için endişeleniyor, neyim olduğunu öğrenmek istiyordu. Bense beni arkadaşı olarak görmesinden nefret ediyorum, beni arkadaş olarak görüyor oluşu benimle ilgileniyor olmasını bile gölgede bırakıyordu.

"Antreman olduğunu unutmuşum." Kısa belki de soğuk bir cevap vermek canımı sıktı. Cevap verdiğimde gözleri bana daha bir şüpheli bakmaya başladı. Belki de bu bakışlarda haklıydı, ben unutkan birisi değilim aynı zamanda dakik biriyim futbolu hayatı yapmış biriyim. Tüm bu özellikler birleşince bu antrenmanı unutmuş olmam imkansızdı.

Fakat aklım o kadar karışık ve dolu ki antremanı hatırlamak için zihnimde yer kalmamıştı. Ecrin elbette aklımın onunla dolu olduğunu bilemezdi.

"Unuttun mu? Sen iyi misin?" Ben iyi miyim bilmiyorum. Sevdiğim, aşık olduğum, hayallerimin başrolü yaptığım kız başkasını seviyormuş ben iyi miyim?

Galiba ben iyi değilim.

"İyiyim"

Tek kelime bir çok anlam ve bir çok anlamsızlık dolu olan bir kelime.

Ecrin'e daha fazla bakmayıp arkamı dönerek yürümeye başladım, gözlerinin hâlâ üzerimde olduğunu hissedebiliyorum. Sahaya geçtiğimde bizimkilerin beklediğini gördüm, yanlarına doğru giderken beni ilk fark eden Asaf oldu.

"Nerdesin sen? Bir de geliyorum diyorsun yarım saatten fazla oldu."

"Yürüyerek geldim." Asaf bana sitemle bakıyordu. Geç kalışıma değildi bu sitemi, kendimi bu kadar salmamdı onu için sorun. Herşeyi boşvermem sinirlendiriyordu onu, benim için önemli olan şeyleri bile unutmamdı. Benim kendimi tüketmemdi Asaf için sorun.

Henüz Ege ile Okan ağzını açamadan Eren hoca beni gördü.

"Çınar! Yanıma gel" Ne derse desin dediği herşeye boynum eğik kalacaktım. Çünkü hoca haklıydı, antrenmanlarda sanki yoktum. Zaman zaman dalıp gitmelerim, hocayı bile duymayacak kadar düşünmelerim ve bugün antremana gelmeyişim. Olaylar üst üste gelmiş benim hocada biraz olsun kredim varsa bile bunu yok etmişti.

Eren hoca'nın yanına vardığımda gözlerinden bana ne kadar sinirli olduğunu anlıyordum. Zira anlamamak pek mümkün değil.

"Çınar ne yapıyorsun sen? Kaç gündür antrenmanlarda yoksun, sahada yoksun. Beni duymuyorsun. Bugün antramana gelmiyorsun. Çınar sen ne yapıyorsun?"

"Hocam b-"

"Bak Çınar, geleceğin parlak bunu benden daha iyi sen bilmelisin. Şu an ne yaşadığını bilmiyorum, tek bildiğim yaptıkların bana değil sana eksi yazıyor. Bu böyle olmayacak kendini toparla, toparlayana kadar gelme."

Sözlerini bitirdikten sonra yanımda durmayarak arkasını dönerek gitti.

Daha ne kadar yenilmiş hissedebilirim bilmiyorum. Her geçen gün alışmış olmam gerekmiyor mu? Oysa ben sanki her geçen gün daha fazla acıyorum. Neden başkasını seviyor ki? Çocuk gibi yanına gidip başkasını sevme diyesim geliyor. Eren hoca'nın dediği herşeye rağmen benim aklım yine Ecrin'e takılı kalıyor.

Omzuma konan el ile zihnimin içinden sıyrıldığımda, omzumu sıkan kişinin Okan olduğunu gördüm. Gözlerinde bir parça hüzün ile bana bakıyordu.

"Hadi gidelim." Hiç birşey söylemeden başımı sallayarak onu onayladım. Dışarıya çıkarken Ecrin'i tekrar görmedim, içim buruk olabilirdi ama yine de onu görmek istiyorum. Bu yüzden bilinmezlik denizde savruluyorum diyorum. Kararlarım ani, neyi isteyip istemediğimi bilmiyorum. Onu görünce içim acıyor, ama görmeyince de hasret kalıyorum. Dışarıya çıkıp öylece yürürken aklımdan geçenlerdi bunlar.

"Bize geçelim" dediğini işittim Ege'nin o zamana kadar Egelerin evine yaklaştığımızı bile fark etmemiştim.

"Ben eve geçeceğim" dediğimde Ege'nin gözleri bana kilitlendi.

"Hayır efendim. Bizim eve geçiyoruz. Yeter artık at şu üstündeki ölü toprağını"

Benim bir şey dememe müsaade bile etmemişti. Egelerin evine geçtiğimizde hepimiz Ege'nin odasında oturuyorduk. Hiçbirimiz konuşmuyor, sessizlik içinde duruyorduk. Sessizlikten şikayetçi değilim, ama benim gibi sessizliğe alışkın değil. Muhtemelen nasıl yaklaşacaklarını bilemiyorlar bu yüzden sessiz kalıyorlardı. Bu kadar hassas davranmalarına gerek yoktu aslında, onlara bana ettikleri birkaç cümle ile kırılacak değildim. Bu dalgın, düşünceli, hallerim yabancıydı herkese.

Bana birşey daha öğretti bu durum, insanlar beni yıkılmaz zannediyormuş. İnsanlar ben üzülmem, daha doğrusu üzüntümü asla dışa yansıtmam zannediyorlardı. Atlatırım, hiçbir şey olmamış gibi devam ederim zannediyorlardı.

Buna ben sebep olmuştum.

Kimi zaman ağlamak gerekiyordu belki, kimi zaman yıkılmak gerekiyordu, ama ben hep dik durdum. Ağlamadım, yıkılmadım. Üzüldüm ama belli etmedim, düşündüm ama yansıtmadım. Kendimi robotlaştırmışım meğer ben, yeni fark ediyorum. İnsanların tepkilerinden bunu anlıyorum, bana o zaten bir şekilde atlatır diye baktıklarını görüyorum, fakat bu defa atlatamadım, bu defa kimse görmeden ayağa kalkamadım. Üzüntümü saklayamadım, zihnimi boşaltamadım.

Beni düşüncelerden çekip çıkaran Okan'ın "Çınar hoca ne dedi?" Diye sorması oldu. Merak ettiğini gözlerinden okuyordum, merak ediyordu nasıl olduğumu, ne olacağını, hocanın ne dediğini herşeyi merak ediyordu.

"Kendini toparla, toparlayana kadar gelme dedi" hissizce sanki önemsiz ama benim için dünyanın en önemli şeyini söyledim. Çok geçmedi hepsinin yüzü düştü. Benim yaşadığıma benden daha çok üzülecek birileri varsa yanında oturduğum üç kişiydi.

Kafamı kaldırıp direkt olarak Ege ile göz göze geldiğimde bana bakışından diyeceklerini olduğu belliydi, sanki sözlerini sakınıyor gibiydi.

Ne diyecek mesela?

Kendimi toparlamama ne yardımcı olacak mesela?

Toparlanamıyorum. Buydu işte ben dağıldım toparlanamıyorum. Toparlamaya çalışıyorum olmuyor, kalbim iki parçaya bölünmüş. Bölündüm kırıldım ben anlatamıyorum bile ne hissetiğimi,

Kalbimin kırıklarını toplamaya çalışıyorum, avuçlarıma batıyor çok kanatıyor..

Odaklanamıyorum, öyle odaklanamıyorum ki teknik direktörümüz beni takımdan uzaklaştırdı. Toparla kendini toparlayana kadar dönme dedi.

Kendimde değilim galiba, öyle diyorlar. Bu kadar acıması sanırım normal değil. Sığamıyorum bu içinde olduğum odaya, sığamıyorum sokaklara, sığamıyorum hiç bir yere. Geçecek mi sahi? Unutacak mıyım onu? Hiç sanmıyorum ben onu severken beni seviyor diye sevmedim ki şimdi vazgeçmeyim.

Onunla tanışmak kader, arkadaş olmak seçim ama aşık olmak hiç bir zaman elimde değildi.

Ege sonunda dudaklarını aralayıp içindekileri dökmeye başladı. "Çınar bak şu haline lan olmaz. Oğlum böyle olmaz, yapma bunu kendine. Vazgeç be ne yapıyorsan kendine yapıyorsun."

Ege'nin tam gözlerinin içine baktım. Vazgeç diyordu neyden vazgeçecektim? Kimden vazgeçecektim?

Sözlerim ok gibiydi ama saplandığı yer benim kalbimdi.

"Ege sen hiç beş saati beş dakika gibi hissettiren biriyle vakit geçirdin mi? Ve yanından ayrıldığın an onu özlemek nedir biliyor musun? Hiç bu hissi yaşadın mı? Ben onu beni seviyor diye mi delicesine sevdim?"

İçli bir nefes aldım, her hecesi yüreğimi delip geçen sözlerime ara vermedim.

"Elime Gül'ün dikeni batsa vazgeçerdim." Elimi kalbimin üzerine bastırdım. "O burayı paramparça etti vazgeçemiyorum. Ben onunla olma hayalimden vazgeçtim. Onu sevmekten vazgeçemiyorum onunla tanıştığım gün sanki eksik parçamı bulmuş gibi hissettim. O benim bu zamana kadar aldığım en güzel hediye, şimdi sevmekten vazgeç diyorsun söyle nasıl vazgeçeyim?"

İstesem bile yapamıyorum, ondan geçemiyorum.

Ama kabullenmek gerekiyordu.

Bazı hikayeler mutlu sonla bitmez, bazen çok sevmekte kavuşmaya yetmez. Bazen ne yaparsan yap içindeki ağrı asla geçmez.

 

 

 

 

 

 

Arkadaşlar bir şey söylemem lazım Çınar'ın üzgün, ve depresif oluşu sadece Ecrin yüzünden değil. Biliyorsunuz ki seanslara ara verdi, her ne kadar kimi zaman anlatmak acı verici olsa bile bazen paylaşmak iyi gelir. Çınar'ın da içinde biriken şeyler olduğu için Ecrin'in olayı patlama noktası oldu. Bu yüzden beklenenin aksine yere çok sert çakıldı.

Ayrıca dostlarım "Köksüz Çınar" bu sıfatın bir hikayesi var. Çınar "köksüz Çınar sıfatı içimde bambaşka yaraları kanattı" diye boşuna demedi.

Dırım dırım dırım

Üzgünüm 🥺

Kalbim kırık çünkü Çınar üzgün 💔

Bölüm nasıldı sizce? Neler olmalı? Çınar Vazgeçmek istemiyor şimdilik, sizce eninde sonunda vazgeçecek mi?

Yorumlarınızı bekliyorum

Diğer bölümde görüşürüz 💃🏻

 

Bölüm : 15.02.2025 16:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...